KöZ’ün arkasında duran komünistler 29 Ocak günü İzmir’de Özgür Yaşam Derneği’nde “Mustafa Suphi TKP’sine Bugün de Sahip Çıkmanın Anlamı” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdiler.
Söyleşinin başında bir yoldaşımız söz alarak bir sunum gerçekleştirdi. 28 Ocak’ta Mustafa Suphiler’in geçmişte sıklıkla muhtelif sol akımlar tarafından anıldığını, bugün bu anmaların dahi geçiştirilerek genel olarak bir takım sosyal medya mesajları ve bir takım dizelerle bu tür etkinliklerin bile ikame edildiğini ifade etti. 19 Mayıs, 29 Ekim ve 30 Ağustos gibi tarihlerde Mustafa Kemal’e övgüler düzüp artık ismi cismi resmi ile Mustafa Kemal’e açık açık sahip çıkan “sosyalistlerin” Mustafa Suphiler için anma kabilinden etkinlikleri bile giderek sembolikleştirerek gündemlerinden çıkarttıkları koşullarda KöZ’ün arkasında duran komünistlerin bu etkinliği Karadeniz’de katledilen komünistleri yad etmek veya nostaljik sebeplerle değil güncel siyasal vurgular yapmak üzere politik nedenlerle örgütlediği ifade edildi.
1920’de kurulan TKP’nin adına, şanına sahip çıkmak isteyenlerin bu partinin kuruluşunda takip ettiği kızıl yıldıza yani ilk programına, o programa şekil veren bağlı bulunduğu uluslararası teşkilata yani Komünist Enternasyonal’e sahip çıkmaktan ısrarla kaçındıkları vurgulandı. Komünist Enternasyonal kurulduğu dönemde “emperyalizm ve proleter devrimler çağı” tespiti yapılmışken bu çağın değiştiği hükmüne varılmadığı sürece bu programın esas alınması, rafa kaldıranların da çağa ayak uydurmak bahanesi ile bu devrimci programı hasır altı ettiği vurgulandı. Gizlenen, saklanan şeyin; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ön sürecine denk gelecek şekilde Ekim Devrimi’nin yarattığı politik havayı da arkasına alacak şekilde bu coğrafyada bir işçi-köylü cumhuriyeti, yani bir proletarya diktatörlüğü kurma hedefi olduğu ifade edildi. TKP’nin yerel bir bakış açısının ürünü olmadığı, bifiil Ekim Devrimi’nin ve sonrasında kurulan Komünist Enternasyonal’in merkezi örgütlenme çabalarının ürünü olduğu ifade edildi. I. Paylaşım Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından arta kalanı kurtarmaya çalışan eski rejimin artıklarını, paşa ve bürokratlarını ilericilik ve anti-emperyalizmle taltif edenlerin bu gerçeğin üzerini örtmesinin bir gereklilik haline geldiği üzerinde duruldu.
Oysa Ekim Devrimi patlak verdiğinde Çarlık Rusyası’nın ordusunun, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalacak olan Trabzon, Rize, Kars, Erzurum gibi pek çok kenti işgal ederek kontrol altına aldığı, Rus sınırlarının da savaş esnasında bu kentleri de kapsadığı hatırlatıldı. Dolayısı ile Ekim Devrimi patlak vermeden önce Bolşevikler’in ordu içinde yürüttüğü devrimci bozgunculuk ve devrimci yenilgicilik faaliyetinin, keza Ekim Devrimi’nin bizzat kendi sonuçlarının bu topraklar için dışsal bir olgu olarak görülemeyeceği, bilakis biraz önce ifade edilen kentler açısından ve aslında bir bütün olarak bu toprakların tümünün siyasal kaderini tayin edecek önemde olduğuna işaret edildi.
