İzmir’de yerel seçimlerin ardından gerek büyükşehir belediyesinde gerekse ilçe belediyelerinde yaşanan işten çıkarmalar ve ücret kesintileri yaklaşan toplu sözleşme süreçlerinin son derece sancılı geçeceğinin işaretini veriyordu.
Nitekim İzmir Büyükşehir Belediyesi idaresi yasal kısıtları gerekçe göstererek daha önceki dönemlerde yapılan ve emekçiler açısından kazanımlar içeren toplu sözleşmeleri yok sayan bir tutum aldı. Büyükşehir’in yeni patronları ve aslında patronları değişse de kendileri değişmeyen bürokratları bırakalım anlamlı bir toplu sözleşme yapmak için masaya oturmayı, belediye çalışanlarının ücretlerinde kesintiye giderek mevcut toplu sözleşmede belirlenen rakamların altında bir maaş yatırdılar. Bu tutum fiili olarak toplu sözleşmenin ve toplu sözleşme hakkının rafa kaldırılması anlamına geliyordu. Belediye başkanı CHP’li Cemil Tugay bu durumu yasal sınırların üzerinde bir toplu sözleşme imzalamanın yasaları çiğnemek anlamına geleceği iddiasıyla gerekçelendirdi. Oysa gerek kendisinin daha önce belediye başkanı olduğu ilçede gerekse büyükşehirde, AKP’nin toplu sözleşmeleri daha baştan kalıba sokmak için uydurduğu ve enflasyon karşısında çoktan kadük hale gelmiş yasal üst sınır defalarca aşılmıştı. Cemil Tugay’ın AKP’nin çizdiği yasal sınırın arkasına sığınması ve ücretlerde yaşanan neredeyse yüzde yirmiye yaklaşan kesinti Büyükşehir’de hizmet üreten kamu emekçilerinde öfkeye yol açtı.
İzmir Büyükşehir’de yetkili sendika KESK’e bağlı Tüm Bel-Sen bu açık saldırıya bayram öncesinde kitlesel eylemlerle yanıt verdi. İş yerinde örgütlü farklı sendikalar ve üyeleri de bu eylemlere dahil oldular.
Bayram tatili sonrası ilk gün, yani 24 Haziran Pazartesi günü de Büyükşehir’deki kamu emekçileri eylemdeydi. Saat 11.00’de 2020 İzmir Depremi sonrasında büyükşehir belediyesinin ana hizmet binası olarak kullanılmaya başlanılan Kültürpark’taki holler önünde toplanılmaya başlanıldı. İtfaiye emekçileri görev çıkışı Basmane’deki merkezlerinden toplu biçimde eyleme geldiler. Cemil Tugay’ın basına yansıyan ifadelerinde eyleme katılanların “karma, dışarıdan gelen, memurların küçük bir azınlığını kapsayan, küçük bir grup” olduğu gibi kof iddialarını boşa çıkarırcasına son derece güçlü bir kitlesellikle kamu emekçileri çalıştıkları ofislerin bulunduğu hollere topluca girdiler. Sloganlar eşliğinde hollerde yapılan yürüyüşte tüm emekçiler eyleme çağırıldı. Akabinde de başkanlık ofisi olarak kullanılan binaya yürüyüşe geçildi. Yürüyüş esnasında “Bize Ekmek Yoksa Size Huzur Yok!” sloganı öne çıktı. Burada yapılan basın açıklamasında şu görüşler ifade edildi:
“İzmir Büyükşehir ve 30 ilçe belediyesini kazanan CHP’li belediye başkanlarının ilk icraatları emekçilerin kazanılmış haklarına el koymak olmuştur. Seçim süresince dillerinden düşürmedikleri demokrasi ve özgürlük kavramlarını yeni bir seçime kadar bir kenara attıkları görülmektedir. Sendikal hakkını, anayasa hakkını ve demokratik haklarını kullanarak bu hukuksuzluğa tepki gösteren belediye emekçilerine soruşturma baskısı yapılarak en temel haklarımızın kullanılması engellenmek isteniyor. Hukuki bir belge olan toplu sözleşme metninin 6. ve 8. maddelerinde yeni toplu sözleşme imzalanana kadar mevcut ödemelerin devam edeceği belirtilmesine ve Büyükşehir Belediyesinde örgütlü tüm sendikaların itirazına rağmen sosyal denge tazminatının yarısına hukuksuzca el konulmuştur. Tepkilerini dile getiren belediye emekçilerinin karşısına güvenlik güçleri çağrılarak biber gazı sıktırılmıştır.
