15 Aralık Pazar günü “Emperyalist zincirin zayıf halkası ayaklarımızın altında” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdik.  Söyleşi de KöZ adına konuşan Orhan Dilber’in sunumu ve ardından soru ve görüşler alındı.

Orhan Dilber konuşmasında şunları anlattı:

Bu yılın sonuna doğru gelirken bütün dünyada birçok kitlesel eylemler oluyor. Hong Kong’dan Şili’ye Bolivya’dan Lübnan’a, Irak’a kadar uzanan eylemler oluyor. Ve herkesin dikkati bir biçimde buralara çevrilmiş durumda. Buna karşılık yaşadığımız topraklardan bahseden yok. Bu tabloya bakıldığında Türkiye’de durgunluk hâkim görünüyor. Hâlbuki bütün bu ayaklanmaları tersinden görmek lazım. Dünyadaki bütün ayaklanmalar farklı farklı sebeplerle ortaya çıkan ayaklanmalar. Tek ortak noktaları mevcut hükümetlerin karşıtı olmalarıdır. Bunların bir bakıma sol cenahta yarattığı yankı 20 yıl öncesi küreselleşme karşıtı hareketler, sonra da Suriye durağına geldiği zaman mahiyeti değişen “Arap baharı” hareketlerinde olduğu gibi heyecan yaratıyor. Kürdistan’da ve Türkiye’deki hareketten bahsedilmiyor.

Oysaki yakın zamana kadar buna benzer bir heyecan yaratan Rojava vardı. Dünyanın dört bir yanından savaşmaya gidenler oldu. Bugün bu dalga da etkisini kaybetti. Batı Kürdistan sözcüğünün yerini kuzey Suriye aldı. Bu sebeple de kuzey Suriye’ye giden akıntı durmuş durumda.

Bugünkü ayaklanmalara baktığımızda belki bunlar 20 yıl öncesine göre daha kalabalık eylemlerdir. Ve hepsi mevcut hükümetlere karşıdır. İlginç olan bu hareketlerin karşıt olduğu hükümetlere Amerika da karşıdır. Örneğin İngiltere’de Çankırılı Boris yeniden seçildi. Belli ki bunda BREXİT’in etkisi büyük. Bu hareketlerin çoğunun Tunus’ta olduğu gibi daha çok dünya çapında Amerika perspektiflerine uygun olduğunu görebiliriz. Buna mukabil Türkiye ve Kürdistan’dan söz edilmiyor. Oysa 20 yıl önce KöZ yayın hayatına başladığında emperyalist zincirin kırılacak halkası ayaklarımızın altında diye tespit yaparak yola çıkmıştık. Bundan kasıt halkayı kırmak değil emperyalist zincire müdahale noktasının burada olduğunu vurgulamaktı. Türkiye’deki gelişmeler Kürdistan’ı etkiliyor Kürdistan’daki gelişmeler Türkiye’yi etkiliyor.  Ortadoğu’daki değişikliklere yol açacak olayların ağırlık merkezi burasıdır. Türkiye ve Kürdistan dünyanın en politize kesimlerini barındırıyor. Dünyada sol kılık değiştirip ortadan kalkarken Türkiye ve Kürdistan’da ister istemez ortaya çıkan hareketler sol kisvesi taşımak zorunda kaldı.  HDP’nin vekil sayısına baktığımızda dünyada böyle bir örnek yok. Vekillere tek tek baktığımızda meclisteki kalan vekillerden daha politikler. Bu paradoksal bir durumdur. Hem Türkiye’nin konumu Ortadoğu’daki ve dünya çapındaki emperyalistlerin pozisyonlarını etkileyecek nesnel ağırlığa sahiptir, hem de solla birlikte Kürdistan’dan gelen dinamiklerin ağırlığı bütün engellemelere rağmen belirleyici rol oynamaktadır. Buradaki zincirin kırılması bütün dengeleri altüst edecektir. İskender’in kestiği Gordion düğümü de bu topraklardaydı. Bu düğüm çözüldüğünde Asya’nın yolları açılacaktı. Bugün de bu topraklarda düğüm var ve çözülmesi gerek.