Yine Mustafa Suphi’nin kendi siyasal gelişiminde Bolşevikler’in askerler ve savaş esirleri gibi kesimler arasındaki çalışmasının da hayati rolü olduğu anımsatıldı. Dolayısı ile TKP’nin oluşumunda ulusal bir dargörüşlülüğün değil daha baştan enternasyonal bir etkinin varlığından söz etmek gerektiği, TKP’nin Komünist Enternasyonal’in merkezi örgütlenme çabalarının bir sonucu olarak görülmesi gerektiği ifade edildi. Bugün TKP’ye ve Mustafa Suphiler’e sahip çıkma iddiasında olanların TKP’nin Ekim Devrimi’nin bağrında Komünist Enternasyonal’in aktif bir üyesi olarak kurulduğunu hatırda tutarak bu enternasyonalist kalkış noktasına sahip çıkmak gerektiği vurgulandı. TKP’nin programında bugün devrimci iddialarda bulunan hiçbir partinin programında yer almayan bir maddenin, yani TKP’nin Komünist Enternasyonal’in bir şubesi olduğunu ifade eden bir madddenin yer aldığı, bu yönüyle dahi o günkü TKP’nin programının bugünkü herhangi bir akımın savunduğu herhangi bir sol programdan nitelik ve ufuk olarak ileride olduğu ifade edildi. Bu yüzden devasa siyasal krizlerle boğuşan bizim coğrafyamızda, demokrasinin bir devrim sorunu olduğu koşullarda eksikliği bariz biçimde hissedilen, sistematik ve bilinçli bir hazırlığın ürünü tam da böylesi bir parti ve onun da üyesi olacağı dünya komünist partisinin örgütlenmesinin tüm devrimcilerin esas ödevi olduğu vurgulandı. Bu ödevi görmezden gelen ve bu sorumluluktan kaçanların Mustafa Suphi’nin ve TKP’nin politik mirasına aykırı bir durumda kalacakları vurgulandı. Yitirilen bu ufkun, yani enternasyonalist perspektifin bu topraklardan başlayarak yeniden diriltilmesi gerektiği ifade edildi.
Yoldaşın sunumunun ardından söyleşiye katılanlar sorularını yönelttiler ve görüşlerini aktardılar. Katılımcılar şu soruları yönelttiler: “Mustafa Suphi’nin savaş öncesinde Rusya’da olmasının sebebi neydi?”, “Mustafa Suphi savaş öncesinde İttihatçı değil miydi?”, “Rusya’dan Türkiye’ye dönmeleri doğru muydu, yenilgilerinde bu karar belirleyici olmadı mı?”, “SSCB’nin Kürtler’in ulusal kurtuluş mücadelelerine dair tutumu neydi?”, “Ordu içinde faaliyetten bahsedildi. Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın bu konudaki görüşleri bu konuda nerede duruyor?”, “TKP’nin Anadolu’ya gelirken bir askeri gücü var mıydı?”. Aynı zamanda “Bu topraklarda Paramazlar varken komünist hareketi Mustafa Suphiler’i başlangıç olarak görerek TKP’den başlatmak bu toprakların kendi dinamiklerine sırt çevirmektir. TKP’nin ilk programı pratik bir mücadele içinden çıkan bir program değil, birkaç yıl içinde komünist harekete dahil olanların programıdır. Bunu kendine referans olarak görmek bugün mücadele içinde bir program yazılmasının engeller” biçiminde görüşler ifade edildi.
