Sayın Recep Tayyip Erdoğan, HDP varoldukça, HDP’liler bu toprakta nefes aldığı müddetçe sen başkan olamayacaksın. Seni başkan yaptırmayacağız. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız. Seni başkan yaptırmayacağız. Seni başkan yaptırmayacağız.” Selahattin Demirtaş’ın “HDP tarihinin en kısa grup toplantısı”ndaki bu cümlesi  7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçlarını ilan ediyordu. Ama aynı zamanda 7 Haziran’dan bugüne gerçekleşecek siyasi kriz ve gelişmelerin de habercisiydi.

“Sayın Recep Tayyip Erdoğan” hâlâ başkan olamadı. Üstelik 7 Haziran seçimlerinin ardından tek başına hükümet koltuğuna oturma imkânını yitirdi. Dahası o günden bugüne asıl cumhurbaşkanının kendisi mi yoksa “Sayın Devlet Bahçeli” mi olduğu da belli değildir. Kesin olan bir şey varsa tüm bunların Demirtaş’ın ifade ettiği gibi HDP yüzünden olduğudur. Erdoğan da bunun farkında olduğu için HDP’lilere bu toprakta nefes aldırmamaya kararlı görünüyor. O günden bugüne başdöndürücü zikzaklar içeren çizgisinde tutarlı olduğu tek konu bu olmuştur.

Türkiye’de içsavaş 8 Haziran 2015’te başladı. İçsavaşın başlarında tutuklamalar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın isimleriyle anılırken, bugün binlerce HDP üyesi tutuklu. HDP’li vekillerin dokunulmazlığı kaldırılıyor, vekillikleri düşürülüyor. Yakın zamanda Semra Güzel’in vekilliğinin düşürülmesi ve tutuklanması, Ferhat Encü’ye atılan tokat, DBP’ye dönük operasyonlar, HDP kapatma davası bu kapsamda hükümetçe kullanılıyor.

Kapatma Davası Bir “Tarafsız ol!” Çağrısıdır

Bugünkü kapatma davasını, sadece ve esas olarak hükümetin HDP’den kurtulmak istemesi ile açıklamak doğru değildir. HDP’yi kapatarak ondan kurtulmanın mümkün olmadığını belki de en iyi hükümet bilmektedir. HDP kapatıldığında, HDP seçmeninin daha güçlü bir şekilde Millet İttifakı’na kayacağının da bilincindedir. Hükümetin maksadı sadece HDP’yi kapatmak olsaydı hukuki süreç bu kadar ağır aksak ilerlemez, HDP jet hızıyla kapatılırdı. Kapatma kılıcını başının üzerinde sallandırarak hükümet HDP’yi tehdit ediyor, onu tarafsız bir çizgiyi benimsemeye zorluyor. Tarafsızlıktan kasıt etliye sütlüye karışmamak, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini göstermelik bir  tutum takınarak pas geçmek, hükümetin karşısına bağımsız bir gündemle çıkmamak, hükümete karşı kitlesel eylemlerden zinhar kaçınmaktır.

Pervin Buldan, Ocak ayının başlarında, partisinin Kars kongresinde, HDP’nin bu seçimlere kendi adayıyla katılacağını üstüne basa basa belirtti. Ertesi hafta gerçekleşen grup toplantısında daha da açık bir şekilde, hem seçimlerin ikinci tura kalacağını ve ikinci turun Haziran ayında gerçekleşeceğini belirtti, hem de bedel ödemiş birleştirici bir kimliği olan bir aday çıkaracaklarını ifade etti. Buldan’ın açıklamasından sonra “HDP’nin nihayet bağımsız bir tutum aldığını” emekçilere ve ezilenlere yakışanın da böylesine bağımsız bir tutum olduğunu ifade edenlerin sayısı arttı.

