16 Mart 2025 Pazar günü “Azadi Ayaklanması’nın 100. Yıldönümünde Ulusal Sorun” başlıklı söyleşimizi gerçekleştirdik. Aynı gün, aynı mekanda Halepçe katliamı anması için HAK-PAR, PSK, PWK’nin ortak gerçekleştirdiği etkinlikten sonra başlayan söyleşide sunum yapan yoldaş sözlerine Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir zaman Kürtlerin devleti olmadığını, olmayacağını ve olamayacağını belirterek başladı. Sunumda Azadi Ayaklanması konusunda yorum yapmanın bir Türkiyeli komünist olarak kendisine düşmediğinin bilinciyle konuştuğunu belirten yoldaş, konunun Türkiyeli komünistlerin perspektifi ile ilgili kısımlarına değineceğini ifade etti. Tarihin her zaman bir sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu, bunun da beraberinde bir devrim/karşıdevrim mücadelesini getirdiğini belirten yoldaş, ulus kavramının bu süreçte ortaya çıkan görece yeni ve burjuvazinin türettiği bir kavram olduğunun, ulusal sorunun da burjuvazinin yaratılması ile alakalı bir sorun olduğunun altını çizdi. Bunun konuyu bir iktidar ve devlet örgütleme sorununa taşıdığını ifade eden yoldaş, Azadi Ayaklanması’nı gerçekleştirenlerin de aslında TC’ye “biz bu devletin parçası olmayacağız” restini çekme şiarıyla hareket etmesinin de bu soruna işaret ettiğini vurguladı.

Azadi Ayaklanması ile ilgili hurafeleri ele alan yoldaş, bu hurafelerin 1) ayaklanmaya ayaklanmayı örgütleyen örgütün adı olan Azadi ayaklanması/isyanı yerine yerine Şeyh Sait İsyanı denmesi, 2) ayaklanmanın yeni kurulan TC’ye karşı eski feodal unsurların eseri olduğunun savlanması, 3) ayaklanmayı emperyalistlerin TC’yi bölme amacıyla kışkırttığı savı olduğu dile getirdi. Aslında olanın, bu hurafelerin özünün TC’nin kendisine bulunup Kürdistan’a bakan devletin kendi zaaflarının yansımasını Kürdistan’da görmesiyle alakalı olduğunu belirtti.

Feodalizmin hemen her zaman monarşik bir sistemin parçası olduğunu, Kürdistan’da feodal unsurlara bağlı bir ayaklanma olabilmesinin de monarşist bir ayaklanma ile mümkün olabileceğini ifade eden yoldaş, Azadi Ayaklanması’nda böyle bir talep olmadığına dikkat çekerek Kürdistan’daki aşiret denen prekapitalist kökenli yapılamaları feodal olarak nitelemenin yanlış olduğunu, kandaşlık temelli bu örgütlenmelerin kendi içinde (aşiret üyelerinin aşiret liderine isyanı şeklinde) ayaklanmaların olmamasının bile bu durumu gösterdiğini, bu yapının Marx’ın bir mektubunda dile getirdiği Rusya’daki eşitlikçi opiştinalara benzer olduğunu vurguladı.

Ayaklanmanın İslamcı bir özü olmadığını da ifade eden yoldaş, dinin ayaklanmada ulusal hedefe ulaşmak için bir mobilizasyon aracı olarak kullanıldığını belirtti. TC’nin emperyalist devletlerce düzenlenen Lozan Anlaşması ile kurulabildiğine dikkat çeken yoldaş, İngilizlerin kendi planlarına karşı çıkarak Lozan hilafına hareket etmesinin saçma olacağını, ayaklanmaya destek olmak şöyle dursun, İngilizlerin ayaklanma sırasındaki yardım ve destek çağrılarını yanıtsız bıraktığını ifade etti.

