2010 senesinde kaybettiğimiz Hasan Coşkun yoldaş adına düzenlediğimiz ve güncel siyasi sorunları tartıştığımız Hasan Coşkun Panelleri’nin 13’üncüsünü 26 Mayıs perşembe günü Halkların Demokratik Kongresi Genel Merkezi’nde düzenledik. Panelde konuşmacı olarak Çetin Eren, Mürüvvet Küçük, Başaran Aksu ve Ferda Koç yer aldılar. İlerleyen günlerde Youtube sayfamız üzerinden kaydını paylaşacağımız panelimizi haberinde yapılan konuşmaları özetleyerek aktarıyoruz.
Moderatör yoldaşın Mayıs ayı şehitlerini andığı girişten sonra saygı duruşu yapıldı ve Enternasyonal okundu.
Panelde ilk sözü Çetin Eren aldı. Yoldaş, konuşmasının ana odağının Köz’ün arkasında duran komünistlerin sınıf mücadelesi içerisinde yaptıkları somut çalışmalardan edindikleri deneyim ve çıkarttıkları derslerin oluşturmayacağını belirtti. Bunun sebebi olarak ise ilk olarak Köz’ün arkasında duran komünistler olarak tekil tekil deneyimlerden konuşmanın Ekim Devrimi gibi tüm deneyimleri kapsayan ve aşılamamış bir deneyim varken eksik olması olduğunu belirtti. Öte taraftan ise yine öznel deneyimlerin 60’ların ortasından bugüne kadar yapılan mücadelenin birbirinden kopuk parçalarından ibaret kalacağını anlattı. Komünistlerin, tüm bu birbirinden kopuk deneyimleri buluşturacak bir parti mücadelesi verdiğini belirtti.
Bu nedenle konuşmasında sınıf mücadelesinin birbirinden kopuk bir şekilde yürütülmesini evvela konu edeceğini söyledi. Osmanlı’nın son döneminden bugüne kadar yürütülen mücadelelerin gelişmediğini söylemenin haksızlık olacağını belirtti. Bu topraklarda sınıf mücadelesinde iki önemli eşik olduğunu belirtti. Bunlardan ilkinin 1917-1938 arası süren Ekim devrimi ile başlayarak Dersim ayaklanması ile biten dönem, ikincisinin ise 60’ların ortasından başlayıp 19 Aralık sürecine kadar devam eden bir süreç olduğunu anlattı. Bizim ise bitmiş olan bu iki dönemin ardından bugün sınıf mücadelesinde yeni, 3’üncü bir dönemin başlangıcının arefesinde olduğumuzu vurguladı. Bizim açımızdan önemli olanın ise Mustafa Suphilerle başlamış ilk dönemin 1938’de tamamen tasfiye edilebilmiş olmasının karşısında 60’ların ortasında başlamış olan dönemin bir şekilde tasfiye edilemediğini ve bu durumun önümüzdeki süreç için belirleyici olacağını anlattı. Sonrasında yoldaş bugünkü siyasi duruma dair şunları anlattı:
“Bugün emekçileri örgütlemek lazım diyen bir dizi girişim var. Bunlar da Türkiye’de devrimci hareketin filizlenmesi, serpilip gelişmesi için bulunulan girişimler. Bu anlamda önümüzde duran temel sorunun da siyasi bir sorun olduğunu, “herkes sınıf mücadelesini bulunduğu yerde büyütsün” nevinden bir sorun olmadığını, sorunun devrimci güçler bir şekilde tasfiye edilememişken burada hangi siyasi noktalarda sınıf mücadelesinin ortaklaştırılabileceğidir.
Bu sorunun kendisi siyasi bir sorunsa bir devrimci parti yaratılamadan çözülebilecek bir sorun değildir. bunun bir devrimci parti kurulana kadar mücadele yürütmemek anlamına gelmez. Bugün önümüzdeki sorun bu parçalanmışlığı ortadan kaldırmaksa, çözümün de işçi sınıfının sendikal bürokrasi tarafından esir alınmış kesimlerini siyasi bir mücadelenin ortaklaştırılmasından geçer.”
