18 Mart günü, Boğaziçi Üniversitesi Kurumsal İletişim Ofisi’nden okul mensuplarına yollanan e-mailde şu mesaj yazılıydı:“18 Mart Çanakkale Zaferi ile Zeytin Dalı Operasyonu şehit ve gazilerimizi rahmet ve saygıyla anıyoruz. Vatan size minnettar”

Bu mesaj üzerine okuldaki belirli faşist, şovenist gruplar Boğaziçi Üniversitesinin istikametinin değiştiğini, okulun “milli mevziler”e teslim olduğunu dillendirmeye başladı. Ertesi gün ise, bu mesajdan cesaret aldığını düşündüğümüz 5-6 kişilik İslamcı bir grubun okulun en kalabalık kampüsünde “Afrin Lokumu” adı altında bir masa açtıklarına şahit olduk. Anlaşılan o ki Saray medyasından pompalanan propagandayı sahi sanmış şovenizmin yükseldiğine inanmışlardı.

2013 yılında aynı kampüste açılan İHH standı, çoğunlukla HDP dışında kalan solcu öğrenciler ile standı açan İslamcıların kavgasına yol açmıştı. Bu sefer ise olaylar, geneli HDP seçmeni diye tanımlayabileceğimiz çoğunlukla örgütsüz bir öğrenci grubunun plansız bir tepkisi ile gelişti. Esasen solcu bir arkadaş grubunun “kütüphane önünde buluşuyoruz biz” mesajını duyan yaklaşık 50 kişi, “İşgalin, Katliamın Lokumu Olmaz” yazılı bir pankart hazırlayarak lokum masasının karşısına dikildi.

Eylem öncesinde HTKP’li bir arkadaş bize gelerek, lokum dağıtma olayının başka hiçbir üniversitede yapılmadığını, bu olayın Boğaziçine özel bir provokasyon olabileceğini söyleyerek, plansız bir şekilde yapılacak eylem konusunda diğer arkadaşları uyarmamızı istedi. Biz eylemin örgütleniş tarzına dair çekinceleri paylaşmakla birlikte, bu olayın bir provokasyon olduğu tespitine katılmadığımızı, eğer böyle düşünüyorsa bu uyarıyı kendilerinin yapması gerektiğini söyledik.

Biz eylem öncesi konuştuğumuz kişilere, lokum masasına kimsenin uğramadığını, uğrayanların büyük çoğunluğunun da okulda azınlık olan AKP’li öğrenciler olduğunu söyleyerek bunun Afrin perasyonunun şovenizmi yükseltmediğinin bir delili olduğunu belirttik. Bu tartışmalar sürerken, bir diğer arkadaşın eylem komitesi oluşturma yönündeki önerisi de dikkate alınmadı ve grup lokum masasına doğru «rastgele» yürüyüşe geçti. Biz de bu yönde bir irade çıkınca eyleme katıldık.

“Saray Savaş, Halklar Barış İstiyor” gibi sosyal-pasifist sloganlara eşlik etmesek de, eylem sırasında Afrin operasyonunun Erdoğan’ın içerideki sıkışmışlığının sonucu olduğu, üniversitedeki Erdoğancıların da şovenizmi yükseltmeye çalıştıklarını fakat bunu başaramayacakları yönünde bir ajitasyon çektik.

Yaklaşık 1 saat süren gerginlik, Öğrenci Dekanı’nın araya girmesiyle ve karşı tarafın lokum masasını kaldırmasıyla sona erdi. Eylem sırasında kameralar tarafından tespit edilen 3 kişi olay sonrasında gözaltına alındı, 1 saat sonra da serbest bırakıldılar.

Aynı gün olayın görüntüleri AKP’ye yakın medya kuruluşlarında “Afrin şehitlerini anan öğrenci grubuna PKK’lılar saldırdı.” başlığıyla servis edildi. Erdoğan da ilk fırsatta bu eylemin komünistlerin işi olduğunu ve komünistleri üniversitelerde barındırmayacaklarını ilan etmekte gecikmedi.

Bu durum sonrasında bir grup solcu öğrenci yapılan eylemin stratejik olarak yanlış olduğunu, eyleme katılanların süreci doğru okuyamadıklarını savunurken, bir diğer grup “Savaşa karşı sözümüzü söylememiz böyle bir süreçte önemliydi.” gibi yorumlar yaptı. Biz ise esas olarak yapılan eylemin politik hattının belirsiz olduğunu, bunun da Türkiye solunun Afrin operasyonuna olan tepkisinin pasifist ve popülist bir çizgide şekillenmesiyle alakalı olduğunu söyledik.

Eylem değerlendirmesi sürerken, Erdoğan’ın kongre konuşmalarında eylemi hedef göstermesi operasyon beklentilerini artırdı. Hafta süresince fotoğraflardan tespit edilen öğrencilerin kiminin ikametgâhına baskın düzenlendi, kimi ise okul içinde veya çevresinde sivil polisler tarafından gözaltına alındı.

