21 Ağustos günü KöZ Gazetesi bürosunda, “Irkçı Saldırı Mağduriyeti Değil, Demokratik Anayasa Talebini Yükselt” başlığıyla gerçekleştirdiğimiz söyleşide yoldaşın sunumu şöyle özetlenebilir:
Konunun reformizm ve devrimcilerin ayrıştığı noktalara parmak basan yönüne değinen yoldaş uzun bir süredir Türkiye’de Kürtlere yönelik saldırıların mevcudiyetinden ve sol kamuoyunun ırkçı saldırıların şiddetlendiğine yönelik tespitlerine ve bunu adet olduğu üzere kınadığına hatırlatmada bulundu. Bunun, programatik bir yanlıştan ileri geldiğini belirten yoldaş Türkiye’de ırkçı saldırılardan söz etmenin ve bu kampanyaya katılmanın burjuvazinin peşine yedeklenen bir siyasi çizgiye hizmet ettiğini vurguladı.
Irkçılık kavramının tarihsel gelişimine işaret eden yoldaş burjuvazinin geliştirdiği bir kavram olarak ırkçılığı ezilen ulusların boyunduruk altına alınması ve köleleştirilmesinin vasıtası olarak tanımladı. Türkiye’de ise ırkçılık tanımlamasının yapılamayacağı, Kürtlerin ayrı bir grup olarak tanınmadığı, Kürdistan’ın da resmen sömürge statüsünde olmadığı mevcut halde Kürtlerin moda tabirle ötekileştirilecek unsurlar olmadığı ifade edildi. TC’nin imparatorluktan ulus devlete geçişte uluslaşmasında Kürt ulusunun Türk-İslam kimliği altında ezilmesi ve Kürdistan’ın en önemli parçasının ele geçirilmesinin hatırlatılmasının ardından 1920 meclisinin “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” şiarının Rousseaucu anlamda bir milleti değil “hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal” dizelerindeki milleti kastettiği ve gayrimüslimleri ezmek üzere ortaya konan bir şiar olduğu belirtildi. Nitekim Lozan’da Ermeni ve Rumlara tanınan statünün Kürtlere tanınmadığı örneklendirildi. Buna mukabil, Kürtlerin tarikatları bir siyasi parti gibi kullanıp bağımsızlık mücadelesini İslam kimliği ile beraber yürütmesinin TC’yi laikliğe zorladığına değinildi.
Bugün TC’de ırkçı saldırı tehdidinin arttığından söz edebilmek için Konya’da değil, daha karışık yerlerde de bunların olmasının gerektiği, nitekim AKP’li Kürtlere yönelik böyle bir saldırının mevcut olmadığı dolayısıyla meselenin Kürt olmak değil HDP tabanı olmak olduğunun altı çizildi. Altındağ’da yaşananlar yahut “sınır namustur” kampanyası gibi olguların ırkçı olarak değerlendirilebileceğini belirten yoldaş bunların da genel bir yabancı düşmanlığı içermediğini, örneğin burjuva Araplara yahut Asyalılara yönelik sınıfın bir parçası olacak unsurlara yönelik olduğu ve bunun “Türkiye’de şovenizm yükseliyor” naralarının aksine hükümetin bütün olumlu açıklamalarına rağmen gerçekleştiği yönünde bir değerlendirmede bulundu.
Hrant Dink’in Ermeni olduğu için öldürülmüş olmaması gibi, Kürtlerin de Kürt oldukları için değil hükümete karşı olup olmamalarına göre saldırıya uğradıklarını ifade eden yoldaş iç savaş içerisinde debelenen TC’nin en dinamik unsurlarını ihtiva eden HDP’ye tabanının yarattığı devrimci ürküntü nedeniyle kimsenin yanaşıp onunla ittifak yaparak rejimin krizini çözemediğini dile getirdi. Bir iç savaş yaşanırken bu iç savaşın çözülmesi için HDP’nin tercihte bulunması gerektiğine değinilip önünde bağımsız devrimci eyleme girişmek yahut düzen güçlerinden birine yamanmak olduğu vurgulandı.
