(Karaburun Bilim Kongresi haberlerinin tamamına buradan ulaşabilirsiniz: Komünistler Karaburun Bilim Kongresi’ne Katıldılar)

13. Karaburun Bilim Kongresi’nde 7 Eylül Cuma günü Barış Yıldırım’ın moderatörlüğünde ‘Türkiye’de Siyaset: Dağınık, belirsiz, inatçı’ başlıklı oturum gerçekleştirildi. Panelde ‘Türkiye’de Ne Yapmalı’ başlıklı sunumuyla söz alan bir yoldaşımız içinde yaşadığımız dönemin doğru değerlendirememesinin temel sebebini bir analitik kargaşa olduğunu, bunun temelinde de devlete dair sorunların devrim yerine evrimle de çözülebileceği yanlış varsayımının yattığını söyledi. Devrimci perspektiften bakıldığında ise Amerika tarafından kurulmuş 12 Eylül rejiminin krizini yaşadığımızı, ve bu krizin temelinde de rejimin Kürtleri ezmeyi başaramaması ve neticede %10 barajı aşılarak Kürtlerin meclise girmesi; ve ordudaki reformlar sonucunda siyasi anlamı ve ağırlığının yitirilmesi olduğunu anlattı. AKP’nin ne ordu, ne Amerikancı TÜSİAD ne de ABD tarafından desteklendiğinin altını çizip, Erdoğan’ın kendi örgütüne dahi güvenemediğini belirtti. Bundan ötürü Erdoğan’ın partili cumhurbaşkanı olmasına rağmen kabinesini partisiz bir kadro ile oluşturmak zorunda kaldığını ifade etti. Diğer yandan AKP ve Erdoğan’ı istemeyen ABD’nin gücünün Türkiye’de iktidarı değiştirmeye yetmediğini çünkü ABD’nin Erdoğan’dan da hızlı gerilediğini söyledi. Gelinen noktanın darbe dinamiklerini tetiklediğini ve artık AKP’nin seçimle veya diğer düzen içi yollarla gitmesinin mümkün olmadığını söyledi. Türkiye’deki rejimin krizinin ve Erdoğan’ın  aksine kitle hareketinin güçlü olduğunu, siyasal bilinç düzeyinin yüksek olduğunu, bunu seçimlere yüksek katılım oranlarından da görebileceğimizi ifade etti. Kitlelerin de soldaki yaygın yanlış görüşün aksine Erdoğan’ın seçimle gitmeyeceğinin farkında olduğunu, yoğun devlet baskısına rağmen 12 Eylül sürecinde olduğu gibi sinmediğini ve Erdoğan’ın da bundan korktuğunu söyledi. Erdoğan’ı indirecek tek şeyin halk seferberliğini olduğunu belirterek bunun önündeki en önemli engelin ise sola musallat olan CHP kuyrukçuluğu olduğunu belirtti. Türkiye solunun ezici çoğunluğunun merkezinde CHP’nin bulunduğu Amerikancı muhalefetin kuyruğuna takılmasının halk seferberliği önünde en önemli engel olduğunu yaklaşan yerel seçimlerin bu konuda bir samimiyet testi olacağını, CHP’nin kuyruğundan kopmadan Erdoğan’ı göndermeye yönelik hiçbir şey yapılamayacağını söyleyerek konuşmasını sonlandırdı.

Daha sonra söz alan Göksal Caner Malatya, Hikmet Kıvılcımlı’nın Osmanlı’da devlet ve sınıf ilişkileri konusundaki görüşlerini anlattı. Tarihi ‘antika tarih’ ve ‘modern tarih’ olarak iki başlık altında irdeleyen Kıvılcımlı’nın barbar olarak nitelenen kavimlerde daha eşitlikçi ilişkiler meydana geldiğine dikkat çeken Malatya, bunlarla yerleşik kavimler arasındaki savaşların sınıf ilişkilerini de değiştirebildiğini dile getirdi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun büyüyebilmesinin de, yerleşik kavimlerdeki sınıf ilişkilerindeki eşitsizliklerin Osmanlı’nın sunduğu daha adil vergilendirme vb. seçeneklerle mümkün olabildiğini belirtti. Malatya ayrıca Osmanlı’daki büyüme ve küçülme süreçlerini Kıvılcımlı’nın İbn-i Haldun’un üç kuşak tezi ile temellendirdiğini ifade etti.

Üçüncü konuşmacı Osman İşçi, dünyada insan hakları mücadelesine ilişkin bir sunum yaptı. İnsan hakları kavramının zamandan ve mekandan bağımsız bir evrenselliği olduğunu söyledi, sürmekte olan Karaburun Bilim Kongresi’nde dahi engellilerin etkinliklerine daha kolay katılımına yönelik olanaklar olmamasını insan haklarına ilişkin farkındalık eksikliğine bir örnek olarak gösterdi. Yalnız kapitalist devletlerde değil, sosyalist devletlerde de ihlallerin söz konusu olabildiğine dikkat çekti. Buradan yola çıkarak  başka bir saptamasının  da sosyalistlerin Türkiye’de 90’lara kadar insan hakları derneği kurmaması olduğunu söyledi. Daha sonra Türkiye’deki duruma değinen konuşmacı, AKP döneminde meydana gelen  ölüm, sokağa çıkma yasakları ve 500 binden fazla kişinin göç ettirilmesi gibi durumların mevcut iktidarın insan hakları konusundaki kötü karnesine işaret ettiğine vurgu yaptı. Osman İşçi ayrıca Barış metnini imzalayan akademisyenlerin yoğun bir şekilde işten çıkartmalara, baskılara ve hapis cezalarına maruz kaldığına işaret etti.

