*1 Mayıs 2021 Özel Sayısı’ndan alınmıştır.
2021 1 Mayısına giderken kayyımların, saldırıların ardı arkası kesilmezken şimdi de HDP’ye yönelik saldırılar yeniden gündemde. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun gözaltına alınması ile başlayan bu saldırıların devamında HDP kapatma davası gündeme geldi. HDP buna cevaben bir parti toplantısı gerçekleştirerek kapatma davasının aslında kendilerine yönelik bir tasfiye operasyonu olduğunu, saldırıların sadece HDP’ye değil Türkiye’deki tüm demokratik kazanımlara bir saldırı olduğunu ifade etti. Bu tasfiye operasyonunu boşa çıkarmak adına barıştan, adaletten, özgürlükten yana olan herkesi HDP’ye karşı operasyonlara karşı net ve açık bir tutum almaya, demokrasi için ortak mücadele adına sorumluluğu hep beraber sırtlamaya çağırdı.
Bu açıklamanın buraya kadarki soyut kısmında elbette bir sorun yok. Peki bu operasyonlara karşı Türkiye’deki demokratik hak ve özgürlükler için mücadele etme iddiasındaki kesimler ne yapmalı? Sol HDP’ye nasıl sahip çıkabilir? Bunun tarif edilen bir yöntemi var mıdır?
“Nasıl sahip çıkmalı, yöntemi nasıl tarif etmeli?” sorusuna ise söz konusu açıklamanın cevap vermediği görülüyor. Üstelik HDP’nin söz konusu bildirisi yayımlanmadan henüz iki hafta önce Pervin Buldan’ın Newroz mitinginde ‘AKP’yi sandıkta götüreceğiz’ açıklaması yaptığı göz önünde tutulduğunda, yöntem konusunda daha farklı sorular ortaya çıkıyor. Türkiye’de demokrasi mücadelesi verenlerin HDP’ye, bir sonraki seçimlerde AKP’ye oy vermeyerek mi sahip çıkması bekleniyor? Bu ve benzeri soruların yanıtını HDP’nin vermemesi ise bir hatadan, iyi düşünülmeden yapılmış bir toplantıdan, kötü yazılmış bir metinle karşımızda olmalarından kaynaklanmıyor elbette. Net bir HDP’yi savunma hattı önerisi sunamayan bu muğlak pozisyon HDP’nin siyasette kendine biçtiği rol ile yakından ilgili.
HDP’ye ve HDP’li vekillere, üyelere yönelik saldırıların yeni olmadığı Türkiye siyasetini kısa süredir takip edenler için bile açık seçik görünür hâlde. Bu kez daha net görünen konu ise, Cumhur İttifakı ile hesaplaşmayı Millet İttifakı’nın inisiyatifine ve takvimine, yani ilk seçim dönemecine havale ettiği için HDP’nin saldırılar karşısında kendini savunamaz hâle gelip Haziran 2015 seçimlerinde elde ettiği inisiyatifi elden bırakmış olduğu.
Türkiye’deki solculardan demokratlara varan geniş bir kitle HDP’nin kendisini savunamadığı tespitine katılacak ve ekleyecektir: HDP’yi kendini savunamaz haâe Erdoğan’ın/AKP’nin baskısı ve zulmü getirdi.
Oysa HDP’nin önünü asıl kesen kendi tercih ettiği siyasi çizgi haricinde bir engel değildir. En son söyleyeceğimizi baştan söylemek gerekirse HDP uzun süredir kendini siyasetsizleştiren, adeta görünmez kılan, siyaset sahnesinin kenarında bir hatta ilerlemektedir. Dolayısıyla hem kendisinin hem de kitlelerin siyasileşmesini gerektirecek durumlarda sessiz kalan pozisyonu sebebiyle, kendisine yönelik saldırılara karşı kendisini öz imkanlarıyla savunması imkansız bir hâle gelmiştir.
Bugün yanıtlanamayan saldırılar, Millet İttifakı kuyrukçuluğunun bedelidir
10 yılı aşkın geçmişine baktığımız zaman HDK/HDP’nin bir yandan kitlesel eylemlerle varlığını gösterdiğini bir yandan da eylem birliklerinden kitlesel eylemleri sınırlandırmaya, sönümlendirmeye çalışan bir hatta doğru ilerlediğini görüyoruz.
Bugün Erdoğan’a veya Cumhur İttifakı’na karşı en geniş kitlesel seferberlik adı altında HDP’nin bağımsız kitlesel etkinliklerden kaçınarak Millet İttifakı’na yedeklenmesi de, onlarla beraber hareket etmeye çalışması da şaşkınlıkla karşılanacak bir durum değildir. Bir anlamda legalist tasfiyeciliğin mecburi durağına uğramışlardır. Zaten sözde birleşik cephe savunucuları da ittifakların ilkesel birlikler olmadığından, AKP’ye karşı bir taktik yürütüldüğünden dem vurarak bu durumu meşru göstermektedir.
Ancak Türkiye’nin öznel durumu bu tasfiyeciliğin de başarılı bir biçimde gerçekleşmesini imkansız kılmaktadır. HDP bir yandan seçim içinde sadece CHP’yle değil, MHP’nin bir kanadından başka bir şey olmayan İYİP ile yan yana durup diğer yandan da kendisini var eden, 7 Haziran 2015’te barajın aşılmasını sağlayan bağımsız hattı koruması mümkün değildir. Başka bir deyişle HDP Millet İttifakı’na destek vermeyi sürdürdükçe bağımsız siyaset şansını da, bu siyasetin kendisine getirdiği gücü de yitirmektedir.
