“Toplumsal olaylar onu yaratanların bilinciyle açıklanamaz.”

19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nun önce gözaltına alınması, ardından tutuklanmasıyla beraber uzun zamandır biriken çok nedenli öfkenin patlamasına yol açtı. Önce İstanbul’da üniversite öğrencilerinin kampüslerden sokaklara, meydanlara çıkarak kitlesel bir eylemlilik ortaya koymasıyla başlayan süreç diğer kentlerdeki üniversite öğrencilerini de sokaklara döktü.

Çok uzun süredir üniversite gençliğinin düzen içinde bir gelecek inşa etmesine dönük imkânlarının giderek azalması, üniversite okumuş olmanın ayrıcalık olmaktan çıkması, sermaye tarafından ucuz işgücüne dahil edilmesinin yarattığı hayal kırıklığı vb. kaygılarından kaynaklı biriken öfkesi kontrolsüz ve örgütsüz ancak kitlesel bir biçimde patlamaya yol açtı.

Saraçhane’de biriken büyük çoğunluğu aktif öfkeli genç yüzbinlerce insanın tek bir hedefe odaklanmaksızın düzenden kaynaklı öfkesinin dışa vurumu olarak geceler boyu CHP kurmaylarının sol motiflerle süslü popülist, sosyal şoven özüne sadık söylemleriyle şekillendirilmeye çalışılarak enerjileri düzen içinde tutulmaya şekillendirilmeye çalışıldı.

Reformist sollar, farklı sosyalist gruplar, daha güçlü olarak da ulusalcı kemalist, ırkçı partilerin tabanı ve yöneticileri, göstermelik olarak KESK ve DİSK bürokratları alanda yerlerini aldılar. Eylem ve gösterilere katılanların ana gövdesini Zafer Partisi ve CHP’nin doğal tabanı diyebileceğimiz kemalist söylemin etkisi altındaki genç kitle oluşturuyordu.

Daha önce hiç eyleme katılmamış çok sayıda genç korku duvarını aşarak Mustafa Kemal ve Türklük paydasında ortaklaşarak sokağa çıkma cesareti göstermiş oldu. Devrimci, sosyalist, sol gruplar adeta bir sel gibi delice akan bu kitlelerin içinde örgütlü davranma becerisi gösteremediği için etkisiz kalarak kalabalıkların içinde sürüklenmek zorunda kaldılar. Kendi birlikte eyleme gittikleri yoldaşlarını bile eylem içinde bir arada tutmakta zorlandılar.

Zafer Partisi’nin diri ve öfkeli gençlerinin Öcalan’a dönük küfürlü, ırkçı sloganları ve sürekli resmi ideolojinin temel söylemi üzerinden sürdürdükleri propaganda ve dinamik tutum nedeniyle tüm eylemlerde hissedilir bir etki yarattıklarını saptamak gerekiyor. İzmir’de yapılan yürüyüş ve eylemler boyunca İmamoğlu’na özgürlük talebi içeren slogan ve dövizler yok denecek kadar azdı. Mustafa Kemal, Türk bayrakları ve öğrenci gençliğin kendi yarattığı materyaller ve dövizler ağırlıktaydı.

“Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz; Faşizme karşı omuz omuza; Hak hukuk adalet!” sloganları bütün kitlenin attığı ortak sloganlar olarak öne çıkıyordu.

Irkçı küfür ve sloganları bastırmak için reformist solun icadı “İsyan, Devrim, Özgürlük!” sloganı da bütün sosyalist yapılarla beraber sık tekrarlanmak zorunda kalınan bir slogan oldu. Ege Üniversitesi öğrencilerinin başlattığı sokaklardan katılımla büyüyen kitleyle Bornova Kampüs’ten AKP il binasına yürümek istemeleri ve polis barikatını zorlamaları sonucu uzun saatler süren çatışmaların yaşanması, çatışmanın dinamizminin ve eylem kapasitesinin çıtasını yükselterek diğer okullara da sıçramasına yol açtı.

İlk yürüyüşte Dokuz Eylül Üniversitesi öğrencilerinin kampüs içinden başlayarak Buca’nın ana caddelerinden meydanlara yönelmesi Çevik Bir Meydanı’nda polisin saldırısıyla dağıtıldı. Eylemler durulmayarak ertesi günlerde kampüsün içinde saldırıya uğrayarak polisin çembere aldığı öğrenci grubu Ege’den ve diğer okullardan gelen öğrencilerin çoğunlukta olduğu kitleyle Tınaztepe Kampüsü’nün kapısına yığınak yapılarak slogan atılarak, barikat zorlanarak uzun bir bekleyişten sonra CHP İlçe Başkanı ve yanındaki zevatın polisle görüşmeleri sonucu barikatın açılması sağlandı.

