18 Haziran’da, 2010 yılında kaybettiğimiz Hasan Coşkun yoldaşımız adına her sene düzenlemekte olduğumuz panellerimizin on üçüncüsünü gerçekleştirdik. Panele konuşmacı olarak bizim dışımızda Partizan katılım gösterdi. Aynı zamanda etkinliğimizde YDİ Çağrı ve Ayrışım Yayınları’ndan arkadaşlar da stantlarını açtılar.
On üçüncüsünü düzenlediğimiz panelimizin başlığını “Elli Yıllık Bir Ayrım: Kaypakkaya ve Reformizm” olarak belirledik. Yaklaşık 65 kişinin katıldığı panel ilk olarak Hasan Coşkun, İbrahim Kaypakkaya ve devrim ve komünizm davasında yitirdiğimiz tüm devrimciler için bir dakikalık saygı duruşu ve Enternasyonal’in okunmasıyla başladı. Ardından tüm ömrünü devrim mücadelesine adamış Hasan yoldaşımız için hazırladığımız kısa film gösterimi gerçekleştirildi. Filmin ardından ise ilk tur konuşmasını yapmak üzere Partizan temsilcisi söz aldı.
Partizan konuşmacısı, öncelikle bu panellerde buluşmamıza vesile olan Hasan Coşkun’un anısı ve mücadelesinin önünde saygıyla eğildiklerini; devrim, demokrasi ve komünizm mücadelesinin sayısız kan ve can bedeliyle mücadeleyi gerektirdiğini, bu uğurda ölümsüzleşen devrim ve komünizm şehitlerini anarak sözlerine başladı. Kaypakkaya’nın katledilişiyle beraber onun devrimci ve komünist fikirlerinin de yok edileceğinin düşünüldüğünü ama bugün onun görüşlerinin hala ardılları tarafından devam ettirildiğini belirtti. Bu fikirlerin hala neden yok edilemediği sorusu sorulduğunda karşımıza Kaypakkaya yoldaşa rengini veren bilimsel zeminin çıktığını söyleyen Partizan konuşmacısı, bu zeminin üzerinde durmadan önce onun içerisinden geçtiği tarihsel koşullara ve bu koşulların Kaypakkaya’ya etkisine dair konuşulması gerektiğini ifade etti. Kaypakkaya’yı reformizm ile mücadelesiyle ve reformizme karşı ele almanın bugün de çok önemli olduğunu belirterek, 90’larda son bayrağın da revizyonistlerce indirilmesinden sonra burjuvazinin proletaryanın kurtuluş mücadelesine dair fikri anlamda ciddi bir hegemonyası olduğunu dile getirdi. Marksizmin siyasal olarak yenilgisinden sonra büyük anlatıların bittiği, tek kutuplu bir dünyanın olduğunu, dolayısıyla komünizm fikrinin de onun bayrağının inmesiyle tarihe gömüldüğü yaygarasının çok etkili olduğunu söyledi. Sınıf mücadelesinin yerine kimlikçi, ulusçu, işçi sınıfının tarihsel olarak misyonu gereği onun kurtuluşunu sağlayacak bir çizginin sürdürülmesinin güçlendiğini söyleyen Partizan, bugün Kaypakkaya’yı tekrar anlamayı ve anlatmayı önemsediklerini ifade etti. Ellinci yıl vesilesiyle Kaypakkaya’yı salt “ser verip sır vermeyen komünist önder” kültünden çıkartıp onun ser verip sır vermemenin ötesinde komünist fikirlerini anlamanın bu dönem açısından özel bir anlamı olduğunu belirtti.
Birçok yapı tarafından Kaypakkaya’yı anlama çabasında birçok yan olduğunu ve bir ayrım çizgisi çekmek gerektiğini söyleyen Partizan, örnek olarak İbrahim’in Kemalizmden radikal kopuşu ve Kemalizmle hesaplaşmasını, İbrahim’in Kürt ulusal meselesine dair yaklaşımında döneminin çok daha ilerisinde bir söylem geliştirdiğini, İbrahim’in köylülüğü de devrimin bir parçası olarak değerlendirdiği bir sınıf olduğunu vurgulama çabasını öne çıkartan okumalar ve değerlendirmelerin olduğunu ancak bu değerlendirmelerin kuşkusuz önemli ve İbrahim’e içkin olmasına karşın, parçalı değerlendirmeler olması sebebiyle eleştirdiklerini vurguladı. İbrahim’in bunlardan biri veya birkaçı değil, bütünlüklü bir komünist fikrin kendisi olduğunun ve bu bütünlükle ele alınması gerektiğinin altını çizen Partizan konuşmacısı, tüm bu başlıklara dair oluşturduğu bütünsel bir fikriyatın bilimsel ve tarihsel bir arka planı olduğunu söyledi.
İbrahim’i belirleyen ve dönemdaşlarından ayıran nesnel durumunun olduğunu anlatan Partizan konuşmacısı, dönemin kapitalizmin bunalım krizinin, anti-emperyalist ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin olduğu işçi sınıfı ve dünya halklarının kurtuluş çabasının dönemi olduğunu ifade etti. Bu mücadelenin Türkiye’ye dönük bir yansımasının esasen 68’deki gençlik hareketi olduğunu ve bu hareketin 71’de Kaypakkaya’ya zemin sağladığına dair bir okuma geliştirmediklerini anlattı. Değerlendirmeleri tüm dünyada gelişen sınıf hareketleri bağlamına oturtmak gerektiğini ve bu mücadeleyi daha devrimci bir çizgiyle kavuşturmaya dair de bir sorun ve kriz olduğunu söyledi. Bu kriz ve arayış içerisinde İbrahim’in düşüncelerine rengini veren temel olayın Çin’de Mao Zedong önderliğindeki devrimin bir aşamasından sonra Mao’nun Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni ilan etmesi olduğunu vurguladı. Çin’de sosyalizm yaşanırken BPKD’nin içerisinde olan evrensel niteliğin, yani sosyalizmde de sınıfların var olduğunu, sınıf mücadelesinin sosyalizmde, proletarya diktatörlüğünde sürdürülmesi gerektiğini, dolayısıyla bu sınıfların komünist partinin içerisinde dahi devam ettiğini Mao’nun çelişki yasasına dair kavrayışıyla Marksizm-Leninizme nitel bir katkısı olduğunu söyledi.
