HDK’nin düzenlediği ‘Göçmen ve Mülteciler: Yurtsuzluk-Vatansızlık Girdabında Yükselen Irkçılık mı, Halkların Özgürlüğü mü Kazanacak?’ başlıklı, Gülseren Yoleri ve Adem Maarastawi’nin konuşmacı olduğu etkinliğe katıldık.

Etkinlik İHD’den Gülseren Yoleri’nin sunumu ile başladı. Türkiye’deki mültecilerin resmi statüde olmadığı belirten Yoleri, bu sebeple birçok hak ihlali yaşandığını dile getirdi.

Mülteci grubunun da asıl amacının Türkiye’den bir Avrupa ülkesine geçiş yapmak ve orada mülteci statüsü kazanmak olduğunu dile getiren Yoleri, Suriyelilerin Türkiye’ye gelmesiyle beraber bir karmaşa yaşanmasıyla birlikte ilk başta nasıl bir statü verileceğinin tam tespit edilemediğini dile getirdi. 2013 yılında yabancılar kanununun çıkmasıyla birlikte geçici koruma statüsüyle geçici düzenlemeler gerçekleştirilse de bu düzenlemelerin sağlık ve eğitim dışında başka bir şeyi kapsamadığının altını çizerek bu düzenlemelerin genişletilmesi gerektiğini belirtti. Göçmenlere dönük nefret saldırılarının git gide arttığından bahsederek özellikle göçmen kadınlara yönelik şiddet ve istismarın artış eğiliminde olduğunu değindi. Uluslararası koruma başvurularının yanıtsız kaldığını dile getiren Yoleri, Türkiye’deki yetkililerin bu başvuru mekanizmalarının önünü kapattığının altını çizdi. Bu sebepten ötürü kaçak yolla geçmeye çalışan birçok göçmenin varlığından bahsederken, bu göçmenlerin Türkiye’yi insanca yaşanacak bir yer olarak görmediklerini belirtti. Bununla birlikte, insan hakları ve mülteci haklarını savunuyormuş gibi gözükse de AB’nin de sınırlarını göçmenlere karşı koruduğunu ve bu sebepten birçok göçmenin sınır ötesine geçerken yaşamını yitirdiğini dile getirdi. Sorunların çözümü için göçmen meselesine bütüncül bir yaklaşım geliştirilmesi, Türkiye’nin ve AB ülkelerinin yaklaşımlarını gözden geçirmesi gerektiğini dile getirdi.

Ardından, Adem Maarastawi söz aldı. Suriyeli Adem Maarastawi, Suriye’den Türkiye’ye gelen mültecilerin bir korku içinde geldiklerini ifade ederek, ilk aşamada Suriye savaşından bir yıl sonra geri döneceklerine düşündüğünü belirtti. Türkiye’de herhangi bir sosyal haklarının olmadığını dile getiren Maarastawi, ‘Bu sistemin içerisinde kendimize yer bulmak çok zormuş” dedi.

Türkiye’deki işverenlerin Suriyelileri ucuz iş gücü olarak gördüğünü belirten Maaraswati. ‘Hiçbir hakkımız olmuyor. İlk geldiğimde bir yerde 600 TL’ye çalışıyordum ve bundan çok memnundum. Çünkü başka çarem yoktu. Ucuz bir şekilde çalışıp başka birine muhtaç olmak istemedim. Benim bir şekilde yaşamam gerekiyor. Yaşamak için birçok hakkımdan vazgeçtim” dedi. Suriye’den gelen 4 milyona yakın mültecinin Türkiye’de kalmak istemediğini ifade eden Maarastawi, “Çünkü burada insan olarak görülmüyoruz ve haklarımızı alamıyoruz. Bundan dolayı gitmek istiyoruz. Çünkü, sokaklarda, ev baskınlarında dayak yedik ve aşırı sıkıntılar yaşadık” ifadelerini kullanarak ‘Türkiye’de köklenmiş bir ırkçılık var.’ dedi.

Ardından soru-cevap, görüş belirtme bölümüne geçildi.

Salondan söz alan katılımcılardan biri, Rojava Devrimi’nde somutlanan özyönetime dayanan üçüncü yol çizgisinin göçmen sorununa çözüm olup olamayacağını sordu. Bir diğer katılımcı ise ‘Suriyelilerin göçünden bahsediliyor, ama Kürtlerin göçünden hiç bahsedilmedi. Kürtlerin göçünü nasıl değerlendirmek gerekir?’ diye sordu. Bir başka katılımcı ise Rojava pratiğinin Suriyeliler nezdinde bir değişim yaratıp yaratmadığını sordu.

Gülseren Yoleri, ‘iç göçün’ de önemli bir mesele olduğunu ve incelenmesi gerektiğini belirterek Kürtlerin de benzer sorunlar yaşadığını dile getirdi.