Kostarika’da böyle bir düğüm olur muydu, olmazdı. En güçlü işçi sınıfı burada, yıllardır darbelerle yıkımlara karşı karşıya kaldığı halde yok edilmeyen sol ve son yıllarda oldukça dinamik olan Kürdistan’ın en güçlü parçası buradadır. Jeopolitik değil politik meseleden dolayı düğüm buradadır. Aynı zamanda da on yedi yıldır aynı siyasi parti tarafından yönetilen ve de yönetilemeyen Türkiye var. Geniş yığınlar da muhtelif nedenlerle eskisi gibi yönetilmek istememektedir. Pahallılık, zamlar ve emeklilerin karşı karşıya oldukları sorunlar ile yönetememe durumu anlaşılmaz.  Bunlar ancak bir göstergedir. Emekli maaşını ödeyemeyecek durumda olan bir ekonomik sorun var. Bu yönetememedir.

Kadınlara dönük ayrı baskıcı intikamcı bir saldırı olduğunu biliyoruz. Taybet ananın cenazesinin günlerce sokaklarda kalması da kadın gerillalara yapılan işkence ve tecavüzler de kadınlara dönük ayrı muamelenin bir sonucu olsa da böyle gündem edilmemektedir.

İsyan etmek için bu meseleye ihtiyaç yok. Kürdistan’da muhtelif sorunlar vardır. Geniş yığınlar eskisi gibi yönetilmek istememektedir. Yönetenler de eskisi gibi yönetememektedir. Bu bir devrimci durumu anlatır.

Hong Kong’daki bir muhalefet hareketidir. Devrim durumu için yönetenlerin yönetememesi durumunun da olması gerekir. Biz Türkiye’deki durumu hükümettekilerin beceriksizliği olarak değil bir rejim krizi olarak tarif ediyoruz. Tayyip Erdoğan bırakalım Türkiye’yi kendi partisini yönetememektedir. Kendi partisinin içinden iki parti kurulmasına engel olamamaktır. Gücü yetmiyor. Bunlar o yönetememe halini anlatıyor. Gündelik hayattaki tepkiler ise yönetilenlerin bu vaziyette yönetilmek istemediğini gösteriyor. Belli başlı büyük şehirlerin el değiştirmesi de bu tepkiyi gösterir.

Şu anda Türkiye ve Kürdistan’daki kadar güçlü ve birikimli sol hareket yoktur. Fransa’da Sarı Yeleklilerin hareketinde sol hareket yok. Türkiye de ise tam tersi vardır. Nesnel olarak her şey kapıyı çalsa da Türkiye’de solun gücü bu hareketin önünü kesen duruma gelmiştir. Devrim karşıtı bir sol vardır. Böyle güçlü bir sol olmasaydı bugün durgunluk ve istikrar görüntüsü olmayacaktı. İnsanlar en şiddetli tepkileri vermeye hazırken bunları hizada tutmak için güçlü ve hain bir sola ihtiyaç vardır. Bu Türkiye’ye özgü bir şey değil. Birinci emperyalist savaş varken de böyle bir durum vardı. Solun en güçlü olduğu yerlerde Fransa’da, Almanya’da, Belçika’da sol ön almıştı. Savaşta kendi devletlerinin yanında alma, savaşın yol açtığı dinamiği durdurmak da solun en önemli rolüydü. Bugün Türkiye’de sol bu rolü oynamaktadır.

Soldaki hakim olan çizgi kitlelerin peşinden gitmek, siyasi iktidar hedefini ötelemek üzere şekillenmiş bir soldur. Sol asla devrim odaklı bir hareket istemiyor. Reform odaklı bir hareket olsun istiyorlar. Barış istiyoruz, diyorlar. Sürekli ezilen kitlelere ‘barış’ diyerek, seni ezen katleden devletle barış yapın diyorlar.  Barış istiyoruz demelerinin sebebi sınıf savaşı istemiyor olmalarıdır.