Bu durum da bir yandanErdoğan’ın bir faşist diktatörlük kurduğunu söylerken kendi tespitlerini bile ciddiye almayan bir lakayıtlıkla hareket edildiğini göstermekteydi. Kameralara yakalanan bizim arkadaşlarımız ise arananlar arasında olsa da alınanlar arasında olmadı. Gözaltındaki öğrenciler için ertesi gün yapılan eylemde de 7 öğrenci daha gözaltına alındı. Kimi gözaltı aracında işkenceye uğrayan arkadaşlar gün içinde serbest bırakıldı.

Lokum protestosu yüzünden 2 hafta gözaltında kalan öğrencilerden ise 13’ü tutuklandı. Bu süreçte, “lokum olayı” dışında bir gerekçeden tutuklama olmazken, bir öğrencinin gözaltındaki arkadaşların serbest bırakılması için masa açtığı gerekçesiyle tutuklandığı haberi sol basında yer aldı. Bu tür “felaket tellalı” çarpıtma haberlerin öfke değil pasifizasyonu doğurduğunu, ayrıca “demokratikleşme” bahanesiyle burjuva partilerin kuyruğuna takılan reformist solun ekmeğine yağ sürdüğünü düşünüyoruz.

Öte yandanbir faşist diktatörlük kurulduğu konusunda feryat edip beri yandan da buna hiç de uymayan bir lakayıtlıkla hareket edilmesine dikkat çekerken asıl vurgunun başka bir noktaya yapılması gerektiğini önemsiyor ve propaganda ediyoruz.

İddiaların ve sanılanın aksine yükselen bir şovenizm dalgası olmadığı bu küçük örnekle görülmüştür. Aksine adeta mağdur duruma düşenler Afrin saldırısı nedeniyle ve Erdoğan’ın konumunu koruması uğruna hayatlarını kaybedenleri anmak isteyenler olmuştur; onlar korunmaya muhtaç durumda kalmışlardır. İmdatlarına yetişen ise sivil kitleler değil devletin güvenlik güçleri ve yargı kurumları olmaktadır. Bu durumda onlara sahip çıkan bir kitlenin olmadığı apaçıktır. Devletin baskı aygıtlarının korumasına muhtaç kalmaktadırlar. Bir başka deyişle solda sık sık vurgulandığı gibi sivillerin birbirleriyle savaşacağı bir iç savaşın yaklaştığına dair alarm işaretleri beyhudedir. Tersine yükselen olasılık olsa olsa devletin baskı aygıtlarının ürkek davranan muhaliflere karşı baskı güçlerini seferber ettiği bir karşı devrimci iç savaş olasılığından bahsetmek daha makul olur ama solun geri adım atma yönündeki refleksleriyle ve şiddeti artan rejim krizi yüzünden bu olasılık da güçlenmekte değildir.

Öte yandan bu eylem karşısında devletin sert bir müdahalede bulunuyor olması gayet tabiidir. Çünkü devletin işlevi zaten bundan ibarettir. Ama bu gerçek kadar açık olan bir başka ve önemli gerçek de «Afrin şehitlerine saygısızlık eden bu densizler»e karşı neredeyse bütün medya kuruluşlarından sert bir tonda haykıran ve kitleleri galeyana getirmeyi arzulayan «Reis»in çabalarına sokaktan bir yanıt ve yankı gelmediğidir.

Altı çizilmesi gereken de bu gerçektir. Üstelik kendiliğinden ve rastgele bir biçimde olsa da (hatta bilhassa böyle olduğu için) böyle bir tepki göstermenin zemini ve koşulu olduğu da ortaya çıkmaktadır. Eğer bir avuç öğrenci yaratılan karanlık tabloya rağmen ve savunmasız, korunaksız, tedbirsiz biçimde böyle bir eyleme cüret edebiliyorsa açıktır ki tablo gösterilmek istenenden farklıdır. Bu tabloyu adeta hükümetin çabalarına destek olmak ister gibi daha da karanlık hale getirmenin de alemi yoktur.

Aksine Boğaziçili öğrencilerin eylemi bu gerçeklerin görünmesine vesile olmaktadır. Bu yönüyle kullanılmalı, daha kapsamlı ve hazırlıklı eylemlerin önünün açılmasına hizmet etmelidir.

Korku bulaşıcı olduğu gibi cesaret ve cüret de öyledir. Devletin yıldırma ve yılgınlık haleti ruhiyyesi yaratma gayretlerine rağmen, tablonun iktidarda bulunan ve bir ayağı çukurda olan Erdoğan ve rejimi güç kaybetmekte ve gerilemektedir. Bunu göstermek ödevdir ve bunun için eksik olan cesaret, özgüven ve örgütlü hazırlıktır.

Bu açıdan Boğaziçi Üniversitesindeki mütevazı ve zaaflı eylemden bu dersi çıkarmak ve yılgınlık  bulutlarını dağıtmak için yararlanmak gerekir.

Boğaziçi Üniversiteli Tutsaklara Özgürlük!
Katliam Destekçilerine Yer Yok!

Boğaziçi Üniveristesinden Komünistler