BPKD’nin komünist partilerin içerisinde yuvalanan Menşevik, oportünist, modern revizyonist, Troçkist eğilimlere karşı sert bir mücadele anlamına geldiğini söyleyen Partizan konuşmacısı, Çin’de başlayan bu devrimin Peru’da Gonzalo’yu, Nepal’i, Hindistan’da Çaru Mazumdar’ı, Filipinler’de Sison’u, Türkiye’de İbrahim Kaypakkaya’yı etkilediğini dile getirdi. Kaypakkaya’nın da Şafak revizyonistlerden kopuşunda BPKD’de de görüldüğü gibi reformizm ve revizyonizmin özünde sınıfların uzlaştırmasına dair bir burjuva yola geçit vermemek olduğunu söyledi. Kaypakkaya’nın kopuşuna dair öne çıkarılan Kemalizmden kopuşu, komünist partisine dair görüşlerinin anlamlı zeminler olduğunu ancak Maoizm ve BPKD’nin etkisinin gözardı edildiğini vurgulayan konuşmacı, bunun bir sebebinin Mao Zedong Düşüncesi’nin bütünlüklü kavranmasındaki sorun diğer sebebinin ise bilinçli bir şekilde İbrahim’den Maoizmi kopartmak olduğunu açıkladı. Kaypakkaya’nın kopuş dinamiğinde BPKD’nin ve Maoizmin belirleyici etkisinin çıkartılışını reddettiklerini söyledi.
BPKD’nin sadece İbrahim özelinde değil diğer ülkelerde de tarihsel şahsiyetler üzerindeki etkisinin de revizyonist ve reformist örgütlerden koparak Halk Savaşı’nı başlattıklarını vurgulayan konuşmacı, Türkiye’de biricik olan İbrahim’in en ileri düzeyi arayışı ve bunu gerçekleştirmedeki iradesinin ilk olarak TİİKP’in programını eleştirmesiyle de göründüğünü belirtti. Konuşmacı İbrahim’in Hindistan’da Mazumdar’ı şablon olarak almasını eleştirenlere karşı, ulusal sorun ve özelinde Kürt sorunu meselesindeki görüşlerinin ÇKP veya Mazumdar’da var olmadığını, bu konuda zaten en ileri mevzinin Lenin’de olduğunu ve İbrahim’in de bu sebeple ulusların özgürce ayrılma hakkını savunduğunu; proletaryanın burjuvazi ile savaşında ise gerilla savaşı stratejisinin Lenin değil, Mao ile ileri bir nitel sıçrama yarattığı için İbrahim’in de Halk Savaşını benimsemesi örneklerini verdi.
Partizan’ın ardından, sözü ilk tur konuşmasını gerçekleştirmek üzere Köz adına konuşan yoldaş aldı. Hasan Coşkun’u anarak sözlerine başlayan yoldaş, bugün Hasan Coşkun gibi devletin baskı ve saldırıları karşısında geri adım atmayan, operasyonlar karşısında örgütsel mevzilerini terk etmeyen militanca mücadele eden devrimcilerin bu coğrafyada fazlasıyla olduğunu, eksik olan şeyin bu olmadığını dile getirdi. Yoldaş, Lenin’in 1917’de Devlet ve Devrim’de tarihte ezilen sınıfların devrimci temsilcilerinin, işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele eden önderlerin sağlıklarında başına acımasız kez kıyıcılıkla, ardı arkası gelmez cezalarla ve zindanlarla ödüllendirdiklerini, ölümlerinden sonra ise bu devrimcileri zararsız birer ikonaya dönüştürdüklerini, bugün ise bunun Marx’ın öğretisinin başına geldiğini söylediği alıntıyı yaptı. Yüz yıl sonra bugün de 71-72 kopuşunun önderlerini anmayanın olmadığını ancak onların savunduğu değerlerin ve politik programların rağbet görmediğini dile getirdi. 71 kopuşunun ilk kurşununu atan Denizleri, Mahirleri sahiplendiğini iddia edenlerin burjuva partilerine oy istediklerini söyleyen yoldaş, Kaypakkaya’yı sahiplenenlerin buna yeltenmediklerini ifade etti. Lenin’in Halkın İradesi veya Toprak ve Özgürlük örgütlerinin militanları hakkında da övgüler yazarken onların programlarından ayrışarak devam ettiğini not etti. 71-72 kopuşunun önderlerinin zararsız birer ikonaya çevrilmesinde Kaypakkaya’nın müstesna bir yeri olduğunu dile getiren yoldaş, Kaypakkaya’nın bu kopuşun son halkası olduğunu ve bu kopuşun reformist, parlamentarist görüşlere açılan bir bayrak olduğunu, yasaların sınırlarıyla belirlenmemiş, düzen dışı, düzeni yıkma hedefi olan ve bunu da zor yoluyla yapma yolunda devrimci örgütlerin kurulmasıyla süreklilik arz eden bu zincirin oluştuğunu ifade etti.
Yoldaş, 71-72 kopuşunun Türkiye’de solun en güçlü görüldüğü dönemlerden birinde; 27 Mayıs sonrası Türkiye’de görece özgürlüklerin arttığının varsayıldığı, 65 seçimlerinde TİP’in 15 vekil çıkarttığı, dünyadaki farklı devrimci girişimlerin ve ulusal kurtuluş hareketlerinin yarattığı dalgayla kitlelerin yüzünün sola döndüğünün düşünüldüğü bir dönemde yaşandığını söyledi. Kopuşun önderlerinin sadece merkezi örgütlerinden değil kendi geçmişlerinden de koptuğunu dile getiren yoldaş, TİP’in Üsküdar İlçe Örgütü üyesi olan, daha sonrası DÖB üyesi olan Deniz Gezmiş ile THKO kurucusu Deniz Gezmiş; Aydınlık Sosyalist Dergi’de Mihri Belli’lerle yazan Mahir Çayan’ın Kurtuluş’u çıkartan Çayan; önce TİP taraftarı, daha sonra Türk Solu’nda yazan, sonrasında ise TİİKP üyesi olan Kaypakkaya’nın TKP-ML’nin kurucusu Kaypakkaya ile aynı görüşleri savunmadığını ifade etti.
