Sonrasında “Hendek/Şehir Savaşları” olarak adlandırılacak ayaklanma, 7 Ağustos 2015’te Silopi’deki çatışmayla başladı. Çatışma Silopi’deki hendekleri kapatmak için harekete geçen güvenlik görevlileriyle onlara engel olmak isteyen Silopili devrimciler arasında çıktı. Çatışmada Silopililer üç kayıp verirken, iki polis ağır yaralandı.

7 Haziran seçimlerinden birkaç ay sonra Kuzey Kürdistan’ın şehirlerinde kazılmaya başlanan hendekler ve kurulan barikatlar, Kürdistan’daki en proleter ve militan başkaldırılarından birinin hazırlık çalışması oldu. Hendekleri kazanlar fikirsiz, ideolojisiz, siyasetsiz kesimler değil esas olarak PKK’nin siyasi etkisi altında bulunan, hatta önce YDG-H, sonra da YPS ismini kullanırken kendini PKK’nin mücadelesiyle ve onun özyönetim hedefleriyle ilişkilendiren kesimlerdi. Yine de hendekleri, doğrudan bir savaş örgütünün parçası olarak, profesyonel ve askeri bir planın parçası olarak kazmadılar. Bu anlamıyla hendekleri sadece komünist bir önderlikten yoksun olduğu için değil kelimenin dar anlamıyla kendiliğinden değil genel olarak bir savaşçı örgütün siyasi ve askeri önderliğinden yoksun olduğu için kelimenin geniş anlamıyla da kendiliğinden bir başkaldırı olarak gerekir.

1848 Fransız Devrimi’ndeki yahut Paris Komünü’ndeki proleter eylem ve başkaldırı tarzının özelliklerini üzerinde taşıyan Hendek Savaşları, Kuzey Kürdistan tarihinin en kitlesel, uzun süreli ve militan başkaldırılarından biri olsa da, sol içerisinde, kendisiyle kıyas kabul etmeyecek olay ve gelişmeler kadar dahi itibar görmedi. Onu geçelim Kürdistan’da mücadele eden akımlar dahi, Hendek Savaşları’na sahip çıkmıyor. Hendekler ya unutturulması gereken bir hesap hatası ya da bir yıkıma yol açtığı için özeleştirisi verilmesi gereken büyük bir taktik/stratejik yanlışlık/sorumsuzluk olarak görülüyor. Bu nedenle de 15 Ağustos’u selamladığı gibi 7 Ağustos Silopi Çatışması’nı da selamlayan bir akım yok elbette.

Dünyanın dört bir yanındaki isyanları ve başkaldırıları, “mücadele deneyimlerinden öğreniyoruz” “emekçilerin birikimlerini sahipleniyoruz” diyerek sahiplenen, Türkiye solu’nun yanı başında, daha birkaç sene önce kan ve can pahasına gerçekleşmiş, Türk devletine kök söktürmüş, onun acizliğini sergilemiş bu ayaklanma karşısındaki sessizliği çarpıcıdır. Hem sosyal-şovenizmle hem de reformizmle bağlantısı vardır.
Bu yüzden de Hendek savaşlarında ne olup bittiğine dair bir bellek tazelemesi, böyle bir ayaklanmayı sahiplenip eksiklerinden dersler çıkarmak isteyen devrimciler açısından zorunludur.

Hendek Savaşları Neydi?

Aslında Sur, Lice, Nusaybin ve Cizre gibi çeşitli ilçelerde hendek ve barikatlar 2015’te ilk kez ortaya çıkmadı. İlk hendekler Cizre’nin bazı mahallelerinde, 2014’te, 6-7 Ekim Kobane ayaklanmasını takip eden günlerde hükümetin keyfi tutuklamalarına karşı savunma amacıyla kazıldı. Aralık ayının sonunda hükümet emniyet müdürünü değiştirip keyfi gözaltıların son bulacağına dair güvence verdikten sonra hendekler kapatılır ama hendeklerin kapatılmasının ardından, 6 Ocak’ta Ümit Kurt’u öldürürler. Hendekler yeniden kazılır, bu sefer DTK başkanı Hatip Dicle hendeklerin kapatılması için araya girer, ama kolluk kuvvetleri cinayetlerine devam eder. Hendekler Ocak sonunda “provokasyonlara gelmemeyi” savunan HDP-DTK güçlerinin politik hakimiyetiyle kapatılır. Bu durumda kuşkusuz Erdoğan henüz masayı tekmelemediği için iğreti bir şekilde devam eden “çözüm süreci”nin yarattığı beklenti ikliminin de payı vardı.

