(Komünistlerin Gözüyle Siyasi Portreler Kitabımızdan Alınmıştır)
Piramitleri firavunların yaptığını, büyük savaşları komutanların kazandığını sananlarla, devrimleri ünlü şahsiyetlerin başardığını düşünenler aynı zihniyeti paylaşırlar. Ekim Devrimi’nin ardında da tıpkı piramitlerin inşaatında ve büyük savaşlarda yitip giden milyonlarca isimsiz kahraman olduğu gibi, ismi bilinmeyen ve destanlarda kahramanları gibi de olmayan mimarlar vardır. Yakov Mihailoviç Sverdlov da bunlar arasından çıkıp ünlenenlerdendir.
Yakov Mihailoviç Sverdlov 1885 yılında Nijni Novgorod kentinde Yahudi bir oyma ustasının oğlu olarak doğdu. Aile kalabalık ve maddi durumları kötü olduğu halde, babası çocuklarını okutmak istiyordu.
Yakov 1896 yılında 4 yıl devam edeceği liseye başladı. Lise yılları aynı zamanda onun isyanı öğrendiği yıllar oldu. Katı bir disiplin uygulayan öğretmenlerine ve öğretilen skolastik düşünceye başkaldırarak devrimci hayata ilk adımlarını attı.
Sverdlov liseden sonra bir kimyagerin yanında çırak olarak çalışmaya başladı. Ağaç sanayi işçilerinin yoğun olduğu bir merkez olan Kanavin yakınlarındaki atölye, onun işçilerle ve gelişmekte olan sosyal demokrat hareketle tanışacağı ortam oldu. O dönemden itibaren hayatını işçi sınıfının davasına adamaya karar verecekti. İki yıl sonra da “Iskracı” olmuştu.
Genç Sverdlov babasının atölyesinde çalışan yahut oraya gelip giden zanaatkârları örgütleyerek örgütçülük hayatına ilk adımlarını o dönemde attı. Babasının atölyesi bir çırpıda illegal yayınların, bazen da silah ve mühimmatın saklandığı, gizli toplantıların yapıldığı bir mekân olmuştu.
Sverdlov, bolşevik/menşevik ayrışmasından itibaren bolşeviklerin safında yer aldı ve ölene kadar en iyi bolşevik militanlardan biri olarak kaldı.
İlk kez 1905 Devrimi’nde, önde gelen bolşevik hatiplerden biri olarak kendini gösterdi. 1906 Haziranı’nda da ilk kez tutuklanarak üç yıl hapis cezası aldı. 1909 yılında tahliye olup, Moskova’ya geldiğinde artık tanınan bir devrimciydi. Nitekim kısa zamanda yeniden tutuklanıp dört yıllık sürgün cezası ile Sibirya’ya gönderildi. Birkaç kez başarısız firar girişimleri oldu. Bir keresinde saatlerce buz kaplı suların içinde kaldığı için az daha donuyordu. Ama yazık ki bu dayanıklılığı 10 yıl sonra yakalanacağı soğuk algınlığında gösteremeyecekti.
Israrlı denemelerin sonucunda 1912 yılında kaçmayı başardı ve Petrograd’a geçti. Pravda’da çalışmaya başladı. 1913 yılında kooptasyonla merkez komitesine seçildi. Kendisi ile birlikte merkez komitesine seçilen ve sonradan ajan olduğu meydana çıkan Malinovski tarafından ele verildi ve tekrar tutuklanıp Sibirya’ya sürüldü. 1917’de çarın devrilmesinin ardından ilan edilen affa kadar sürgünde kaldı. Mayıs ayında Bolşevik Parti Kongresi tarafından Merkez Komite’deki görevine bu kez seçimle tekrar getirildi. O dönemin en kritik tartışmalarında Merkez Komite’de zaman zaman azınlıkta kalan Lenin’in istikrarlı bir destekçisi oldu. Kışlık Sarayı’nın basılmasına karar verilmesi, Kurucu Meclis’in lağvedilmesi, Brest Litovsk Anlaşması’nın imzalanması gibi bütün kritik tartışmalarda onun belirleyici bir rolü oldu.
Doğrusu Sverdlov’un asıl örgütçü niteliği hayatının son iki yılında öne çıktı.
