17 Eylül Pazar günü “İşçilerin Birliğinden Önce Komünistlerin Birliği” başlıklı söyleşimizi gerçekleştirdik.

Konuşmacı yoldaş, sözlerine, 2023 Genel seçimlerinin ardından Kılıçdaroğlu yenilgisini kendi yenilgisi olarak gören sol akımların özeleştiri sürecine yahut eleştiri sürecine girmiş olduğu tespitiyle başladı:

Sol akımların eleştiri ya da özeleştiri süreci hala devam etmektedir. Bu söyleşide de yapılacak konuşma, özü itibariyle buraya bağlanacaktır.

Öncelikle bu sürece girmeden, kavramların anlamlarına bakmak gerekir. Yaşadığımız topraklarda kimi kavramlar anlamını yitirmiştir. Bu kavramlardan ilki eleştiri kavramıdır. Eleştiri, hataları saymak ya da günah çıkarma anlamında kullanılmaktadır. Bu kullanım sonuç itibariyle hatalardan ders çıkararak yola devam etmeye bağlanmaktadır.

Anlamını yitiren diğer kavramlar ise somut- soyut kavramlarıdır. Genelde bizim, KöZ’ün arkasında duranların yaklaşımı, diğer perspektiflerden bakıldığında, soyut bir anlamda algılanmaktadır. Bu algılayış, örneğin, ‘Tüm sorunlar devrimci parti yoksunluğundan kaynaklanıyor.’ dediğimizde soyut olarak kavranmasına yol açmaktadır. Daha da açmak adına, örneğin, bir işçiye ‘parti yok’ dendiğinde soyut; ‘ekmek sorunu var’ dendiğinde somut bir hatta görülüyordur. Halbuki durum tam tersidir. Somut denilen açıklandığı, bağlamları görüldüğü oranda anlamlı bir kavram hâlini alabilir. Oysa Erdoğan’ın neden bir sorun olduğu yahut ekmek sorununun neden bir sorun olduğunu açıkladığımız zaman somut bir hale gelir.

Bir başka mevzu pratik adımlarda yatmaktadır. Komünistlerin birliği mücadelesi pratik bir adımı mı kast eder? Erdoğan’a karşı, ekmek sorununa karşı pratik bir adım atılmalıdır. Oysa pratik dendiğinde eylem anlaşılır. İnsanların bir tür olarak pratik faaliyet içerisinde bulunmaları örgütlenme ve örgütlenmeye yönelik adımlarından geçecektir. Bunları ele almadan atılacak adımlar burjuvaziye hizmet eden adımlar olacaktır.

Özeleştiri, komünistler açısından tekil bireylerin verdiği bir şey değildir. Bir örgütün ele aldığı tutumları neden-sonuç ilişkisi içerisinde açıklayarak, kökenden başlayarak bir çözüm bulduğu oranda özeleştiri olur. Onu devrimci kılan etmen, kendi tarihine bakmak, pratik sürece, kökenlere inerek bu şekilde bir çözüm yoluna vararak oluşur.