7 Haziran’dan Hendek Savaşına

7 Haziran seçimlerinin ardından AKP kendi başına hükümet kuramaz hale geldi. 7 Haziran’ın öncesinde Dolmabahçe masasını tekmelemiş Erdoğan, mecburen oturmuş olduğu çözüm masasından tümüyle kalktı ve başlangıçta HDP tabanını nasıl etkisizleştirdiğini gösteren gövde gösterisi amacını taşıyan ama adım adım bir iç savaşa ilerleyen sürecin fitilini ateşledi.

Bu sırada 10 Ağustos’ta Şırnak Halk Meclis’i özyönetim ilan etti ve “tüm saldırılar karşısında demokratik öz savunmamızı gerçekleştirecek”lerini bildirdi. KCK de 12 Ağustos’ta “Kürdistan halkı için öz yönetimden başka bir seçenek kalmamıştır” açıklamasını yaptı. 20 Ağustos’ta özyönetim ilan eden merkezlerin sayısı on altıya yükseldi, ama öz yönetimin ne anlama geldiği, öz savunmanın hendekleri kapsayıp kapsamadığına dair hiçbir açıklama yapılmadı. Bu sırada YDG-H’lıların başını çektiği Kürt kitlelerinin kazdığı hendek ve barikat sayısı iki bin beş yüzü bulmuştu.

Suruç ve 10 Ekim katliamlarıyla ilerleyen süreçte Erdoğan Kuzey Kürdistan’da “asayişi bozan” kesimlerini nasıl teslim alacağını göstermek istiyordu. Gelgelelim 6-7 Ekim’de gerçekleştiremediği operasyonları daha tantanalı bir şekilde 7 Haziran sonrasında sürdürmek isteyen Erdoğan ummadığı bir ayaklanmayla karşı karşıya kaldı.

Çatışmaların henüz başlamadığı Temmuz ayında, Bahçeli şöyle diyordu: “PKK’nin yuvalandığı mücavir bölge ve alanlar tamamen imha edilmeden, etrafımızdaki fitne kampanyası sona ermeyecek, huzursuzluk ve kayıplar bitmeyecektir.” Erdoğan da Bahçeli’nin açıklamasından 2 ay sonra, iç savaşın merkezine HDP’yi koyduğunu “Hendekler HDP’li belediyeler tarafından kazılıyor. Kendi iş makinaları yoksa kiralayıp yapıyorlar. Savaş konseptinin faili bunlardır.” diyerek duyuruyordu.

Hendek Savaşlarında Ne Oldu?

Şırnak, Hakkari, Diyarbakır ve Mardin’de kazılan hendek ve barikatlarda, hükümetin kolluk kuvvetlerine karşı binler militanca savaştı. Ama bu süreçte güya hendeklerle paralel ilerleyen özyönetim ilanlarında boy gösteren DTK, HDP ve DBP yöneticilerinin hendekleri ve barikat savaşlarını özyönetimin bir parçası olarak görmedikleri açığa çıktı. Birkaç ay sonra DBP Eş Başkanı Emine Ayna verdiği bir röportajda bu durumu “YDG-H’lı gençler bize kızıyor; onlarla birlikte çatışmamızı istiyorlar” sözleriyle özetleyecekti.

1 Kasım’dan sonraki süreçte ise, Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi katledildi, ilk defa 11 Aralık tarihinde 9 Mart’a kadar devam eden süresiz bir sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Erdoğan Aralık’ta Cizre ve Silopi’ye tanklarla başlatılan operasyonlar sürerken ve Şırnak Valiliği’nin sokağa çıkma yasağının devam edeceğini duyururken ise şunları söylüyordu: “O evlerde, o binalarda o açtığınız hendeklerde yok olacaksınız. (…) Durmak yok, aynı kararlılıkla devam edeceğiz.” Erdoğan’ın açıklamasından birkaç gün sonra HDP İstanbul Milletvekili Selahattin Demirtaş ise, “Operasyonlara Türkiye’nin Batısı sessiz. (…) Savaş isteyen AKP politikası bize savaşçı diyen yine AKP politikası” diyordu. Hendeklerin devletin operasyonlarına bir cevap olarak kazıldığını iddia eden Demirtaş, “Güvenlik politikasından bugün vazgeçerlerse, halkın çoğu barıştan yanadır” diyordu. Tahir Elçi’nin katledilmesinden sonra Diyarbakır Barosu’nu ziyaret eden Kılıçdaroğlu ise, “barikatları kuran arkadaşlar” diye kırdığı “pot”u açıklamaya çalışırken şunları diyordu: “Ben orada örgüt tarafından zorla hendek kazdırılanları kastettim. Partimizin teröre karşı duruşundan kimsenin şüphesi olmasın.”

Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de ve Kürdistan’ın muhtelif ilçelerinde sebatkar bir şekilde savunulan barikatlar Aralık ayında devletin kapsamlı bir şekilde başlattığı operasyonlara karşın Mart ayına kadar büyük oranda varlığını korudu. Rojava sınırında olmasından da kaynaklı olarak YPG’nin de giriş çıkış yapabildiği bir bölge olması bakımından istisnai bir nitelik arz eden Nusaybin’deki çatışmalar ve direniş Mayıs ayına kadar sürdü. Yüzlerce Kürdün kanıyla sulanan Nusaybin barikatları Hendek Savaşlarının en son düşeni oldu.
Buna karşın Kürdistan’daki tüm şehirlerin ayaklandığını veyahut ayaklanma olan şehirlerin tüm ilçelerine yayıldığını söylemek yanlış olur. Sur’da ayaklanma filizlenmişken Diyarbakır’ın muhtelif ilçe ve mahallelerine sıçramamıştı. Keza Mardin, Şırnak ve Hakkari’nin bazı ilçelerinde hendekler kazılıyorken Batman gibi Kürdistan’ın diğer şehirlerinde buna dair bir girişim yoktu. Bu da profesyonelce kurgulanmış hazırlıklı bir ayaklanmadan söz edilemeyeceğini göstermekteydi.

Henüz şehir savaşlarındaki son barikat düşmemişken 2016 Newroz’u merkezi olarak Diyarbakır’da “Direnerek Kazanacağız” şiarıyla gerçekleşti. Mitingde şeffaf bir müzakere sürecinin ve demokratik siyasetin alanının genişlemesinin önemine değinen Demirtaş, “Kapımıza dayanmış ve hepimizi teslim almaya çalışan kaosa, korku ortamı yaratmak isteyenlere karşı yegane dayanağımız ilkeli bir barış duruşudur.” ana fikirli bir konuşma yaptı.

2018’de yargılandığı davanın savunmasında ise 1 Kasım’dan sonra Erdoğan’ın özerklik vaat ettiğini ama bunu gerçekleştiremediğini söyleyen Demirtaş, diyalog ve ikna ile işi çözmek için kararlı bir şekilde hareket etmek gerektiğini dile getiriyordu. 2015-2016 sürecinde hendek ve barikat olan tüm ilçelere Eylül ayı ortasından itibaren her gün iki veya üç ilde miting yapma kararı aldıklarını söyleyerek, gittikleri her ilçedeki halka 7 Haziran’da seçildiklerini, siyasette gerilim olduğunu fakat bu gerilimin siyasette kalması gerektiğini aşılayıp hendek, barikat, çatışma, silah yoluyla bir girişime karşı çıktığını vurgulayarak barikatların kapatılması konusunda çağrı yaptıklarını ifade ediyordu.

Kürdistan’daki Devrimci Dinamik Hendek’te Yok Edilemedi

Muş ve Elazığ’ın ilçelerine kadar yayılan hendek savaşlarında, iki bin beş yüzden fazla devrimci öldürüldü. Hükümet güçleri ayaklanmayı bastırdıktan sonra, görünüşte kontrolü ele geçirdiler. Bununla birlikte hendekleri kazanların yenilgisi Kürdistan’daki devrimci dinamiklerin yok edildiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürdistan’ın en büyük bölgesi olan Bakur’da egemenliğini tesis ettiği anlamına gelmez. Aksine, tümüyle Türkiye’nin siyasi gündeminin bir parçası olarak gelişmiş, siyasi talepleri “Demokratik Türkiye’nin” ötesine geçmemiş olsa da Hendek Savaşlarıyla beraber Türk devletinin en zayıf karnının ilhak ettiği Kürdistan coğrafyası olduğu tekrar göz önüne serildi.

Hendek savaşlarında kendini bir kez daha belli eden militan, proleter ayaklanmacı öğeler Türkiyelileşme prangasından kurtulmayı, Kürdistan’ın diğer bölgelerinde başkaldırı dinamikleriyle birleşmeyi bekliyor. Bu görevi üstlenecek Kürdistan Komünist Partisi’nin yaratılması ise sadece Kürdistan’da ikamet edenlerin değil, dünyanın dört bir yanındaki komünistlerin ortak enternasyonal ödevidir.