Ayaklanma sırasında dile getirilen hilafetin geri gelmesi talebinin de yukarıda ifade edilen bağlamda ele alınması gerektiğini anlatan yoldaş, İslam’ın Türk ulus devletinin kurulmasında önemli bir yapı olduğunu, problemli kuruluş temelleri olan TC’nin kırılgan ve uyduruk ulusal mücadelesini, halk ayaklanmasına dayalı Kürt uluslaşmasını çökertmek için İslamiyet’in manipülatif birleştirici kisvesini kullanmasına karşı Kürtlerin hilafet talebinin “ben senin devletinde yer almak istemiyorum, eskiden hilafette var olan siyasi eşitliği tekrar istiyorum” talebi olduğunu, şeriatçılıkla alakası olmadığını dile getirdi.

Yoldaş, Türk uluslaşması ile aynı zamanlarda yaşanan Kürt uluslaşması sürecinde Türklerin Osmanlı devletinin mirasına çöreklenip emperyalist destekle kurdukları devleti korumak adına gerici, muhafazakar ve İslam’ın tektipleştirici yapısına dayanmak istediklerini belirtti. Kürtlerin tıpkı Ermeniler gibi, dünyada Paskalya Ayaklanması, Ekim Devrimi, Balkan ayaklanmaları yaşandığı sırada halkça seferber bir biçimde devlete isyan etmesinin kitlelerin hareketini engelleyip miras aldığı devleti başka halkları kırarak tahkim etmek isteyen Türk milliyetçiliğine göre daha seküler ve güçlü bir akım olmasının engellenemez oluşuna vurgu yaptı. Koçgiri, Azadi, Beytüşşebap ayaklanmaları ile güneyde Berzencilerin isyanının ezen ulus devletlerine karşı bir “biz sizinle yaşamayacağız” mücadelesi olduğunu ifade eden yoldaş, giderek bu isyancı damarın kendisinin Kürtleri yerellikten çıkartıp birbiri ile buluşturan bir tarih mirasına dönüştüğünü ifade etti.

Bugün rejim krizine çözüm olarak öne sürülen yeni anayasa planlarını yapanlardan bir kısmının 1921 Anayasası’nı çözüm olarak gösterdiğini, bunun başarılabilmesi için saltanat ya da hilafeti (bir üst yapı olarak) geri getirmek ve Kürtlerin örgütlenmelerinin ve ulusal bilincinin silinerek 1921’in gerisine atmalarının gerekeceğini, bu nedenle bu çabanın boş bir hayal olmaya yazgılı olduğunu belirten yoldaş, Azadi Ayaklanması’nın komünistler açısından öneminin burada açığa çıktığını dile getirdi. Kürt ulusunu inkar eden Saddam ve onun ulus devletinin çöktüğünü, Kürtlere kimlik kağıdı bile vermeyen Suriye ulus devletinin çöktüğünü ifade eden yoldaş, İslam üzerinden Kürtleri Türkleştirmek isteyen TC’nin de bu bağlamda var kalma şansı olmadığının altını çizdi.

