HDK’nin 4 ayaklı olarak planladığı Yaz Tartışmaları etkinlik dizisinin birinci ayağı “Küresel kapitalizm nereye? Yeni savaşlar, yeni sömürgeler mi; yeni devrimler çağı mı?” ana başlığıyla 31 Temmuz Pazar günü gerçekleştirildi. TİP’li Foti Benlisoy ve SODAP’lı Mehmet Yılmazer’in konuşmacı olduğu etkinliğe KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak katıldık ve görüşlerimizi paylaştık.

HDK Eş Genel Başkanı Cengiz Çiçek yaptığı giriş konuşmasında “İdeolojik ve politik olarak derinleşme isteğinin bir sonucu olarak bu etkinlik serisini başlattıklarını” ifade etti. Bunu takiben etkinliğin ilk oturumu “Kapitalizmin krizi mi, çöküşü mü?” başlıklı ilk oturuma geçildi.

İlk sözü SODAP’lı Mehmet Yılmazer aldı. Küreselleşmenin 2008’de iktisadi, Trump’ın ABD Başkanı seçildiği 2016’da ise siyasi olarak çöktüğünü ve bunun başka bir yere evrileceğini söyleyen Yılmazer, Lenin’in Emperyalizm kitabını yazdığından daha farklı bir dönemde olduğumuzu, 1. Körfez Savaşı’nda emperyalistlerin bir arada hareket etmesini örnek vererek açıkladı. Kautsky’nin Ultra Emperyalizm tezini hatırlatan Yılmazer; Irak Savaşı’nda -silahla olmasa da- ABD ile Avrupalı emperyalistlerin birbirleriyle savaşmasının bu tezi çürüttüğünü söyledi.

Sonrasında Foti Benlisoy söz aldı. Sermaye birikiminin tıkandığından söz eden Benlisoy, sermaye sınıfının hegemonik yönetim kapasitesindeki daralma ile birleşince krizin daha da derinleştiğini ifade etti. Küresel hegemonik güç olarak ABD gerilerken Çin’in yükseldiğini, aynı zamanda bir bölgeselleşme dinamiğinin de söz konusu olduğunu söyleyen TİP’li konuşmacı; “70’lerde olan ulusal devrimci konjonktür şu anda yok. Sermaye krizle de boğuşsa, güçlü bir işçi sınıfı tepkisiyle karşılaşmıyor. Kapitalizmin doğal ölümü yoktur.” dedi.

Soru görüş bölümünde ilk sözü HDP Milletvekili Musa Piroğlu aldı. Çin’in bu konjonktürde nereye oturduğunun açıklanmasını isteyen Piroğlu, “yeniden paylaşımın tarafları kimlerdir” diye sordu. Söylenenlerin aksine, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın öncesine benzer bir dönemden geçtiğimizi vurgulayan Piroğlu; “Ya barbarlık ya Sosyalizm arasında bir yere sıkıştık” dedi.

Görüşlerimizi dile getirmek üzere biz de söz aldık. Mehmet Yılmazer’in küreselleşmenin/kapitalizmin tıkanışına dair tespitlerine, “Bunlar, 165 yıl geç kalmış tespitlerdir. Zira 1848 yılında kaleme alınan Komünist Manifesto’da ‘Bu noktadan sonra burjuvazinin insanlığa vaat edeceği bir şey yoktur.’ tespiti yapılmıştır.” diye yanıt verdik. “Fakat bu, ‘kapitalizm çöküyor, bitiyor’ demek değildir. Foti Bey’in de belirttiği üzere, kapitalizmin doğal ölümü olmaz. Onu yıkmak gerekir. Yine Foti Bey, ‘2008’de, pandemide ve çeşitli global krizlerde insanlar sosyalizmi hatırlıyor’ sözleri ile önemli bir noktaya değindi. Kitleler kriz anlarında devrimci propagandaya açık olurlar ve sosyalist siyaset imkân bulur. Fakat pandemi dönemi dönemine baktığımızda devrimcilerin sokaklardan çekildiğini ve hükümetten önlem talebinde bulunduklarını görüyoruz. Tarih, devrimcilerin bu hatalarıyla doludur. Kapitalizmin yıkılmamasının nedeni de devrimcilerin tarih boyunca takındıkları çeşitli hatalı tutumlardır.” diyerek konuşmamızı tamamladık.

