Üniversitelerden Komünistler olarak 15 Mart Salı Günü Beşiktaş’ta gerçekleşen Kaldıraç Üniversite’nin “Yönetememe Krizi, İktidar Boşluğu ve Devrimci Tutum” başlıklı etkinliğine katıldık. Kaldıraç Üniversite’nin “Bahar Dönemi Derslikleri” serisinin ikinci oturumu olan etkinlik genel olarak Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ve devrimin aciliyeti hakkındaydı. Öncesinde Turgut Uyar’ın “Açlık Çoğunluktadır!” şiiri okundu ve sonra sunuma başlandı. Şiirin dizeleri ise şöyle başlıyordu:
“gülü çiğdemi filan bırak
sardunyayı karidesi filan bırak
acıyı ve ölümleri bırak
oy pusulalarını ve seçimleri bırak
evet
seçimleri özellikle bırak
çünkü açlık çoğunluktadır”
“Seçimleri bırak” sözü her seferinde sunucu tarafından şiddetle vurgulandı. Zira seçimler asla işçi sınıfına yararlı olmayacak, onların aklını karıştırmaktan öteye gitmeyecekti. Dolayısıyla Kaldıraç, seçimler hakkında bir şey söylemeye gerek olmadığını belirtti.
Ancak bugün seçimleri bırakmak değil seçimler hakkında yorum yapmak gerekir. Her ne kadar bundan kaçılırsa kaçılsın, işçi sınıfının gündeminde seçimlerin olduğu bellidir. Yalnızca tek yol devrim nidası atarak, seçimleri yok sayıp seçimler hakkında söz söylemekten kaçınmanın kendisi, öncüsü olmayan işçi sınıfının seçimlerde burjuvazinin kanatlarından birine eklemlenmesi demektir. Dolayısıyla burada da işçilere, emekçilere ve ezilenlere, Cumhur İttifakı’ndan kurtuluşu Millet İttifakı’na havale edenlerin aksine, “Düzen ittifaklarına her iki turda da oy yok!” çağrısı yapacak bağımsız bir mücadele hattı örmeden demokrasi mücadelesi verilemez. Biz de KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak bu sözleri dile getirdik.
Sunumun genelinde, sunucu tarafından son zamanlarda kendiliğinden gerçekleşen işçi eylemlerinin, üniversitelerdeki hareketlenmelerin, her yerde yaşanan bu mücadelelerin giderek büyüdüğü ve devrimin ayak sesleri olduğuna değinildi. Tüm bu mücadelelerin arkasında olunması gerektiği, bu mücadelelerin kitleselleştirilmesi ve daha hızlı büyümesi için destek verilmesi gerektiğinden bahsedildi. AKP’nin ülkeyi yönetememesi krizlere neden oluyor ve bu eylemlilikleri doğuruyordu. Devrimin ayak seslerinin saraydan duyulduğuna ve AKP iktidarının devrim korkusunun her geçen gün büyüdüğüne dikkat çekildi.
Söz alarak, Türkiye’nin bir rejim krizi içerisinde olduğunu, siyasi iktidarın giderek zayıflayışının bir sonucu olarak daha da saldırganlaştığını ve bu siyasi kriz esnasında da böyle hareketlerin ortaya çıkmasının doğal olduğunu söyledik. Yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği, yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği ve kitlesel seferberliklerin olduğu durumlarda nesnel koşullar kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlere neden olur. Fakat buradan, kitlelerin kısmi ve yerel talep ve meşru mücadelelerinden bir devrimin doğmasını beklemek, apaçık bir şekilde kendiliğindenciliktir. Gerçekleşen işçi eylemleri de siyasal iktidarı devirmek amacında olanların değil, iktidardaki Tayyip Erdoğan’ın getirmiş olduğu asgari ücret zammını patronlarından alamayan işçilerin ekonomik mücadelesiydi. Tabii ki işçiler ekonomik mücadeleyi nasıl sürdüreceklerini ve nasıl zam alacaklarını devrimcilerden daha iyi bilirler. Onların arkalarında durarak destek olmak ve alkış tutmak bunu almalarını sağlamaktan ileriye gidemez. Komünist bir partinin görevi (ve Komünist Enternasyonal’in ilk 4 kongresine sahip çıkma iddialarında bulunanların üzerinden atlayıp en çok görmezden geldiği görev), bu eylemlere giderek, işçi sınıfının kısmi sorunlarında bütünün çıkarlarını, ulusal sorunlarda da uluslararası çıkarları açıkça öne çıkarıp savunmaktır. Yapılması gereken şey ise öznel bir müdahale ile bu eylemliliklere siyasal iktidarı işaret etmektir. Ancak işçilerin ihtiyacı olan ekonomi mücadelesi değil, siyasettir. Aksi takdirde onlar yaşamlarını kötüleştiren bu düzen içerisinde zam almaya çalışırken onlara siyasal iktidarı işaret etmeyen sendikalara girip üzerlerinde bir baskı aygıtı olan Türkiye Cumhuriyeti bayrağını sallamaktan geri durmazlar. Komünistlerin yapması gereken ise işçilere siyaset götürmek, onlara asıl sorunlarının kalıcı çözümünün ancak bir sınıf olarak iktidar olmalarından geçtiğini ve buna da sahip olabileceklerini göstermektir. Aynı şekilde Boğaziçi direnişi gibi üniversite hareketlerinde de üniversite öğrencileri en ilerici kesimler veya devrimci özneler değillerdir. Üniversitelerin kendilerini yönetmeleri adına başlatılmış bu hareketlerde Erkan Baş’ın dediği gibi “Boğaziçi buzu kırdı, yeni itici güç oldu” şeklinde bir tutum sergilemek ve onları alkışlamak yerine devrimci öncü bir parti ile üniversitelerdeki kayyum sorunlarının da devrim sorunları olduğunu göstermek ve bu direnişçilere en küçük demokrasi sorununda bile siyasal iktidarı işaret etmek gerekir. Bugün komünistlere düşen görevin ise Komintern’in ilk 4 kongrenin ilkelerini referans alacak komünist bir partiyi yaratmak amacıyla sorumluluk almak olduğunu vurgulayarak konuşmamızı bitirdik. Tekrar belirtmemiz gerekir ki, bu partiyi yaratmak isteyenleri ve bu partiyi düşleyenleri, ortak bir politik faaliyetin sorumluluğunu birlikte almaya davet ediyoruz, çünkü işçi sınıfının önderlik krizinin ancak ortak ilke ve referanslarda buluşacağımız devrimci güçlerle birlikte aşacağımızı biliyoruz.
Sendikal değil siyasi bir gün olan 1 Mayıs’a da, işçilerin ekmeğe değil iktidara ihtiyacı olduğunun farkındalığıyla, “Kahrolsun Ezen Ulus Şovenizmi!”, “Demokrasi İçin Tek Yol Devrim!”, “Devrim İçin Devrimci Parti!” şiarlarını yükselteceğiz. Devrimci iddiası olan tüm güçleri de bu şiarların arkasında birlikte durmaya davet ediyoruz.
Üniversitelerden Komünistler