10 Eylül, bir komünist partinin kuruluş tarihi idi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yapılan özeleştiriler, bağımsız bir hatta olmak gerekliliği üzerineydi. Bu partiye, bugün sahip çıkmayan bir sol akım bulmak zordur. TKP’nin tasfiyesi doğal ve kaçınılmaz olarak görünür. TKP’nin kurulduğu döneme bakıldığında, Kuzey- Latin Amerika’da böyle bir oluşum yokken Avrupa vb. yerlerde de bu süreç hâkimdir. Bulgaristan, Yunanistan’da oluşumlar görülebilir sadece. Örneğin Latin Amerika’da doğrudan bir iç paylaşım savaşının olmadığı görülür. Balkanlar’da Müttefikler, otoriteyi sağlamış ve parçalamış bir konumdadır. Bu parti sıcak çatışmanın olduğu tek yerde kuruluyor. Programı, varlığı var. Bunun açıklanamaması ciddi bir problemdir. Komünist partisi, önder kadroları katledildikten sonra da varlığını koruyor, kemalistlere karşı mücadelesini sürdürüyordu. Herhangi bir etkisizlikten söz etmek yanlıştır. Devrimci örgüt- parti sorununa yanıt üretmeden, ‘İngiliz emperyalizmine karşı ne yapmalı?’ sorusuna yanıt veremediğinden başarısızla sonuçlanıyor. İhtiyaç olan ise Anadolu Sovyet şuralarıydı. Bu tasfiyenin kendisi TKP’nin sonrasında varlığını yitirmesine yol açmıştır. Bunun bedeli, Komünist Enternasyonal’in tasfiyesinden sonra 1960’larda ikinci yükseliş dönemi başladığından çok daha ağır bir şekilde ödenecek ve siyasetin sorunu haline gelecektir.

Türkiye’de tasfiye sürecine baktığımızda, o dönemde yahut 1960’larda, halkla bağı olmayan, cılız bir parti olduğu görülmektedir. Buradan çıkan sonuç, bizim en geniş kitle çalışması içerisinde en sağlam parti mücadelesi yürütmek ve bize gereken birleşik işçi hareketi yaratmak olarak tarif edilmeye başlanır. Bu tarif sonuç itibariyle TİP gibi bir partiye ihtiyaca götürür. Komünist partinin yaratılmasını işçilere ulaşmak üzerinden tarif etmek buna götürmektedir. Süreç içerisinde devrimci bir çıkış arayan Kaypakkaya’dan Denizler’e hepsi Mihri Belli’ye Kıvılcımlı’ya uğramışlardır. Onların pratik anlamda bir şey yapmadığını anladıklarını zaman kendileri işe koyulmuşlardır. Kendini konsolide edememiş kemalistlerden, 1960’larda Demirel sorunu ile özdeşleşmiş rejim krizi ile yenilgiye mahkum kalınmıştır. 1970’lerden sonra yapılan değerlendirmelerde ise, yine benzer maceracılık söylemlerinin yükselmesi arasında yüksek oranda benzerlik bulunmaktadır. Kaypakkayaların çizgisinden farklı bir çözüm yolu benimseyenlerin hepsi 12 Eylül dönemi içerisinde CHP’nin peşinden gitmişlerdir. 12 Eylül süreci sonunda verilen özeleştirilerde, kitle ile kurulamamış bağ, popülizm eleştirisi artmıştır. Burjuvazinin repertuarına girildiği için kitlelere gitmek hep eksik bir eleştiri haline gelmiştir. Programatik bir sorunu çözmek yerine asıl olarak kitlelere gitmek, yaratıcı taktikler bulunması gerekliliği çözümüne gitmeye çalışan, somut düşünüş, soyut eyleyiş ile burjuvazi literatürüne daha fazla kilitlenen sol akımlar görülmektedir.

14- 28 Mayıs 2023 seçimlerinden sonra verilen tüm özeleştiriler, köklü sorunun üstünden atlayan bir pozisyondadır. 1920’deki partinin olmama sorunu nasıl ki kemalizmin peşine takılmamayı gerektiriyorsa, bu sorunun üzerinden atlandığı süreç içerisinde ya sekter ya da hakim sınıfın kuyruğuna takılmakla sonuçlanacaktır.

Bugün komünist partinin yaratılması gerekmektedir. Atılacak en somut ve pratik adım bu partinin yaratılması için mücadele etmek olacaktır. Komünist parti yaratılmadığı sürece pratik görülen her çalışma soyut, burjuvaziye hizmet eden bir çalışma olarak görülecektir.

