1. ve 2. Ders: Karaburun Kongresi çerçevesinde Ekonomi Politik Okulu kapsamında Barış Yıldırım’ın gerçekleştirdiği Faşizm başlıklı derse katıldık.1 Eylül ve 2 Eylül tarihli ilk iki derste faşizm kavramının ortaya çıkışı hakkında sunum yaptı, İtalya, Almanya ve Avrupa’daki örneklerden yola çıkarak faşizmin tarihte yaşandığı anlara dair bilgi verdi. İkinci derste ise literatürdeki temel faşizm teorilerinin dökümünü yaptı. Komintern’in faşizm kuramından bahsetti. İlk dönem diye ayırt ettiği kısımda Bordiga ve Zetkin’den alıntılar yaptı. Ayrıca Komünist Enternasyonal’i bilmeyenler için bunun tıpkı Karaburun gibi insanların toplanıp tartıştığı bir kongre olduğunu söyledi.
Söz alan bir yoldaşımız öncelikle Komintern üzerine düzeltme yaptı. Komintern’in herhangi bir kongre olmadığını, Komünist Enternasyonal’in merkezi karar organı olduğunu ve Komünist Enternasyonal’in de farklı ülkelerde seksiyonları olan Komünist partilerin dünya örgütü olduğunu belirtti. Daha sonra Komintern’in faşizm tezlerinden bahsederken yekpare bir tezden bahsedemeyeceğimizi belirtti. Zira Komintern’in 4. ve 6. Kongresindeki faşizm tanımlarının aynı olmadığını, 4. kongrede gerçekleştirilememiş bir devrimin sonunda faşizmin geldiği daha sonra ise yükselen işçi hareketini bastırmak için geldiğine dair önemli bir fark olduğunu söyledi. İşçi hareketi devrimci partiden bağımsız olarak, nesnel koşullara göre yükselebildiğine göre faşizm de nesnel koşullarla gelebilir bu da kendiliğinden faşizm gelir tezini doğurur. Bu da faşizmle parlamentoyla da mücadele edilebilir anlamına gelir dedi.
Konuşmacı buna karşılık olarak bunun kendiliğindenlik ve tartışması olduğunu, önemli bir tartışma olduğunu fakat bu konuşmanın konusunun faşizm hakkında genel teorilerin çerçevesini çizdikten sonra mücadele yöntemlerine ilişkin bir şeyler söylemek amacıyla bu sunumun yapıldığını belirtti.
Konuşmacı daha sonra Mücadelenin görevlerine dair notlarını anlattı. Dimitrov’un tezlerinden de bahsettikten sonra kısaca Birleşik Mücadele Cephesinden bahsetti. Dimitrov’un önemli katkısını ‘Mücadele faşizme geçişteki ön aşamalar’dan başlamalı’ diyerek yaptığını söyledi.
Söz alan yoldaşımız şu an Komintern’deki revizyon tartışmasının aslında başka zaman tartışılması gereken bir konu olmadığını belirtti. Çünkü eğer bugün faşizme karşı mücadelelerden bahsedeceksek faşizmi nasıl tanımladığımız da önemli zira bu tanım mücadeleyi de belirleyecek dedi. O yüzden şu an 24 Haziran seçimleriyle faşizm gelir mi gelmez mi tartışmasının olduğu bir dönemde parlamentoyla faşizm gelebilir düşüncesini başlatan Dimitrov ve onun Komintern kararlarındaki tasfiyesinden bahsetmek önemlidir dedi.
Son olarak söz alan yoldaşımız konuşmacının faşizm literatürünün detaylı sıralamakla beraber kendi düşüncesini net olarak ifade etmediğini belirtti. Konuşmacının Türkiye’de faşizm hakkında ne düşündüğünü sordu. Konuşmacı 1950’den itibaren Türkiye’de süregelen bir faşizm olduğunu ifade etti.
