İzmir’de 25 Aralık 2020’de gerçekleştirdiğimiz ‘Devrimci Durum var, Devrimci Parti Yok’ konulu söyleşiye Deri Kundura Tekstil İşçileri Derneği’nden arkadaşlar ve farklı siyasi çevrelerden birkaç arkadaş katıldı. Söyleşinin başında 19 Aralık’ta katledilen devrimcileri anarak onların tavrının devrimci örgütte ısrar tavrı olduğunun altını çizdik ve bu anlamda mücadelelerini sahiplendiğimizi belirttik. Söyleşide sunum yapan yoldaş Köz’ün arkasında duran komünistlerin neden (2013’ten bu yana) Türkiye’de devrimci durum olduğunu düşündüklerini Lenin’in ilgili üç saptamasını olaylar ve olgularla örneklendirerek aktardı.
Yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istememesi ve yönetilenlerin bu durumu kitlesel eylemliliklerle ortaya koyması ile özetlenebilecek bu üç maddenin (solun genelinde) yanlış yorumlanması ile meydana gelen Gezi ayaklanması, Hendekler ayaklanması, Kuzey ormanları ve Kanal İstanbul protestoları, Kobanê ayaklanması, Adalet Yürüyüşü gibi olayların tekil olaylar olarak görüldüğünü, böyle görüldüğü için de ‘sönümlendi gitti bunlar, eylemlilik dalgası sona erdi’ yanlış bakışı ile değerlendirildiğini ifade etti. Çıktılarını görmeye devam edeceğimiz bu kalkışmaların rejim krizinden bağımsız görülemeyeceğini belirten yoldaş, yaşananların 1910’larda yaşanan krizlerde Avrupa devletleri ve Rus Çarlığı’nda görülen rejim krizlerine benzerlik taşıdığını ve rejimin mevcut sorunlara çözüm üretmekte aciz düştükçe güçsüzleştiğini belirtti.
Her durumda ne kadar güçsüzleşirse güçsüzleşsin rejimin devrimciler onu yıkmaya yeltenmeden kendiliğinden yıkılmayacağını dile getiren yoldaş, bu durumun reformist solcuların temel açmazı olduğunu ifade etti. Sunum sonrası sorulan sorularda da aynı noktaya değinen yoldaş, HDP’nin de içinde bulunduğu ‘rejim krizine parlamentarist çözüm’cü solun, rejimin seçimle/kendiliğinden yıkılabileceğini düşündüğünü, bunun geçmişte reformistlerin sık sık tekrarladığı strateji hatasının bir benzeri olduğunu dile getirdi. Hükümeti yıkacak ve rejim krizine son verecek devrimci bir hareketin ancak devrimci bir parti ile mümkün olabileceğini ifade eden yoldaş, vücuda gelecek bir bolşevik partinin böylesi bir devrimi komünist bir devrim olarak gerçekleştirmeye muktedir olabileceğinin altını çizerek devrimcilerin / Köz’ün arkasında duran komünistlerin temel ödevinin böyle bir partiyi kurmak olduğunu vurguladı.
Bir başka katılımcının sorduğu asgari ücret tartışmalarının nasıl ele alınması gerektiğine ilişkin soruya yanıt olarak ne asgari ücret konusunun, ne Suriyeli göçmenler konusunun, ne Kürt sorunu ve Kürdistan’ın dört parçasının bağımsızlığı konusunun ne de Kanal İstanbul konusunun veya herhangi bir toplumsal konunun birbirinden bağımsız ele alınmayacağını dile getiren yoldaş, hakça asgari ücret mücadelesinin Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmesi mücadelesinden ya da kayyım meselesinden ayrı olarak ele alınamayacağını, tüm bu mücadelelerin aynı sorunda, rejim krizi sorununda düğümlendiğini belirtti.
Sınıf çıkarı ve ulusal bakışı nasıl bir arada değerlendirmek gerekeceğine ilişkin bir soruya yanıt veren yoldaş, kimi zaman ulusal bakış açısının tüm sınıfın çıkarlarını gözetmekten ayrı düşebileceğini, sözgelimi Almanya’daki Alman işçilerin oradaki Türk ve Kürtlerin olmasını (ücretler aşağı çekileceği için) olumsuz değerlendirebileceğini, veya Türkiye’deki işçilerin Suriyeli mültecilerin gelmesini (ücretler düşeceği için) istemeyebileceğini, fakat sınıf tavrının ve komünist bakış açısının olgulara daha geniş bakmayı gerektirdiğini, böylesi durumlarda da sınıfının bütününün çıkarını gözeterek Almanya’da Kürt ve Türk işçilerin hakkını veya Türkiye’de Suriyeli işçilerin hakkını tüm sınıfın savunması gerekeceğini, bu sayede sınıfın hak kaybına uğramasının önüne geçilebileceğini, bu yaklaşımı da komünist bir parti kurma düşüncesinden ayrı bir yerde tutmamak gerektiğini vurguladı. Verimli bir ortamda gerçekleşen söyleşileri yeni gündemlerle tekrarlama konusunda söz birliğine vardık.
Devrim için devrimci parti, parti için komünistlerin Birliği!
İzmir’den Komünistler