Temmuz günlerinde örgütçü yetenekleri çarpıcı biçimde öne çıktı. Aynı zamanda baştan itibaren ve kararlı bir biçimde silahlı ayaklanma fikrinin ısrarlı bir savunucusu idi. Ancak hiçbir zaman sadece fikir savunucusu olarak kalmadı.
Ağustos ayında Merkez Komite bünyesinde kurulan örgütlenme bürosunun başına getirildi; ayrıca Djerzinski ile birlikte Merkez Komite Askeri Komisyonunu oluşturuyordu. Hapishane ve sürgün yıllarında oralardan geçen bolşevik kadroları yakından tanıyıp hafızasına kazıdığı anlaşılıyordu. Ayrıca tartışmaları yönetme, toparlama ve kararların somutlanıp içinin doldurulmasını sağlama konusunda özel bir yetenek kazandığı belli oluyordu. Merkez Komite’nin en kritik toplantılarını o yönetmeye başlamıştı.
Geçici hükümet teslim alındıktan sonra sayılı günlerini yaşayan Kurucu Meclis’in son toplantısıydı; en yaşlı üye toplantıyı yönetiyordu. Sverdlov yaşlı menşeviği kenara itip kürsüye çıktı. “Emekçi ve Sömürülen Halkların Haklar Bildirisini” okudu. İlk Sovyet anayasasını dünya Sverdlov’un cüssesiyle hiç orantılı olmayan kalın ve gür sesinden dinlemiş oldu. Bu aynı zamanda Kurucu meclisin lağvedildiğinin ilanı idi. O noktadan sonra Sverdlov Sovyetler merkezi yürütme kurulu başkanlığını ilk başkan olan Kamenev’den alıp ölene kadar sürdürecekti.
Sverdlov, örgüte hâkimiyeti ve kadroları neredeyse bir bir tanımasına dayalı engin deneyim ve hafızasıyla tanınırdı; bir de inanılmaz bir tempoda çalışması ile. Lunaçarski onu şöyle tasvir etti:
Neredeyse binlerce parti militanını bir bir tanır ve hatırlardı; hafızası partinin ansiklopedisi gibiydi… Çılgın çalışma temposu, ateşli bir iç dünyası olmasına rağmen, dışarıdan bakınca buz gibi ve sakin bir görünümü vardı. … Alçak bir sesle konuşur, hafif adımlarla yürür, ağır ve yumuşak hareket ederdi… Sık sık ‘sakin olun, acele etmeyin; bu kendine hâkimiyeti gösterir’ derdi…
Eğer devrim insanın sınırlarını aşıyor gibi görünen yorulmak bilmez birçok insanı ileri çıkardıysa, Sverdlov onlardan biriydi. Ne zaman yemek yediğini ve ne zaman uyuduğunu anlamak mümkün değildi. Gece gündüz iş başındaydı. Eğer Lenin ve başka birkaç kişi devrime ideolojik rehberlik ettiyse, onlarla yığınlar arasında, Parti veya Sovyet aygıtı ile tüm Rusya arasında, bir mekik gibi, iletken bir kablo gibi Sverdlov vardı…
Bu adam adeta sertliği nedeniyle seçilmiş bir elmas gibi idi: bir mekanizmanın sürekli hareket halindeki hassas parçalarının etrafında döndüğü ekseni oluşturan bir elmas.
Bu adam buz gibiydi, bu adam elmas gibiydi. Manevi yapısı da billur kalitesindeydi; soğuktu ve sivrilikleri vardı. Kişisel hırstan o kadar uzaktı ve kişisel hesaplardan o denli arınmıştı ki adeta yüzü yoktu. Kişisel düşünceleri de yoktu. Hemen hemen her konuda ortodoks fikirleri vardı; ama neredeyse bunların hepsi genel iradenin birer yansımasıydı. […] Söylediklerinin yazdıklarının hepsi ölçülüydü; ne kadar gerekiyorsa o kadarını söylerdi. Ne duygusallık, ne de entelektüel kıvılcımlar olurdu.