Köz adına konuşan yoldaş, bugün altını çizmemiz gereken noktanın bu devrimcilerin koptukları şeyin niteliğine dair çok belirleyici şeyler söylemeleri olduğunu söyleyen yoldaş, onların sadece 15-16 Haziran ve Kavel’lerin olduğu sırada değil, 12 Mart’ın öncesinde ve sonrasında da Türkiye’de ve Kuzey Kürdistan’da devrimin mümkün ve güncel olduğunu düşündüklerini; bu uğurda hızla kendilerini cuntacı, sol cuntacı, reformist, parlamentarist örgütlerden koparak devrimci örgütlerini kurduklarını vurguladı. Kıvılcımlı’nın görüşlerinden kopanlar THKO’yu, Mihri Belli’nin prangalarından kurtulanlar THKP-C’yi, Halk Savaşı stratejisini benimseyen Maoist PDA’dan kopanların ise TKP-ML’yi kurduklarını ifade etti. Kaypakkaya’nın Şafak revizyonistlerinden koparken bir program eleştirisi yaparak bu konuda daha açık ve berrak görüşleri olduğunu, Kemalizm ve ulusal sorun gibi meselelerde de dönemdaşlarından daha ileriye çıktığını söyledi. Ancak Kaypakkaya’yı kendi çağdaşlarından asıl ayırt eden şeyin, TİİKP’nin TKP hakkındaki görüşlerini eleştirirken Şefik Hüsnü TKP’siyle hesaplaşmaya girmek ve yüzümüzü bolşevik Mustafa Suphilerin TKP’sine dönmek gerektiğini söylemesi olduğunu belirtti. TİİKP’yi eleştirirken benimsedikleri görüşlerin arkasında tutarlı bir şekilde durmadıklarının altını çizerek örgütsel bir kopuş ile komünist bir parti kurduğunu söyledi. Türkiye’deki demokrasi sorununun bir devrim sorunu olduğunu düşündüklerini dile getiren yoldaş, bu tablonun güncel olduğunun altını çizdi.
Yoldaş onların koptukları Boran ve Aren’in TİP’inin, Mihri Belli ve Doğan Avcıoğlu’nun yahut Kıvılcımlı’nın şu an olmamasına karşın, bugün onlardan daha da geri bir değil birden fazla TİP ve o günün revizyonist TKP’sinden birden fazla olduğunu ifade etti. Bunun önemli olduğunun altını çizen yoldaş, bugün tüm bu güçlü olan reformist, parlamentarist, sendikalist, pasifist sol akımların el birliğiyle geniş emekçi ve ezilen kitleleri gönüllü veya bağrına taş basarak bir bataklığa sürüklediklerini dile getirdi. Siyaseti “Biz haklıyız” demek için yapmayanlar ve bu tutumun bir parçası olmayanlar olarak bizim de bu durumdan azade olmadığımızı söyleyen yoldaş, Erdoğan’ı burjuva muhalefeti destekleyerek gönderme hayalleri olanların sadece Kılıçdaroğlu yenilince yenilmediklerini, aynı zamanda emekçi ve ezilenler içerisinde geniş bir maneviyat bozukluğu yarattıklarını ifade etti. Seçimlerde gördüğümüz şeyin reformizm ve revizyonizmin yenilgisi ve çöküşü olduğunu ancak bu çöküşün kendiliğinden bir şekilde emekçiler nezdinde bir bilinç aydınlanmasına varacağını düşünmemek gerektiğini vurgulayan yoldaş, aksine devrimciler yahut devrimciler arasında eylem birliği örülüp emekçilere gidildiğinde bu tabloyla karşılaşacağımızı dile getirdi. 71-72 kopuşunun güncel ve acilliğinin altını çizen yoldaş, bu devrimci çıkış için bizim ön almamız gerektiğini; bunun gerçekleştirilmesinin ise ise sadece “Biz bu suçun bir parçası olmadık” diyerek değil, bu reformist cendereden bunalan, yüzünü devrimci ve sosyalistlere dönmüş emekçi kitlelere bir yol tarif ederek mümkün olduğunu söyledi.
Yoldaş bunun, hakim sınıfın emekçilerin gündemi haline getirdiği siyasal meselelerde bunları yok sayarak veya “Gündemimiz değil” diyerek değil, bilakis bu gündemlerin egemen sınıfın açmazlarını, Türkiye’de demokrasi sorununun bir devrim sorununa bağlı olduğunu göstermek için devrimcilerin eylem birliğini savunarak yapılabileceğini vurguladı. Önümüzde duran görevin de bu olduğunu dile getiren yoldaş, Kaypakkaya’nın resminin, cisminin, adının alanlara alınmadığı, devletin saldırılarının hedefi olduğu, göçmen işçilerin burjuva iktidar veya muhalefetin seçim çalışmalarının harcı haline getirildiği, dinmeyen bir şekilde Rojhilat’tan Rojava’ya ayaklanmaların olduğu, Lozan’ın yüzüncü yılında Kürdistan sorununu dört devletin iç meselesi olarak değil, dört parçada Kürdistan’ın özgürlüğe kavuşmasını ele aldığımız, anayasa sorununda bizim demokratik taleplerimizin 12 Eylül Anayasası’na sığmayacağını ve ancak bu anayasanın yırtıp atılmasıyla mümkün olduğunu ifade ederek, kadın emeğini ev içi köleliğe dönüştüren, LGBTİ+’ların sosyal, siyasal haklarını yok sayan, köhnemiş ve gerici aile fikirlerine karşı birleşik bir mücadeleyi verdiğimiz zaman yapabileceğimizi anlattı.
İlk tur konuşmalarının ardından soru-görüş kısmına geçildi.
- YDİ Çağrı temsilcisi: Cumhur ve Millet İttifakı olmak üzere iki klik var ve HDP’nin ve solun önemli bir bölümü ehvenişer siyaset izleyerek burjuva klikler arasındaki iktidar mücadelesinde bir tarafı desteklediler. İşçilerin emekçilerin biriken öfkesini ve hoşnutsuzluğunu bir burjuva kliğe karşı diğer burjuva kliğinin peşine taktıklarını yakın zamanda gördük. Hakim sınıflar arasındaki iktidar mücadelesi AKP ile başlamadı, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana her dönem yaşanılan bir mücadeleydi bu. İbrahim Kaypakkaya da Kemalist hareketi değerlendirirken yaptığı tahlilde hakim sınıfların komprador burjuvazi ve toprak ağaları olduğunu, kurtuluş savaşının akabinde de bu iki sınıfın iktidara geldiğini fakat bu iki sınıfın arasındaki mücadeleyi iki klik arasındaki mücadele olarak gördü. Kaypakkaya, hakim sınıflar arasındaki mücadeleyi tahlil ederken hiçbir şekilde bir kliğe karşı diğer kliğin peşine takılma tavrına girmedi, hatta reformcu olarak gördüğü orta burjuvazinin peşine takılmayı da eleştirdi. İbrahim Kaypakkaya’nın tutumu bağımsız sınıf mücadelesini geliştirmesi ve komünistlerin kitlelere önderlik etmesi oldu. Kaypakkaya’nın Mahir ve Deniz gibi dönemin diğer devrimcilerinden temel ve ayırt edici bir özelliği İbrahim’in ve bütün yanlışlarına rağmen kurduğu partinin de komünist olmasıydı. 1972 şartlarında uluslararası komünist hareket içerisinde modern revizyonizm ile Marksizm-Leninizm arasında yürüyen bir çizgi mücadelesi var. İbrahim Kaypakkaya ise açık bir şekilde bütün yanlış ve sapmalarına rağmen, safını ÇKP ve AEP’in önderlik ettiği Marksist-Leninist kanattan yana belirledi. Diğer bir ayırt edici özelliği, Lenin’in Marksizmin devrimci özü olarak ifade ettiği proletarya diktatörlüğünü kabul etmesiydi. Kemalizmin sol içerisinde egemen olduğu koşullarda, Mahir Kemalizmin küçük burjuvazinin radikal kesiminin emperyalizme karşı tavır alırken, Deniz ise Kemalizmin anti-emperyalizm ve ulusal bağımsızlıkçı bir çizgi olduğunu söylerken; İbrahim Kaypakkaya’nın ayırt edici noktası Kemalizmi askeri faşist diktatörlük olarak görmesiydi. Kürt ulusal sorununun Doğu sorunu olarak tartışıldığı koşullarda, Kaypakkaya Kürt ulusunun varlığını ortaya koyuyor ve Kürt ulusunun ayrı devlet kurma hakkını savunuyordu. Kaypakkaya 72 yılında Mustafa Suphi’den sonra göndere çektiği kızıl bayrağı yeniden ayaklar üzerine dikti, ortaya koyduğu esas hattın Marksizm-Leninizm olmasına rağmen örgütsel ve siyasi çalışmada da etkisini gösteren kimi önemli yanlış görüşleri de oldu ve TKP-ML’nin aldığı ilk yenilgide bunlar önemli rol oynadı. Yanlışları ne olursa olsun Kaypakkaya Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de komünist hareket açısından bir dönüm noktasıydı.