Bir iç savaşın çıkmayacağı ve devrim günlerinin geride kaldığı beklentisiyle taban muhalefetini güçlendirmeye soyunup Avrupalı devletlerin basıncıyla TC’yi demokratikleştirmek üzere yola çıkan bir hareketin, kendini iç savaş içinde bulmasıyla felç olduğunu belirten yoldaş normalleşme çağrılarının krizi daha da büyüttüğünü, krizle düşmanlaştırılan ana öge HDP olduğu için saldırıların doğrudan muhatabı haline geldiğine işaret etti. İki sene önce tam da bu nedenle KöZ’ün arkasında duran komünistlerin 1 Eylül Dünya Barış Günü eylemlerinde “İç savaştan kaçanlar iç savaşın kurbanı olurlar” şiarını taşıdıklarını hatırlattı. HDP’nin iç savaştan kaçtığı için sağa sola yalpaladığı, yalpaladığı oranda da iki tarafın da hedef tahtasına oturduğu bir iklimde ırkçı saldırılardan bahsetmenin HDP’yi daha fazla Milleti İttifakı’na yamamaktan başka bir sonucu olmadığını ifade eden yoldaş bu mağdur edebiyatının CHP’sinden Akşener’ine herkesle görüşmenin arasındaki engelleri kaldırdığını belirtti.
HDP’nin tabanının, TC’nin demokratikleşmesi iddiasını hâkim sınıftan bağımsız olarak savunan, böyle bir iddiası olduğunu dile getiren ve hâkim sınıftan bağımsız davranma ihtimali olan, ya da en azından iki tarafın da içine almaktan çekindiği bağımsız bir güç olduğu tespiti yapılarak aslında bu tabanın ırkçı saldırı mağduru değil; bir devrim sorunu olan demokrasi mücadelesinin öncü savaşçısı, gücü olduğu vurgulandı. Yapılması gerekenin ise “bize sahip çıkın” demek değil, “biz özgür bir TC istiyoruz o yüzden saldırıya uğruyoruz” demek olduğu, HDP zaten bunları lafta söylediği için, böyle bir iddiayı taşıyamadığı için bunu diyemeyeceği belirtildi. KöZ’ün HDP’yi demokrasi mücadelesi verecek bir özne olarak görmediği, dolayısıyla aslında böyle bir beklentisi olmadığı hatırlatılarak esas gayenin HDP’nin lafta savunduğu iddialar ve pratikte bulunduğu konumuyla HDP’yi kuranların yöneliminin arasındaki tezata işaret etmek olduğu ifade edildi. Sözü edilen demokrasi mücadelesinin birinci şartının; devlet karşısında bu kadar deneyimi olan, işçi sınıfının en geniş politik kesimlerinin öncülüğünü HDP gibi gevşek, liberal ve tasfiyeci partilerden almak, bunu yapmak için de önce devrimci bir parti kurmak gerektiğine işaret eden yoldaş komünistlerin HDP’yi doğru yola getirmek gibi bir iddiası olmadığı, bilakis HDP’nin yapamayacaklarını gösterip devrimci parti ihtiyacının altını çizmek gibi tarihsel bir görevi olduğuna değinerek konuşmasını sonlandırdı.
İlk turun ardından görüşler belirtildi. Şu sorular soruldu:
“Demokratik anayasa talebi yerine bağımsız-birleşik Kürdistan talebini yükseltmek gerekmez mi?”
“Göçmenlere vatandaşlık hakkını isteyecek bir siyasi talebi savunmamakla birlikte ırkçı saldırı mağduriyetini dile getirme arasında nasıl bir bağlantı vardır?”
“HDP’nin demokrasi mücadelesinde oynamadığı rollerin tabanı üzerindeki etkisi nedir?”
Yoldaş ikinci tur konuşmasında şu vurgularda bulundu:
“ABD’de siyahların mücadelesi, ben siyah da olsam hep birlikte yaşamalıyız mücadelesi. TC’de ise ben senden farklıyım, ayrı bir egemenlik iddiam var, ben senin egemenliğinle birlikte yaşamıyorum mücadelesi. Bundçuluğa da oradan kayıyor. Irkçılık üzerinden tarif edersen, o zaman ırkçı önyargıları aşalım, ortak bir cumhuriyette buluşalım, tek bir ulus devlet içerisinde buluşalım fikrini savunmak gerekir. Hâlbuki bizim karşımızda bağımsızlık gibi bir sorun duruyor. Bu yok sayıldığı için TC bu sıkıntılarla uğraşıyor. O yüzden bu terminoloji TC’ye uygulanmaz.
