İki yıldır bir mobilya fabrikasında çalışıyorum. Bu aralar hiçbir kurala uymayan işyerlerine merdivenaltı atölye adını veriyorlar. Öyle olunca da fabrikaların daha kurallı, daha hijyenik yerler olduğu sanılıyor. Hiç alakası yok. Çoğu fabrika gibi bizim fabrika da her türlü pisliğin merkezi. Kurallar var elbette ama sadece üretim disiplinini korumak için. Patron bu konuda çok titiz.
Bize gelince… Ne iş güvenliği ne sağlığı var. Bir mutfağımız bile yok. Mola saatlerinde oturma dinlenme alanımız elbette yok. Cila, kaynak gibi bölümlerimiz var ama elbette ne havalandırma ne de yangın çıkış kapısı mevcut.
İki yıl önce işe başladığımda altmış kişi çalışıyordu. Bu işçilerin sadece yirmi tanesi Türk vatandaşı idi. Bu da sadece yirmi kişinin sigortalı olduğunu gösteriyor. Diğer kırk kişi Özbek, Türkmen, Suriyeli göçmen işçilerdi. Patron denetlemelerden korktuğu için sonradan göçmenleri çıkarmaya başladı. Bugün on göçmen kırk sigortalı işçi çalışıyor.
Yurt dışına yirmi beş ülkeye ihracat yapan bir fabrika olduğu için önce Korona hikâyesinden korkmadı. İşlerini yurt dışına çıkartırken zorlanmaya başlayınca imdadına teşvik fonları geldi. Şimdi tereddütlü, ne yapacağına henüz karar vermedi.
İŞKUR ödeneğinden haberdarsınızdır. İŞKUR ödeneği ile işten atıldığımızda alacağımız işsizlik maaşını bize iyilik gibi veriyorlar. Göçmenler elbette bunlardan faydalanamayacak. Zaten ödenek de her işyerine verilmiyor. Uyanık patronlar işçilerine bu teşvik çıkmazsa diye ücretsiz izin formu imzalatıyor. Bu formu işçilere İŞKUR istedi diye de imzalatan var. Yani patronlar her türlü krizden yararlanarak çıkmasını biliyor. Biz de iki ay sürecek ücretsiz izin formunu tüm işçiler imzalamak zorunda kaldı.
Patron diyor ki “İstediğinizi yapın. İster imzalayın ister imzalamayın. Çünkü mahkemeler kapalı, kimse sesini çıkartmayacak. Herkes kaderine razı gelecek.” Sonra devam ediyor: “Korona giderse iki ay sonra bilin ki iş bulamazsınız. En az 1 yıl işsiz kalacaksınız çünkü ekonomik kriz geliyor”. İlave ediyor: “Küçük işyerlerinin hepsi kapanacak işsizlik artacak” diyor. Bizler de işsiz kalırsak başımıza ne geleceğini bilerek bu formu imzaladık.
Korona gündeme geldiği günden beri işe gitmekten vazgeçmemiştik. Korona’yı tehdit olarak görmediğimizden değil, işsizliğin Korona’dan daha büyük bir tehdit olduğunu bildiğimiz için. Uzun vadeli düşündüğümüzde çok mantıksız bir tercih olduğu açık. Kimse sürekli işsiz kalmıyor çünkü ama altı yedi ay içinde ama bir iki sene içinde iş buluyor. Oysa insan ve yakınları bir kere ölüyor. Ama uzun vadeli düşünebilmek için yani “canından önemli mi?” diyebilmek için uzun süreli işsiz kalmaya dayanacak bir birikim gerekiyor. Öyle bir birikim hiçbirimizde yok. Hepimiz kredi kartı borçlusuyuz.
Şimdi yine ücretsiz izne sokuluyoruz.