Sonrasında söz alan Ferda Koç şöyle bir ilk tur konuşması yaptı:
“Bugün bu kürsüden siyaset hakkında vaaz vermek yerine yaşadığımız süreçteki deneyimlerimize ve derslerimize değinmek isterim dedi. Yakın geçmişte yaşanan süreçlerin sürecin aktörleri tarafından değerlendirilmesinin kolay olmadığını, konuşmasının da mücadelenin bir öznesi tarafından yapılıyor olmasının burada değerlendirilirken hesaba katılması gerektiğini unutmamak gerekir.
Politik mücadelenin her zaman temel olduğunu unutmamak gerekir, iktisadi mücadele ve diğer mücadelelerin ise buna tabi olmalıdır. Politik mücadeleden bağımsız olarak gündelik sorunlara ilişkin gerçekleştirilen mücadeleler devrimci sonuçlar doğurmaz ancak politik bir program ve hatla birleştirilince anlamlı bir sonucu olur.”
Konuşmasının ilerleyen kısımlarında kendisinin bizzat içerisinde bulunduğu, 2000’yılların başından 2015’e kadar süren sağlık ve enerji işçilerinin örgütlenmesiyle gelişen güvencesiz işçilerin örgütlenmesine ilişkin inisiyatif olduğunu söyledi. Güvencesiz işçiler hareketinin 2015 sonrasında taşeronlu işçilere kadro verilmemesi ile başlayan ve işçilerin dağıtılması ile sonuçlanan süreçle dağıtıldığını anlattı.
Devamında söz alan Mürüvvet Küçük konuşmasına Türkiye tarihinde inişler ve çıkışlarla birlikte dalgasal biçimler kazanan bir sınıf hareketi ve örgütlenme modeli olduğunu, sınıf hareketinin kendiliğindenlikle açıklanamayacağını belirtti. Çok çeşitli kaynaklarla etkileşime girmiş ve hep birlikte büyüyüp dönüşmüş bir işçi sınıfı hareketinden bahsetmek gerektiğini söyledi.
Bugün geldiğimiz noktada ise Türkiye’nin öncü devrimci güçlerinin yaşanan tasfiyeci dalgaların yeni bir sıçramayı önümüze bir ölüm kalım sorunu olarak getirmiş olmasına rağmen Türkiye işçi sınıfı tarihindeki birikimin ve deneyimlerin yarattığı özgüvenle önümüzdeki dönem için büyük bir potansiyel olduğunu, en küçük direnişin bile sınıf hafızasında yer ettiğini vurguladı.
Yakın dönemde Tekel direnişini önemli bir nokta olarak ifade eden Küçük, bu süreçten sonra bir taraftan geriye çekilme süreci olduğunu öte taraftan ise yeni örgütlenme anlayış ve çabalarının boy gösterdiğini, çeşitli somut örgütlenme biçimlerine yönelişlerin başladığını söyledi. İnşaat-İş’in, ev emekçileri arasında örgütlenmenin bunların birer örnekleri olduğunu anlattı. Bu arayışlar çok mütevazi de olsa sınıf içerisindeki arayışlar açısından dinamik yaratacak kıvılcım vasfı taşıyabileceklerini aktardı.
Bu süreçte sınıfın farklılaşmasına adapte olabilen yeni modellerin ortaya çıktığını, bunlar henüz bütünlüklü bir yapıda olmasalar da umut verici bir nitelikleri olduğunu, öncü güçlerin de işçi sınıfını daha güçlü hareketlerle buluşturacak daha güçlü örgütler yaratması gerektiğini, bu görevi yerine getirmek için güçlü bir birleşik mücadele hattı örmek gerektiğini belirterek sözlerini noktaladı.
İlk turun son konuşmacısı Başaran Aksu konuşmasına işçi sınıfı mücadelesinde yaşamını yitirenleri anarak başladı. Sovyet çözülüşü öncesi siyasi durumla sonrasını birbirinden ayırmak gerektiğini belirten Aksu, Sovyetlerin varlığının işçi sınıfı mücadelesi üzerindeki siyasi ve psikolojik etkisinin mücadelenin seyrini belirlemede önemli olduğunu ve Sovyetlerin çözülmesinin bir geri çekilme, mağlubiyet yarattığını aktardı. Bu dönemden sonra bu ayrımı yapmadan ilerleyenlerin de olduğunu ancak bunun doğru olmadığını belirtti. Bunun yanı sıra ortodoksiyi de, klasikten tamamen kopmanın da kendilerince yanlış olduğunu belirtti. Temel kaideleri ve şiarlarından kopmamanın önemli olduğunu her yeni şeye koşmamak gerektiğini fakat aynı zamanda da mücadeleyi yenileyip geliştirmek gerektiğini ifade etti.