Mustafa Suphilerin TKP’si dünya devrimini yapmak için bir araya gelmiş olan Komünist Enternasyonal tarafından kurulmuştur.  Böyle bir partiyi yaratmadan burada devrim gerçekleşemez. Bu da ancak oportünistlere karşı mücadeleden geçer. 8 Aralık mitinginde herkes gündelik sorunlardan bahsederken biz Kürtlerin esareti emekçilerin esaretidir diye çıktık, tesadüf değil. Bu tecrit olarak görülebilir. Ama 20 yıl öncesinde de bizler Kürtlerin esareti işçilerin esaretidir demiştik. O zaman söylediğimizle bugün söylediğimizin etkisi farklı. O zaman yayınlarda söyleyebiliyorduk bugün ise siyasi bir tabloda yeri belirlenmiş ve sağlam bir yer edinmiş şekilde söz ediyoruz. Dolayısıyla 20 yıl sonra emperyalizmin zayıf halkası ayaklarımız altında derken hem bu halkanın 20 yıl içerisinde daha da zayıfladığına hem de bunu savunanların politik olarak daha donanımlı olduğunu bilmeliyiz.

İlk turda sunumun ardından soru ve görüşler alındı.

  • Emperyalist halka ayaklarımız altında, 20 yıl geçmiş devrimci örgütlerden kopan devrimci var. ve KöZ bunları örgütleyemedi. Devrimci ideolojide birleşemeyenlerin devrimci örgütle kurdukları birlik dağılmak zorundadır. Bir program eksik. Bu program olmadığı sürece 20 yıl sonra gene aynı şeyleri söyleriz.
  • Yeni bir enternasyonale ihtiyaç yok, KE’yi yeniden kurmaya ihtiyaç var demiştin. Biz program sorunu yoktur diyoruz, bunu açabilir misin? KöZ adına propaganda yaparken bizi ayakları yere basmamakla eleştiriyorlardı, özellikle iç savaş konusunda bunu açar mısın? Biz 99 Martında ‘kahrolsun ezen ulus şovenizmi’ diye çıkmak üzere hazırlık yaptık. Kürdistan’ın bağımsızlaşması Türkiye devrimiyle ilgili diyoruz, bunun üzerinde durabilir misin? Devrimci parti mücadelesini politik bir mücadele ile birleştirmek isteyenler nasıl bir çizgi izlemeli.
  • Bütün ülkelerin komünistleri birleşin broşüründe, eksikliği duyulan nedir başlığı var. Orada militan sorunu yok diyoruz. Bugün tasfiyecilik tamamlandı tespiti ile devrimci militanların var olduğu tespiti örtüşüyor mu? ‘Kürtlerin zincirine ses çıkarmayanlar insanca yaşamdan söz etmesin’ şiarımızı alana taşımamızın Bolşevik tipte parti yaratma yolundaki yeri nedir?

İkinci tur konuşmasında Orhan Dilber şunlara değindi:

Bu devasal potansiyelden kastedilen, eksik olan nedir? Herkes koşullar değişti deyip yeni bir program lazım diyerek çıkıyor. Bu fikir Bernstein’dan bu yana söyleniyor. 20 yıldır söylemişiz çok değil. 20 yıldır herkesin görüş değiştirdiği koşulda aynı tespitte bulunmak olumlu bir şeydir. Keramet bizde değil elbette, Komünist Enternasyonal çıkış tezlerinin evrensel değerinden geliyor. Bu tezlerin hala geçerli olduğu için biz 20 yıldır yerimizde saymayıp ilerleyebiliyoruz. Yeni şeyler bulalım demek eskisinden kaçmak söyleniyor. Yeni bir şey bulmak isteyenler bir türlü bulamadılar o yeni şeyi.

Bolşevizm Rusya’nın devrilmesini sağlamıştır. Evvela Bolşeviklerin gittiği yere kadar bir gidelim daha sonra yeniliklere bakarız. Yeni bir program lazım demek revizyonizmdir. Emperyalizm tespitleri bugün için geçerli değildir, deniyorsa yeni bir program lazım denir, buna dair bir belirti var mıdır?

Uzlaşmayı esas alan sınıf mücadelesine gerek yok diyen bir tespit varsa yeni bir program lazım demek doğru olur. Bu deneyimlere dayanan böyle bir partiyi kuralım o zaman bakalım. Daha buna girişmeden yelkenleri suya bırakanlar aktif tasfiyecilerin yaptığının aynısını pasif bir biçimde yapıyorlar. Programdan başlayalım demek, önce örgütlenme sorununa yoğunlaşmamanın bahanesi oluyor.