Yoleri’den sonra biz de KöZ adına söz alarak görüşlerimizi dile getirdik. Öncelikle ‘iç göç’ kavramının sorunlu olduğunu, Kürdistan’ın Türkiye’nin bir parçasıymış gibi görülüp ‘iç göç’ tanımının yapılmasının Misak-ı Milli’ci bir anlayışa dayandığını belirterek bu kavramın kullanılmaması gerektiğini ifade ettik. Türkiye’ye zorunlu göç ettirilen Kürtlerin, Türkiye sol-sosyalist hareketinin önemli kadroları ve işçi sınıfının en proleter ve militan kesimleri haline gelerek demokrasi mücadelesinin motor gücü olduğunu ifade ettik.

Buradan yola çıkarak, Türkiye sathında yaşayan göçmenlerin demokrasi mücadelesine katılmasının önünde hiçbir engel olmadığını, Manifesto’da dile getirilen ‘işçi sınıfının vatanı yoktur’ saptamasından hareketle, göçmen işçileri de demokrasi mücadelesinin bir paydaşı kılmanın komünistlerin sorumluluğu olduğuna işaret ettik. Bunun için de sınıfın parçası göçmenlerin en temel sendika, sigortalı çalışma ve eşit işe eşit ücret hakkını savunmanın zorunlu olduğunu, göçmenler için vatandaşlık talebinin yükseltilmesi gerektiğini dile getirdik. Bu talebin yükseltilmesinin işçi sınıfının bütünlüğünü sağlama, işçi sınıfı üzerinde hakim olan şoven ideolojiyi kırmaya vesile olacağını belirttik. Demokrasi mücadelesini büyütmenin önündeki en büyük engelin ise göçmenleri sınır dışı etmeyi siyasetinin başat unsuru haline getiren Millet İttifakı ve yörüngesinde dolananlar olduğunun altını çizerek, Ümit Özdağ gibi bir figürün ise Millet İttifakı’ndan cesaret alarak siyaset sahnesinde kendini var edebildiğini ifade ettik. Göçmenlerin ve ezilenlerin haklarını savunduğunu iddia edenlerin, Rojava’nın ve ezilenlerin düşmanı Millet İttifakı’na geçelim yaklaşan seçimlerde oy vermeyi, Millet İttifakı ile herhangi bir siyasi düzlemde yan yana geldikleri durumda göçmenlerin hakkını savunamayacağını vurguladık.

Etkinlik, moderatörün ‘Önümüzdeki süreçte sol birlikte neler yapmalı?’ sorusuyla devam etti.

Birlikte Yaşamak İstiyoruz’ inisiyatifi adına söz alan bir katılımcı, mevcut sol akımların birçok konuda ayrı düştüğünü, ortak noktalar bulmakta zorlanıldığını belirterek; en azından göçmenleri içeren kampanyalar yapılması gerektiğini, önümüzdeki seçimlerde sol sosyalist odakların göçmen haklarını da savunan bir program etrafında bir araya gelerek ırkçılığın geriletebileceğini dile getirdi.

Ardından bu konuya ilgili de görüşlerimizi aktarmak için tekrar söz aldık. Öncelikle, dünya genelinde emperyalistler arasındaki alevlenen çıkar çatışmalarının krizleri de derinleştirdiğini, gerileyen ABD ile birlikte Amerikancı projelerin birçoğunun tutmadığını ve tutmayacağını; Ukrayna-Rusya savaşı, Sri Lanka ve Kazakistan örneklerini vererek açıkladık. Amerikancıların Türkiye projesinin Erdoğan’ı Millet İttifakı aracılığıyla seçimlerle kuşatarak göndermek olduğunu fakat bu projenin de kaybetmeye mahkum olduğunu dile getirdik. Millet İttifakı’nın Erdoğan’ı gönderebilecek kapasiteye sahip olmadığını belirterek Erdoğan sorununun çözümünün Sri Lanka’daki gibi kitlesel eylemlerin yolundan geçtiğini vurgulayarak demokrasi mücadelesi verdiğini iddia edenlerin tarihi sorumluluğunun da bu yolu döşemek olduğunu ifade ettik.

Sefaletin, siyasi baskının ve şovenizmin cenderesinin ancak devrimcilik iddiası taşıyanların ve demokrasi mücadelesi verenlerin, Rojava’nın düşmanlaryla, Kandil’i bombalayacağını ifade edenler ile tüm bağları kopartarak yan yana geldiklerinde kırılabileceğini dile getirdik.

2023 seçimlerinin devrimciler açısından önemli bir fırsat olduğunu, devrimcilerin ‘İki turda da Rojava’nın düşmanlarına oy yok!’ diyen bir ortak aday etrafında birleşerek seçimlerden ezilenlerin ve emekçilerin bağımsız birleşik mücadelesini örmek adına faydalanabileceğini dile getirdik.

Düzen İttifaklarına…İşgalcilere…Rojava’nın Düşmanlarına… İki Turda da Oy Yok!

Cumhur İttifakından Amerikancı Yolla Değil Sri Lanka’daki Gibi Kitlesel Eylemlerle Kurtulacağız!

Beşiktaş’tan Komünistler