CHP İzmir İl Başkanlığı ile sendikalar arasında yapılan görüşmede, konuyla ilgili CHP Genel Merkezi tarafından çalışma yapıldığı bildirilmiştir. İzmir’de yaşanan hukuksuzluk CHP Genel Merkezinin bilgisi ve onayı ile yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumumun siyasal sorumluluğu ve doğuracağı sonuçlar CHP’nin hanesine emekçiler tarafından not edilecektir.
(…) Kamu çalışanlarının sendikal mücadelesinde elini taşın altına koyarak haklar ve özgürlüklerden yana tavır gösteren CHP’li belediye başkanları ve siyasetçilerin katkıları ile kazanılan haklar, maalesef AKP’nin toplu sözleşme hakkına müdahale ederek koyduğu sınırlar, kısıtlamalar ve yasakların arkasına saklanan yine CHP’li belediye başkanları tarafından, kazanılmış hakların gasp edilmesi yaman bir çelişkidir. ”
Açıklama sonrasında kamu emekçileri bordrolarını yaktılar. Yakın zamanda işten atılan belediye işçileri de bu eylemde söz aldılar ve taleplerini dile getirdiler.
AKP’li Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in kamuda tasarruf tedbirleri adı altında yürürlüğe koyduğu ve esas olarak emekçiler açısından yeni bir kemer sıkma politikasından başka hiçbir anlama gelmeyen maliye politikaları sadece hükümetteki AKP için değil, yerel yönetimlerde iktidar olan CHP için de bir dayanak oluşturuyor. Tasarruf sağlanması adı altında el atılan ilk kalem emekçilerin ücretleri ve özlük hakları oluyor. Asgari ücretin artık neredeyse genel ücret haline geldiği koşullarda, sınıfın görece daha yüksek ücret ve daha geniş haklara sahip kesimlerinin haklarının budanarak makasın kapatılması hedefleniyor. Ücret düzeyini düşürerek bizzat kendilerinin yol açtığı mali açıkları kapatabileceklerini sananlar da belli ki sadece Erdoğan hükümetinin kurmayları değil. Yerel yönetimlerdeki muhtelif CHP’li belediye başkanları ve onların bürokratları da AKP’li benzerleri ile bu konuda anlayış birliğine sahipler. Üstelik bu tutumları eleştirildiğinde de 12 Eylül paşalarının yazdığı gerici sendikal yasaların ve aslında daha çok da yasakların arkasına saklanma konusunda da ortaklaşıyorlar.
