Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve hakkındaki iddianameler ortada hukukun, hukuku uygulatacak bir devlet mekanizmasının kalmadığını bir kez daha gösteriyor. Hukuk dedikleri çoktandır düşman hukukudur.

İmamoğlu’na yönelik saldırılar Erdoğan’ın aczinin göstergesi. Yönetemiyor. Yönetemediği için seçimlere üç yıldan fazla zaman varken bile seçim hesabı yapıyor, karşısındaki ittifakı dağıtmak için komplolar kuruyor.

Yönetemeyen bir hükümet ile düşman hukuku bir aradaysa içsavaş vardır. Bir içsavaşın içindeyiz. Herhangi bir savaşa hiçbir şekilde girme niyeti olmayan İmamoğlu’nun dahi başına gelenler bu içsavaşın nerelere uzandığını gösteriyor. Hükümetin dostları az, düşman görüp saldırdıkları çoktur.

İçsavaş İmamoğlu’na saldırıyla başlamadı, on yıldır sürüyor. Erdoğan’ın bir ayağı on yıldır çukurda. 7 Haziran seçimlerinden beri tek başına hükümet kuramaz hâlde. Önce MHP’ye teslim oldu, Cumhur İttifakı’yla devletin her kademesini büyük bir koalisyona çevirdi. Bu sürede devlete hâkimiyeti azaldı, seçim başarısızlıkları büyüdü. Hükümet on yıldır her türlü yasayı çiğniyor, saldırıyor. Demirtaş dokuz yıldır hapiste. Şehir savaşlarında binlerce Kürt devrimci katledildi, Türk devleti bir kayyım cumhuriyetine dönüştü. Her gün yeni suçlar işleyen hükümeti yargılayabilecek, görevden alabilecek bir devlet mekanizması bulunmuyor.

İmamoğlu’na yönelik saldırı içsavaşın hedef tahtasında kimin olduğunu unutturmamalı. Söz konusu içsavaş, burjuvazinin iki kampı arasında yahut onların birer uzantısı olarak AKP ile CHP arasında bir içsavaş değil. Yaklaşık on beş senedir, ABD’nin planları doğrultusunda Erdoğan’ı değiştirmek üzere bir muhalefet dizayn edildiği, bu muhalefetin merkezinde CHP’nin olduğu doğrudur. Ancak AKP ile CHP hasım değil rakiptir. İçsavaşı bu rekabetin içinde sıkışan ama gitmemekte direnen hükümet başlatmıştır. Hedef tahtasına da emekçi ve ezilen hareketini, bu hareketin kendini ağırlıklı olarak ifade ettiği HDP/DEM’i koymuştur. İmamoğlu örneğinde olduğu üzere CHP bu savaşta zaman zaman ve dolaylı olarak hedef olmaktadır.

İçsavaşın özgün yönü hükümetin de rakibinin de seçimden medet ummasıdır.  Erdoğan’ın darbe yapma kapasitesi olmadığı gibi işlemeyen devletin içindeki gücüyle rakiplerini ortadan kaldırma kapasitesi de yok. Rakipleri de daha parlak durumda değil. Devlet içinde somut bir dayanakları yok, üstelik kitleleri sokağa çıkarmaktan korkuyorlar. Her iki kesim de seçimlere bel bağlıyor.

İmamoğlu’na yönelik komplo hükümetin seçim hesabının bir parçasıdır. Seçimleri ortadan kaldırmaya yönelik bir girişim değil, seçim sonuçlarını lehine çevirme girişimidir. Erdoğan’ın seçimleri iptal edecek gücü yoktur. Elindeki tek araç bir kitle partisidir. Kendini ancak seçimlerle var edebilen bir burjuva politikacısı olduğu için seçimsiz bir Erdoğan hiçtir.

Hesabın birinci ayağı cumhurbaşkanı adaylığı ile ilgili. Erdoğan’ın bir kez daha cumhurbaşkanı seçimine katılması için ya bir anayasa değişikliğine ya da onun istediği tarihte gerçekleşecek, “o kadar erken olmayan bir erken seçim”e ihtiyacı var. Gelgelelim, yaptığı tüm vekil transferlerine karşın, CHP’nin onayı ve desteği olmadan bu adımı atması mümkün değil. CHP’nin bu değişikliğe ikna edilmesi gereklidir.

Hesabın ikinci ayağı karşısındaki seçim blokuyla ilgili. Geçen on sene içinde Erdoğan’ın karşısında adım adım daha güçlü bir seçim bloku oluştu. Bu blok onu koltuğundan edemese de, son yerel seçimlerde olduğu gibi, içinde bulunduğu kıskacı daha da daraltıyor. Yeniden aday olmayı zorlayan Erdoğan aynı zamanda bu seçim blokunu dağıtmaya mecbur.