Yine de Sverdlov’u tanımak için en doğrusu onu Lenin’den dinlemek. Zira Leninist partinin işlemesi için gerekli örgütçü tipinin en iyi örneği idi o; Lenin’in tasavvur ettiği profesyonel örgütçü onda vücut buluyordu. Lenin, ölümü üzerine yaptığı konuşmada Sverdlov için şunları söyledi:
Yoldaşlar, tüm dünyanın emekçileri yiğit Paris Komünü’nün ayaklanmasının trajik sonunu anarken biz de Yakov Mihailoviç Sverdlov’u toprağa vermek üzere kederli bir ödevle yüz yüzeyiz. Mücadelelerimiz ve zaferlerimizin akışı içinde proleter devrimin en derin ve en önemli çizgilerini en bütünsel ve başka herkesten daha tam olarak ifade etmek Sverdlov yoldaşa nasip oldu. Onun proleter devrimin rehberi olarak değeri, devrim davasına sınırsız bağlılığından çok bu özelliğinde yatmaktadır…
Hiç kuşku yok ki devrimci şiddet olmasaydı, proletarya zafere ulaşamazdı; ama aynı ölçüde kesindir ki devrimci şiddet, sadece devrimin belirli anlarında, özel koşullarda gerekli ve meşru bir uygulama olmuştur. Buna karşılık proleter yığınların örgütlenmesi, emekçilerin örgütlenmesi devrimin çok daha değişmez ve çok daha derin bir özelliğiydi; başarının koşuluydu ve hala da öyledir. Devrimin en sağlam dayanakları, başarıların en derin kaynakları milyonlarca emekçinin örgütlenişinde aranmalıdır. Proleter devriminin bu yönü, o güne kadarki devrimlerde görülmeyen bu özelliği öne çıkartmıştır. Kitlelerin örgütlenmesini kendinde en iyi cisimlendiren önderlerin mücadele içinde öne çıkmasını sağlamıştır. Her şeyden önce ve her şeyin ötesinde bir örgütçü olan Sverdlov gibi bir insanı proleter devriminin bu özelliği şekillendirmiştir.
Yoldaşlar, devrimcilerin yüz yüze geldiği insafsız anlarda, çok uzun ve bazen acılı devrim hazırlığı süresince biz Ruslar çok çektik; en çok da, teori ilkeler ve programla pratik çalışma arasındaki mesafeden ötürü güçlük çektik.
Rus devrimci hareketinin tarihi onlarca yıl boyunca devrime bağlı ama devrimci ülkülerine pratik bir uygulama fırsatı bulamayan insanların fedakârlıklarının destanı olmuştu. Bu açıdan proleter devrimi, bir zamanların yalnız insanlarına, devrimci kavganın kahramanlarına gerçek bir zemin sağladı. Sahici bir temel, sahici çalışma koşulları, sahici bir dinleyici kitlesi ve tam bir proleter ordusu sundu: Böylece bu önderler meydana gelebildiler. Bu sayede bazıları göze görünür yerlere vardılar; pratik bir örgütleyici olarak, hakkıyla elde ettiği mevkiye ulaşan Sverdlov için olduğu gibi.
Proleter devrimin bu rehberinin kat ettiği yola bir göz attığımızda büyük örgütçü yeteneğinin uzun bir mücadele içinde geliştiğini görürüz. Hatırı sayılır devrimci özellikleri, farklı dönemlerin sınavlarından en güç devrimci faaliyet koşullarından geçerken şekillenmiştir; örste demir döver gibi kendisini biçimlendirmiştir. […] Yirminci yüzyılın başlarından itibaren bizim gözlerimizde Sverdlov yoldaş profesyonel devrimci tipinin en tamamlanmış örneğiydi; tümüyle ve kayıtsız olarak kendini devrime vakfedebilmek için ailesiyle, köhne burjuva toplumunun örf ve adetleriyle tüm bağlarını koparmıştı. Hapishaneden sürgüne, sürgünden hapishaneye gide gele geçen uzun yıllar boyunca, devrimcilere hayatları boyunca damga vuran özellikleri, örste demir döver gibi şekillendirmişti.