Buldan’ın bu açıklamalarını HDP’nin nihayet “tekrardan” bağımsız siyaset yapmaya başlaması olarak yorumlayanlar, bağımsız siyasetin ne olduğu hakkında büyük bir yanılgı içindedirler. Herşeyden önce HDP’nin, aday çıkartacağı hâlâ kesinleşmedi, üstelik Buldan’ın, onu tevil etmekte yarışan Demirtaş ve Sancar’ın, açıklamalarından da belli olduğu üzere, HDP aday çıkartsa bile birinci tur seçimleri başlayana dek ortak aday için müzakereye yani adayını geri çekmeye kapalı değildir. Dahası birinci turda aday çıkarsın çıkarmasın, HDP’nin ikinci turda destekleyeceği aday 2019 yerel seçimlerinden beri bellidir. 2019’da Erdoğan’a kaybettirmek için Millet İttifakı’na oy verme kapısını bir kere aralamış olanların bu kapıyı kapama niyetleri yoktur. Zaten böyle bir niyet olsa bile bu kapıyı kapatmak artık mümkün değildir.

Bununla birlikte kendini birinci turda aday göstermekle ve ikinci turda düzen partilerine oy vermeyeceğini söylemekle sınırlayan bir tutum da bağımsız tutum adını hak etmez. Bu tutum olsa olsa tarafsızlık olarak nitelendirilebilir. Seçimlerde düzen partilerine yedeklenmeyen bir tutum bağımsız adını ancak hükümete karşı eylemli ve temsili demokrasinin sınırlarına sığmayan bir mücadele ördüğü zaman kazanabilir. Hükümeti bir emekçi seferberliği ile süpürme hedefiyle yürütülen bir eylem çizgisi olmaksızın, düzen partilerine oy vermeme, hatta kendi adayını çıkarma tutumu, temsili demokrasinin sınırlarında kalan bütün muhalefet hareketleri gibi düzen güçlerinden ya birine ya da diğerine yarar. Emekçi seferberliği vurgusu, bir detay yahut süs değildir. Hükümet karşıtı bağımsız bir mücadelenin olmazsa olmaz koşuludur.

2023 seçimlerinde de, HDP’nin ortak adayın görünmezlik zırhını gönüllü bir şekilde takması yahut kapatıldığı için kendi seçmenini Millet İttifakı’na kanalize etmesi elbette Amerikancı muhalefete yarayacak girişimlerdir. Erdoğan’ın, içeriden bir sabotaja uğramadığı koşullarda, bu gelişmelere izin vermeyeceğini düşünmek gerekir. Tersinden HDP’nin, hükümete karşı etkin bir muhalefet örmeden, temsili demokrasinin sınırlarını aşmadan, eylemsiz bir şekilde seçimlere katılması, yani tarafsızlığı seçmesi ise, hükümete atılmış bir can simidi olacaktır.

Parlamenter demokrasi sınırları içinde kalanların öyle de olsa böyle de olsa kaybediyor olmaları aynı zamanda “üçüncü yol” parolasının yanıltıcılığını da anlatır. Düzen içinde iki yol yoktur. İki yol olmadığı için bunlardan birinin diğerine göre iyi mi kötü mü olduğunu tartışmanın kendisi de abestir. Düzen içi tüm yollar emekçilerin kaybettiği yollardır. O bakımdan üç yoldan değil iki yoldan söz etmek gerekir: Emekçilerin kaybettiği düzen içi yollar, yani karşı devrimin yolu ve emekçilerin mücadelesini büyütüp, emekçilerin zaferini mümkün kılan yol, yani devrimin yolu.

Kapatma Davası Yaklaşan Seçimlerin Bir Provasıdır

Bir ayağı çukurdaki hükümet koltuğunu koruma telaşındadır. Karşısındaki muhalefetin beş benzemez unsurunun kendi aralarındaki bencilce rekabeti, halka vaad edecek hiçbir şeylerinin olmaması hükümetin en büyük talihidir. Yine de, ipini sağlam kazığa bağlamak isteyenler sadece silik muhalefetin seçim başarısızlığına bel bağlayamaz. Olası bir seçim başarısızlığında iktidarı devretmeyecek oldu bittilere de ihtiyacı vardır. Ancak oldu bittileri göze alma ihtirası bu planları başarılı bir şekilde yürütmenin güvencesi değildir. Bilakis, bugünkü gibi devlete hâkim olmayan bir hükümetin biricik güvencesi muhalefetin eylemli bir şekilde harekete geçme konusundaki isteksizliği ve beceriksizliği olabilir. Tepeden  tırnağa bir hukuksuzluk abidesi olan HDP’yi kapatma davası bu anlamda muhalefetin eylemli bir şekilde harekete geçme kabiliyetinin ve isteğinin test edildiği bir provadır.