Bununla birlikte kamu emekçileri, üyesi oldukları sendikalar başta olmak üzere bugün sahip oldukları, kazanım namına ne varsa, ne kaldıysa bunları yasalardan güç alarak değil, bu gerici yasaları aşarak, delip geçerek, fiili bir mücadeleyle elde ettiler. Bugün de yapılması gereken kendi ücretleri ve toplu sözleşmeleri için ısrarlı, kararlı ve uzun vadeli bir mücadeleyi göze almanın yanı sıra, ellerinden alınmaya çalışılan her türlü hakkı sadece kendileri için değil, sınıfın bütünü için de isteyen bütünlüklü bir mücadele hattı örmektir. Gerek kendi işverenine gerekse emekçilerin karşılaştığı yoksullaşmanın temel sorumlusu hükümete karşı bir mücadelenin öznesi olmaktır. Ancak bu takdirde işverenin yaydığı yalanlar boşa düşürülebilir. Ancak bu takdirde CHP’li başkan ve bürokratların eylemde bulunan emekçileri utanmazca “AKP’nin ekmeğine yağ sürmekle” suçlaması engellenebilir. Ancak bu takdirde işverenin emekçileri kentte yaşayanlar nazarında salt kendisi için adeta bir takım ayrıcalıklar talep eden, şımarık ve tuzukuru bir kesim olarak sunmasının önüne geçilebilir. Yerel yönetim emekçileri ancak bu sayede tek bir iş yerinde tek bir işverene karşı kendi dar çıkarları için mücadele veriyor olma görüntüsünden çıkabilir. Daha geniş kesimlerin desteğini alarak eylemlerini başarıya ulaştırmak isteyenlerin izleyeceği yol bu olmalıdır. Sınıfın geneline mal edilemediği ölçüde emekçilerin sınırlı, küçük bir kesiminin faydalanabildiği birer ayrıcalığa dönüşmesi tehlikesi barındıran bu hakların genelleşmesi için mücadele etmek, bu çabaları tek bir iş yerindeki sendikal ve ekonomik bir mücadele olmaktan çıkarıp sahici bir sınıf mücadelesinin parçası haline getirmenin yegane yoludur.
Bu yol da iktidardaki yahut muhalif olduğunu iddia eden tüm burjuva partilerinden her anlamda bağımsız, onların demokrasi, özgürlük, emek konusundaki vaatlerinin tümüyle safsata olduğunun bilinciyle, her renkten düzen partilerinin kalpazanlığını teşhir ederek, tek bir iş yerinin ufkunu aşacak bir biçimde, mücadelesini belediyenin önünden çıkarıp İzmir’in sokaklarına yayarak ve dışındaki emekçi kesimleri de mücadeleye çağırmaktan geçer. Ulaşım zamları ve yakın zamanda suya gelecek devasa zamlarla boğuşan ve boğuşacak olan, yoksullaşmayı derinden yaşayan İzmir’deki milyonlarca emekçiye seslenmeden, kendi mücadelelerini onların mücadelesi, onların derdini de kendi derdi kılmadan bu kavganın sahici kazanımlarla sona erdirilmesi mümkün olmayacaktır.
Bu yol aynı zamanda kayyımlara, KHK’lara karşı yürütülen mücadeleyle kendi iş güvencesinin, sendikal haklarının, bugün fiilen çiğnenen toplu sözleşme hakkının ve ekonomik taleplerinin arasındaki doğrudan bağı kurabilmekten geçer. Sendikal haklar ile demokrasi mücadelesi arasında kopmaz bir bağ olduğunu görmekten geçer. Bu bağı kuramayanlar, sadece kendi “ekmek mücadelesine” hapsedildiği anda hem elindeki ekmekten hem de diğer haklarından daha rahat mahrum edilir.
Bugün sadece İzmir’de değil her yerde, ama başta bu eylemlerin yaygınlaşması ihtimalinin olduğu İzmir’de, İzmir’in yükünü çeken, İzmir’i ayakta tutan yerel yönetim emekçilerinin yine yasalarca konulmuş işçi-memur ayrımını silikleştirerek, bütünleşik bir mücadele vermesi gerekliliği artmaktadır.
Mevcut düzen içi sendikal anlayışların, haklardan ziyade yasakları belirleyen gerici sendikal yasaların kalıplarına sığmadan, uğruna mücadele ettiği hakları herkesin kazanımı haline getirmek isteyenler yürüdükleri yolda yalnız kalmayacak ve kavgalarını tek başlarına vermeyeceklerdir. Kalıcılığının teminatı mücadele olan, varlığı kimsenin iki dudağı arasında olmayan sahici kazanımlar böyle kavgaların sonunda kazanılacaktır.
Özgürlük Savaşan İşçilerle Gelecek!
İzmir’den Komünistler