Bununla birlikte bu profesyonel devrimci asla ve hiçbir zaman kitlelerden kopmadı. Çarlık rejimi tüm devrimcilere dayattığı gibi onu da illegal ve gizli faaliyete mahkûm etmişti; ama bu durumlarda bile Sverdlov yoldaş daima öncü işçilerle omuz omuza, el ele yürüdü. Yirminci yüzyılın başından itibaren, bu öncü işçiler aydın çevrelerden çıkan eski devrimci kuşağın yerini almaya başlamışlardı […]
Sürekli kavganın içinde olup, kitlelerden asla kopmayan, Rusya’yı hiçbir zaman terk etmeyen, daima en ileri işçilerle birlikte hareket eden bu insana damga vuran uzun illegal çalışma yoludur. Devrimcileri hayattan kopuk yaşamaya mahkûm eden baskılara rağmen o, hem işçilerin sevdiği, pratik hakkında geniş ve derin bilgiye sahip bir önder hem de ileri proleterlerin örgütleyicisi olarak yetişmişti. Onun kendini bu biçimde yetiştirebilmesini sağlayan koşullar illegal çalışmanın bu koşullarıdır. Eğer bazıları kendini tamamen illegal çalışmaya bağlayan bir profesyonel devrimcinin özelliklerinin onu kitlelerden kopartacak nitelikte olduğunu düşünüyorsa -ki genellikle hasımlarımız ve hangi tarafta yer alacağını bilmeyenler böyle düşünmektedir- Sverdlov’un devrimci faaliyetinin sergilediği örnek bu düşüncenin ne kadar büyük bir yanlış olduğunu göstermektedir. Tam tersine bu örnek göstermektedir ki sayısız hapishaneleri ve Sibirya’nın en uzak sürgün yerlerini tanıyan pek çok başkasının yaptığı gibi, kendini tamamen devrime vakfetmek Sverdlov gibi önderleri, proletaryamızın en iyi unsurlarını ortaya çıkarmaktadır. Eğer bu fedakârlık ruhu sürgün ve hapis koşullarında birbirleriyle insani ilişkilere girme ve örgütsel sorunları düzenleme yeteneğiyle birleşirse işte o zaman büyük örgütçüler yetişebilir.
İllegal çevrelerin, gizli devrimci çalışmanın, gizli parti çalışmasının özelliklerini hiç kimse Sverdlov kadar bütünlüklü biçimde cisimleştirip ifadeye kavuşturamadı. İçinden geçtiği bu pratik okul sayesinde ve sadece bu sayede Sverdlov ilk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin en ön sıradaki kişiliği mevkiine ulaşabildi; yani geniş proleter yığınlarının en önde gelen örgütçülerinin başında yer aldı. […]
Tarih bize uzun zamandır gösteriyor ki, büyük devrimler, mücadele içinde büyük insanları öne fırlatmaktadır. O zamana kadar imkânsız sanılan yeteneklerin gelişmesine imkân vermektedir. İllegal çevrelerin ve gizli çalışmanın okulundan, baskı altındaki bir küçük partinin okulundan, Turukhansk zindanından mutlak surette tartışmasız bir otoritenin çıkacağına kim inanırdı. […]
Böylesine çarpıcı bir örgütçü yeteneğini kendinde cisimleştiren bir insanın yeri doldurulamaz… Yakov Mihayiloviç’i yakından tanıyan hiç kimse, onun bitmek bilmeyen çalışmasını gözlemiş olanlardan hiç biri bu konuda tereddüt etmeyecektir: Yakov Mihayiloviç’in yeri doldurulamaz. O’nun kendi başına örgütlenme alanında yürüttüğü çalışma; insan seçimi ve bu insanların değişik alanlarda sorumlu mevkilerde görevlendirilmesi idi. Sverdlov yoldaşın kendi başına yönettiği işlerin her birini ayrı faaliyet dallarına ayırıp her birini farklı bir grup insana devrettiğimiz taktirde ve bunlar onun çizdiği yolu takip ettikleri müddetçe, ancak o zaman onun tek başına yerine getirdiği görevleri yerine getirmeyi becerebilirler…
Sverdlov yoldaşın anısı sadece bir devrimcinin davaya bağlılığının ebedi bir sembolü olarak kalmayacak. O sadece pratik kavrayış açıklığının ve pratik cüretin birleştirildiği bir örnek, kitlelerle tam bir bağlılığın ve onları yönlendirme kapasitesinin bir örneği olarak kalmayacak. Sverdlov yoldaşın anısı aynı zamanda ondan esinlenen ve sayıları hergün artmakta olan proleter yığınların durmaksızın ileri gitmelerinin, dünya komünist devriminin tam zaferine kadar yürüyüşlerinin de teminatı olacaktır. (Lenin, Sverdlov’un Anısına Konuşma, TE; C.29; S.86–91)
Kof övgülere ne kadar uzak olduğu bilinen Lenin’in Sverdlov’un ardından sarf ettiği bu sözlerin abartmasız bir tasvir olduğunu Lunaçarski gibi birçok başka tanıklık da doğruluyor.
