Altılı Masa’nın peşindeki bir dizi akımın bu ayıplarını unutturma kaygısıyla, hem de orjinal ve devrimci bir çalışma yürütüyormuşçasına, “sosyalist” milletvekili kampanyalarıyla oyalandığı günlerden geçiyoruz. Tam da bu günlerde, seçim sürecindeki tek devrimci seçim kampanyasını bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Enternasyonal Komünist İşçi Birliği ve Köz Cumhurbaşkanlığı seçiminde bağımsız aday Çetin Eren’i destekledi. Düzen partilerine gururla yahut sessiz kalarak yamananların aksine açıktan hükümete karşı bir emekçi seferberliğini savundu.

Dört ay süre “ Emekçilerin Seferberliği için Bağımsız Aday” kampanyasının kapanış ve değerlendirme etkinliği ise 28 Mart’ta Kadıköy Eğitim-Sen’de gerçekleşti. Bu son toplantı da kampanyanın tüm etkinlikleri gibi zengin bir içerik ve devrimci bir coşkuyla gerçekleşti.

Kampanya adına yapılan konuşmalardan birincisi kampanya sürecinin öyküsü ile ilgiliydi. Konuşmacı çağrımızı kimlerin hangi gerekçelerle reddetiğini ya da yanıtsız bıraktığını hatırlattı. Dün en önemli gündemin seçim olmadığını söyleyenlerin, hükümete karşı bir seçim çalışmasının ‘zeminin olmadığını’ ifade edenlerin bugün milletvekilliği seçiminden başka bir şey olması elbette çok şey anlatıyor. Köz ve EKİB’in seçime yönelik çağrısı devrimci bir mücadeleyi birlikte örgütleme çağrısıydı. Liberal dalgaya teslim olmuş olanların öncelikli derdi ise milletvekilliğine sahip olma, yahut kendi örgütlerini görünür kılmaktı. Bizim kabul edilemez devrimci çalışma önerimiz yerine onlar makul bir “sosyalizm propagandası” yapmayı tercih ettiler.

İkinci konuşma seçim çalışmamızda demokrasi mücadelesini ele alışımıza ilişkindi. Kampanyada bize gereken demokrasinin 12 Eylül rejiminin sınırlarına sığmayacağını anlatmıştık. Nitekim siyasi tutsaklara özgürlük talebinin Öcalan’ı da kapsadığını, silahlı ve sivil bürokrasi dağıtılmadan, diyanet kapatılmadan, kurucu meclis olmaksızın demokratik bir anayasa yapılamayacağını bu süreçte bir tek biz söylemiş olduk. Bugün sözüm ona “devrimci seçim çalışması” yürüten akımlardan bir tanesinin bile Ayten Öztürk’ün evini ziyaret etmeye cesaret edemesi çok şey anlatıyor elbette.

Kampanyada “Kürt sorunun”u ele alışımız özel bir önem taşıyordu. Hele bugün kendini “bağımsızlıkçı” olarak tarif edenlerin YSP milletvekilliğine soyunduğu yahut “alevi Kürd” Kılıçdaroğlu’na oy verme çağrısında bulunduğu günlerde ezen ulus coğrafyasında mücadele edenlerin tutumu daha da önemliydi. Kampanya boyunca konuşmacı arkadaşın aktardığı gibi Kürdistan’dan destek istemedik, bilakis Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını tanımayanların demokrat olamayacağını kampanya boyunca işledik. Kürtlerin demokratik/kültürel haklarının anadilde eğitimin ötesine geçtiğini, Kürd dilinin resmi dil olarak kabul edilmesini de kapsadığı kampanya boyunca vurguladığımız mücadele başlıklarından biriydi.

Göçmen işçiler sorununu ele alan konuşmada göçmenleri korunması yahut entegre edilmesi gereken varlıklar olarak değil sınıf mücadelesinin bir parçası olarak gördüğümüzü ifade ettik. Çalışmamızı göçmenleri sınıf mücadelesine katmak üzere kurguladığımızı hatırlattık. İşçile mücadeleleriyle ilgili konuşmamızda, kampanya boyunca sermaye partilerinin peşine takılanların işçilerin en ufak bir gündelik sorununu dahi çözemeyeceklerinin altını çizdiğimizi tekrarladık.

Anti-emperyalizm başlığında ise kampanyayı yürüten yoldaşlarımız sözde anti-emperyalistlerin bugün NATOculara, IMFcilere boyun eğdiğini aktardı. 6 Mayıs’ta Denizleri ananların bugün yürüttükleri seçim çalışmalarında Amerikan emperyalizminin bir numaralı operasyonel aygıtı CHP ve Kılıçdaroğlu hakkında tek söz söyleyememesi bu boyun eğişi çarpıcı bir biçimde gösteriyor. Anti-emperyalizm caf caflı sözlerle değil eylemle gerçekleşir. CHP’den ayrı bir tutum takınamayanların, hatta işi onlarla siper yoldaşlığı yapmaya vardıranların tüm anti-emperyalist lakırdıları da bu boyun eğişi gizleyemiyor.