- YDİ Çağrı okuru: Kaypakkaya’yı komünist bir önder yapan Mao Zedong’u ne kadar savunduğu değildi, 70’lerin şartlarında modern revizyonizm ve ÇKP tarafından hasıraltı edilen Marksizm-Leninizm ilkelerini tutarlı bir şekilde savunmasıydı. Kaypakkaya’yı daha iyi anlayabilmek için o dönemde dayandırılmaya çalıştığı Mao Zedong düşüncesiyle farklılığı neydi? Mao 1956 8. Parti Kongresi’nden sonra burjuvazinin de sosyalizmi kabul ettiğini söyledi ve burjuva temsilcilere proletarya diktatörlüğü içerisinde yer verdi. Tito revizyonizmini belirleyenin Yugoslavya’da sosyalizmi burjuvaziyle birlikte kurma görüşüydü. Bu görüşler de 7. Parti Kongresi’nde ÇKP’de vardı. Stalin Kominform’da Mao’nun da sahip olduğu bu görüşleri ret ve mahkum etti. Büyük Proleter Kültür Devrimi’nde “Merkezi Bombalayın!” sloganı merkezin burjuvazinin eline geçmiş olmasından ötürü söylenmişti. Çin’deki olay burjuvaziye alan açma politikasının sonucu olarak ortaya çıktı. Kaypakkaya’nın Marksizm-Leninizmi savunduğu görüşüyle Mao’nun Büyük Proleter Kültür Devrimi’nde sosyalizmi burjuvazi ile birlikte inşa etme görüşünü nasıl bağdaştırıyorsunuz?
- Marx’ın somut durumun somut tahlilini kullanmamak skolastisizme ve oradan da apolitisizme götürür. Mao’nun koşullarıyla bugünün koşulları farklı ve kavram karışıklığı oldukça teorisizme sapılır. Halka fetişleştirmemek lazım, bilinci devrimciler taşımadıkça burjuvazinin taşıdığı geri bilinç olur ve halk kuyrukçuluğu yapmamak gerekir. Halkın bilinçlenmediği, harekete geçmediği durumda silahlanmayı konuşmak farazidir, halkın düzeyini bir adım ileriye taşıyacak süreci işletmek gerekiyor.
- İki konuşmacı arkadaş da belirtti. 71’den başlayıp 72’ye uzanan kopuşta bu devrimcileri ayırt eden en önemli özelliklerinden biri söylediğini yapan, yaptığını söyleyen devrimciler olmalarıydı. Genel olarak soyut, lafta kalan bir reformizm eleştirisi yapmaması, bir eylem çizgisi önermesi, ‘Aslında şunu yapmamız lazım ama şuyumuz, buyumuz yok’ diyerek değil, doğru olduklarını düşündükleri çizgide hareket etmeleriydi. Devrimci iradeyi taşıyanlar olduğu kadar, Köz konuşmacısı da bahsetti, işçilere “Sakın şerefli Türk ordusuna silah sıkmayın” diyenler de var ve en az o kadar etkinler. O zaman biz söylediğimizi yapacak, yaptığımızı söyleyeceksek, bu ve önümüzdeki dönemde devrimcilerin reformist planları bozması için bugünün somutluğunda, genel bir reformizm çizgisinin eleştirisinin de ötesine geçeceksek nasıl bir eylem çizgisini sağlaması gerekir?
- Köz konuşmacısı 71-72 kopuşundakilerin en önemli tarihsel eyleminin oportünist bir yapıdan kopup devrimci bir örgüt, parti veya ordu kurdular, dedi. Partizan’dan arkadaş da haklı olarak Mao’suz bir İbrahim düşünüldüğünü, herkesin İbrahim’i parça parça anlattığını ancak Mao ve Maoizmle, ÇKP’nin mücadele çizgisiyle ve en önemlisi Büyük Proleter Kültür Devrimi ile bağının kurulmadığını temel olarak vurguladı. Bir yandan 24 Nisan 1972’ye giden bir süreç var ve orada Perinçekçilerle, yani Şafak Revizyonizmiyle net bir kopuş var. Diğer yandan da “Karargahları bombalayın!” derken aynı zamanda iki çizgi savaşı sürüyor. Üstelik o eğilim sonrasında ÇKP’yi ele geçiriyor ve Nixon’a, ardından Amerika’nın yanına çekerek tamamen ihanetçi biz çizgiye gidiyor. Eğer biz Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin Kaypakkaya üzerinde TKP-ML’nin kuruluşu ve oluşumu sürecinde etkisinin olduğunu söylüyorsak, aslında Büyük Proleter Kültür Devrimi ile iç içe giden bu iki çizgi mücadelesini nereye oturtacağız? Bu iki mücadele, yani Şafak Revizyonizminden Kaypakkaya koparken “Benzer, müzakere edilebilir bir programı savunuyoruz, biz burada kalalım ve mücadele edelim” dememiş olması; öbür taraftaysa açık sınıf işbirlikçiliğini savunan birileriyle Çin içerisinde bir hattın sürdüğünü görüyoruz ve ÇKP ardından tasfiye ediliyor. Bunu nasıl bağdaştırıyoruz? Burada kim doğru yapıyor ya da ikisi aslında aynı çizginin farklı koşullarda yansıması mı?