Türkiye’deki komünistlerin yürütecekleri iktidar mücadelesini ancak Kürdistan’ın bağımsızlık mücadelesine destek vererek ve ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunarak bu mücadele ile dayanışma içinde başarıya ulaştırabileceğini belirten yoldaş, bunun dışında Azadi Ayaklanması’nın eksiğini ya da fazlasını konuşmanın Kürdistanlı komünistlerin ve devrimcilerin işi olduğunu vurgulayarak ayaklanmanın birkaç açıdan komünistlerin ilgi alanına girdiğini yineledi. Bunlardan ilkinin, 100 yıl öncesine göre bugün TC’nin siyasi açıdan çok daha zayıf olması olduğunu ifade eden yoldaş, bugünlerde dillere pelesenk olan barış, yeni anayasa gibi söylemlerin eceli gelen birinin gençlik günlerini anımsamasına benzetilebileceğini, Kürdistan’ın bağımsızlığını isteyen güçlerle devrimci enternasyonalistlerin birlikteliğini sağlamanın özellikle bugün komünistlerin en temel görevleri arasında bulunduğunu belirtti. İkinci olarak Türk şovenizminin Türkiye’de emekçilere ve ezilenlere uygulamaya yeltendikleri baskıcı siyaset ile Kürdistan’a uygulanan ulusal baskının kesiştiğini dile getiren yoldaş, Azadi Ayaklanması’na getirilen sol görünümlü feodalizm ve emperyalizm eleştirilerinin de Türk şovenizmine hizmet ettiğini, kendi devletlerine karşı mücadele etmenin bilincinde olan komünistlerin bu pervasız ve temelsiz gericilik kampanyasına karşı da siper olması gereğine işaret etti. Ayaklanmaya ilişkin değinilebilecek üçüncü ve belki de en önemli noktanın temel şiarı “yaşasın komünistlerin birliği” ve “bütün ülkelerin komünistleri birleşin” olan, Türkiye’deki devrimcilerin öncelikli görevi olan devrimci bir parti kurulması gereğini bu vesile ile de vurgulamak olduğunu ifade etti. Bugün Azadi Ayaklanması’ndan bahsetmemizin yalnızca bu ayaklanmaların başarıya ulaşmasında devrimci bir parti önderliğinin şart olduğunu anlatmak değil, böyle bir partinin kurulması için mücadele edenlerin bu mücadeleyi işçi sınıfı ve ezilen uluslar arasında ortak düşmana karşı kurulacak bir birlikle verebileceklerinin ayrımında olmaları olduğunu belirten yoldaş, bunun ayrıntı değil temel bir etken olduğunu, Türkiye devrimi ve Kürdistan devrimi için birlikte hareket edecek güçlerin kendi birliklerini sağlayıp dayanışma içinde hareket edebilmelerinin savaşta atılması gereken temel bir adım olacağını vurgulayarak sunumunu sona erdirdi.

Sunumun ardından katılımcılar görüşlerini dile getirip bazı sorular yönelttiler. Katılımcılardan biri, sunumun içeriğini onaylamakla birlikte komünizm ve Kürdistan bağlantısını geçerli görmediğini belirtti. Bir yoldaş Lozan Anlaşması ile kurulan Türkiye’de devletin dinci olması gerektiğini, yaşamın tersini dayatmasına rağmen devletin İslam’a giderek sarılması gereğini nasıl yorumlamak gerekeceğini sordu. Bir başkası “çözüm süreci” ile hükümetin güç kazandığı/kaybettiğinin irdelenmesini istedi. Bir katılımcı, siyasi konulara fazla dalmaya gerek olmadan Kürdistan’ın temel ihtiyacının artık para ve silah olduğunu dikkate almak gerektiğini söyledi. Söz alan bir yoldaş PKK’nin Kürtleri gerçekten silahsızlandırma ve ulusal kurtuluş mücadelesini sönümlendirme gücü olup olmadığını, benzer bir şekilde 2015’te devletin Kürtlere karşı başlattığı içsavaşın 10., Azadi Ayaklanması’nın 100. yılında TC’nin gücünün ne olduğunun ele alınmasının iyi olacağını vurguladı. Bir başka katılımcı Ekim Devrimi sonrası Komintern’in yaklaşımlarının Kürdistan’ın bağımsızlığını göz ardı edici olduğunu söyledi.