Yoldaş ikinci kısımda özetle şunları ifade etti: “Mustafa Suphi ve yoldaşlarının kaç yıllık bir siyasal mücadele sürdürdükleri, nereden geldikleri ve daha önce neyin tedrisatından geçtiklerinden ziyade nereye bağlandıkları önemli. Biz bu coğrafyada farklı uluslardan devrimci iddialarla hareket eden akımların yahut devrimcilerin varlığını reddetmiyoruz. Biz komünist geleneğin bu topraklarda başlangıcı olarak bunları değil TKP’yi görüyoruz. Nitekim tıpkı Rusya’da yahut başka coğrafyalarda olduğu gibi Bolşevikler’in dışında da sosyalist yahut devrimci iddialara sahip akımlar olmakla birlikte komünist geleneğin başlangıcını da bunları da kapsayarak değil bunlardan kopuşu temsil eden Bolşevikler ve Komünist Enternasyonal’de görüyoruz. TKP tam da bugün kendisinden eser dahi kalmayan böyle bir uluslararası merkezin parçası olarak doğdu, bunun bir ayağını bu coğrafyada var etmek için yola çıktı. Bu yolculuk başarısızlıkla sonuçlanmış olsa dahi bu şu ana kadar bildiğimiz tüm adımların ilerisindendir. II. Enternasyonal geleneğinden kopuşun ve dünya devrimini kendi topraklarında örgütleme hedefinin tezahürüdür. Dolayısı ile Mustafa Suphi’nin siyasal olarak daha önce nerede durduğundan ziyade nereye vardığı ile ilgileniyor ve onun ve yoldaşlarının programına sahip çıkılmadan onların kavgasına sahip çıkılamayacağını öne sürüyoruz. Onların örgütü ve programını inşa etme süreci pratik politik bir faaliyettir. Örgütle ve örgütlü biçimde yapılır. Komünist olmanın ön koşulu da böylesi bir örgütlü mücadelenin sorumluluğunu almaktır. Marks ve Engels bile görüşlerini olgunlaştırdıklarında ilk yaptıkları iş hızla komünist ismini taşıyan ilk örgütün yani Komünist Liga’nın kuruluşuna katılıyor, onun birer militanı oluyorlar. Bu pratiğin birkaç yıl sürdüğüne ve başarısızlıkla sonuçlandığına bakıp bu siyasal girişimin zayıf olduğu sonucuna varmıyorsak, bilakis bizim için Komünist Parti Manifestosu bir örgütün yaklaşan ayaklanmalara devrimci bir müdahale için hazırladığı bir bildirge olarak programatik olarak bir başvuru kaynağı ise, Ekim Devrimi’ni yaratan Bolşevikler ve komünist hareketin zirvesi Komünist Enternasyonal’in faal bir parçası olarak bu topraklarda Bolşevizm’i var etmeye çalışanların programı da elbette bize pekala referans olur.
Mustafa Suphiler muhakkak kazanacakları bir kavgaya girişmediler. Yenilgiyi göze alarak yola çıkmışlardı. Bu açıdan 71 kopuşunu yaratanların tutumları ile bu konuda bir ortaklıktan bahsedilebilir. 71 kopuşu düzen içi her türlü eğilimden, düzenin kendi mekanizmalarından beklenti içinde olunmasından, parlamenterizmden kopuştu. O dönemde Mihri Belli’nin de, Behice Boran’ın da, Hikmet Kıvılcımlı’nın da ortaya koydukları çizgiden, herbirinden ve hepsinden kopuştu. Dolayısı ile Mustafa Suphiler’in çıkışını benzeteceksek bunlarla değil kopuşu sağlayan diğerleri bir bakıma paralellik kurmak mümkün olur.”
İkinci kısımda yaptığımız belirlemeler tartışma yarattı. Bir katılımcı Hikmet Kıvılcımlı’ya haksızlık edildiğini öne sürerken bir başka dinleyici Marks ve Engels’in örgütlü devrimciler olduğu yönündeki hatırlatmamızdan rahatsız oldu.
Tartışmak ve görüşlerini cesurca ortaya koymaktan sakınanların aksine KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak görüşlerimizi aktardığımız ve farklı görüşlerle tartışma imkanı bulduğumuz bu etkinliği verimli olarak değerlendirdik.
Mustafa Suphiler’in bağlı oldukları Komünist Enternasyonal’i yeniden yaratma ve emperyalist zinciri zayıf halkasından kırma mücadelemizi büyüteceğiz.
İzmir’den Komünistler