Soru/görüş bölümünün ardından, “Dünya savaşının içinde miyiz kapısında mı?” başlıklı ikinci tura geçildi. Foti Benlisoy konuşmasına önceki turdaki soru ve görüşlere yanıt vererek başladı. “İşçi sınıfının ve solun belirgin bir düşüşü var” diyen TİP’li Benlisoy, bunun yanı sıra sermaye sınıfının hegemonya oluşturma kapasitesinde de ciddi bir daralma olduğunu söyledi. ABD’nin egemen güç olmasının 2. Dünya Savaşı’nın peşine gerçekleştiğini hatırlatan Benlisoy, kimlerin emperyalist olduğuna dönük tartışmaya dairse “Lenin’in emperyalist olarak tanımladığı Rusya ve Japonya, iktisadi olarak baktığımızda bu kategoriye pek yerleşmiyor.” sözleriyle katkı sundu.

Mehmet Yılmazer 2. Tur konuşmasına “Bölgesel savaşların nereye varacağını kimse bilemez” diyerek başladı. Avrupa kendi doğusuyla ilişkilerini kuvvetlendirirken ABD egemenliğinin dibe doğru ilerlediğini söyleyen Yılmazer, 3. Dünya Savaşının patlak verebileceği bir mayın tarlasında savaşılsa da, kimsenin savaşı sonuna kadar götürmediğine vurgu yaptı. Rusya ve Çin’in bugün emperyalist paylaşımın aktörleri olmadıklarını; fakat Çin, Rusya ve diğerlerinin eşiğe gelseler dahi geçmişteki gibi emperyalist paylaşımı tekrar etmeyeceklerini ifade eden SODAP’lı Yılmazer: “Geçmişte olumlu sonuçlar olmadığını gördüler. 1. Paylaşım Savaşı tekrar olsa bizce fena olmaz tabii. Ama ABD onu da göze alamaz. Bunun bir yok oluşa götüreceğinin farkındalar. Dolayısıyla 1. Dünya Savaşındaki koşulların tekrarlanmasına imkân yok. Bundan kaçmak istiyorlar.” dedi.

Ardından soru/görüş bölümüne geçildi. İlk sözü yine Musa Piroğlu aldı. Türkiye solunda anti emperyalizmin ABD karşıtlığı olarak anlaşılmasının sonuçlarını ezelden beri gördüğümüzü söyleyen Piroğlu; ABD’ye karşı Saddam, Esad gibilerin desteklendiğini hatırlattı. Ukrayna Savaşı’nda ABD’nin başarısız sonuçlar aldığını belirten Piroğlu, 1. Dünya Savaşına giderken de böyle bölgesel savaşların yaşandığını söyleyerek konuşmacıların “farklı dönemler” iddialarına karşı çıktı. Enternasyonale ve devrimcilerin bir araya gelmesine duyulan ihtiyacın bugün hiç olmadığı kadar fazla olduğunu ifade eden Piroğlu, bu bir araya gelişin ille de tek bir partide olması gerekmediğini söyledi. HDP vekili, “Sınıfsal ve teorik kökenlerimize dönmeliyiz. Savruluyoruz.” diyerek sözlerini bitirdi.