Kapatma davası İmamoğlu’na verilen ceza ile bir tutulamaz. İmamoğlu’na verilen hapis cezasının ardından HDP’yi CHP’nin peşine takmaya çalışanlar hemen “O sarı öküzü kaptırmayacaktık.” hikayeleri anlatmaya, “HDP’li belediyelere kayyımlar atanırken neredeydiniz?” sorularını sormaya başladılar. Görünüşte bir sitem içeren bu yaklaşım aslında HDP’ye yönelik saldırılarla CHP’ye verilen cezaları bir tutup aradaki farkı sadece bir nicelik yahut öncelik sonralık farkına indirgeyerek aslında HDP’yi CHP’nin peşine takma girişimleridir. Sadece hapishanede “ortak demokrasi” mücadelesini örmek için olağanüstü bir çaba gösteren Demirtaş değil, HDP içinde “Türk solunu temsilen bulunan” bir dizi hareket de bu yönelimin başını çekmektedir. Bu propagandayı yapanlar İmamoğlu’yla HDP’yi bir tutarak aslında Erdoğan’ın İmamoğlu’ndan da HDP’den korktuğu gibi korktuğunu ima etmekte, bir anlamda Millet İttifakı içindeki adaylık yarışında İmamoğlu’na destek sunmaktadır. Hâlbuki Erdoğan’ın seçimlere dair genel bir korkusu olsa da özel bir İmamoğlu korkusu yoktur. İmamoğlu’na verilen ceza onu adaylık sürecinin dışına çıkartmaktan ziyade Altılı Masa içindeki adaylık çekişmesini kızıştırma ve HDP’ye ve aynı zamanda DBP’ye yönelik saldırıları perdeleme amacını taşımaktadır.

Görünen o ki, bu cephede işler hükümetin istediği gibi gitmektedir. AKP-MHP hükümeti saldırılarını arttırırken, emekçilerden ve ezilenlerden yana siyaset yaptığını iddia edenlerde suskunluk hâkimdir. Emek Özgürlük İttifakı’nın mitingi dahi bu suskunluğu bozamamıştır. Burjuva hukukunun prensiplerini hiçe sayan bu pervasız hamlelerin karşısında, İmamoğlu’nun 2023 seferli Saraçhane otobüsüne binenler; Semra Güzel’in milletvekilliğinin düşürülmesinden, Deniz Poyraz davasının ön gününde DBP’nin eş başkanlarının tutuklanmasından bahsetmekten geri duruyorlar. Gaye Erdoğan’ı Millet İttifakı aracılığıyla sandıkta göndermek olunca, en az Erdoğan kadar Kürtlerin, emekçilerin, ezilenlerin düşmanı olan Amerikancı muhalefetin yüzde elli artı bire ulaşmak için HDP seçmeninin oyunu sessiz sedasız, onu görünmez kılarak saflarına katma projesinin destekçisi reformist sol da aynı dümen suyuna gittikleri Millet İttifakı gibi bu süreci kafasını kuma gömerek izliyor.

İşçi sınıfının örgütsüzlüğünü ağzına sakız edenler, sözüm ona bunun çözümü için mücadele edenler, tabanı dikkate alındığında emekçilerin en yoğun biçimde örgütlendiği HDP’nin kapatılmasını gündemlerine almıyorlar. Hâlbuki HDP; kimi Kuzey Kürdistan’da yaşayan ve kimi Türkiye’ye göç etmiş olan Kürt emekçileri tabanında barındırmaktadır. İşçi sınıfının söz konusu kesimleri, HDP’de örgütlüdürler. Türkiye işçi sınıfının en dinamik kesimi olan bu taban, talep ve özlemlerini HDP’nin çizdiği çerçevenin sınırları içinde HDP aracılığıyla dillendirmektedir. Düzen partilerinin HDP ile hiçbir şekilde yan yana durmaya yanaşmamalarının sebebi de, HDP’nin tabanının bu karakteri ve HDP’nin kendi tabanını denetleyip, frenlemekteki yetersizliğidir.