Konuşmacı yoldaş söyleşinin ilk bölümünde bu noktaların altını çizdi. Ardından soru ve görüşler alınarak ikinci bölüme geçildi:

İşçilerin birliği ihtiyacından önce komünistlerin birliği ihtiyacını sağlamak gerekir. Bu birliği sağlamadan önce atılacak her adım yenilgiye yol açacaktır. Bu birliğin nasıl sağlanacağı ise farklı bir konudur. Başka bir konuyu somutluğu içerisinde ele almamak tasfiyeciliğe gider.

Bütün bağlamında proletarya diktatörlüğü ile nasıl bağlantısı var? İşçilerin birliği derken bütün işçilerin birliği birleşinden ne anlıyoruz? Bu cümlenin Komünist Parti Manifestosu’nun son cümlesi olması tesadüf değildir. Kendini adım adım hakim sınıf olarak örgütlenmesi, birliğini anlamak gerekir. Manifestoyu bir referans olarak kabul etsek de enternasyonale bakmak gerektiği için, işçilerin birliği derken, genel bir formülasyon ya da soyut bir şiardan bahsetmiyoruz. İşçi emekçilerin gönüllü birliği, sovyetler birliğini anlıyoruz. Kendini burjuvaziye karşı örgütleyip birlik oluşturmasını anlıyoruz. İlk etaptaki yanıt, SSCB olarak proletarya diktatörlüklerini, ulusal kimliğe sahip olmayan birlikleri anlıyoruz. Bu adım olmadan devrimden bahsetmenin de soyut olacağını söylemekteyiz. Devrimin koşullarının olgulaşması, önünün açılması da ancak bu şekilde kavramaktan yola çıkacaktır. Bir burjuva devletinin devlet aygıtını, işçi emekçi sovyetlerini örgütlemeyi düşünmeden, böyle bir devlet kuramadan, anti-emperyalizm mücadelesi verilemez. Bunun bir örneği Afrika’da görülmektedir. Nijerya’daki darbe destekleniyor çünkü Amerika’daki emperyalistler bundan darbe almış olarak görülüyor. Parti komünistlerin aygıtıdır. Bu olmadığı koşullarda ise emperyalizmin darbe aldığından bahsedemiyor oluruz. Troçkist akımlardan Kaypakkaya’ya, bu topraklarda emperyalizme karşı bir mücadele verildi deniyor. Bunun yakıcı yönü parti olmadan da emperyalizme darbe aldırtılabilir bakış açısında yatmaktadır. Aksi halde Nijerya’daki darbeyi destekliyor oluruz.

Bir ikinci yönü, bir sendikayı desteklemek adına parti şarttır demiyoruz. Gerçek anlamda bir sendika örgütlenmesi için parti şarttır ama bu ayrı bir şeydir. Devrim için devrimi parti diyoruz bunu işçilerin birliğini sağlamadan devrimi olmaz demek için söylüyoruz. Can çekişen bir rejimde, askeri bir darbe ile bunu indirmek gerekir. İktidar alındığı koşullarda, buna hazırlıklı olan bir partiden bahsetmemiz gerekir. İktidara dayandırılabilecek güç siyasi olarak donatılmalıdır. Biz bunu anlatmak istiyoruz.Uluslararası bir partinin yaratılması konusuna gelecek olursak; biz devrimci bir parti yok derken, enternasyonal çapta bir parti yok diyoruz. ‘Bütün ülkelerin komünistleri birleşin’ diyoruz. Dünya çapında komünistlerin önderliği diyoruz. Bunun için böyle bir enternasyonalin kurulması için de yerel partilerin kurulması gerektiğinden bahsetmiyoruz. Komünistlerin partisi derken ne kast ediyoruz? Gezi, 12 Eylül başarıya ulaşamadı derken verdiğimiz yanıt parti yok dersek bu yanıltıcı bir sonuç olur. Bizim kast ettiğimiz devrimci parti sorunu bu değildir. Yenilebilmek için dahi parti öznesi olması gerekmektedir. Kendi bağımsız hedefinle, iddianla bir kavgaya girmek gerekmektedir. Örneğin TKP bir kavgaya girdi ve yenildi diyebiliriz. Komintern tarafından onaylanmış bir programlı parti olmak yenilmemek anlamına gelmemektedir. Bolşevik partisi de yenildi. Ekim Devrimi’ni bu yenilgiyi görerek atılan adımlar sonucu gerçekleştirildi.