Cumhurbaşkanı adayımız Çetin Eren’in konuşmasının anafikri ise bizim çalışmamızın sadece şiarları bakımından değil bir bütün olarak 12 Eylül rejimine ve onun, soldakileri de kapsayan, ürünlerine karşı bir mücadele olduğuydu. Çetin şunları söyledi: “12 Eylül’ün yolunu döşeyenlerden biri de bu “nefes alma” ihtiyacıydı. Milliyetçi Cephe’ye karşı Karaoğlan diyenlerle ve DİSK’i CHP’ye teslim edenlerle 12 Eylül sonrasında ifade kuyruğuna giren sendikacılar arasındaki mesafe sanıldığından azdır. Özal’a karşı nefes almalıyız onun için Demirel/İnönü, Şeriat tehdidine karşı nefes almalıyız onun için 28 Şubat, Askeri vesayete karşı nefes almalıyız onun için ‘Yetmez ama Evet’ diyenlerle bugünlere geldik.

Çalışmamız 12 Eylül’ün soldaki yansıma ve ürünlerine karşı da bir mücadeleydi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde karnından konuşmak ve homurdanmak geçer akçe, birbirini beklemek genel eğilimdi. Biz açık konuştuk. Beklemedik. Söylediğimizi yaptık, yaptığımızı söyledik. Davasını unuttuğu için küçük hesaplara boğulmuş, küçük kaygıların yönlendirdiği bir tarz yaygınlaşırken davamız ne gerektiriyorsa onu yaptık. “Gücünüz yok, zemini yok, yapamazsınız” diyenlere kulak asmadık.”

Son kısımda konuşan “Enternasyonal Komünist İşçi Birliği” yürüttüğümüz çalışmayı Cumhurbaşkanı yerine milletvekili seçimlerine odaklanan çalışmalarla kıyasladı. Meclise dair beklentiler yaratanlarla emekçilerin seferberliğini savunanların arasındaki karşıtılığı sergiledi: “”Düzen içine sıkışanlar, meclise bel bağlayanlar kampanyada göçmenler, silahlı kuvvetler hakkında söylenenleri telaffuz bile edemez. Emperyalizmi dışsal bir olgu olarak görenler güçlü ordu/milli savunma siyasetinin ötesine geçemez. Çalışmamızın sınırlarını yalnız bileşenlerin kapasitesi değil parlamentarizmin soldaki hâkimiyeti de çizdi. Akıntıya karşı yüzen EKİB ve Köz ise soldaki yaygın rekabetçiliğin tam aksi şekilde hareket etti. Proleter demokrasisinin iyi bir örneğini sundu.”

Ortak ve devrimci bir siyasi hedefin devrimci dayanışmayı pekiştirdiğini Köz adına konuşan yoldaşımız da vurguladı. Konuşmacı bu eylem birliğini sürdürme niyetini de ifade etti. Konuşmanın ana fikri: “Altılı Masanın Sol Bacağı Olmayacağız!” idi: “Cumhurbaşkanı seçimlerinde rejim krizine dair devrimci ve reformist yaklaşımlar somutlandı: Bir tarafta eylem birliğimizin devrimci tutumu diğer tarafta Amerikancı Muhalefet’in peşinde ‘tarihsel sorumluk’la sürüklenenler. Ve elbette sürüklenenlerin peşinde sürüklenenler. 14 Mayıs’a dek ‘Cumhurbaşkanı seçimlerinde düzen ittifaklarına oy yok!’ demeye devam edeceğiz. Ama bu artık bir aday çalışması değil, olmaz. 28 Mart’a kadarki çalışmayı ve işaret ettiği önderlik boşluğunu, devrimci partinin nasıl yaratılacağını merkeze alarak anlatacağız.”

Bir yıllık bir uzun ön hazırlığa dayanan dört aylık seçim kampanyamızı 28 Mart toplantısıyla birlikte noktaladık. Seçim çalışması sadece düzen siyasetine teslim olanları, bu süreci milletvekili seçimlerinin tantanasıyla yahut ıslık çalarak atlatmayı umanları sergilemedi aynı zamanda devrimci eylem birlikleri kurmanın mümkün olduğunu gösterdi. Bundan sonraki görevimizin bu proletaryanın bağımsız çizgisinde bu eylem birliklerini genişletmek ve güçlendirmek olduğunu biliyoruz.

Yola çıkarken söylediğimiz gibi: İki sınıf var, burjuvazi ve proletarya. Ve biz proletaryanın yolunda ilerlemeyi sürdüreceğiz.

İstanbul’dan Komünistler