Tınaztepe Kampüsü içinde çembere alınan öğrenci kitlesinin sloganlarla kapıya yürümesi ve dışarda bekleyen kitleyle buluşmasıyla büyük bir enerji ortaya çıktı. Oldukça kalabalık bir kitle İzmir tarihinde ilk kez Tınaztepe Kampüsü’nden başlayarak ana caddeleri kapatarak Eşrefpaşa’dan, adeta sel gibi akarak sokaklardan katılanlarla büyüyerek İkiçeşmelik, Çankaya, Lozan Meydanı’na, oradan Alsancak’ta caddeleri dolaşarak Cumhuriyet Meydanı’na ulaştı.

Eylemlere katılım çeşitlenerek, her geçen gün artarak devam etti. Bu güne kadar eylemlerde adı geçmeyen Ekonomi Üniversitesi, İYTE, Kâtip Çelebi, Demokrasi Üniversitesi öğrencileri de eylemlere kendi okullarından sokaklara caddelere çıkarak yürüyüşlere katıldılar. Yürüyüşlerde baskın eğilim kemalizm ekseninde buluşan CHP, Zafer Partisi, HKP, TKP, SOL Parti, TİP, EMEP vb. parti ve daha küçük yapıların kitlesi ve çok sayıda dar gruplarla gelen daha örgütsüz popüler söylemden etkilenen taraftar grubu vb. kalabalıklardan oluşuyordu.

Resmi ideolojinin farklı tonlarını taşıyan partilerin geçişken bir yapıya sahip, bazen buluşan, bazen ayrışan ama kopmayan resmi ideolojinin belirlediği esnek bir zeminde hareket ettiklerini tespit etmek gerekir. Solun neredeyse bütün kesimlerini heyecanlandıran bu kitlesel kabarış kalabalıklara karışan her grubu CHP’nin ve kemalcilerin egemen ideolojik söylemine mahkûm ederek hareketsiz kıldı. Buna rağmen günlerce sokaklarda eylemler sürerken diğer yapılarla birlikte baskın sosyal şoven havayı dağıtacak devrimci bir müdahaleyi olanaklı kılacak bir ortaklık kurulamadı ve bu söylemden uzak tutum, bir kopuş sağlanamadı.

Bütün eylemler ve yürüyüşler boyunca çok yoğun kitlesellik nedeniyle polisin sakin, esnek ancak bilinçli planlı tutumu sonucu eylemlerin içinde, oluşan komitelerde aktif sorumluluk üstlenen inisiyatif alan öğrenci olan olmayan devrimciler evleri basılarak gözaltına alındı. Uzun gözaltı süreleri sonrası birçoğunun tutuklanmasıyla eylemlerden uzaklaştırılmış oldular. Uzun süredir planlı ve sürekli bir tutuklama dalgası nedeniyle birçok devrimci geçmiş aylarda çeşitli operasyonlarla tutuklanmış ve cezaevine kapatılarak mücadeleden alıkonulmuştu.

Sol, sosyalist, devrimcilik iddiası taşıyan grup, yapı ve partiler eylemlerde baskın ırkçı, şoven söylemleri engelleyemediği gibi, CHP’nin sınırlarını çizmeye çalıştığı reformist ve ulusalcı solun gönüllü dahil olduğu, seçime odaklı havayı dağıtacak örgütlü bir iradeyi ortaya koymak bir yana onun aktif bir parçası olmayı kendine görev saydı.

Demokrasi mücadelesinin gereği olarak gördükleri İmamoğlu davası yurttaşların seçme seçilme hakkını elinden alan anti demokratik bir uygulamaydı.

Özgür Özel’in her akşam muhafazakar, milliyetçi, Kürt demokratların desteğini demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak dillendirmesini her akşam Saraçhane’deki bazı sosyalistlerin bayraklarını gören birileri eksik bulup Özel’in kulağına su kaçırdıktan sonra sosyalist demokratları da ilave etmeyi AKP karşıtı cepheyi genişletme noktasında keyifle yerine getirmişti. Bütün ilkesiz demokratlar İmamoğlu’nun demokratik Türkiyesi için aynı mücadelede buluşmuştu.

Devrimci, sosyalist olma iddiasındaki yapıların şaşkınlık içinde ne yapacağını bilemeden sayıca güçsüz olmanın ötesinde, ulusalcı ve reformist siyasetlerin karşısında kendilerinin devrimci bir siyasete sahip olmamaları, kitleleri belirleme, etkileme gücü olmamasına rağmen kitleden kopamama eğilimleri her akşam bayrağı kapıp alanlara yönelmesi, CHP etkinliklerine yedeklenmesi, gerektiğinde çatışması, tutuklanmasıyla devam etti.