- Partizan konuşmacısı Kaypakkaya’yı parçalı bir şekilde ele almamak gerektiğini vurguladı. Kaypakkaya deyince tek tek öne çıkarılan yanlardan biri de kurduğu partinin Türkiye Komünist Partisi adıyla başlaması, Köz’ün konuşmasında bahsettiği Mustafa Suphi TKP’siyle Şefik Hüsnü TKP’sini birbirinden ayırması, ulusal soruna bakışı gibi konulardaki tutumuyla da anıyoruz, YDİ Çağrı’nın sözünde de geçti. Bu Kaypakkaya’yı Kaypakkaya yapan bu ifadeleri biz Mustafa Suphi TKP’sinde ve bağlı olduğu Komünist Enternasyonal’in kuruluşunda bu özellikleri bulabiliyor muyuz? Kaypakkaya’nın Maoizmle ilişkisini konuşuyoruz ama bu öne çıkardığımız tutumlar bir anlamıyla onun da ayırdığı Mustafa Suphi TKP’sinin bağlı olduğu Komünist Enternasyonal’de de mevcut mu? ÇKP, TİİKP’yi kardeş parti olarak görüyor. Baktığımızda ÇKP de hiçbir zaman Komünist Enternasyonal’de yer almıyor. AEP ve ÇKP’nin programlarında da Bolşevik Parti veya Komünist Enternasyonal’le hiçbir benzer yanı yok. Eğer Komünist Enternasyonal’i aştılarsa nasıl aştılar? Kaypakkaya’yı onlardan ayırmak lazım. Partizan’dan arkadaş da söyledi, Kaypakkaya programa bakıyor, iktidara kilitlenmiş durumda. Programlarını nasıl ayırıyorsunuz? ÇKP’nin bayrağında dört yıldız var, bu nasıl Marksizm-Leninizm? Bu nasıl Bolşevizm? Bunu nasıl tarif ediyorlar? Arnavutluk da öyle.
- 71-72 kopuşunu gerçekleştiren akımların bugün hala aynı iddialara sahip midir?
- Kaypakkaya’nın öneminin en temel yeri Türkiye devletinin paradigmasının tam tersinde yer almasıdır, Mao Zedong Düşüncesi’ni savunduğu için değildir. Partizan’dan arkadaşın söylediğinin aksine, Türkiye’de sosyalizmde sınıf mücadelesinin sürdürülmesini ilk söyleyen kişi Kaypakkaya değildi. Bunu ilk Türkiye’de dile getiren PDA’cılardı. Dolayısıyla sosyal-emperyalizm teorisini de ilk onlar dile getirdi. Güncel olarak Kürt ulusal mücadelesi konusunda ortaya attığı düşüncede bugün Türkiye devletinin halihazırdaki devlet etme ve egemenlik sürdürme politikasının tam karşısında, cephede yer aldığı için. O yüzden Kaypakkaya bu iki temel sorunda bir karşı duruşu örgütlediği için ikon durumuna getirilemiyor. Bence Kaypakkaya’daki ayırt edici nitelik “Siz proletarya diktatörlüğünü yahut halk savaşını savunuyorsunuz ama gereğini yerine getirmiyorsunuz” gibi programa dair eleştiriler değildir, bu konuda yanlış bir çıkarsama yapıldığını düşünüyorum.
- Baktığımız zaman reformizm, parlamentarizmin hakim olduğu böyle bir atmosfer içindeyiz. Öyle ya da böyle reformist akımlar bir şekliyle bir araya gelip, Köz’ün konuşmasında vurguladığı gibi, emekçileri güçlü bir şekilde bir bataklığa çekiyorlar. “Parlamentarizme, reformizme, revizyonizme karşıyız” diyen akımlar, ikisi de bugün burada, 71-72 kopuşuna dair bir dizi farklı vurguları olsa bile, revizyonizme ve parlamentarizme karşı bir çıkışı, devrimci örgütte ısrar çıkışında ortaklaşıyorsak, bunu iddia eden diğer akımlarla bu eylem birlikteliğini bugüne kadar oluşturabildik mi? Oluşturmadıysak, bugünden sonra bunu oluşturabilmek için, programatik bir birliğe gerek olmadığı da açıkken, böyle bir eylem birliğinin somut adımlarını atmak için ne gibi hamleleri olacak ya da böyle bir gaye ve amaçları olacak mı? Oluşturamadıysak parlamentarizmle hesaplaşmak gerektiğini söyleyen akımlar olarak buradan bir ders çıkarmak gerekmez mi?
- Komünist Enternasyonal’in dördüncü kongresi ile beşinci kongresi arasında bir fark yok muydu, aynı mıydı? 71-72 kopuşunun ardılları Kaypakkaya’nın Mustafa Suphi TKP’sine bakmak gerektiği söylemini nasıl bir adım ileriye götüremedi? Bunun için ne yapmak gerekir?
- Gerilla stratejisi, Halk Savaşı gibi 71-72 kopuşu önderleriyle benzerliklerinin yanında Kaypakkaya’yı onlardan ayıran şey Mustafa Suphi TKP’sine işaret etmesiydi. Kaypakkaya Şefik Hüsnü ve Mustafa Suphi TKP’si arasındaki kopuşa nasıl işaret etti? Şefik Hüsnü’nün günahı neydi, bu dönemde ne oldu? Maoizmi benimseyen hareketlerin dünya çapında daha enternasyonal bir koordinasyon yahut haberleşmeye sahip olduğunu görebiliyoruz ama Leninist anlamda bir enternasyonalizm için kıstası neye göre koymak gerekiyor? Demokratik merkeziyetçi Leninist bir dünya partisinin yaratılması önünde engel nedir?