Sonrasında biz söz aldık. Söz alanların uzlaştığı “ABD geriliyor” tespitine KöZ olarak katıldığımızı, bunun yanı sıra Çin’in de yükseldiğini fakat savaşmaktan geri durduğunu ifade ettik. Emperyalizm tanımının da bununla ilişkili olduğunu, Foti Benlisoy’un farklı bir gayeyle verdiği Lenin’in emperyalist ülkeler örneklerine başvurarak açıkladık. “Bir ülkenin emperyalist olup olmadığına iktisadi skalalardaki derecelerine bakılarak karar verilemez. Sınırları ötesinde konuşlandırılmış bir askeri varlık sahibi olması gerekir. Ukrayna Savaşı’nda da örneğini gördüğümüz üzere Çin bundan geri durmaktadır. Bu temkinli tavır Çin’e özel değildir. Mehmet Yılmazer’in de belirttiği üzere bu güçler bir savaşı sonuna kadar götürmekten geri durmaktadırlar. Bunun bir örneğini Türkiye’de de görmekteyiz. Erdoğan’a karşı mücadeleyi sonuna kadar götürmekten geri duran, kitlelerin harekete geçmesini istemeyen Amerikancı muhalefet de aynı endişelere sahiptir. Bunun arkasında dünyada ve Türkiye’de hâkim olan devrimci durumdur. Bir savaş sonuna kadar gittiği takdirde nereye varacağından emin olamayan hâkim sınıf, kitlelerin inisiyatifi ellerine aldığı durumdan imtina etmektedir. 1. Paylaşım Savaşı’ndan ders çıkaran egemenler, bugünkü devrimci durumdan korkmakta ve akıllarına gelen ihtimalden kaçmaktadırlar. Fakat ne kadar kaçarlarsa kaçsınlar savaşmak, işçi sınıfını silahlandırmak zorunda kalacaklardır. Bugün avantaj devrimcilerdedir. Egemenler nasıl tarihten ders alıyorlarsa bizler de almalıyız. Bu dersin; muzaffer Ekim devrimini yaratan Bolşeviklerden mi, yoksa sosyal şoven 2. Enternasyonalcilerden mi alınacağına karar vermek gerekir. Ukrayna Savaşı’nda da bu ayrım açığa çıkmıştır. 2. Enternasyonal mirasçıları kendi hükümetlerinin yanında dururken; Bolşeviklerin mirasını savunanlar, uluslararası komünist bir merkezi, ihtiyacını duyduğumuz enternasyonal partiyi yaratmak için sorumluluk alma çağrısında bulunmuşlardır. Bu sorumluluğun bilincinde olanlar, ilk olarak yanı başımızdaki Kürdistan’a bakmalıdırlar. Zaxo saldırısının ardından Türkiye İşçi Partisi bir açıklama yayınladı. Bu açıklamada ‘Türkiye’nin rolü barış olmalıdır’ dendi. Kürdistan’ı ilhak ve işgal eden Türkiye’nin rolü asla barış olamaz. Türkiye’nin bu bölgede ‘yapıcı’ bir rolü olmasını arzu edenler, bu işgalci burjuva diktatörlüğünü ‘yıkıcı’ nitelikte bir faaliyeti, yani devrimciliği benimseyemezler. Bu tutum barış çağrıları ile gizlenemez. Manifesto’nun en popüler cümlesinde belirtildiği üzere, ‘toplum tarihi sınınf savaşımları tarihidir’ ve devrimciler bu savaştan kaçamazlar.” çerçevesinde bir konuşma yaparak görüşlerimizi aktardık.

Bizim ardımızdan bir dinleyici, Kürt hareketinin etkinliklerinde ulus devlet yergisiyle karşılaştığını belirterek moderasyonu eleştirdi. Moderatör, etkinlik boyunca bu yönde herhangi bir konuşma gerçekleşmediğini söyledi.

Etkinliğin “Çok merkezli hegemonya savaşları mı, dünya-sistem hegemonya kayması mı” başlıklı 3. oturumu ile “21. Yüzyıl devrimleri, enternasyonalizmi ve sosyalizmi” başlıklı 4. oturumunun birleştirildiği son oturumuna geçildi. Güncel koşulların tartışıldığı son oturumda ilk sözü TİP’li Benlisoy aldı. Toplumsal patlamaların olduğu bir dönemin ardından pandemiyle bir geri çekilme olsa da bunların yeniden başlayacağını ifade eden Benlisoy, bunların ne sonuç doğuracağını bilmediğini söyledi. Arap coğrafyasının hala kaynadığını belirten Benlisoy; Tunus ve Sudan’da daha örgütlü olan halkın, kazanımların geri alınmasına dönük saldırılara direndiğini söyledikten sonra Suriye örneğini hatırlattı ve bir gücü başkasına tercih etmenin hareketi yozlaştıracağını vurguladı. Bugün felaketten felakete sürüklenirken devrim fikrine dönmek gerektiğini belirten Benlisoy; sosyalizmin yenilgisinin ardından itibar kaybettiğini, ideolojik bir yenilgi aldığımızı, kapitalizme bir alternatif düşünülemez hale geldiğini iddia etti. Sokakta güçlü olsak da taleplerin geri olduğunu söyleyen TİP’li konuşmacı, fikri düzeyde kendini kitleyen bir devrimci hareket olduğunu ifade etti ve önümüzdeki dönemde yıkım ve devrim ayrımının karşımıza daha çok çıktığı bir dönemece gireceğimizi sözlerine ekleyerek konuşmasını sonlandırdı.