Kürtlerin eylemlerden uzak durması sosyal şoven havayı kıramamanın ırkçı hakaret ve söylemlerin varlık bulmasının önemli bir nedeni oldu. Irkçı söylemler ve yürüyen Bahçeli-Öcalan süreci Kürtlerin eylemlerden uzak kalmasını sağladı. Gezi’de olmadığı kadar ırkçı, sosyal şoven bir hava etkin oldu. Gezi’de hem devrimciler hem Kürtler çok daha etkin ve bağımsız olarak sürecin içinde yer almıştı. Bu sefer öyle olmadı, tasfiyeci ve sosyal şoven çizgi eylemlere damgasını vurdu.

Solun neredeyse tamamında devrimci bir siyasetin meşru görülmemesi, reformlar için mücadelenin kendisinin devrimcilik yerine ikame edilmesi, “demokrasi mücadelesinin” belirsiz sınırları nedeniyle AKP karşıtı bütün eğilimlerin yan yana durmasının meşru görülmesi gibi tasfiyeci bir tutumun güçlü olması, siyaset, söylem ve eylem düzeyinde burjuva siyasetinden kopuşu, bağımsız devrimci siyaset yapmayı zorlaştırdı.

“DİRENE DİRENE KAZANACAĞIZ”

Bir başka sorun olarak da solun repertuvarında ilk sırada yer alan direnişçi pasifist çizginin virüs gibi yayılarak yaygınlık kazanmasıdır. İster işçi, ister öğrenci, ister solun örgütlediği bütün kitle eylemlerine damgasını vuran bu anlayış, mevcut pozisyonun korunmasını ve savunulmasını devrimcilik olarak tasavvur ederek hem kendisini hem ayaklanan kitleleri hareketsiz kılmaya yarayan bir anlayışı üretti üretmeye devam ediyor.

Bu direnişçi anlayış yaygınlık kazandıkça solun bulunduğu konfor alanında uzun yıllar kalmasına, kültürel faaliyete dönüşmüş bir etkinlikler toplamına dayalı sosyalist veya başka tanımlı liberal solculuğu normalleştiriyor.

Sol sosyalist iddiaya sahip yapıların sınıf temelli devrimci bir siyaset ve programa sahip olmamaları devrimci bir konumlanışa sahip devrimci bir pratiği de üretmelerine olanak tanımıyor. Marksizm dışı liberal tasfiyeci bir anlayışla yürütülen pratikler heyecan yarattığı kadar kalıcı bir sonuç üretmiyor.

Emperyalist kapitalist sistemin yıkıcı sonuçlarının önümüzdeki uzun yıllarda yeni isyan ve ayaklanmalara yol açacağını saptamak için kâhin olmak gerekmiyor. Ancak iktidarı hedeflemeyen, hazırlığı yapılmamış her ayaklanma gibi, ne kadar heyecan yaratırsa yaratsın düzen içinde geri çekilmeye, zorla bastırılmaya, sönümlendirilmeye mahkûmdur.

Bu nesnelliğe işçi sınıfı ve çıkarı işçi sınıfından yana olan bütün kesimleri örgütleme ve iktidarı devrimci bir iradeyle ele geçirme perspektifiyle donatacak bir partinin yokluğunun bir ihtiyaç olarak idrak edilmediği sürece bütün hiperaktif çabalara, ödenen bedellere rağmen kalıcı küçük bir mevzi dahi elde edilemeyeceği açıktır.

Bütün sol, sosyalist, devrimcilik, iddiası taşıyan siyasal akımlar önce kendi içindeki tasfiyeci eğilimlerle savaşmak zorundadır. “Solun” bir bütün olarak devrimcileşmesi, tasfiyeci eğilimlere karşı vereceği savaşın ciddiyetine, derinliğine ve kapsayıcılığına bağlı olarak ileriye sıçramasına devrimci bir kopuşa imkân sağlayacaktır.

Dünyada bir hayalet dolaşıyor. Her fırsatta yok ettiklerini avaz avaz bağırdıkları komünizm hayaleti.

Dünyanın bütün ezilen ulusları, yoksulları, dışlananları, geleceksizleri, işçileri, öğrencileri, göçmenleri, işsizleri, evsizleri, açları, giderek çoğalan bir öfkeyle büyük bir son kavgaya hazırlanıyor.

Kendiliğinden açığa çıkan kitle eylemleri gelecek için planı olmayanlar için umut olamaz.

Planlı bir hazırlık kazanılacak geleceğin zorunlu koşuludur.

İşçi sınıfı ve çıkarı işçi sınıfından yana olanların iradi bir zafere ihtiyacı var.

İzmir’den Bir Köz Okuru