Türkiye’de devrimci bir partinin bulunmadığını ve öncelikli görevin bu partinin yaratılması olduğunu tespit edenler Köz’ün arkasında duranlardan ibaret değil. Bağlandıkları gelenek, benimsedikleri devrim stratejisi ve eylem çizgisi farklı olan irili ufaklı bir dizi akım devrimci parti eksikliği tespitinde birleşmekte.

Devrimci parti eksikliğinden en fazla söz edildiği dönemler, ayaklanma dönemleridir. Türkiye’de ve dünyada ortaya çıkan her ayaklanmada, bu ayaklanmaların proleter devrime varmayacağına dair “öngörüleriyle” sahneye çıkanlar, kitlelerin devrimci bir parti tarafından sevk ve idare edilemeyişine işaret ederler. Akıl yürütme şöyledir: Kitleler komünistlerin, devrimcilerin gösterdiği istikamette hareket etmediğine göre ortada devrimci bir parti de yoktur. Gezi ve Sri Lanka’da görülen ayaklanmaların peşi sıra yapılan değerlendirmelerle de aynı tespitler tekrarlanmıştır. Tarif ettiğimiz akımlar kitlelerin yoğun bir biçimde harekete geçtiği bu ayaklanmalarda devrimci parti eksikliğine işaret etmişler ve ayaklanmaların bu yüzden devrime varmadığını/varamayacağını iddia etmişlerdir.

En soyut anlamıyla doğru olan bu açıklamanın temel kusuru devrimci önderlikle emekçi yığınları sevk ve idare etme becerisini aynı anlamda kullanmasıdır. Biri diğerinin gerek şartı olsa da birbirinden ayrı ele alınması gereken bu iki niteliği eş anlamlı olarak kullanmak sadece devrimci bir partinin ne zaman kurulacağı konusunda belirsizlik yaratarak onu bir türlü sonlanmayan bir hazırlık faaliyetinin son durağı olarak tarif etmekle kalmaz, aynı zamanda devrimci bir partinin proletaryayı ve mütteffiklerini devrim yolunda seferber edebilmesi için izlemesi gereken taktik çizginin ne olması gerektiğini de bulandırır.

Komünist perspektiften bakıldığında, devrimci önderlik boşluğu ancak bir parti ile doldurulabilir. Yaratılması ile önderlik boşluğunu çözecek olan parti, devrimle sonuçlanmayan ayaklanmalara bakarak bunun nedenini “önderlik boşluğu” olarak tespit eden akımların tahayyül ettiği partiden farklıdır. Devrimci parti her şeye kadir ve yenilmez bir parti demek değildir; başarılı bir devrimin temel şartı olsa da teminatı olmaz. Devrimci parti, ayaklanmalar ortaya çıktığında bunların kontrolünü ele alarak proleter devrime yürüyemeyebilir. Devrimci partinin doldurduğu önderlik boşluğu, bu gibi niteliksel yetersizliklerin ortadan kaldırılması demek değildir. Devrimci parti, her şeye müdahale edebileceği güce sahip olma önkoşulu ile kurulmaz. Önderlik boşluğunu doldurmaktan kasıt, komünist bir siyasal çizgiyi kararlı bir şekilde uygulayarak çapını genişletme ve sınıfa önderlik etme becerisini kazanma iddiası/potansiyelidir. Tarihe bakılırsa, sınıf mücadelesi pratiği içinde gözlediğimiz devrimci partilerin çoğu ayaklanmalara önderlik edecek bir çapa sahip olmadığı görülecektir.

1912 Prag Konferansı’yla birlikte Bolşevikler Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi içinde bir hizip olmaktan çıkıp bağımsız bir parti haline gelmişlerdi. O tarihten itibaren Çarlık Rusya’sında bir önderlik boşluğundan söz etmek doğru olmaz. Buna karşın Bolşevik Parti; muzaffer Ekim Devrimi’nden sekiz ay önce silahlı bir şekilde ayaklanan kitleleri yönlendiremedi ve Şubat Devrimi’ni proletaryanın iktidar organlarının hakimiyetiyle taçlandıramadı. Şubat Devrimi’yle birlikte, bir burjuva partisi olan Kadetlerin ve Sosyalist Devrimci’lerin ortaklığında bir geçici hükümet kuruldu. Kerenski başkanlığındaki bu hükümet, Ekim’e kadar devrilmedi.