Afganlar ve mülteciler meselesinde de bir ikiyüzlülük var. Politik bir hareketin politik bir talepte bulunması lazım. Bizim şiarımız işçi sınıfının vatanı yoktur, kim nerede çalışıyorsa vatanı orasıdır. Afganlar da geldiği zaman Türk işçilerin sahip olduğu bütün siyasi yasal statülere sahip olmalıdır, vatandaşlık haklarına sahip olmalıdır. Sorun böyle konduğu zaman, şeriatçılar geliyor, naif bakıyorsunuz diyenlerle bir ayrım çekmiş oluyoruz. Kaç siyasi akım koşulsuz şartsız vatandaşlık hakkını savunuyor? Bunu söyleyebilmek demek işçi sınıfını etkisi altında tutan gerici bir siyasi düşünceye karşı çıkmak cesaretini göstermek anlamına gelir. Bunu diyebilecek cesarete sahip bir akım yok. Göçmenlerin hepsi Erdoğan’a karşı verilecek devrimci mücadelenin öznesidir.
Neden demokratik TC dediğimiz zaman Demirtaş akla geliyor ki? Kürdistan işgal edildiği zaman demokratik olunabilir mi? Selahattin Demirtaş’ın çıkması için devrime gerek yok. Orhan Pamuk özgürce konuştuğu zaman demokrasi gelmiş olmuyor. Hrant Dink öldürülmediği zaman demokrasi gelmiş olmuyor.
Lenin Ne Yapmalı’da diyor ki, biz demokrasi mücadelesi vereceğiz, demokrat olduğumuz için değil. Demokratik dediğimiz şeyin, işçilerin köylülerin demokratik diktatörlüğü olduğu için mücadele edeceğiz. Bu bir devrim sorunu. Konya’daki katliam dâhil olmak üzerine bütün sorunlar bununla ilgili. Bu sorun hakkında konuşmadan, Sovyet Cumhuriyetleri şöyle olacak dediğiniz zaman siyaset yapmış olmazsınız. Bu olaylar olurken sosyalizm nasıl olacak gibi bir propaganda yapmayız. Demokrasi mücadelesinin devrim sorunu olduğunu anlatmalı, proleter-politik kesimleri harekete geçirmeli, reformistleri siyaset sahnesinden silmeyi hedef koymalı.
Başka hareketler şunu yapıyor diye şikâyet etmenin anlamı yok. Herkes oynaması gereken tarihsel rolü oynuyor, oynaması gereken tarihse rolü oynamayan da komünistler. Çünkü komünistlerin siyaset yapabilecekleri bir program yok. Bu program varsa da bunu hayata geçirecek örgütsel bir çatı yok. Bu temelde bir siyasi faaliyet yok. Bu olmadıktan sonra, bunu yaratma hedefini amaçlamazsak, yapılacak şey ‘koşullar müsait değil, partimiz yok, işin ucundan tutalım diye bir partiye gideriz, eylem yaparız dayanışmacı bir halimiz olur. Başkalarının vitrininde yer alır, izin verdikleri kadar siyasete yer alırız.
Ya da şikâyetçi, sekter, kimse bizi anlamıyor pozisyonuna geliriz. Biz TC ve dünyada devrimi hedefleyenlerin bağımsız bir program ve örgütsel çatı içerisinde bulunmasını hedeflemeliyiz.
Bizim yaptığımız ve kimsenin yapamadığı ilk tarihsel eylem bu. Biz şu ya da bu oportünist yapı içerisinde yer almayı reddediyoruz, biz bağımsız bir hat istiyoruz. TC’de solun geri kalanının yapamadığı şey. Biz de eylem yapalım dediğimiz zaman ilk olarak oportünist yapılardan kopup, sizin ilkelerinizi sizin gibi savunan, temel savaşı yürütenlerle birlikte aynı siyasi çatıda bu partiyi yaratmak için buluşmak gerekiyor diyoruz. Bu eylemi yapamadıktan sonra herhangi bir eylem yapmanın da bir manası yok.
Muhtelif konularda anlaşamayabiliriz, ırkçılık konusu da dâhil. Erdoğan’ın gerilemesi konusunda da anlaşmıyor olabiliriz. Fakat biz bir komünizm davasını savunuyorsak, işçi-köylü şuralarını savunuyorsak, yolumuz Ekim Devrimi diyorsak, bu anlaşmazlıkların hepsi talidir. Biz Ekim Devrimi’ni referans alan, Suphi TKP’si yolundan giden bir parti yolunda buluşalım, görüşler azınlık çoğunluk içinde belirlensin. Bu konulardaki görüş ayrılıklarını azınlıkta kalmayı kabul ederek, temel ilkelerde anlaşarak hareket edecek bir parti kuralım diyoruz. Herkese de diyoruz, dediklerimiz doğruysa, gelin bizimle birlikte bir parti kuruluş kongresi örgütleyin diyoruz.”
İstanbul’dan Komünistler