Emekçilerin, ezilenlerin mücadelesini büyütme iddiasında olanlara düşen sorumluluk, hükümetin saldırıları belli bir hedefte böylesine yoğunlaşmışken HDP’yi savunmaktır. HDP’nin kapatılmasını sınırlı bir biçimde gündem etmek, bürokratik yollarla her koşulda aşılacak bir engel olarak tarif ederek önemsiz göstermek; emekçilerin ve ezilenlerin teslimiyetine giden yolun taşlarını döşer. HDP’nin kapatılmasına karşı hukuki sınırlarda bir mücadele verilmesi gerektiğini salık vermek, HDP’nin bu şekilde savunulabileceğini iddia etmek, bir yalandan ibaret olmasının dışında, HDP tabanında örgütlü olan emekçileri hareketsiz kılmaya da yol açar. En temel demokratik hakkını, örgütlülüğünü savunamayanlar, diğer demokratik haklarını da savunamazlar.

Bugün kapatılma tehdidiyle karşı karşıya olan HDP’yi savunmak, diğer tüm demokratik hak mücadeleleri gibi, emekçilerin kitlesel eylemleriyle mümkündür, hukuki mücadele ile değil. Emekçileri seçimlere dek evlerine hapsetmek, sandıklar kurulduğunda ise emekçilerin zincirlerini çözmek niyetinde oldukları için kitlesel eylemlerden uzak duran ve uzak tutanlar, HDP’yi savunamazlar. Devletin çizdiği sınırlarda demokratik hak talepleri için mücadele etmenin doğal sonucu, o sınırlarda hapsolmak ve inisiyatifi devlete, egemenlere bırakmaktır. Böyle gelişen bir mücadele hattının sonucunda, elbette emekçilerin tüm hakları tehdit altında olacaktır. HDP’nin kapatılmasına karşı kitlesel eylemleri değil Anayasa Mahkemesinin “sorumluluğunu” yerine getirmesi için beklemeyi mücadele yöntemi olarak benimsemek, bu yüzden yanlıştır. Böylesine bir yaklaşım, saldırıların artarak devam etmesine yol açacak, HDP tabanında barınan dinamik emekçi kesimleri hareketsiz kılacaktır.

HEP’ten DTP’ye, HDP’nin önceli partiler birçok kez kapatılma tehdidi ile karşı karşıya kalmış, kimileri kapatılmışlardır. Bu partilerin kapatılması, elbette bu hareketin kökünü kurutamamıştır. Bu partilerin tabanını oluşturan emekçiler, düzen partilerinin siyasi yörüngesine girerek “uslanmamışlardır”. Bugün kapatılma tehdidiyle karşı karşıya olan HDP de kendisini bağımsız bir hatta konumlandırdığı oranda güçlenmiş, Türkiye siyasetinin merkezine oturmuştur. Buradan yola çıkarak, bugün HDP’nin kapatılmasının da onu sindiremeyeceğini tespit etmek, temelde doğru olsa da, yanlış bir siyasal hattı doğurmaktadır. Kapatma davasına ve HDP’ye dönük diğer saldırılara emekçilerin kitlesel eylemleriyle yanıt vermekten geri durarak hukuki sınırlarda bir mücadele hattı çizmek, emekçilerin bileğine zincir vurmak olacaktır.

“Olsun, biz yine yolumuza bakarız” diyerek HDP’nin kapatılmasını kabul edenler, yarın kaderlerini bağladıkları sandıkta hükümetin çevireceği dolaplara karşı da ciddi ve eylemli bir tepki gösteremezler. Kitlelerin seçimlerin ardından, uğrayacakları haksızlık sonucu birdenbire ayaklanacaklarını beklemek hayalperestliktir. Kayyımlar, vekilliklerin düşürülmesi, DBP’lilerin tutuklanması, HDP’nin banka hesaplarının dondurulması… Bunlardan âlâ hukuksuzluk olur mu? Bu gelişmelere ses çıkarmayanların oyların gasp edilmesine, seçimlerin geçersiz sayılmasına ses çıkarması düşünülebilir mi? Pasifize ettikleri, evlerine hapsettikleri, sokaklara çıkmamayı salık verdikleri kitlelerden hükümetin Ali Cengiz oyunlarına karşı eylemli bir yanıt üretmesini bekleyenler, yenilgiye mahkûm bir projeye göbekten bağlanmışlardır.