- Seçimlerin ardından bu paneli yapıyoruz. Öncesinde de seçimin damgasını vurduğu 1 Mayıslar yaşadık. Bu salondaki çoğu kişi 1 Mayıs’ta Kaypakkaya bayrağı için polis karşısında eylemli bir duruş sergiledi. YDİ Çağrı’dan arkadaşlar da, bu salonda olmayan BDSP ve Kaldıraç’tan arkadaşlar da. Bir yandan 1 Mayıs kürsüsünden gelecek yıl için yasakların son olduğu son 1 Mayıs duyuruları yapıyorlardı, “Seçimlerde Erdoğan gidecek, Kılıçdaroğlu gelecek ve Taksim açılacak” mesajı veriyorlardı. Ama bu yasak vurgusunu yapan kürsü aynı zamanda sansürü yapan bir bir kürsüydü. Kaypakkaya bayrağına karşı herhangi bir duruşu olmayan ve aynı zamanda seçim sürecinde “Her iki düzen ittifakına da oy yok!” diyen pankartlara da sansür uygulayan bir kürsüydü. Sormak istediğim şey şu: Biz aslında sınırlı da olsa Kaypakkaya için sergilediğimiz eylem birliğini seçimlerde her iki ittifaka da yedeklenmeme konusunda hayata geçiremedik. Köz’ün açısından bu seçim süreci bir yenilgi olmasa da, sonuçları itibariyle hepimizi etkiliyor. Devrimci bir çıkış için neler yapılmalı? Seçimden önce yapılmayan, birebir aynı taktikleri benimsemek zorunda değiliz ama, hakim bir burjuva ittifaklara yedeklenme durumunda, aykırı bir ses olarak ortak hareket etmemizin önümüzdeki zamanda yolları nasıl buluşur?
Soru-görüş kısmından ve verilen aranın ardından ikinci tur konuşmasını yapmak üzere Partizan temsilcisine söz verildi. İlk turda anlattığı İbrahim’i parçalı olarak ele alan tarzın sorularda da görüldüğünü dile getiren konuşmacı, Tito revizyonizmi ve Mao’nun burjuvaziye yol verdiği sorusuna yanıt vererek sözlerine başladı. Mao’nun 7. toplantıda anlattığı şeyin boyun eğmiş burjuvaziyle ilgili olduğunu, bu ifadenin Stalin ve SBKP’de de var olduğunu, sosyalizm yani proletarya diktatörlüğü şartlarında sınıfların ve dolayısıyla da burjuvazinin ortadan kalkmadığını ifade etti. Mao’nun burjuvaziyle uzlaşması fikrinin Mao’nun parti merkezlerindeki burjuva bürokratları bombalamak gerektiği sözüne ters olduğunu söyleyen Partizan temsilcisi, parti içerisindeki burjuvazinin kendini yeniden örgütleyeceği konusunun Marksizm ve Leninizmi içererek, Mao’da niteliksel bir sıçrama olarak kabul edilmesi gereken somut bir katkı olduğunu belirtti. BPKD’nin “Günü Yakala, Anı Yakala”, “Bütün Zorlukları Aş”, “İsyan Etmek Meşrudur”, “Kitlelerden Kitlelere”, “Liberalizmle Mücadele Et”, “Akıntıya Karşı Yüzmekten Korkma” gibi sloganları olduğunu örnek veren konuşmacı, İbrahim’in de açık bir şekilde TKP-ML’nin BPKD’nin bir ürünü olduğunu söylediğini belirtti. ÇKP ve TİİKP arasındaki ilişkiye dair Partizan konuşmacısı bugün ÇKP’nin Aydınlık ile birlikte yol yürüdüğünü, TİİKP ile ilişkisi olan ÇKP’nin burjuva ve kapitalist yola sapmış olduğunu dile getirdi. Aynı zamanda ÇKP’nin Komünist Enternasyonal’de de yer aldığını söyleyen konuşmacı, Wang Ming çizgisinin bunun en büyük kanıtı olduğunu belirtti.
Komintern’in olmayışına ilişkin sorulara ise konuşmacı, her ülkedeki komünist partilerin proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesinin çok somut bir aracı ve sürdürücüsü olduğunu ve onların dayandığı bu ideolojik zeminin zaten bir enternasyonal niteliği taşıdığını ifade etti. Komintern’in olmadığı durumda komünist partilerin varlığını sürdürdüğünü söyleyen konuşmacı, “Bugün içerisinde yer alabildiğimiz bir Enternasyonal yok” demenin proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesini ertelemek olduğunu, bunun ise sadece bu Komintern’in yaratılmasına dair bir beklentiye yol açacağını dile getirdi. Partizan temsilcisi, Komintern’in olmadığı koşullarda, tek bir ülkede bile komünist partisinin varlığının esasen enternasyonal mücadelenin bir parçası olduğunu ve Enternasyonal’i temsil ettiğini açıkça gösterdiğini vurguladı; birçok ülkedeki komünist partilerin Enternasyonal’in ilke ve referanslarına bağlı oluşunun Enternasyonal’in varlığı anlamına geldiğini söyledi.
Partizan konuşmacısı, dört yıldız sorusunu ise bu dört yıldızın devrim ittifaklarını ve ortadaki büyük yıldızın ise proletaryayı simgelediğini gözden kaçırmamak gerektiğini, komünist olan ÇKP’nin bayrağında da orak çekiç olduğunu söyleyerek cevapladı. İttifaklar meselesinde ise solda olan İbrahim’in köylü önderi oluşuna dair inancın aksine, hem İbrahim’de hem ÇKP’de proletaryanın Halk Savaşında ideolojik önder oluşuna dair berrak bir inanç olduğunu dile getirdi.
BPKD’deki iki çizgi mücadelesi ve İbrahim’in tarihi şartları ele alındığında arasında bir aykırılık olup olmadığı sorusuna ise Partizan temsilcisi, İbrahim’in TİİKP programı eleştirisini TİİKP içerisindeyken gerçekleştirdiğini ve kopuşunun ise parti içi demokrasinin kalktığı koşullarda gerçekleştiğini söyleyerek cevap verdi. İbrahim’in iki çizgi mücadelesinin şartlarının ortadan kalktığını söyleyerek kopuş gerçekleştirdiğini belirten konuşmacı, başka bir örnek olarak Gonzalo’da parti içerisinde belli yol ve yöntemlerle Leninist fraksiyon olarak devam ettiğini, parti baştan aşağı burjuva yola girerek devrimin engeli haline geldiğinde Gonzalo’nun koptuğunu ifade etti.
Köz’ün belirttiği gibi seçimler bağlamında reformistler ve devrimcilerin ayrıştığını söylediklerini ifade eden konuşmacı, seçimlerdeki tavırlarının boykot olduğunu dile getirerek YDİ Çağrı’nın da söylediği gibi seçimleri iki burjuva klik arası iktidar dalaşı olarak gördüklerini belirtti. Boykot eden yahut bu süreçte kendi sözünü söyleyen yapıların bir araya gelişlerinin 1 Mayıslarda olduğunu dile getiren konuşmacı, eylem birlikteliklerinin kurulup dağılan bir muhtevaya büründüğünü ifade etti. Esasta önemsediklerinin hangi zeminde, hangi ilkeler bağlamında ve ne için bir araya gelmek olduğunu söyleyen Partizan konuşmacısı, kendi açılarından en üst birliğin, asıl program ve hedefin Demokratik Halk Savaşında bir araya geliş olduğunu ve bu anlamıyla bir cephe politikalarının olduğunu fakat bu cephe politikasının eylem birliklerini dışladıkları anlamına gelmediğini eylem birliklerini örnekler vererek vurguladı. Konuşmacı reformizmin hakim olduğu koşullarda bu devrimci temelde eylem birliklerini vurgulayarak geliştirmek gerektiğini ifade etti.