3. Ders: Faşizm konusundaki 3. Derste sunumu Dinçer Demirkent gerçekleştirdi. Dersin girişinde savaş sonrası dönemde ortaya çıkan faşizm değerlendirmelerine değinen Demirkent, bu başlık altında “Führer Devleti”, “Totalitarizm”, “Küçük burjuva hareketi teorisi”, “Sonderweg teorisi” kavramlarına değindi. Führer Devleti teorisinin faşizmi Führer’in kişisel idaresi altında bir nevi akıl dışı rejim olarak gördüğünü, totalitarizm teorisinin faşizm ve komünizmi (daha doğrusu Stalinizmi) birbirine eşitleme çabası içerdiğini anlattı. Küçük burjuva hareketi teorisinin faşizmin doğuşunu eski rejimde sahip oldukları konumu kaybeden küçük burjuvaların iktidara taşınması anlamına geldiğine değindi. Sonderweg tezinin ise Almanya’da faşizmin ortaya çıkışının Almanya’nın kendine özgü gelişiminin bir ürünü olduğuna dayanan bir tez olduğunu ifade etti. Almanya ve İtalya’daki faşizm deneyimleri arasındaki kimi farklılıklara değinen Demirkent, İtalyan faşistlerinin ırkçı olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığını ve bu yönüyle kendisinin ırkçılığı faşizmin zorunlu bir unsuru olarak görmediğini ifade etti. Yine İtalyan faşistlerinin Nazilerden farklı olarak seçim yoluna başvurma ihtiyacı hissetmediklerini, Kara Gömleklilerin Roma yürüyüşünden itibaren seçim ve parlamento ile ilgilenmediklerini anlattı. Oysa Naziler sürekli olarak seçim yapma gereksinimi duymuşlar, çoğu plebisit olarak anılabilecek bu seçimlerde paramiliter güçleri aracılığıyla sokaklarda terör estirmişlerdi. Üstelik sanılanın aksine ne iktidara gelirken, ne de ara seçimlerde Almanya’da oyların çoğunluğuna denk gelen bir destek sağlayamamışlar, iktidarı aldıkları seçimlerde %33, en yüksek oy aldıkları seçimlerde ise %47 civarında bir oy alabilmişlerdi.
Akabinde Türkiye’de faşizm konusuna ilişkin tartışmalar hakkında esasen yarın konuşulacağı hatırlatılarak yine de Türkiye’de faşizmin bulunduğu konusunda önceki derslerde sunum yapan Barış Yıldırım’a katılmadığını belirtti. Kendisine göre Türkiye’de faşizm yoktu, zira faşistlerin ve paramiliter güçlerin devlet katına çıkmış olduklarını düşünmüyordu.
Sunumun ardından söz sınıfa bırakıldı. Söz alan ve Halkevleri’nden olduğunu bildiğimiz bir arkadaş faşizm tartışmasını yürütebilmek için faşizmin emperyalizmle bağlantılı bir olgu olduğunu ve faşizmin bu bağlamda ele alınması gerektiğini hatırlatmak istediğini ifade etti. Ayrıca faşizmin kadın, ekoloji, emek politikaları bakımından ele alınmamasının bir eksiklik olduğunu ifade etti. Ardından biz de söz alarak yarın tartışılacak konulara bir katkı yapmak istediğimizi belirttik. Acaba Türkiye’de bugünkü derste ifade edildiği gibi AKP ve lideri Erdoğan’ın doğrudan komuta edebildiği paramiliter yapılar var mıydı? Yoksa AKP böyle yapılardan yararlanmak için dışındaki güçlere mahkum durumda mıydı? Yine Almanya’da seçimlerin sürekli olarak tekrarlanmasından bahsedilmişti. Acaba bu tekrarı Türkiye’nin son 5 yılında mütemadiyen seçim yapılmasına benzetebilir miydik? Erdoğan Hitler gibi seçimlerden gücünü arttırarak mı yoksa her defasında daha da zayıflayarak mı çıkıyordu? Bu sorularımız karşısında Demirkent, bu konuları bir sonraki gün tartışacağımızı ifade etmekle yetindi. Bizden sonra söz alan bir katılımcı da insanların akın akın bedelli askerlik başvurusu yaptığı bir dönemde faşizmin kitle desteğinin bulunduğundan bahsedilip bahsedilemeyeceğini sordu. Bunun üzerine Barış Yıldırım söze girerek bir yerde faşizm olduğunu söylemek için belki de bu tür parametrelere artık ihtiyaç duymadığımızı, faşizmin yeni biçimlerinden bahsedilebileceğini belirterek kanaatimizce meseleyi sulandıran ve faşizmi ne şekilde tespit edeceğimizi muğlaklaştıran bir yaklaşım önerdi. Bu konuşmaların ardından ders sona erdi.