14 Mayıs Hamlesi

Erdoğan’ın seçimleri 14 Mayıs’a çekmeye yönelik hamlesini de benzer şekilde okumak gerekir. Erdoğan’ın MHP’nin dayatmasıyla şekillendirdiği 2017 Anayasa değişikliğinde bastığı tuzaklardan birisi kendisinin ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilmesinin önüne anayasal engeller çıkarıyor. Erdoğan’ın anayasal yollardan Cumhurbaşkanı olması için bir erken seçim şart, ancak seçim tarihinin herhangi bir şekilde öne çekilmesi de bunun için yeterli olmuyor. Cumhurbaşkanı’nın seçimi yenileme kararı alması değil, meclisin erken seçim kararı alması gerekiyor. Sadece bu durumun kendisi ve Erdoğan’ın bunu aşma yönündeki gayretleri Türkiye’de Erdoğan’ın herşeye kadir olduğu bir rejimin hüküm sürmediğini gözler önüne seriyor.

Erdoğan bu yasal kıskaçtan kurtulmak için muhalefetin zımni desteğine muhtaçtır. Muhalefetin bir erken seçim kararı alması, erken seçim kararı almıyorsa bile anayasanın gözgöre göre çiğnenmesi karşısında sessiz eylemsiz kalması gereklidir. Telaffuz edilen 14 Mayıs tarihini de bu anlamda bir hamle olarak okumak gereklidir. 14 Mayıs tarihini telaffuz ederek Erdoğan tartışmayı aday olup olmayacağından, seçim kanununun geçerli olup olmadığına kaydırmıştır. Zira seçimler 14 Mayıs’ta gerçekleştiği takdirde; Erdoğan karşısındaki ittifakları zorlaştıran, vekil sayısını düşüren, ittifak içi vekillik kavgalarını arttıran seçim kanunu üzerinden henüz bir yıl geçmediği için yürürlüğe girmeyecektir. Elinin altında YSK’nın 2011’de yine Anayasaya aykırı aldığı bir emsal karar olan Erdoğan muhalefete böyle bir ihtimalin olacağını düşündürecek şekilde sessiz kalmaktadır. Muhalefet de gündemine 14 Mayıs’ta seçim olursa Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olup olmayacağını değil, 14 Mayıs’ta seçim kanununun uygulanıp uygulanmayacağını almıştır.

Tam da bu noktada Amerikancı muhalefet ve yörüngesindekiler, hem bu teklife razı oldukları için, hem de Erdoğan karşısında eylemli bir mücadeleye cesaret edemediklerinden “Erdoğan’ı her koşulda yeneceğiz” diyerek, Erdoğan’ın yasaları bu denli pervasızca çiğnemesini boşvermişlikle karşılamaktadırlar. Aslına bakılırsa, eylemsizlik bu mertebedeyken, Erdoğan’ın muhalefete rüşvet vermesine de gerek yoktur. Görünen o ki “seçim kanunu geçerlidir zaten YSK 2011’de de böyle bir karar almıştı.” dediği takdirde muhalefet bu saldırıyı da güle oynaya karşılayacak, tutumsuzluğunu “Hodri Meydan” hamasetiyle  örtmeye çalışacaktır. Bu vahim tablo aynı zamanda, muhalefetin seçim sürecindeki tutumunun habercisidir. HDP’nin kapatılmasını sessizlikle karşılayanlar, Erdoğan’ın seçime yasaları çiğneyerek gitmesini de kayıtsızlıkla karşılıyorlar, sonrasında Erdoğan’ın seçim sürecindeki oyunbozanlıklarını da seyretmekle yetineceklerdir.

Eylemsizlik saldırıların artmasına yol açar

Gerek kapatma davasının karşısındaki sessizliğin gerekse de Erdoğan’ın önündeki anayasal sorunlara rağmen pürüzsüz bir şekilde yürüyüşü Erdoğan’ın gerileyişinin durduğu, elindeki iktidarı adım adım konsolide ettiği anlamına gelmez. Bilakis sadece seçimlere kadar değil, seçim sonrasında da Erdoğan’ın açmazları daha da büyüyecektir. Erdoğan’ı bugün oyun kurucu, hamle yapan, inisiyatif sahibi pozisyona taşıyan kendi nesnel imkânları ya da siyasi becerisi değil, karşısındaki muhalefetin yapısal zaafları, pısırıklığı ve uzlaşmacı çizgisidir. Bu pısırıklık ve uzlaşmacı çizgi nedeniyle Erdoğan kendisini güçlü ve engellenemez olarak sunabilmektedir.

