23 Kasım’da yaşanan çarpıcı kur artışı sonrası Türkiye’nin muhtelif kentlerinde emekçilerin yaşadığı yoksulluğu gündeme taşıyan, hükümeti istifaya çağıran eylemler gerçekleştirildi. Bu eylemler halkın yaşanan gelişmelere isyan edip kendiliğinden bir biçimde sokağa çıkması gibi sunulsa da esas olarak muhtelif sol akımların çağrıları ve yine kendi güçleri ile gerçekleştirildi. Kendi siyasal ve örgütsel kimliğini mümkün olduğunca gizlediğinde bu eylemlere daha fazla halk eylemi havası katılabileceği ve halkın daha fazla rağbet edeceği yönündeki liberal inanışın yersizliği bu eylemler vesilesi ile tekrar açığa çıksa da, açığa çıkan bir başka gerçek de güçsüz olduğu varsayılan solun kendi güçleri ile pek çok yerelde hızla eylemler düzenleyebilecek kapasiteye sahip olduğu idi. Bir baskı döneminde, faşizm olduğu iddia edilen koşullarda, “yaprak kımıldamıyorken” yapılan sınırlı fakat yaygın bu eylemler solun daha önce hakim olan eylemsiz ve siyasetsiz hattının sanıldığının aksine devletin baskısından ziyade kendi öznel tutumları ile alakalı olduğunu da gösterdi.
Yerellere yayılan bu eylemlerden biri 24 Kasım’da İzmir’de Karşıyaka Çarşı girişinde sol-sosyalist örgütlenmeler tarafından gerçekleştirildi.
12 Aralık’ta Bornova’da kitlesel bir işçi-emekçi buluşması için bir araya gelen kurumlar 23 Kasım günü yaşanan ve bir çeşit adı konulmamış devalüasyon olarak yorumlanan kur artışı sonrası aynı günün akşamı için bir eylem örgütlemenin olanaklarını ele aldı. Fakat o akşam kimi sol-sosyalist yapıların hızlı çağrısı ile Buca’da yapılan sınırlı eylem dışında bir refleks sergilenemedi. 12 Aralık buluşmasını örgütleyen kurumlar 24 Kasım Çarşamba günü dışındaki kesimlere de çağrıda bulunarak Karşıyaka’da geniş katılımlı bir eylem yapma kararı aldı. İmzasız bir biçimde ve genel bir çağrı ile düzenlenmeye çalışılan eylem için kurumların flamasız biçimde, isterlerse kendi önlük ve dövizleri ile katılabileceği bir tarz benimsendi. KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak bizler solun kendini ifade ettiği şu ya da bu araçtan feragat etmesinin halkın bu eylemlere daha fazla itibar etmesini sağlayacağını elbette düşünmüyoruz. Fakat bu tutumu kendi görüşlerimizi ifade etmeye bir engel olarak görmediğimiz, kendi dövizlerimizle dolayısıyla şiarlarımızla katılmamız konusunda bir kısıt olmadığı için eylemin örgütleyicileri arasında yer almaya devam ettik.
Eylem 24 Kasım günü saat 18.30’da Çarşı girişinde gerçekleştirildi. Aynı noktada her hafta Çarşamba günü KESK’e bağlı Eğitim-Sen II No’lu Şube’nin saat 18.00’de ihraç kamu emekçileri ile ilgili eylemi olmakla birlikte, öğrendiğimiz kadarı ile güvenlik şubenin aynı gün aynı noktada eylemler olacağı konusundaki uyarısı sonrasında Eğitim-Sen her hafta aynı noktada gerçekleştirdiği eylemi Karşıyaka İZBAN önüne çekmeyi tercih etti. Böylelikle herkesin birlikte mücadele, dayanışma, ekonomik kriz ve yoksulluğa karşı ortak eylemler vurguları yaptığı koşullarda kendi eylemlerinin başkalarının eylemleri ile “karışmaması” konusundaki hassasiyetin galebe çaldığını, İzmir Emniyeti’nin “dostane” uyarılarına İzmir’de kamu emekçileri sendikaları arasında en ileride durduğu düşünülen sendikanın da sektirmeden uyduğunu gördük.