Bir komünist olarak çevremdeki sosyalist arkadaşlarla çok sık tartışıyorum. Kuşkusuz hepsi işçilerin sorunlarının farkında hatta aralarından bir kısmı işçi. Hepsi tüm işçilerin evde kalmasının gerektiğini vurgulayan kampanyalar yürütüyor. Çoğu bu kampanyalarını “Ücretli İzin!” talebiyle beziyorlar. Ben döne döne bunun hayalcilik olduğunu anlatıyorum. “Kapitalizm koşullarında üretim tatil olmaz, olamaz. Bunu en iyi marksistlerin bilmesi gerekir.” diyorum. Savaş zamanı karşılıksız barış sloganları yükseltmek ne kadar hayalci ise salgın hastalık zamanı soyut bir “Herkese ücretli izin!” talebi yükseltmek aynı derecede hayalci. Bu hükümet ayakta kaldıkça ücretli izinin elde edilebileceğine kim inanır? Arkadaşlara tutumlarının işçilerin kendilerini yasal olarak güvenceye alabilecek kadar örgütlü kesimleriyle en ayrıcalıksız kesimleri arasındaki ayrımları büyüteceğini anlatıyorum.
Evde kalma ayrıcalığı olanların evde kalma lüksü olmayanlara: “Size Ücretli İzin Lazım!” diye seslenmesi burjuva hayırseverleri anımsatıyor bana. Onlar da kendi ayrıcalıklı konumlarından işçiler için üzülüyorlar, hatta kendi konumlarını bozmadan işçiler için “bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.” Madem bize ücretli izin lazım, madem ücretli izin ancak grevle mücadeleyle gelecek o zaman siz de bizimle birlikte mücadele etsenize. “Ücretli İzin! Genel Grev!” derken siz evde otururken bunları bizim yapmamızı mı bekliyorsunuz? Yoksa bunları her fırsatta sarı sendika olduğunu vurguladığınız DİSK’ten mi bekliyorsunuz? Neden fabrika çıkışlarına, yanımıza gelmiyorsunuz? Evde oturanların evde oturmayanlara çağrı yaptığı bir durumun sadece imrenmeyi ve öfkeyi değil aynı zamanda panik ve endişeyi arttıracağını nasıl görmüyorsunuz?
Arkadaşlarım bana başka bir nedenden ötürü daha kızıyorlar. Korona gündeme geldiğinden beri işsaatleri dışında işçiler arasında propaganda ve ajitasyon faaliyetlerine katılıyorum. “Ucuz kahramanlık” yaptığımı düşünüyorlar. “Madem siyasi iktidara karşı bildiri dağıtacaksın, madem bu kadar kahramansın, işe önce kendi fabrikandan başlasana” diyorlar. “Önce ücretsiz izin formunu imzalıyorsun sonra da hükümeti devirelim diyorsun! Bu ne tutarsızlık!” diyerek çıkışıyorlar.
Ben de anlatıyorum elbet. Diyorum ki: “Siz ‘Herkes önce kendi kapısını süpürsün!’ diyorsunuz. Asıl maceracılığın, küçük bir işyerinde bir direniş örgütlemeye çalışmak olduğunu yıllardır işten atıla atıla öğrenmedik mi? İşçilerin kazanması için birleşmesi gerekiyor. Ama bu birlik sizin anladığınız anlamda tek bir işyerindeki işçilerin birliği değil. Bir işkolundaki işçilerin birliği de değil. Siyasi iktidara karşı mücadele eden işçilerin birleşmesi, siyasi bir mücadele vermesi gerekiyor. Siyasi mücadele birleştirir. Bugün işçileri kendi işyeri sorunları üzerinden harekete geçiremezsiniz. Tüm Türkiye’yi kesen siyasi sorunlar üzerinden harekete geçirebilirsiniz. Siz işyerlerinde bir hareketin hükümete karşı mücadeleye evrileceğini savunuyorsunuz. Üstelik bunun devrimciler sokağa çıkmadan gerçekleşebileceğini savunuyorsunuz. Mitinglerin iptal edilmesine ses çıkarmıyorsunuz. Söylediklerinizin tersi doğru bugün işyerlerinde bir hareket ancak hükümete karşı etkili bir protesto dalgasının sonunda başlayabilir. Sosyal medyadan çağrılar yükselterek, uzaktan afiş asarak, mitinglerin iptalini anlayışla karşılayarak hükümete karşı mücadele edilmez. İşçilere dışarıdan bilinç vermek onlara siyaset taşımaktır. Onlara evden seslenmek değildir. İşçilerin kurtuluşu için mücadele eden işçiler neredeyse orada olmalı. Cepheyse cephe, fabrikaysa fabrika.”
Anlatacağım, anlatacağız… Ta ki işçi hareketi içindeki reformizmi alt edene dek.
Tuzla’dan Bir Köz Okuru