4. Ders: 4 Eylül 2018’de gerçekleşen faşizm konulu 4. ve nihai derste konuşan Barış Yıldırım, daha önceki sunumlarında belirttiği görüşlerini kısaca yineleyerek tarihte faşizmin nasıl tanımlandığını anlattı. Sonrasında Mahir Çayan’ın açık faşizm/gizli faşizm kavramsallaştırmasını özetleyen konuşmacı, kendisinin de bu tezi olumladığını belirtti ve aynı kavramlaştırmaya dayanarak 1950’den beri Türkiye’de (AKP dönemi de dahil olmak üzere) faşizmin hüküm sürdüğünü savladı. Söz alan ikinci konuşmacı Dinçer Demirkent, bugüne kadar Türkiye’de egemen rejimle alakalı gelişmeleri özetledikten sonra Barış Yıldırım’a katılmadığını, yaşanmakta olanın 12 Eylül rejiminin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temellerinin devamı niteliğinde olduğunu ifade ettikten sonra yine de bugünkü durumu bir ara rejim olarak gördüğünü ve gittiğimizin istikametin belli olduğunu, bu istikametin de faşizm olduğunu belirtti. Bu vargısını artmakta olduğunu savladığı paramiliter örgütlenmelere ve toplum üzerinde giderek artan devlet baskısına bağladı.
Konuşmacılardan sonra söz alan bir yoldaş, konuşmacıların dile getirdiği ‘güçlenen iktidar’ tezine katılmadığını örnekler vererek yanlışladı. Erdoğan güçlü olsaydı partili olmayan kişileri kabineye almak zorunda kalmasının, MHP ile koalisyon kurup ipleri bu partinin eline vermesinin, TC tarihindeki en güçlü sol oluşum olan HDP’nin bunca engellemeye rağmen Meclis’e güçlü bir biçimde girebilmesinin ve daha birçok başka etkenin iktidarın gücüne değil güçsüzlüğüne işaret ettiğine vurgu yaptı. Yoldaş ayrıca 1971 kopuşunu sağlayan devrimci güçlerin (hatalı da olsa) faşizm tespiti yaptığını ama bu tespitin devamında getirdikleri ‘faşist iktidarı yıkacağız’ belirlemesinin ilerici bir belirleme olduğunu; bugün ise ‘faşizm geldi, bunlarla mücadele etmeye gücümüz yetmez’ yanlış belirlemesinin gerici/ekonomist bir yaklaşım olduğuna dikkat çekti.
Söz alan biri her şeye faşizm demenin faşizm kavramının içinin boşaltılmasına hizmet ettiği notunu düştü.