Partizan konuşmacısının ardından ikinci tur konuşmasını yapmak üzere sözü Köz aldı. Somut durumun somut tahlili üzerine sorulan soruya yoldaş, 71-72 kopuşunu gerçekleştirilen devrimcilere de sıklıkla “Başaramazsınız, nesnel şartlar uygun değil, yapmamalısınız, yaparsanız şuna hizmet eder; o yüzden şu ana kadar ne yapılıyorsa onu yapmak lazım” denilmesinin altında yatanın bu coğrafyada devrim olmayacağını, dolayısıyla da ordu içerisindeki ilerici birtakım subayların darbe yapmasının Türkiye’de proletaryanın gelişmesi için daha elverişli olacağı; parlamenter mücadelenin tedricen insanları bilinçlendirerek sosyalizmin önünü açacağı gibi düşüncelerin olduğunu anlattı. Bu kopuşun ise düne kadar sosyalizm, Marksizm öğrenmeye çalıştıklarından “kaşarlanmış revizyonistler” diyerek sert bir şekilde gerçekleştiğini hatırlatan yoldaş, bugün sürekli orijinal ve yeni olduğu düşünülen birtakım fikirlerle karşı karşıya olduğumuzu söyledi. Sosyalizme dair görünürlük, toplumda bir bilinç ve meşrutiyet yaratılması gerektiğini söyleyenlerin aksine, 71-72 kopuşunun yaşandığı, 90’lı yılların ortasında Kadıköy’de 1 Mayıs olurken burjuvazinin ertesi gün gazetelerinde “İhtilal provası yaşandı”, 95 Gazi Ayaklanması sırasında “Bu mahallelere giremiyoruz” dediği, Kuzey Kürdistan’ın muhtelif merkezlerinde serhıldanların, Suriye’de iç savaş yaşandığını konuşurken şiddeti hiç de azımsanmayacak gelişmelerin Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de bu devletin ordusunun 6 ay boyunca içinden çıkamadığı Hendek Savaşlarının yaşandığı, 6-8 Ekim’de bir kuşatmayı yarmak için Kürdistan ve Türkiye’nin metropollerinde ortalığı ateşe verdiği, Soma’da, Berkin Elvan’ın cenazesinde yüz binlerce, milyonlarca insanın sokağa çıktığı bir coğrafyada yaşadığımızı ifade etti. Bu koşullara bakarak Türkiye’de yaprak kımıldamadığını söyleyenlerin Türkiye’de asıl olarak siyasetin yerini sosyoloji ve pedagojinin alması gerektiğini düşündüklerini vurguladı. Yoldaş hakim fikirlerin hakim sınıfın fikirleri olduğu koşullarda, yüzde elli artı biri ikna ederek devrim olacağını düşünenlerin topluma parlamentarist gözlerle baktığının altını çizdi.
Eksikliğini hissettiğimiz şeyin devrimciliğe yüzünü dönerek militanca mücadele verenler olmadığını, Türkiye’de devrimcilerin programatik görüşleri etrafında kararlı bir mücadele yürütmedikleri için bu durumun olduğunu; kendi yalpalamasına son vermeyenlerin başkasının yalpalamasına da son veremeyeceğini ifade etti. Dolayısıyla işçilerin birliğini sağlamayı ve kendi tutumlarının geniş kesimlerce benimsenmesini isteyenlerin önce komünistlerin birliğini sağlamak zorunda olduğunu söyledi. Yoldaş, geniş işçi kitle partilerinin, hakim ideolojiden kopmayanların, reformlarla tedricen bu ülkede toplumsal bir dönüşümü öngörenlerin ve bunu yaparken de “Tek adam diktatörlüğü”, “kurumsallaşan faşizm”e karşı burjuvazinin “ilerici” kesimleriyle yan yana gelmek gerektiğini söyleyenlerin hakim ve bu görüşlerin de hiçbirinin yeni değil, içinde yaşadığımız çağa benzeyen koşullarda işçi sınıfının felaketine sebep olan 2. Enternasyonal’e hakim olan görüşler olduğunu dile getirdi. Bugün devletin ancak bir çıplak zorla kitleleri idare etmeye çalışan kırılgan ve zayıf bir durumda olduğunu söyledi.
Oportünist merkezlerden kopamamanın bir mazereti haline gelen hazırlıksızlık görüşlerinin herkesin her zaman söyleyebileceği zamansız bir eleştiri olduğunu dile getirdi. Yoldaş, “Reformistler reformistliğini zaten yaptı” diyerek köşeye çekilmemizi değil, bu reformist, revizyonist, oportünist akımların ipliğini pazara çıkaracak türden bir siyasal faaliyeti örmek gerektiğini vurguladı. Eylem birliği sorusuna dair seçimlere dair eylem birliği yaptığımızı, 2020 yılından beri “Seçimleri Beklemeyeceğiz!” kampanyası yürüttüğümüzü anlattı. 2018-2019 seçimlerinin gösterdiği şeyin de 7 Haziran 2015’ten itibaren çıkarılan dersin Erdoğan’ı göndermek için kitlelerin öz gücüne, bir halk seferberliğine, ayaklanmasına değil; burjuva muhalefetin kendisini hazırlamasına ve seçimleri beklemek olduğunu söyledi. Korona sürecinde, Barış Pınarı adı verilen işgal operasyonu sırasında ve her vesilede bunu reddetmek gerektiğinin altını çizdiğimizi belirten yoldaş, sonrasında sınırlı güçlerle seçim sürecinde parlamentarist olmayan, devrimci siyasi gerçekleri emekçi ve ezilenlere açıklayan, Erdoğan’ı bir emekçi seferberliğiyle süpürmek gerektiğini vuruglayan bir eylem birliğini başardığımızı anlattı. Yoldaş bizim bunu yaparken bunun sınırını da gördüğümüzü ekleyen yoldaş, bu siyasi hatta bir eylem birliğinin daha güçlü bir şekilde gerçekleştirilebileceğini ve neden gerçekleştirilmediğinin de cevabının verilmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’de demokratik hak ve özgürlükler sorununda da devrimcilerin eylem birliğinin ve bu perspektifle hareket edilmesi gerektiğinin önemini, bu konulardaki görüşleri doğru olsa bile eylem birliğinden kaçanların oportünist ve reformistlerin elini güçlendirdiğini vurguladı.