Ama bu tür tasdiklere de o kadar gerek yok. Çünkü sonraki gelişmeler Sverdlov’un yeri kolay doldurulamayan bir örgütçü olduğunu kanıtlamıştır. Lenin’in de endişeyle ifade ettiği gibi, Sverdlov’un yeri herhangi bir kişi tarafından doldurulamadı. Sverdlov’un üstlendiği örgütsel görevleri sürdürebilmek 1919’da üç kişilik bir sekretarya oluşturuldu. Daha sonra bu sekretaryanın üzerinde bir genel sekreterlik kurumu yaratılarak başına Stalin getirildi. Sverdlov ayrıca Sovyet’lerin Merkezi Yürütme Kurulu Başkanıydı. O göreve de onun ardından Kalinin geldi. Ama ne o sekretarya, ne de daha sonraki kurumlaşmalar Sverdlov’un yerini dolduramadı.
Lenin’in de söylediği gibi Sverdlov’da cisimleşen özellikler, onun kişisel meziyetlerinden ileri geliyor değildi. Bu meziyetlerin şekillenmesine ve açığa çıkmasını asıl sağlayan Bolşevik Parti çalışmasının koşullarıydı. Sonradan, asıl eksikliği duyulan şeyin Sverdlov’un kişisel meziyetlerine aşağı yukarı sahip olan hatta belki onu aşan devrim neferleri olmadığı iyice belli oldu. Çünkü Rusya’da da dünyanın başka yerlerinde de proletaryanın bağrından kişisel meziyetleri bakımından Sverdlov’la kıyaslanabilecek nice devrimcinin çıktığından ve çıkmaya devam edeceğinden kuşku duymamak gerekir.
Ama çoktan beri asıl eksikliği hissedilen şey, tam da Lenin’in tarif ettiği gibi, Sverdlov benzeri militanları öne fırlatıp biçimlendiren bolşevik tipte bir devrimci partinin pratik çalışma ortamıdır. Sverdlov gibi örgütçüleri yaratan ve bu tür örgütçülere ihtiyacı olan devrimci parti faaliyetidir asıl eksikliği duyulan. Sverdlov’un ömrünü adadığı Bolşevik Parti’nin yeri doldurulamamıştır asıl.
Tasfiyeciliğin, işçi sınıfına küskünlüğün illegal örgüt çalışmasını ve bunun dayattığı fedakârlıkları küçümsemeyi marifet sayıp, aydınları ve şöhretleri öne çıkarma merakının el ele, kol gezdiği koşullarda Sverdlov gibi devrimcileri şekillendirip öne fırlatacak bir partinin bulunmadığı açıktır.
KöZ’ün arkasında duran komünistler, Sverdlov örneğinden esinlenerek bolşevik tipte bir devrimci partiyi yaratma azmindedir. Sverdlov gibi, illegal çalışmanın ve polis baskısının kısıtlayıcı koşullarına inat kitlelerle parti arasındaki canlı bağı mekik gibi dokuyan devrimciler ancak bu amaç doğrultusundaki siyasal faaliyet içinde pişip olgunlaşacaktır.
“Dünya komünist devriminin tam zaferi”ne giden yolda olmazsa olmaz koşul olan bolşevik tipte bir partiyi yaratma ödevine Sverdlov kadar özveriyle ve en az onun kadar sebatla sarılmak gerekiyor. Onun hayatını verdiği partiyi yeniden yaratma mücadelesi Sverdlov gibi nice devrimciyi yaratacaktır. Bundan kuşkumuz yok; başka ödevimiz de yok.