SODAP’lı Yılmazer’in son oturumdaki konuşması sosyalizmin değişen koşullardaki varlığına dairdi. Eski mücadelenin ezildiğini, başka bir dönemde olduğumuzun farkına varmak gerekliliğini vurgulayan Yılmazer; Bolşevik devriminin gerçekleşebilmesinin nedeni olarak kalabalık işçi havzalarının varlığını işaret etti ve bugün bir Bolşevik devrimi beklemenin zor olduğunu, eski büyülü formüllere uymadığı için Latin Amerika devrimlerini göz ardı ettiğimizi söyledi. Yeni örgütlenme biçimleri yaratamadığımızı, bugün bir devrimin olabilmesi için en temek koşullardan dahi uzak olduğumuzu, yüzde 1 ile yüzde 99 arasında felaket bir uçurum olsa da oradan devrim çıkmasının zor olduğunu söyleyen SODAP’lı konuşmacı; Sri Lanka örneğinde de görüldüğü gibi halk ayaklanmalarının devrime varmadığını ifade etti.

Son soru/görüş kısmına geçildiğinde ilk sözü ESP’li bir katılımcı aldı. İsyanlar çağında olduğumuzu, fakat bu isyanların devrime varmadığını belirten katılımcı; bunun gerekçesi olarak önderlik boşluğunu işaret etti. Patlak veren yeni işçi eylemleri olduğunu ifade eden katılımcı, bütün hareketlerin devrimci önderlik etrafında birleşmemesinden ve bunun Türkiye’de ve dünyada bize dair bir krizi gösterdiğinden söz etti. Bolşevik devrimin aynısını beklememek gerektiğini söyleyen ESP’li katılımcı, devrimci örgütlerin Gezi’yi ileri götürememesinden ve Kürdistan ile Batı’daki eşitsiz durumdan dem vurdu.

Ardından biz söz aldık. Öncelikle kitlelerde devrim fikrinin karşılık bulmadığına dönük iddialarının asılsız olduğuna dikkat çektik ve önceki turda Foti Benlisoy’un “kriz dönemlerinde insanların sosyalizme dönmesine” dair sözlerini hatırlattık. Bugün dünyanın muhtelif yerlerinde ayaklanmalar olduğunu ve bunların devamının geleceğini söyledik. Ayaklanmaların neden devrime varmadığına dair tartışmanın sağlıklı ilerleyebilmesi için Bolşevik devrimin başarısının arkasındaki nedeni doğru tespit etmek gerektiğini ifade ettik ve bunun Mehmet Yılmazer’in iddia ettiği gibi kitlelerin işçi havzalarında toplanması olmadığını söyledik. “Zira o dönem Rusya’da kitlelerin ezici çoğunluğu kırsal kesimde yaşamaktaydı. Bolşevik devriminin alametifarikası, ona adını da veren Bolşevik parti idi.” dedik ve Leninist tipte örgütlenmiş bu devrimci önderliğin, bugün eksikliğini çektiğimiz şey olduğunu vurguladık. KöZ’ün arkasında duran komünistlerin bu eksikliğin giderilmesi için sorumluluk aldığını, komünistlerin birliğini sağlamanın bugün başlıca sorumluluğumuz olduğunu açıkladık ve sözlerimizi noktalandırdık.

Bizim ardımızdan Politika gazetesinden bir katılımcı söz aldı. Bugün devrimci durumun hâkim olduğunu, eksik olanınsa subjektif faktör olduğunu söyleyen katılımcı, konuşmacıların çizdiği umutsuz tabloyu eleştirdi. Toplumsal dönüşümü kendi ömrümüze sığdıramayacağımızı, umutsuzluk pompalamayı ise asla kabul edemeyeceğimizi belirten katılımcı, ”Yeni tanımlara gerek yok: emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşamasıdır.” dedi. Denenmiş ve başarılı olmuş devrimleri yeniden tartışmaya gerek olmadığını söyleyen katılımcının bu sözlerinin ardından etkinlik sona erdi.

Beşiktaş’tan Komünistler