Denizlerin, Mahirlerin iddialarının 70’lerde farklı devrimci stratejiler olduğunu, iktidarı almaya ilişkin farklı yönelimleri ifade ettiğini ancak 90’larla birlikte bunların da ya hepten rafa kalktığını ya da da söylemsel düzeyde benimsenmeye başlandığını, tamamen terk edildiğini anlattı.
Tüm bu olumsuz unsurlar bir kenara bugün dünyada bir paylaşım kavgası olduğuna değinen Aksu, büyük bir proleterleşme dalgası içerisinde olduğumuzu belirtti. Bir taraftan bu gelişme iyi bir nesnellik yaratırken fikri düzeyde aynı düzeyde olmadığımızı, marksizm yönünden bir rüzgar esmediğini bunun da büyük bir eksiklik olduğunu aktardı. Dünyada gelişen hareketlerin sağ popülizmin üzerinden geliştiğini ancak dünyada büyük bir proleterleşme durumu da olduğunu aktardı. Bu yenilgi döneminde devrimin hemen bir adım ötede olduğunu söylemenin yanlış olacağını, bizim bu dönemi geleceğe taşımak görevini yerine getirmemiz, sorunlarımızın çözümüne odaklanmamız gerektiğini aktardı. Dolayısıyla bir fabrika işçisi gibi bir komünistin de bu gerçekliğin bilincinde olarak çalışması gerektiğini, bu gerçekliği gözardı ederek bir mücadele pratiğini büyütmenin de mümkün olmadığını aktardı.
“Yarın emekçilerin iktidar olması mümkün değil, cephanemizde eksiklikler var ancak somut gelişmelerle gelecekte olmalarının potansiyeli de mevcut. Bu somut gerçekliği aktarmalıyız.”
Burjuvazinin işçi sınıfının içine soktuğu bir dizi yapılanmasını geriletmeden, Türkiye’de sosyalist bir devrimin olamayacağını belirten Aksu; bu yapılarla barışık olan barış, özgürlük gibi burjuva kavramların sosyalizm olarak pazarlanarak Türkiye’deki siyasi örgütlerin de çeperine sokulduğunu aktardı. Bu anlayışı terk etmeden Türkiye’de devrimci bir gelişme olmayacağını vurguladı.
İlk tur konuşmalarının ardından soru cevap bölümüne geçildi.
Soruların ardından ikinci tur konuşmalarına geçildi.
İkinci turun ilk konuşmacısı Başaran Aksu, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin Kürt işçiler arasında yüksek bir politizasyon yarattığını, bunun sendikal örgütlenmeleri de artırdığını, İnşaat-İş’in de bunların bir örneği olduğunu belirtti. Göçmen emekçilerin de bugün geçmişte dipte yer alan Kürt işçilerin de altına yerleştirildiklerini belirtti. Kürt işçilerin hareketinin sınıfsal bir hareket mi yoksa ulusal mı olduğunun tartışmalı bir husus olduğuna değindi.
Toplumsal örgütlenmelere komünistlerin yaklaşımında ilkeler kadar tarzın da önemli olduğunu belirten konuşmacı, komünistlerin halka inisiyatif vermeleri, onları karar verici konuma getirmeleri gerektiğini vurgulayarak sözlerini noktaladı.
Başaran Aksu’nun ardından söz alan Mürüvvet Küçük, işçi sınıfına sınıf olma vasfının büyük oranda kaybettirildiğini vurgulayarak sözlerine başladı. Bu kapsamda, işçi sınıfının ruhsal bütünlüğünü yaşayabileceği örgütlenmeler için buna yönelik yöntem ve biçimlerin geliştirilmesi gerektiğini belirtti. Bugün eskiden olduğu gibi çeşitli perdelere dahi ihtiyaç duymadan işçilerin öldürüldüğü bir dönemde olduğumuzu bahseden konuşmacı, buna karşın sınıfın da bir yumruğu, gücü olduğunu ona hissettirecek, sınıfın içerisindeki öncü güçleri sürecin içerisine katacak ve sınıfın şiddet diliyle birleştirecek bir politikanın önemli olduğunu düşünüyoruz, bunun süreklileştirilmesi ve işçilerin kendileri yapar hale getirilmesi gerektiğini savunuyoruz dedi.