Gerçekleştirilen açıklamaya 12 Aralık eyleminin çağrısını yapan Partizan, BDSP, Kaldıraç, ESP, TÖP, Dev Tekstil, Birleşik İşçi Kurultayı, Ekmek ve Onur Derneği, Dostluk ve Kültür Derneği, Ege İşçi Birliği, Sosyalist Kadın Hareketi taraftarları ve Köz’ün arkasında duran komünistlerin dışında SEP ve Öğrenci Faaliyeti de dövizleri ile katıldı.
Eylemde yer alan kurumlar daha çok gündelik mücadele taleplerini dövizlerine taşısalar da siyasal vurgular taşıyan şiarlar da yok değildi. Köz’ün arkasında duran komünistler olarak bizler “Ne Cumhur, Ne Millet! Seçimle Değil Devrimle Gidecek!”, “Seçimleri Bekleme! Devrim İçin Devrimci Parti!”, “Seçimleri Beklemeyeceğiz!”, “İşçi Sınıfının Ekmeğe Değil, İktidara İhtiyacı Var!” yazılı dövizlerle katıldık.
Eylemde okunan açıklamada şu görüşlere yer verildi:
“Bizler bir avuç asalağın daha fazla kar etmek için sömürü çarkları arasında ezilen, her geçen gün yoksullaşan, sefalete terk edilen milyonlarız. Sermaye sahiplerinin ve onların temsilcisi AKP iktidarının bekası için her türlü baskı ve hukuksuzlukla kendi yarattıkları krizi üstüne yıktıkları işçi ve emekçileriz. Bu kriz yeni değil. Yıllardır hayat pahalılığından, sosyal ve ekonomik yıkım politikalarından kaynaklı çalışma ve yaşam koşullarımız git gide kötüleşiyor. Ancak son dönemde kapitalist sistemin yarattığı kendi doğal sonuçlarından doların yükselmesi, emekçiler adına yaşamı katlanılamaz hale getirdi. Dolarla maaş almayan ancak her türlü ihtiyacın dolarla birlikte yükseldiği bu süreçte ücretleri eriyen milyonların öfkesi sokağa taştı.
Bizler biliyoruz ki pandemi döneminde çarkların dönmesi uğruna yaşamlarımızı hiçe sayan iktidar ve küçük ortağı MHP, ekonomik krizi dün olduğu gibi bugün de emekçinin sırtına yüklemek istiyor. Kendileri saraylarında lüks ve şatafat içinde yaşayan, bizlere porsiyon küçültme öğütleri verenler, kardan zarar etmemek için işten atma saldırısına başvuranlar tahtlarının sallandığını görmektedirler. Bu yüzden grevlerimizi yasaklıyor, en ufak hak arama eylemlerine saldırıyor, yandaşları, katilleri, tecavüzcüleri cesaretlendirecek biçimde hukuku işletiyorlar. Burjuva muhalefeti ise tüm sorunlarımızı seçim sandığına gömerek bizleri sessizliğe itme çabasında. İstiyorlar ki uzunca bir süre daha krizi yüklenelim, çarklar dönsün, baskı ve şiddete katlanılsın.
Ancak bu böyle gitmez!
Pazarda, markette, faturalarda, benzinde, kiralarda yapılan zamlarla en temel ihtiyaçlara bile ulaşmakta zorlanan bizler bu gidişe DUR demek için bir araya geldik. Adaletsizliğe, baskıya, sömürüye, doğanın talanına, kadın cinayetlerine karşı sesimizi yükseltmeye geldik!
Artık her zamankinden çok daha fazla yan yana gelmeye, birleşmeye ve örgütlenmeye ihtiyacımız var. Öfkemizi, tepkimizi daha görünür kılmak, istem ve taleplerimizi gerçekleştirebilmek için Genel Grev, Genel Direniş’i ortaya koymak, somut adımlar atmak her zamankinden daha yaşamsal.
