(Aşağıdaki yazı Aralık 2022’de yayımlanan Köz’ün Sözü: Lozan, Kürdistan Devrimi ve Devrimci Parti başlıklı yazının ilk bölümüdür. Yazının tamamına burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz.)
24 Temmuz 1923’te, kesintilerle birlikte sekiz ay süren Lozan Konferansı bir barış antlaşmasıyla son buldu. Böylelikle mağlup emperyalist kampın tüm bileşenlerinin yenilgileri tescillendi, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı resmen noktalandı. Lozan Antlaşması’nı Birinci Paylaşım Savaşı’nı noktalayan diğer barış antlaşmalardan ayırt eden iki özelliği vardı. Birincisi, diğer barış antlaşmalarından farklı olarak bir başka barış antlaşması olan Sevr’i gözden geçirip, yerine yeni bir barış antlaşmasını koyuyordu. İkincisi Almanya kendi barış anlaşmasını 1919 yılında Versay’da imzalarken, Lozan Antlaşması bundan dört yıl sonra imzalanıyordu. Yaslandığı sermaye ve askerî bakımdan Almanya ile aşık atamayacak Osmanlı İmparatorluğu/Türk devleti ile yapılan antlaşmaların bu özgün durumu esas olarak Ekim Devrimi’nin sonucuydu. Emperyalistler Ekim Devrimi’nin batıya yayılmasını işbirlikçi Polonya, Estonya, Letonya ve Litvanya devletleriyle engellemeyi başarmıştı. Kafkaslarda ise tam tersi bir durum söz konusuydu, Ekim Devrimi’ni emperyalizmin dümen suyunda giden burjuva diktatörlükleriyle sınırlamak mümkün olmadı. Kızılların Anadolu’ya ve Mezopotamya’ya yayılması somut bir tehdit olarak belirince İngiliz, Amerikan ve Fransız emperyalizmleri Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin ilerleyişini sınırları daha az budanmış, takviye edilmiş bir Osmanlı İmparatorluğu yeni adıyla Türkiye Cumhuriyeti ile engellemeyi tercih etti.
Lozan, payandaları sarsılmış Osmanlı İmparatorluğu’nun devrimci sovyet cumhuriyetleriyle parçalanmasını engelledi, onu emperyalistlerin güdümünde bir Türkiye Cumhuriyeti olarak tahkim etti. Sevr Antlaşması Osmanlı denetimindeki Kürdistan topraklarını parçalayarak özerk yapılara bölmüştü. Karşı devrimci amaçlarına ulaşmak isteyen emperyalistler Lozan’da bu özerklik kırıntılarını da alarak Kürdistan’ın bölünmüşlüğünü tescilledi, ezilen ulusun vurulduğu zincirleri Sevr’e kıyasla güçlendirilmiş dört bölge devletine teslim etti.
Emperyalistlerin ezilen ulus kurtuluş mücadelelerini bölmeyi temel alan tutumu sadece Kürdistan’a özgü değildir.
Lozan Barış Antlaşması’nın, anti-emperyalist bir mücadelenin kazanımlarını perçinleyen bir diplomatik zafer değil, Sevr Antlaşması’nın anti-komünist bir revizyona uğramış hâli olduğunu kavramak programatik düzeyde sol hareketin iliklerine işlemiş olan kemalizmden kurtulmayı mümkün kılar. Ama Lozan’dan Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi ile ilgili çıkarılacak daha önemli bir sonuç var. Lozan’ın mimarı emperyalist devletlerdir ve bu devletler yeni bir paylaşım savaşına kadar Lozan’da tanımlanan, sonrasında ikinci paylaşım savaşıyla pürüzleri giderilen, statükonun bekçisi olacaktır. Dahası yeni bir paylaşımdan sonra dahi, emperyalistlerin varacağı nokta birleşik bir Kürdistan’ın yaratılması değil tıpkı Sevr Antlaşması’nda olduğu gibi Kürdistan’ın muhtelif özerk yahut bağımsız bölgelere bölünerek parçalanmasıdır.
Emperyalistlerin ezilen ulus kurtuluş mücadelelerini bölmeyi temel alan tutumu sadece Kürdistan’a özgü değildir. Aynı emperyalistler Filistin topraklarını üç devlete böldü; Hindistan yarımadasını Pakistan, Hindistan ve Bangladeş diye parçaladı; sömürge karşıtı hareketleri etkisizleştirmek için Afrika kıtasında sınırları cetvelle çizdi. Emperyalizm çağında güçlü ulusal kurtuluş mücadeleleri finans kapital açısından en az proleter devrimler kadar korkutucudur, bölünmesi, birbiriyle rekabet ederek zayıflatılması, emperyalistlerin güdümündeki reformcu projelere yedeklenmesi gereklidir.