Sınıf mücadelesinin birleşik bir hatta yürütülmesi konusunda ise grup çıkarlarını değil, sınıfın genel çıkarlarını savunarak her mücadeleyi sahiplenmek gerektiğinin altını çizdi. Devrimci güçler açısından ise tabanda halihazırda direniş içerisinde olan güçlerini sakınmasızca birleştirmeleri gerektiğini, böyle bir kültür filizlendirilmesinin ödev olduğunu belirtti. Alanda mücadele yürüten güçlerin sorun çözmek için birlikte kafa yordukları ve hareket ettiklerini ancak siyasal düzlemde bunu daha gelişkin bir kapsamda geliştirmenin o kadar kolay olmayacağını söyledi. Alandaki birlikteliğin bile başlı başına anlamlı olduğunu ve yol açıcı olacağını belirterek sözlerini noktaladı.
Mürüvvet Küçük’ün ardından söz alan Ferda Koç, mücadelenin iki kanatlı olduğunu, politik mücadeleyi ihmal etmenin burjuva siyasetçilerin peşine takılmakla sonuçlanacağını; pratik harekete emek vermemenin, sorunlarına eğilmemenin de sekter bir tutuma sevk edeceğini belirtti. Ne var ki, siyasi düzlemin tamamen kitlelere endekslenmesi durumunda kitlelerin gündelik gündemlerinin siyasetinin eksenini belirlediğini, oysaki devrimcilerin görevinin işçi sınıfının dar ve gündelik çıkarları ile genel çıkarlarının birleştirilmesi olduğunun altını çizdi.
“Türkiye’de sendikal hareketin bir sorunu yok, devrimci hareketin sorunu var” diyen konuşmacı, işçi sınıfının gündelik baskılara karşı savunma mekanizmalarını örgütlenmesi konusunda devrimci hareketin krizi olduğunu belirtti. Sendikal hareketin bir iş modeli olarak tıkanmadığını, devrimcilerin sendikalarda faaliyet yürütmesinin tıkandığını söyledi.
Son olarak söz alan Çetin Eren, işçi hareketlerinin yenilmesinin doğal olduğunu vurgulayarak konuşmasına başladı. Metafizik olarak işçi hareketi için mükemmel bir model aramanın, dahiyane projeler aramanın birtakım müspet sonuçlar doğurması mümkün olsa da bunun nihai bir sonuç yaratmayacağını belirtti.
Süreklilik sorununun esas olarak devrimcilerin örgütlenmesinde aranması gerektiğini zira sürekli bir sınıf örgütünde faaliyet yürütecek sürekli bir devrimci örgütü olması gerektiğini belirterek sözlerine devam etti. Devrimcilerin parti eksikliğinin üzerinden atlanarak ortaya konulan her türlü arayışın Amerika’yı yeniden ve hatta daha elverişsiz metodlarla keşfetmek anlamına geldiğini vurguladı.
Sınıf mücadelesinin merkezinde politikanın durması konusunda Lenin’in sözlerini hep akılda tutmamız gerektiğini belirttikten sonra Lenin’in aynı kitabın sonunda tüm Rusya’yı kucaklayacak bir parti yaratma görevine işaret ettiğini hatırlattı.
Türkiye’de işçi hareketinin merkezi bir rol oynadığını aktarırken Gezi, Kobane, DTP’nin 2007’de bağımsız olarak seçimlere girmesini örnek gösterdikten sonra hal böyle iken merkezde duran bu etkiye karşın sırtını siyasete dönerek mahalle, işyeri çapında çalışma yapmanın güçsüzlüğünü aktardı. Bu durumun muhtelif işçi direnişlerinin peşinde koşmaya, anayasa sorununu ise CHP’ye havale etmeye yol açacağını aktardı.
Panelimiz 2. tur konuşmalarının ardından sona erdi.
İstanbul’dan Komünistler