TKP’nin kendi kendine ulusal dinamiklerle tasfiyesi açıklanamaz. Aslında yarı sömürge ülkelerde devlet aygıtına eklemlenebilir fikri oluştuğu için tasfiyesi gerçekleşmiştir. TKP’nin iktidarı alma fikri ortadan kalkmıştır. Tasfiyecilik, örgütün kaldırılmasıyla açıklanamaz. Poltik arenada kendini belli eder. Pratikte atacağı adımlar ile çizilir. Uluslararası olarak kendi programını desteklemediği için tasfiye olmuştur. İktidarı almaya yönelik hamleden adımdan uzaklaşıldığı oranda tasfiyeden söz edilebilir. Burada biz tüm ihaleyi Komünist Enternasyonal’e yıkamayız bunu yaparsak özeleştiriden kaçmış oluruz. TKP bu bayrağı savunamamıştır. 1920’de yapılan hata, bugün de sorunun iktidar sorunda düğümlendiğine işarettir. Çözüm devrimci iktidarda görüldüğü oranda ayrışma olacaktır.

Komünist hareketin stratejisi, proletarya diktatörlüğünün kurulabilmesi, öncelikle bu partinin yaratılmasından geçer. Kitleleri örgütleme girişiminden parti mücadelesine, bu noktalara ancak bu şekilde somut kılınabilir. Kaldı ki parti, parti kuralım demekle gerçekleştirilebilecek bir şey değildir. Parti, somut ve pratik adımlarla kurulabilir. Bunları yapmayı içeren bir şeydir. İşçilerin birliğinden önce komünistlerin birliğini sağlama, devrimci bir partiyi yaratmadan herhangi bir mücadeleye girmeyin, sendikalara katılmayın vb. anlamlarına gelmemektedir. Komünist kılan şey hükümete karşı yürütülen mücadele de değildir. Zaten bu mücadele sınıf mücadelesi içerisinde öncesinde de bulunduğumuz eylemlerdendir. Bugün herkes HDP nasıl olmalı, nasıl bir örgüt sorunundan bahsediyor. Bu mücadelenin zafere ulaşması, geçmişte bu zafere ulaşmış partilerin yolundan geçerek mümkün kılınabilir. Aksi halde yürütülecek her mücadele başarısızlıkla sonuçlanacaktır.

Herhangi bir mevzi kazanmak da bununla alakalıdır. Burjuva siyaseti içerisinde bunlar zaten oluyor. Bugün Türkiye’de kalıcı bir mevzi yaratılamaz. Mevzi yaratabilmekten bahsetmek için devrimci partinin yaratılması gerekmektedir. Aksi halde bunun yapılamayacağını söylemek gereklidir.

Komünistlerin birliği derken, biz Ekim Devrimi’ne sahip çıkanları savunuyoruz. Biz komünist dediğimiz zamanda bireysel olanları kast etmiyoruz. Bir partinin içerisinde, bu partiyi yaratmaya çalışanları, örgütlü bireyleri kast ediyoruz. Ya bir komünist partinin içerisinde, ki böyle bir parti şu an için yok, ya da bu partiyi yeniden kurma iddiasını taşıyor olmak gereklidir. Bunu söylemediğimiz sürece istenildiği kadar rejim krizi, işçi sorunundan bahsedelim soyut kalacaktır. İşçilerin birliğinden önce komünistlerin birliği vurgusu bu anlamda önemlidir.

Bu söyleşide, bizim referanslarımız ne, kim komünisttir konuları açıklanmamıştır. Komünist bir partinin niceliği yahut niteliğine de değinilmemiştir. Bunlar farklı söyleşilerin konusudur.