Hükümetin saldırısının nedeni seçimi kaybetme korkusu değil. Zira Erdoğan’ın seçimi kaybedebilmesi için bile önce aday olması gerekir. Hâlbuki hâlihazırda Erdoğan’ın böyle bir yasal hakkı yok. Üstelik karşısındaki seçim bloku dağılmadığı sürece İmamoğlu’na yönelik saldırılarının rakiplerinin çıkaracağı başka bir ortak adayın oyunu arttıracağını bilecek zekâya sahip. Onun için önemli olan adaylık yolunu açarken rakiplerin ortak bir adayda buluşmasını engellemektir.

Yayılan “çözüm süreci” havasıyla İmamoğlu’na yönelik saldırılar aynı planın iki farklı yönüdür. Erdoğan bir çözüm süreci umudunu daim kılarak DEM’in 2024 seçimlerindeki tutumunu değiştirmesini istiyor. İmamoğlu’nun üstüne yürüyüp onu rehin alırken de merkezinde CHP’nin durduğu Amerikancı muhalefeti sıkıştırıyor. Onu Kürtlere dair kozmetik düzenlemeler de içeren ama aynı zamanda cumhurbaşkanı seçim esaslarını değiştiren bir anayasa değişikliğini ya da zamanını kendisinin belirleyeceği bir erken seçimi desteklemeye zorluyor.

Hükümetin siyaseti iki yönlü bir rehine siyasetidir. Bir yandan devletin yıllar önce rehin aldığı Öcalan’ın tecridini hafifletme umutları yayıyor. Böylelikle Kürtleri kendi yanına çekmek istiyor. Diğer yandan İmamoğlu’nu rehin alarak muhalefeti kendisine can simidi atmaya, kendini bir kez daha aday olma fırsatı tanımaya zorlamak istiyor.

Hükümetin tek güvencesi Amerikancı muhalefettir. İmamoğlu’na komplo kuran, CHP’nin etkinliklerine yasak koyan, savcılara CHP kurultayını soruşturan Erdoğan’ın bu kadar pervasız hareket edebilmesinin sebebi karşısındaki Amerikancı muhalefettir. Devletin tüm mekanizmaları tel tel dökülürken, karşısında Ali Cengiz oyunları yapan bir hükümet varken muhalefet 2023’te yapamadığını “bu sefer” yapma hayallerini kurmaktadır.

Amerikancı muhalefetin boyun eğmekten başka çaresi yoktur. Zira seçimlerden başka bir yol bilmemektedir.  Erdoğan’ın rehine pazarlığının bir parçası olmaya mahkûmdur. Bu nedenle CHP’yi sokağa, eyleme çağırmak, ileri doğru ittirmek sonuçsuz kalmaya mahkûm girişimlerdir.

Amerikancı muhalefetin peşine takılmak olmayacak duaya amin demektir. Sadece rehine pazarlığının bir parçası olmak değil, rehin alınmayı, içsavaşın kurbanı olarak kalmayı baştan kabul etmek anlamına gelir. Türkiye’de en ufak demokratik bir adımın atılabilmesi bu hükümetin gönderilmesine bağlıdır. Bu hükümeti ise seçimlerle göndermek mümkün değildir. Ondan kurtulmak için bir emekçi seferberliği gereklidir.

Erdoğan’ın asıl korkusu da bu nedenle emekçi ve ezilen hareketinin bağımsız bir temelde ayağa kalkmasıdır. Emekçilerin AKP-CHP rekabetinin yedek gücü ve içsavaşın kurbanı olmaktan çıkması, hükümete karşı bağımsız bir kutup olarak dikilmesidir. Demokrasi savaşını kendi talepleriyle yürütmesidir. Tam da bu nedenle başta HDK ve ESP olmak üzere emekçileri ve ezilenleri örgütlemek isteyen tüm güçler ısrarlı ve yaygın bir devlet baskısıyla yüz yüzedir.

İmamoğlu’nun rehin alınması burjuva muhalefeti için seçimi kazanacak aday sorunudur. Burjuva muhalefetin demokrasi sorununda İmamoğlu sorunu esas, diğer tüm sorunlar talidir. Bu nedenle İmamoğlu’nun adaylığını mümkün kılmak, yahut seçimleri kazanacağını düşündüğü başka bir adayın önünü açmak için hükümetle her türlü pazarlığa açıktır; her türlü eylemden uzak durmaya, göstermelik eylemlerle durumu geçiştirmeye dünden razıdır.

Emekçi ve ezilenler açısından İmamoğlu sorunu demokrasi savaşına tabidir. Esas olan demokrasi savaşıdır. Bu savaşta emekçilerin atması gereken ilk adım hükümetin emekçilerin kitlesel eylemleriyle gönderilmesidir. Bir anayasa değişikliği ve erken seçim için kıvranan hükümete can simidi atmayı peşinen reddetmek gerekir.

Demokratik hak ve özgürlükler, bu hükümetle pazarlık yaparak değil onu süpürerek korunur, geliştirilir. 19 Mart’tan beri Türkiye’nin her yerinde hükümetin engellemelerine, CHP’nin frenine rağmen sokağa çıkan emekçiler bu basit gerçeği anlatıyor.

Rehine Pazarlığını Reddedelim
Hükümete Karşı Emekçi Seferberliğini Örelim