Türkiye’de ve dünyada olan her şeye somut bir yanıt getiriyoruz referanslarımıza dayanarak. Programımız vardır diyenlerin hepsinden daha fazla programatik saptaması vardır Köz’ün. Bu noktadan bize yanaşanlar yoktur zaten. Bize bunu söyleyenler parti işlerini bırakın başka işlerle uğraşın demek için söylüyorlar. Aktif siyasi akımlardan gelen eleştiri iç savaş tespitlerimize dönük olarak geliyor.

İç savaş derken proletarya ile burjuvazi karşı karşıya geldi savaşıyor demiyoruz. İç savaş dediğimiz devletin kendi vatandaşlarına açtığı savaştır. Bu savaş sürüyor. Bu vatandaşların o devlete karşı savaşmaması ayrı bir konudur. Sorun bu saldırıya sınıf mücadelesini yükseltip burjuvaziyi alaşağı etmeyi hedefleyen bir devrimci hareket olmamasıdır. Bunun olmaması iç savaş tespiti yapmaya engel değil ancak sınıf savaşının başarısına engeldir.

Kahrolsun şovenizm ve sosyal şovenizm de diyoruz. Türkiye’de yaşıyorsak da kahrolsun Türk şovenizmi demek gerekir. Burada Türklük etnik bir tanımlama değil devlete ilişkin bir tanımlamadır. Bunun işçi sınıfı ile ne alakası var? Ulusal baskı ile Kürtleri çifte bir sömürüye maruz bırakan devlet kendi bünyesindeki emekçileri de ezer.

EYT’ye de buradan bakmak zor değil. Ekonomizmle aramızdaki ayrım, ekomizm bu ekonomik tedbirlere ilişkin talepler üretir. Daha rahat koşullarda çalışma imkânı vb. talepler kimden isteniyor. Ekonomistler biz iktidarınıza bir şey demiyoruz, ekonomik haklarımızı verin vs diyor. Peki, bu devlet nereden alıp verecek? Buna Fransa’daki grevle yanıt vereyim. Bu grevdekiler, bizim memurlar gibi işten atılma riski olmayan, sosyal olanakları olan, daha erken emekli olma olanağı olanlar. Daha iyi çalışma koşullarını nerden alıp sağlayacak Macron?

Pahalılık, ücret artışı, emeklilik hakları vs bunlar ekonomistlerin gündemidir. Komünistlerin esas farkı sınıf mücadelesi devlete karşı mücadeleye başlandığı zaman başlar, demek olur.

Almanya’daki devrimler ve yenilgiler var evet. Üçüncü Kongrede Lenin Alman delegelerinin bir kısmı ile tartışıyor. Bunlara siz bir an evvel işi sonuna vardıracak hazırlığınızı tamamlayın nasihatinde bulunuyor. Partiyi kurduk diye hemen ayaklanmayın, diyor. Diğer partilerin Bolşevik parti ile aynı nitelikte olmamasından mı diye soruldu soru. Lenin Sol Komünizm kitabında bizim avantajımız oportünistin her türü ile karşılaşmış olmamızdır, diyor. Oportünizmi alt etmemiz gerekir ki proleter devrimi başarıya ulaşsın. Oportünizme karşı mücadele siyasal bir mücadeledir, yazarak çizerek yürütülecek bir mücadele değildir.

Devrimci militan eksikliği yok ve tasfiyecilik tamamlandı sorusu soruldu; tasfiyeciliğin devrimci örgüt fikrini, devrimci örgütü muhafaza ederek yapılanı en etkilidir. Militanlar disiplinli bir şekilde çalıştıkları için oportünistler başarılı olmaktadır. Tasfiyeciliğin tamamlanmasından kasıt devrimci militanları yok ettiler değil, THKO, TKML vb örgütlerin mirasına sahip çıkıyoruz diyen kalmamasıdır.

Mitingdeki tutumumuzun anlamı nedir? Niçin Kürdistan’ın bağımsız birleşik olması devrim sorunudur. Ulusal sorunun çözülmesi için ilhaka son verilmesi gerekir, bunun için de devletin parçalanması gerekir. Bu da ancak bir devrimle olur. Bu mitingde aldığımız tutumla da asıl sorun devletin yıkılması için mücadeledir siyasi mücadeledir, dedik.

İkinci turda soruların yanıtlanmasının ardında söyleşiyi sonlandırdık.

İstanbul’dan Komünistler