Şubat Devrimi’nden sonra Bolşeviklerin emekçi yığınlar üzerinde etkisi hızla arttı. Öyle ki, Bolşevikler, henüz iktidarı alıp korumasının koşullarının olgunlaşmadığı bir dönemde, Temmuz Günleri’nde, Kerenski’ye karşı başlayan geniş çaplı kitlesel silahlı ayaklanmayı bir oranda frenlemeyi başardılar ve böylelikle burjuva iktidarın sovyet güçlerini tümüyle ezip etkisizleştirmesinin önüne geçmiş oldular. Şubat ve Temmuz’daki ayaklanmaların bir proleter devrimle sonuçlanmamış olmasına bakan soldaki ezberci akımlar, kendi mantıklarına göre o günlerde Rusya çapında bir devrimci önderliğin eksikliğini tespit etmek zorundadırlar. Halbuki o günlerde Rusya’da devrimci bir parti vardı, hatta Temmuz günlerinde ayaklanmanın seyrinde belirleyici bir müdahalede bulunmuştu.

Mustafa Suphi TKP’si de devrimci partinin sınıfı sevk ve idare edebilme kapasitesini kazanmak için önüne koyduğu görevleri anlamak için bakılabilecek örneklerden birisidir. Suphilerin TKP’si, Anadolu’da bir proleter devrime önderlik etmek için yola çıktığında, henüz hareketin önderliğini alabilecek çapa sahip değildi. Suphilerin programı Komintern tarafından onaylanmıştı fakat TKP’nin 1920’de doğrudan iktidarı alabilecek bir gücü yoktu. Suphilerin Anadolu’ya geçme kararı ise kitleleri Ekim Devrimi’nin yolunda harekete geçirmek için gerekli siyasi güce kavuşmak için atılan cüretkar bir taktik adımdı. “Burjuvaziye güvenmemek lazım” bahanesiyle Suphiler’e Bakü’de kalmaları vaazını verenler ise; sınıfın önderliğini almak için gerekli koşulların, nesnel koşulların bir hediyesi yahut ekonomist bir temelde yürütülen dar kafalı ama “planlı” bir “sınıf çalışmasının” meyvesi olacağını savunmaktadırlar.

Devrimci bir parti olmanın önkoşulu kitlelerin kendiliğinden ayaklanmalarına önderlik ederek onları proleter devrime vardırmak olmadığı gibi, devrimci partinin eylemlerinin sınırları da yalnızca böyle çizilemez. Hatta çoğu zaman devrimci bir partinin bir ayaklanmaya önderlik edecek ya da zamansız bir ayaklanmayı durduracak güce kavuşması için bir dizi başka taktik izlemesi gerekir. Örneğin; devrimci partinin kurucu meclis seçimlerine katılmasının, çarın ahırı olan Duma’da siyaset yapmasının, en geri sendikalarda çalışmasının, yardımlaşma sandıkları kurmasının önünde ilkesel bir engel yoktur. Birleşik cephe taktikleri de böyle ele alınmalıdır. Kitlelerin önderliğini kazanabilmek, oportünistleri kitlelere teşhir ederek onların kitle üzerindeki etkisini kırmak için bu taktikler kullanılır. Kitlelerin güvenini kazanabilmek, ayaklanmalara önderlik edebilmek için ihtiyaç duyduğu çapı ve sınıf içindeki etkiyi bu kanallardan kazanılabilir.