Partizan konuşmacısının belirttiği gibi Kaypakkaya’nın elbette Mao’dan ve aynı zamanda TKP-ML’den bağımsız ele alınamayacağını söyleyen yoldaş, TİİKP’nin sadece bugün değil o günkü ÇKP’nin muhataplarından biri olduğunu da belirtti. TİİKP programından ayrışmanın özünün programatik hat dışında, “Siz bu Halk Savaşını gerçekleştirmeyeceksiniz, söylediğiniz programatik görüşlere uygun bir hat çizmeyeceksiniz” olduğunu, bizim bu görüşleri programatik olarak değil ama bu tutumu benimsediğimizi ifade etti. Bu görüşlerin programatik olarak eksik olduğunu, bağlanması gereken görüşlere yeteri kadar bağlanmadığını dile getiren yoldaş, TİİKP’nin TKP’nin çöküşü/tasfiyesini Yakup Demir’e bağlarken Kaypakkaya’nın Şefik Hüsnü ve Mustafa Suphi TKP’si arasında ayrım çekmesini anlattı.
Şefik Hüsnü’nün kendinden menkul yahut bildiğini okuduğu için bu görüşleri hayata geçirmediğini, Şefik Hüsnü’nün sahip olduğu programatik görüşlerin esas kaynağına yönelmeden revizyonizmle hesaplaşılamayacağını vurguladı. ÇKP’nin Komünist Enternasyonal’in bir parçası olduğunu, Enternasyonal’in ise bir danışma kurulu değil, bağlayıcı kararlar alan, dünya devrimi hedefiyle kurulmuş ve bu kararları hayata geçirmeyi bütün seksiyonlarına dayanan bir örgüt olduğunu söyleyen yoldaş, ÇKP’nin ise Enternasyonal’in kararlarına uyacağını söylediğini ancak uymadığı için devrim yapabildiğini söyledi. Komünist Enternasyonal’de hayata geçen revizyonist çizgiye uygun bir tutum takınmadığı oranda Çin’de bir devrim olduğunu ancak buna rağmen Mao’nun da Komünist Enternasyonal’deki bu eksen kaymasıyla ve görüşlerin nerede değişitiğiyle ilgilenmediğini vurguladı. Enternasyonal’i kuranların dünya devrimi gerçekleştirilesiye kadar kapatılmaması gerektiği için kurduklarını ancak kapatanların ise buna artık gerek kalmadığını mazeret gösterdiklerini, bugün karşılaştığımız tasfiyeciliğin ve revizyonizmin köklerini daha geride aramamız gerektiğini ifade etti.
Kaypakkaya’nın daha olgun görüşlerinin sebebini açıklayan yoldaş, 71 kopuşunu gerçekleştirenlerin hiçbirinin o dalga o sırada yayılmadığı için Bolşeviklere ve Ekim Devrimi’ne esas bağlanacakları kıble olarak bakmadıklarını, devrimin yayıldığı Çin’e, Vietnam’a baktıklarını dile getirdi. Çin’e bakanların ise daha kurumsal ve olgun programatik görüşlere sahip olduklarını ancak bu görüşlerin doğum lekeleri taşıdığını ifade eden yoldaş, buradan bir kopuşun olmamasının da ÇKP’nin, tıpkı SBKP ve AEP’in uğradığı türden bir akıbete, yani tasfiyeciliğe, üçüncü dünyacılığa, burjuvazinin ileri olduğu düşünülen kesimlerin iktisadi kalkınma projelerinin desteklenmesine, BAASçı devletlerin desteklenmesine varıldığını vurguladı. 71-72 kopuşunun önderlerinin bu görüşlerin programatik temellerine ulaşmasının önlerindeki engellerden ötürü çok zor olduğunu da söyledi.
Kürdistan konusunda sadece Kaypakkaya’nın ileri bir adım atmadığını ifade eden Köz konuşmacısı,1930’lı yıllarda Hikmet Kıvılcımlı’nın da Kürdistan ve sömürge meselesinden bahsettiğini ancak Kıvılcımlı’nın kendisi kendi eliyle o görüşlerin kırk yıl hasıraltı edilmesine sebep olduğunu belirtti. 12 Mart’ın hemen öncesinde TKDP’nin Kürdistan’ın ancak silahlı bir mücadeleyle kurulacağını ifade ettiğini ve TİP’in içerisinden çıkan DDKO’cuların da, daha sonrasında THKP-C’lilerin hayatta kalanlarının önemli bir kısmının oluşturduğu Kurtuluş’çuların da Kürdistan meselesine eğildiklerini örnek gösterdi. Kaypakkaya’yı Kürdistan yahut Kemalizm meselesinde farklı kılanın sadece bunu tespit etmesi değil buna uygun tutum takınması olduğunu söyleyen yoldaş, bu kopuşun tamamlanmadığını dile getirdi. Seçme Yazılar’da Kaypakkaya’nın Lozan’ın Kürdistan’ı dört parçaya böldüğünü doğru bir şekilde ifade ettiğini ancak Lozan’ın bugün çizdiği sınırların güncel değil tarihsel bir haksızlık olduğunu söylemesini örnek gösterdi. Yüzüncü yılında Lozan’ın parçaladığı Kürdistan meselesinin ancak bir devrimle çözülebileceğini ve bunun güncel olduğunu vurgulayan yoldaş, Kaypakkaya’nın bunu görememesinin kusurlarını öne çıkartmak anlamına gelmediğini söyleyerek 71-72 kopuşu önderlerinin esas vurgulanması gereken noktasının “Oportünistlerle aynı örgütte bulunulmaz” olduğunun altını çizdi. Bir liberal partinin sol kanadı olarak çalışanlar, oportünistlerle aynı örgütte bulunanların 71-72 kopuşuna hakkıyla sahip çıkamayacağını söyleyen yoldaş, “Türkiye devrimi ancak silahla, şiddet yoluyla gerçekleştirilebilir” gerçeğini türlendirenlerin, yasal platformlar altında pespaye liberal tezlerle burjuvaziyi desteklediklerini ifade etti. Köz adına söz alan yoldaş bugünkü tablodan devrimci bir çıkış için devrimci eylem birlikleri yapma vurgusuyla sözlerini noktaladı ve panelimiz böylece sonlandırıldı.
Deniz, İbo, Çayan Savaşa Devam!
Örgütlü Devrimcilerdi, Devrim İçin Öldüler!
Devrim İçin Devrimci Parti, Parti İçin Komünistlerin Birliği!