Kapitalizm öncesindeki imparatorluklar tarafından benimsenmiş “böl ve yönet” düsturu üzerinde ayrıca durmak gerekir. “Böl ve yönet” solda sadece tarihsel bağlamından kopartılmamış, aynı zamanda çıkış noktasıyla tümüyle ters ve günümüzün dinamiklerini kavramaktan uzak bir içerikte kullanılmaktadır. Soldaki hâkim anlayışa göre bugünkü ulus devletler anti-emperyalist mücadelenin kazanımları olarak görülmelidir. Emperyalistler de bu kazanımları ortadan kaldırmak, dünyada diledikleri gibi at koşturmak için ulus devletleri zayıflatmayı, iç karışıklara sürüklemeyi, parçalara bölerek yutmayı amaçlamaktadır. Bu anlayışa göre ABD Türkiye’yi, Suriye’yi, Irak’ı rahatça yönetebilmek için Kürt sorununu “kaşımakta”, “ayrılıkçı/bölücü akımlar”a destek vermektedir. Sola düşense “baş düşman”ın emperyalizm olduğunu unutmamak, ulus devleti ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerin karşısında olmak ve emperyalizmin desteklediği bölücü akımlara destek vermemektir.
Hâlbuki kapitalizm öncesi dönemde, Roma olsun, Osmanlı olsun geleneksel imparatorluklar “böl ve yönet” yaklaşımını düşmanlarını zayıflatıp, fethetmek için değil, kendi tebalarının başkaldırmasını engellemek için kullanıyordu. Üstelik kapitalizm çağında, geleneksel imparatorluklar ortadan kalktığı için, onların stratejilerini özetleyen “böl ve yönet” türü şiarlar da anlamsızlaşmıştır. Farklı emperyalistlerin birbiriyle rekabet ettiği bir dünyanın mantığı bir imparatorluğun iç güvenliğini ve bütünlüğü sağlama yöntemiyle benzeştirilemez. İkincisi günümüz ulus devletleri anti-emperyalist devrimci bir mücadelenin kazanımları olarak görülemezler. Bu devletlerin kimileri devrim sonucunda kurulmuş olsa da bugün bunların tümü şu ya da bu emperyalist devletin ortağı, işbirlikçisi ve hizmetkârı konumundadırlar. Bu devletler emperyalistleri rahatsız etmek şöyle dursun, kurulu emperyalist düzenin en önemli dayanakları arasındadırlar. Emperyalistleri rahatsız eden işbirlikçileri olan bu devletler değildir. Amerikan emperyalizminin, Ortadoğu’daki işbirlikçisi Türk devletini zayıflatmaktan hiçbir çıkarı yoktur. Benzer bir durum Lozan’ın imzacısı diğer devletler için de geçerlidir. Kurulu emperyalist düzenin sınırlarını ve istikrarını tehdit eden güç ise ulusal kurtuluş mücadeleleridir.
“Böl ve yönet” illa kullanılmak isteniyorsa, emperyalistlerin asıl olarak devleti olmayan ezilen ulusları bölme, ulusal baskıya karşı başkaldırıların arasında duvarlar örme eğilimini anlatmak için kullanılmalıdır. Başka bir deyişle emperyalistler Türkiye’yi daha kolay yönetmek için bölmeyi amaçlamazlar. Kürdistan, Filistin ya da Hindistan’daki devrimci dinamikleri bölmek için bu ulusal kurtuluş mücadelelerini farklı sınırlara hapsederek parçalarlar.
Lozan ve Kürdistan sorunu örneği, emperyalizm ve ulusal soruna dair yaygın yanlış kanıları tersine çevirmek için açıklayıcıdır. Ezilen bir ulusun bağımsızlık mücadelesi her zaman anti-emperyalist bir karakter taşır, kaçınılmaz olarak tüm emperyalist güçleri karşısına almak zorundadır. Aynı zamanda tutarlı bir anti-emperyalist mücadelenin her zaman için ezilen ulusların bağımsızlık mücadelesinin yanında olması gerekir. Ezilen ulusların ezen ulusların devletlerini bölme, onların sınırlarını değiştirme mücadelesini desteklemeyenler anti-emperyalist olamazlar.