Lenin Komintern’in İkinci Kongresi’nin arefesinde yazdığı Sol Komünizm broşüründe, ne yazık ki sınıf mücadelesinin bu temel gerçeğini benimseyememiş Avrupa’nın muhtelif sol komünist akımlarıyla yaptığı polemiği şu sözlerle noktalıyordu:

Komünistler, işçi hareketine ve genel olarak toplumsal evrime en doğrudan doğruya ve en kestirme yoldan, sovyetler iktidarının dünya ölçüsünde zaferine doğru, proletarya iktidarına doğru yön verebilmek için, bütün çabalarını harcamalıdırlar. Bu, tartışma götürmez bir gerçektir. Ama bu gerçeğin bir yanılgı haline gelebilmesi için -aynı doğrultuda işlenmiş gibi görünen- küçücük bir hata yeter. Almanya’nın ve İngiltere’nin sol komünistleri gibi, tek bir yolu, doğrudan doğruya hedefe varan yolu tanırız demek; ne dolambaçlı yolu, ne zikzakları, ne anlaşmaları, ne uzlaşmaları kabul ederiz demek yeter. Ki, bu tutumun daha şimdiden devrimci proletarya davasına büyük zararları olmuştur ve olmaktadır. Sağ doktrincilik ancak eski biçimleri benimsemede inatçılık ediyor. Sağ doktrincilik, yeni içeriği tanıyamadığı için tam olarak iflas etmiştir. Sol doktrincilik ise, yeni içeriğinin mümkün olan ve akla gelebilecek bütün biçimlere yol açtığını; devrimci olarak görevimizin bütün bu mücadele biçimlerini benimsemek, bir biçim ile ötekini mümkün olduğu kadar çabuk tamamlamayı öğrenmek, bir biçimin yerine ötekini koyabilmek, kendi sınıfımız tarafından ve kendi çabalarımızla meydana gelmiş olmayan her türlü değişmelere taktiğimizi uydurmak olduğunu göremeden, belirli eski biçimleri mutlak olarak reddetmekte inat ediyor.

Lenin’in dolambaçlı yol, zikzak derken kast ettiği tutumlar sadece burjuvazi ile yapılan geçici uzlaşmalar değil aynı zamanda işçi sınıfı ve emekçi katmanlar arasında muhtelif taktik sloganlarla yürütülen siyasi çalışmalardır. Devrimci bir partinin tek görevinin ayaklanma çağrısı olmadığını kavramak, devrimci partinin sınıfın önderliğini kazanma yolunda bir dizi esnek taktik izleyebileceğini, izlemesi gerektiğini belirtmek, devrimci bir partinin olmadığı dönemlerde de devrimci bir partiyi yaratmak isteyenlerin eylem çizgisinin ne olması gerektiğine de ışık tutar. Devrimci bir parti olmadığı sürece bir ayaklanmanın başarıya kavuşamayacağı hakikati, devrimci bir partinin olmadığı koşullarda patlak veren bir ayaklanmanın içinde yer almamak gerektiği yanlış sonucuna çıkmaz. Devrimci bir partinin eksikliğini ayaklanmalardan, başkaldırılardan kaçmanın kılıfı olarak kullanmak lafazanların meşrebidir.

Zaten, bir ayaklanma olsun olmasın, devrimci partiyi yaratma mücadelesi siyasi mücadeleden bağımsız ve ayrı olmayacaktır. Devrimci partinin yaratılması, istenilen niteliklerin kazanılması; masa başında yapılan planlarla, geliştirilen stratejilerle, muhataplara dönük vaazlarla sağlanamaz. Siyasal mücadelenin her alanında var olmak, kitleler ile temas etmek, parti yolunda birlik çağrılarını eylemli mücadelenin içinde muhataplarına ulaştırmak gerekir. Siyasal mücadeleden kaçarak devrimci parti kurulamaz, önderlik boşluğu doldurulamaz.

“Yaşasın Komünistlerin Birliği” şiarı komünist siyasetin temel derslerinin kristalleştiği Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinin temel tezleri zemininde devrimci önderlik boşluğunu doldurma hedefini anlatır. Devrimci bir partinin kuruluşunu işçi sınıfının önderliğini kazanana kadar ertelemeyi değil, bu önderliği sınıf mücadelesi içinde kazanacak bir partinin kuruluş kongresini örgütlemeyi amaçlar.