Soruların ardından verilen aradan sonra söz alan yoldaş, emek bu kadar sosyalleşmiş yaygınlaşmış bir kavramken, özgür üreticilerin gönüllü birliği olan, üretimin ve bölüşümün merkezî planlandığı komünizmin sunumda sıralanan çelişkilere getirilebilecek yegane çözümü sunduğunu ifade ederek söze başladı. Para ve silah gerekliliğinden söz eden katılımcıya cevaben bunun bir gereklilik olduğunu, diğer yandan liberallerin her şey yavaş yavaş, parça parça sağlayıp ulusal mücadeleyi kurtuluşa vardırma düşüncelerinin dünyada bir iki örnek hariç başarıya ulaşamadığını, başarıya ulaşmış gibi görünen, İsmail Beşikçi’nin de zaman zaman örnek olarak kullanmaya çalıştığı Afrika’daki örneklerin gene silahlı ayaklanmalar ve çatışmalar sonrası iki tarafın kabule mecbur kaldığı ulusal bölünme ile sonuçlanan federatif çözümler olduğuna dikkat çekti. Benzer bir şekilde İngiliz emperyalizminin Afganistan, Bangladeş, Hindistan ve Pakistan olarak dörde bölmesinin, ya da Avrupalı emperyalistlerin Arapları birçok parçaya bölmesinin de bu mantığa dayandığını, sonucun emperyalist çözümsüzlüğe maruz kalanlar açısından geri döndürülemez tahribata yol açan çıktıları olduğunu vurguladı.

Engels’in “silahlanarak ulusal bir mücadelede seferber olan halk sağ omzundaki silahı bir gün sol omzuna alıp kendi burjuvazisine karşı da kullanabilir” sözüne atıfla, durumun ciddiyetinin farkında olan burjuvazinin 1848’den bu yana herhangi bir devrimci durum söz konusu olduğunda silahlı çözüme yönelmemek için taklalar attığının açıkça müşahede edildiğini, o zamandan bu zamana devrimlere kalkışanların hep para ve silaha ulaşmayı da bir şekilde başaran baldırıçıplaklar olageldiğini belirten yoldaş, bu anlamda halk seferberliğinin para ve silahtan önce geldiğini vurguladı.

Burjuvazinin ulus devletçiliğinin standartlaştırma ve tektipleştirmeyi de beraberinde getirdiğini, ortak ve standart bir pazar için burjuvazinin bunu amaçlayageldiğini ifade eden yoldaş, ABD’nin yerlilere, Almanların Yahudilere veya Türklerin Ermenilere uyguladığı, Kürtlere uyguladığı ve uygulamak istediği katliamların bu minvalde de dikkate alınması gerektiğini ifade etti. Ortadoğu’da milliyetçi imhacılığın, bölgenin yapısı nedeniyle şovenist de olsa bir çözüm sağlayamayacağını belirten yoldaş, buna burjuvazinin çözüm getiremeyeceğini, ancak proleter bir çözümün mümkün olabileceğini vurguladı.

Ekim Devrimi konusundaki soruya cevaben, katılımcının haklı olduğunu belirten yoldaş, Komünist Enternasyonal’in Kürdistan’a yönelik doğrudan bir girişimi olmamasının ve burada bir parti kurmamasının bir körlüğe işaret ettiğini, komünistlerin “biz burada ulusal sorunu neden ve nasıl yanlış kavradık” diye düşünerek özeleştiri vermesi gerektiğini, çünkü bu konudaki körlüğün zaman içinde başka hatalarla da birleşerek büyük bir tasfiyeye yol açtığını ifade etti.

TC’nin din vurgusuna ilişkin soruya cevaben TC’nin dağılmamak için Lozan’da icat edilen dinî birliktelik kisvesine sığınmak zorunda olmasından ötürü İslam’ı öne çıkartmak, dinci bir devlet olmak zorunda olduğunu belirten yoldaş, İslam’ı öne çıkartmanın TC’nin asimilasyoncu politikalarının gereği olduğunu, bunun doğal bir sonucu olarak TC içinde Müslüman olmakla Türk olmanın (İsmet Özel’in sıklıkla vurguladığı gibi) aynılaştırıldığını, Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı şiirinde Türk vurgusu olmamasının da bununla ilintili bir durum olduğunu dile getirdi. Ayrıca İslamiyet’i kullanarak Kürtleri dine göre bölmenin de kolaylaşacağını belirten yoldaş, bu nedenle asıl seküler/laik karakterde olanın, savundukları konum ve ilkeler gereği Kürt bağımsızlıkçılar olduğunu ifade etti.