Bu sonuç kaçınılmazdır, zira Amerikancı muhalefet “kutuplaştıran Erdoğan karşısında Türkiye’nin normalleşmesi”ni savunmaktadır. Bu yüzden de herhangi bir siyasi konu hakkında kendi alternatif sözlerini söylemek yerine Erdoğan’a ve Cumhur İttifakı’na cevap vermekle kendini sınırlamakta, inisiyatifi rakiplerine bırakmaktadır.
Oysa HDP’yi ilgilendiren konuların hepsi, HDP’nin Türkiye’de varlığı da dâhil, kutuplaşmayı arttıran siyasi konulardır. Dolayısıyla HDP konusu gündeme geldiği her anda, Amerikancı muhalefetin “normalleşen Türkiye” hülyaları suya düşmekte, Kürtler, Kürdistan ve T.C.’nin bu topraklar üzerindeki işgalci konumu sorunu kendini hatırlatmaya başlamakta, sözüm ona bu topraklar üzerindeki halkları bir arada tutan ortak paydalar yerle bir olmaktadır.
Seçimlerde taktik bir tutum nedeniyle bu çizgiye kendini mahkûm eden HDP, seçimlerin üzerinden iki yıl geçmesinin ardından bu kez de 2023 seçimlerini bekler pozisyonda sessizliğini sürdürmekte. 2023’teki kutuplaşmadan AKP karşısında bir blok olarak seçimlere girme planını bozacak, Millet İttifakı’nı çatırdatacak her türlü sorun konuşulmadan, kitlelerin gündemine sokulmadan belirsiz bir seçim sonrası döneme ertelenmekte. Amerikancı muhalefetin en büyük başarısını da HDP’nin en büyük kaybını da burada aramak lazım. Amerikancı muhalefetin seçim hesaplarının kağıt üzerinde bile tutması, HDP kitlesinin oyuna bağlıyken HDP’nin Millet İttifakı’nda yer alması ise HDP’nin kendisini silik ve önemsiz, siyasetsiz hale getirmesine bağlı. Bu çelişkiye rağmen bir proje olarak Amerikancı muhalefetin başarısı HDP’nin başarısızlığına bağlıdır.
2023’te AKP’yi sandıkta devirme hesabı yapıp Millet İttifakı’yla yan yana duran HDP, İstanbul Sözleşmesi tartışılırken, kadın hakları için kavga edilirken siyasi tutsak kadınları, Leyla Güven’i, Sabahat Tuncel’i hatırlatamıyor. Boğaziçi’nde kayyıma karşı eylemlere destek verilemiyor, zira öğrencilerle birlikte yıllardır HDP’nin yakasından düşmeyen kayyımların konuşulması gerekiyor.
Millet İttifakı’nın parlattığı adaylar Muhsin Yazıcıoğlu’nu, Alparslan Türkeş’i ölüm yıldönümlerinde anarken, Kürt düşmanlığı ve son zamanların favori kavramı faşizm gündeme getirilmiyor. Gergerlioğlu’nun meclisten yaka paça göz altına alınması parlamentoya bir tahkir olarak görülmüyor, Millet İttifakı’nın diğer bileşenleri bu konuda sert tutum almaya davet edilemiyor. AKP’nin işgalci pozisyonunda olduğu Rojava gündeme gelmiyor. Böylece Kürt kadınlara, Kürt siyasetçilere, HDP’lilere, Kürdistan’a, Rojava’ya yapılan tüm saldırılar seçim ittifakını bozmamak adına kabul edilebilir addediliyor. HDP kapatılması konusunda tüm demokratlara, azınlıklara şekli ve içeriği belirsiz bir HDP’ye destek çağrısı yaparken, kendisini savunabileceği bağımsız siyasetin tüm araçlarından kendi kendini mahrum bırakmış durumda.
Her ne kadar Anayasa Mahkemesi HDP’nin kapatılması prosedürünü frenleyen bir karar vermiş olsa da bu konunun tekrar gündeme geleceğini beklemek yanlış olmaz. Daha önemlisi, bu şartlar altında HDP’yi savunmak, Rojava’dan bahsedebilmek gerici, Amerikancı Millet İttifakı’nın mı yoksa emekçi ve ezilenlerin çıkarlarının mı savunulduğuna dair bir ayrım çizgisidir.
Bugün HDP’yi savunmak HDP konusunu politikleştirmekten, eylemlere, Newrozlara, 1 Mayıslara bu gündemlerle giderek yığınların da gündemine “HDP’yi kapattırma!” şiarını sokmaktan, kitlesel eylemleri büyütmekten geçiyordu. Geçmişte HDP kendisine yönelik saldırılar karşısında, kitlesel seferberlikten imtina etse de, bağımsız siyaseti sayesinde etkili bir savunma hattı örebiliyordu.
Bugün ise bu seviyede bir başkaldırı bile mümkün değildir. Yalnızca HDP’ye saldırılar değil, Kürtleri, Kürdistanı veya rejimin HDP ile problemini hatırlatacak her olay, eylem ve etkinliğin üzeri HDP tarafından kapatılmaktadır. HDP’yi kapatma davası tartışmalarının başladığı ve pek çok HDP’liye operasyonların düzenlendiği sırada gerçekleşen Newroz’da KöZ dışında kimsenin “HDP’yi kapattırmayacağız” diyemeyişi de, Pervin Buldan’ın sandıkları işaret etmesi de bununla ilgilidir.
Bugün HDP’nin yanında durmak için 1 Mayıs’a soyut talepler ve sosyalizm lafızları yerine “HDP’yi kapattırma” diyerek gitmek gerekir. Zaten Rojava’nın ve ezilenlerin düşmanı olan Cumhur İttifakı’nın karşısında, ezilenlerin diğer düşmanı olan Millet İttifakı’ndan bağımsız bir pozisyon bunun için olmazsa olmaz bir duruştur.