Daha sonra söz alan bir yoldaş, Dinçer Demirkent’in rejimi 12 Eylül rejimi olarak tarif etmesine katıldığını, ancak rejimin kimi anayasa değişikleriyle değiştiğini/değişebileceğini ve faşizmin tedrici olarak gelebildiğini söylemenin doğru olmadığını ifade etti. Yoldaş ayrıca sürmekte olan rejim krizinin darbe dinamiklerini körüklediğini, fakat siyasi krizin burjuvaziye mensup taraflarının böyle bir güçleri olmadığını, böyle bir durumda rejim değişikliği veya faşizmin geleceğinden bahsetmenin yanlış olduğunu vurguladı. AKP/RTE’nin güç kaybetmekte olduğuna vurgu yapan yoldaş, mevcut olanın zayıfladıkça şiddeti arttıran baskı ve zor yoluyla varlığını sürdürmeye çalışan bir iktidar olduğunun altını çizdi. Yoldaş sözlerine, Barış Yıldırım’ın yaptığı gibi her şeye faşizm denmesi durumunda burjuva demokrasisi olarak nitelenebilecek bir olgunun söz konusu olamayacağını ekledi.
Söz alan Mücadele Birliği’nden bir arkadaş, yoldaşlarımızın tespitlerine katıldığını belirterek bu kadar faşizmden söz edilen bir etkinlikte iktidara karşı nasıl bir savaşım verilmesi gerektiğinden söz edilmemesini protesto ettiğini de belirtti.
Söz alan bir akademisyen Dinçer Demirkent’in paramiliterleşme vurgusunun önemli olduğunu ve bunun faşizme kayışa bir gösterge oluşturduğunu savladı.
Söz alan bir başka akademisyen küresel ekonomi üzerine çalıştığını belirterek dünyada artan faşizan ve otoriter eğilimlerin küresel sermayenin Türkiye ve benzeri gelişmekte olan ülkelerden çekilmekte oluşuna bağladı. Bu akademisyene yanıt vermek için söz alan bir yoldaş, yaşanmakta olanın gelişmekte olan ülkeler krizi değil, gelişmiş ekonomilerin ve bunların oluşturduğu hegemonyanın güçsüz düşmesi ile bağlantılı olduğunu belirtti. Küresel ekonominin eskiden yöneticisi durumunda olanların artık bunu başaramadığını ve tüm gelişmelerin bununla bağlantılı olduğunu ifade etti. Türkiye’nin yaşadığı söylenen ekonomik gelişmelerin bunun bir sonucu olduğunun altını çizdi.
Söz alan bir başka yoldaş ise paramiliterleşme savlarının doğru olmadığını ifade ederek, bu konuda birkaç sav dışında veri bulunmadığını, paramiliter ve yaygın bir örgütlenmenin söz konusu olmadığını; Erdoğan’ın böyle bir örgütlenmeyi gerçekleştirebilecek kudret ve nitelikten yoksun olduğunu ifade etti. 15 Temmuz darbe girişimi esnasında ordunun büyük bölümünün olan biteni izlemekle yetindiğini ifade eden yoldaş devlet kurumlarına sahip çıkamayan, onları yönetemeyen bir iktidar olduğuna vurgu yaparak, paramiliterleşme savlarının içinin boş olduğunu ve bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde güçlü Tayyip yalanına/efsanesine hizmet ettiğini vurguladı. Son üç yılda iktidarın katlettiği insan sayısının 12 Eylül’ün ilk üç yılında katledilen insan sayısından fazla olduğunu belirten yoldaş, buna rağmen ülke tarihinin en güçlü sol partisinin tüm engellere rağmen Meclis’te olduğunu, Karaburun’da rahatlıkla iktidarın nasıl yıkılacağının tartışılabildiğini ifade etti ve etkili faşist bir yönelim olsa bunların mümkün olmayacağını anlattı. Konuşmacı Dinçer Demirkent yoldaşın belirttiklerini mantıksız bulmadığını belirtti.
Faşizm dersleri boyunca ilgi çekici bir durum da, derslere (komünistlerin birliğini savunanlar dışında) katılan çoğu sol örgütlerde ve/veya akademide örgütlü dinleyicilerin önemli bir bölümünün tartışmaktan çok bilgilenmek için bu etkinliğe katılıyor olmasıydı.