Kürdistan ve Türkiye coğrafyasında olanlar ile son yaşanan “yine çözüm süreci”ni anlayabilmek için dünyayı ve bölgeyi etkileyen üç temel durumu anlamak gerektiğini ifade eden yoldaş, bu durumlardan ilkinin ABD emperyalizminin güçsüz düşmesi ile yaşanan küresel asayiş sorunu ve buna mukabil yoğunlaşan emperyalistler arası paylaşım kavgası olduğunu belirtti. ABD ve NATO içindeki çatırdamaların, Lozan’ın giderek geçerliliğini yitirmesinin de bununla alakalı olduğunu belirten yoldaş, Ukrayna, Filistin, Rojava ve Türkiye’de devam eden savaşlı ve içsavaşlı süreçlerin de aynı temelden kaynaklandığını vurguladı.

İkinci olarak Ortadoğu’da emperyalizmin krizine bağlı olarak buradaki (Kürdistan’ı ve Filistin’i) ezen ulus devletlerinin kriz içinde olduklarını; bu koşulların eskisinde göre çok daha yoğun bir biçimde birleşik Kürdistan ve birleşik Filistin’i davet ettiğini dile getirdi. Üçüncü olarak Türkiye’de Kürtlerin inkar ve imha edilememesi sonucu güçlenerek süren üniter devlet krizi ve bununla bağlantılı Erdoğan’ın ve devletin akıbeti sorununun nasıl geliştiğini ve gelişeceğini anlamak gerektiğine dikkat çeken yoldaş, 2015’te devletin Kürt sorunu ve Kürdistan sorununu çözemeyeceğini itirafı olarak anlaşılabilecek şekilde başlattığı içsavaş sürecinin TC açısından yenilgiyle sonuçlandığını son “çözüm süreci”nde, Bahçeli ve Erdoğan’ın tutumlarına bakarak görülebileceğinin altını çizdi.

Türkiye’de güçlenmekte olan solun bu gücü siyasi kararlılığa tahvil etmemesi durumunda sonucun olumsuz olabileceğine dikkat çeken yoldaş, bunun devrimci parti ve önderlik eksikliğiyle de alakalı bir konu olduğunu, dünyadaki tüm devrimci ve ulusal bağımsızlıkçı hareketler için bir risk oluşturduğunu ifade ederek Alman komünistlerinin ülkedeki en güçlü siyasi akım olduğu sırada siyasi önderlik konusunda mütereddit davranmalarının yol açtığı yenilgiyi örnek olarak gösterdi.

Köz’ün arkasında duran komünistler olarak Azadi Ayaklanması’nın 100. yılında gerçekleştirdiğimiz bu etkinliği esas olarak bir panel olarak kurgulamış, İzmir’de yüz yüze görüşmelerle çok sayıda sol akımın gündemine bu konuyu sokmuştuk. Amacımız Kürdistan’da bir dizi ciddi siyasal gelişme olurken tarihsel bağlamıyla da bağını kurarak Kürdistan’daki dinamikleri muhtelif sol akımların da görüşlerini ifade ettiği bir etkinlikte konunun muhataplarıyla buluşturmaktı. Görüştüğümüz sol akımların temsilcileri çoğunlukla böyle bir etkinliğin isabetli olacağı konusunda görüş bildirmiş olsalar da bu etkinliğin sorumluluğunu birlikte almak üzere öne çıkan yahut konuşmacı gönderen herhangi bir akım olmadı.

Güzel ve verimli geçen söyleşi sonrasında katılımcılar sohbetlerini sürdürdüler. Katılımcılardan bazılarının söyleşinin içerik ve zamanlama olarak tam arzu ettikleri gibi olduğunu belirterek teşekkürlerini iletmesi ileride yapacağımız benzer etkinlikler için bizlere de güç ve umut aşıladı.

İzmir’den Komünistler