Amerikancı Millet İttifakı projesinin eylemsiz süreç stratejisi, Erdoğan sorununun başlıca muhatabı olan HDP’nin ve HDP tabanının bu sorunla daha da yakıcı bir şekilde boğuşmasına yol açacaktır. Hem seçimlere giderken HDP’ye dönük saldırılar artarak sürecek, hem de Erdoğan’ı göndermeye değil onun ömrünü uzatmaya kabil düzen muhalefetinin yenilgisiyle Erdoğan sorunu varlığını şiddetlenerek sürdürecektir. HDP tabanını oluşturan emekçilerin kurtuluşu, Amerikancı projelerde değil; bağımsız ve eylemli bir siyasi hattadır. Kurtuluş, Erdoğan’ın bir emekçi seferberliği ile, devrimle indirilmesindedir.

12 Eylül rejiminin içinde bulunduğu siyasi kriz, Erdoğan’ın manevra olanaklarını kısıtlamakla kalmamaktadır. Rejim krizi aynı zamanda ABD emperyalizmini ve onun Türkiye’deki işbirlikçilerini de zora sokmaktadır. Rejim krizini dikişleri seyrek yamalarla onarmaya çalışanlar, varlığıyla krize yol açan HDP’ye dair çözümü, onu ve onunla ilişkili gündemleri gizlemekte bulmuşlardır. Belli bir seviyede başarıya ulaşılan, HDP’nin de destek verdiği bu çaba, rejim krizinin önüne geçmek söz konusu olduğundaysa yine başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. HDP’nin varlığı/yokluğu; hem hükümetin hem de Altılı Masanın başlıca gündemidir.

Hükümetin Açmazlarını Fırsata Çevirelim HDP’yi Kapatma Girişimini Püskürtelim

İçinden geçtiğimiz dönemde hükümet inisiyatif kazanamıyor, tersine hükümetin açmazları büyüyor. HDP davası bunun tipik bir örneği. Hükümet bir yandan HDP’ye saldırmak zorunda, ama diğer yandan da onu kapatmaması şart. Bir yandan HDP’nin bağımsız olmasından ürküyor ama aynı zamanda onu tarafsızlaştırması şart. Tam da bu nedenle hükümetin HDP üzerine 2009’da BDP’nin, 1992’de HEP’in üstüne yürüdüğü gibi yürümesi mümkün değil. HDP’nin siyasi mücadeledeki kilit rolü, HDP tabanının siyasi enerjisi sadece HDP’ye yönelik bu kararsız kapatma girişimini püskürtmenin her zamankinden mümkün olduğunu anlatmıyor aynı zamanda HDP’yi kapattırmama mücadelesinin hükümüte karşı kapsayıcı bir demokrasi mücadelesine dönüşme imkânlarına işaret ediyor. Bu mücadelenin önündeki engel hükümetin gücü değil, parlamentarizmi din hâline getirmiş sol akımların düzen içi çözümlere dair hayalleridir. Bugünkü suskunluğun eylemsizliğin kökeninde bu hayaller yatmaktadır.

Bırakın kendisine sosyalist diyenleri, demokrat olduğunu iddia edenlerin cephesinde dahi suskunluğun hâkim olması, HDP’yi saklamak icap ettiği içindir. “Özne dahi susuyor” diyerek yahut “Seçimler yaklaşırken AKP’ye yarar” diyerek HDP’yi eylemli biçimde savunmaktan geri duranlar, devrimciliği geçelim, asgari demokratlığın bile gereklerini yerine getiremezler. İmamoğlu’nun otobüsünde demokrasi namına Akşener’le yan yana duranlar, Semra Güzel’in yanında elbette duramazlar.

Tam da bu noktada Köz’ün arkasında duran komünistlere düşen sorumluluk, HDP’yi emekçilerin kitlesel eylemleriyle savunma çağrısı yükseltmek, “HDP’yi kapattırma” demek, bulunduğu her alanda bunu gündem etmek, hükümetin saldırılarına karşı emekçilerin kitlesel seferberliğine işaret etmektir. Kendisine devrimci, sosyalist, demokrat diyenlere düşen de bu sorumluluğu paylaşmaktır.