Son konuşmacı Kazım Bayraktar ise sınıf mücadelesi ve bunun burjuva diktatörlüklerinde adalete nasıl yansıdığını irdeledi. 1980 yılının Mayıs ayında avukat olarak çalışmaya başladığını, o zamandan beri devlet baskısına maruz kaldığını ve bunun aynı zamanda sınıf mücadelesi içinde doğal bir durum olduğunu ifade etti. Kapitalizmin türettiği özel hukuk uygulamaları ile sınıflar arası ilişkileri de (burjuvazi lehine) düzenlediğini belirten Bayraktar, bu durumu ters yüz edebilmek için Lenin’in Ne Yapmalı’da tarif ettiği gibi bir örgüte ihtiyaç duyulduğunu, diğer yandan aslında Lenin’in tarif ettiği partinin kitlelere gitmesi gerektiğini Lenin’in de zaten kitle partisini çok önemli gördüğünü ifade etti.  Solun gelişen teknolojik olanaklar ve devlet aygıtının artan gücü karşısında örgütlenmeyi yeni yöntemlerle sürdürmesinin önemli olduğunu dile getirdi.

Soru cevap kısmında daha önceki oturumlarda tanıştığımız ve Mücadele Birliği’nden olduğunu bildiğimiz bir arkadaş  yoldaşımıza herkesin ayni şekilde CHP kuyruğunda olmadığını bildiğini, öyle söylememek gerektiğini ifade etti. Kazım Bayraktar’a yönelik ise Leninist bir partinin Türkiye’de zaten mevcut olduğunu söyledi. Yoldaşımız cevap olarak CHP kuyruğuna takılmak için ille gidip oy atmak gerekmediğini söyledi. Yerel secim tutumunun bu konuda bir samimiyet testi olacağını tekrar hatırlatarak bu iddianın beraber hareket etmek için tarafımızdan kapılarının çalınacağı anlamına geldiğini söyledi.

Oturumu dinleyen bir yoldaşımız söz alarak Osman İşçi’ye bir yorum yöneltti.  Türkiye’de sosyalistlerin insan hakları derneği kurmamasının hatırlatılması gereken önemli bir ayrıntı olduğunu söyledi. Devrimciler 70’lerde insan hakları da dahil olmak en ufak demokratik sorunun çözümünün devrim ile mümkün olduğunu vurguladıkları için insan hakları dernekleri kurmuyorlardı. Ki zaten devrimcilerin sahiplendiği Komintern geleneği Birleşmiş Milletler’in öncülü olan Milletler Cemiyeti’ni emperyalist haydutlar çetesi olarak görürdü dolayısıyla bu kurumların herhangi bir demokratik  hakkı savunamayacağını söyler diyerek Isci’ye bu vurguları hatırlatmamıza vesile olduğu için teşekkür etti.

ESP’den bir arkadaş söz alarak yoldaşımızın analitik karmaşadan dem vurduğunu ama Türkiye’deki mevcut rejim sisteminin ne olduğunu ifade etmediğini söyledi. Eğer Türkiye’de örgütlenme hakki, grev hakki gibi temel hak ve özgürlükler sınırlanıyorsa  bu durumun faşizm olduğunu, bu şartlar altında burjuva demokrasisi demenin reformizm olduğunu söyledi. Ayni zamanda Erdoğan’ın da Amerika zayıflıyor dediğini, söyledi. Erdoğan’ın arkasında Amerika’nın olmadığını söyleyemeyiz, Erdoğan hala Amerikancıdır CHP de Amerikancıdır ama Amerika Türkiye’de asil olarak Erdoğan destekler, simdi de burnunu sürterek istediğini yaptırmaya çalışıyor seklinde konuştu.

Yoldaşımız cevap kısmında AKP karşısındaki Amerikancı muhalefetin pespaye durumuna dikkat çekti ve gerek Erdoğan gerek Amerikancı muhalefetin unsurları bu durumdayken solun 24 Haziran sonrası depresyonunun sebebinin kendi başarısını da başarısızlığını da CHP’ye ve gerçekleşmesi imkânsız bir hayal olan  İnce’nin ikinci tur hesaplarına endekslemesi olduğunu anlattı. Bunun da bir tesadüf olmadığını,  su anki rejim krizinin aynı zamanda bir iktidar krizi olduğunu ve iktidarı almaya ne siyasi perspektifi ne örgütsel gücü yetenlerin CHP pesine takılmaktan başka bir hesap yapamayacaklarını anlattı. Türkiye burjuva demokrasisidir diyerek, kavramsal referanslarının Marks ve Lenin olduğunu söyledi. Bugün Türkiye’de asıl faşizm diyenlerin reformist olduğunu çünkü bunların asıl derdinin burjuva demokrasisine özlem olduğunu söyledi.  Baskı arttıkça, hak ihlalleri oldukça faşizm tespiti yapanların, katliamcı, ezilen halkların düşmanı burjuva demokrasilerinin aslında güzel ve tercih edilir olduğunu düşündüklerini ve bunların devrimci olamayacağını söyledi. Halk seferberliğinin de getireceği sorumlulukları üstlenemeyecekleri için yükselen kitle hareketine devamlı ‘faşizm geldi başınızı ezecekler’ mesajı verip Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürdüklerini anlattı.