Bizler bugün bir araya gelen siyasi parti ve kurumlar, sendika ve emek örgütleri, işçi ve emekçiler olarak “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” diyoruz. Öfkemizi fabrika tezgahlarından mahallelere, işyerlerinden meydanlara her alanda örgütlenerek büyütelim. Sendikalarımızı gerçek işlevini yürütmesi için zorlayalım. Biliyoruz ki böylesi bir cendereden ancak Genel Grev ve Genel Direniş ile çıkabiliriz. Hükümetleri düşürecek, düzenleri sarsacak, insan onuruna yaraşır bir yaşamı kuracak tek gerçek güç örgütlü bir toplumla mümkündür.
Bu gidişata dur diyebilmek için herkesi sokağa, eyleme ve örgütlenmeye çağırıyoruz.”
Açıklamada ayrıca şu talepler sıralandı: “Yapılan zamlar geri alınsın; krizin bedeli patronlara; hükümet derhal istifa etsin; insanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret; herkese iş ve gelir güvencesi sağlansın; işten atmalar yasaklansın; ücretsiz eğitim, barınma ve sağlık hakkı verilsin…”
Eylemde “Örgütlü Bir Halkı Hiçbir Kuvvet Yenemez!”, “Kahrolsun Ücretli Kölelik Düzeni!”, “Krizin Bedeli Patronlara!”, “Hükümet İstifa!” sloganları atıldı. Açıklamada iktidarı hedef alan, burjuva muhalefete bel bağlanmaması gerektiğini ifade eden yerinde vurgular yer almakla birlikte bu eylem de ağırlıkla gündelik mücadele taleplerinin sıralandığı, soyut örgütlenme çağrılarının tekrarlandığı ve ekonomik bir mücadele ufkunun aşılamadığı benzer eylemlerin ötesine geçmeyi başaramadı. Katılım itibari ile de bu basın açıklamalarının çoğunda olduğu gibi solun kendi güçleri ile sınırlı bir katılım söz konusu idi.
12 Aralık’ta Bornova Cumhuriyet Meydanı’nda gerçekleştirilecek işçi-emekçi buluşmasının çağrısı ile eylemin sona ermesinin ardından yaklaşık beş dakika sonra TİP il örgütü aynı noktada, sadece kendi kitlesi ile ve aşağı yukarı benzer bir katılımla aynı konuya dair bir basın açıklaması daha gerçekleştirdi. Böylelikle yaklaşık beş yüz metrelik bir mesafede aynı konuyu işleyen üç ayrı eylem gerçekleştirilmiş oldu. Bu eylem enflasyonu polisin eylemlere alışılan yığınağı yapmasını engellese de, herkesin sıklıkla vurguladığı birleşik mücadele ve dayanışma çağrılarının herkesin aynı dertten muzdarip olduğu düşünülen koşullarda dahi rekabetçi-grupçu bir bakış açısına feda edildiğini de gösterdi. Ortak eylemlerde birbirlerinin kimliklerine ve görüşlerine tahammül ederek yer alamayanların, bunun imkanları var olsa da güçlü ve birleşik eylemler örgütlemekten imtina edenlerin işçi sınıfının birliğini sağlaması söz konusu dahi olamaz. Birlikte mücadele, dayanışma vurguları da bir ajitasyon öğesi olmaktan öteye geçemez. Türkiye’deki sol akımların çoğunluğunun Millet İttifakı’nın muhalefet çizgisine öyle ya da böyle kaçınılmaz olarak yedeklendiği yahut yedekleneceği koşullarda işçileri emekçileri birleştiren değil, bölen tutumlar onların kendi güçlerini görmesini engellemekte, Millet İttifakı’nın sessiz ve çaresiz bir destekçisi olmaya zorlamaktadır.
Bugün bu eylemlerin genelinde işçilere emekçilere dair çizilen mağduriyet tablosunun ve ekonomik taleplerin ötesine geçerek, bu sorunların daha fazla reform, iyileştirme ve sosyal devlet talep edilmesi ile çözülemeyeceğini, çözülmesi gereken esas krizin işçi sınıfına önderlik etmesi gerekenlerin önderlik krizi olduğunu, Cumhur İttifakı’nın devrimci yol ve yöntemlerle gönderilmesinin koşulunun devrimci bir parti yaratılmasına bağlı olduğunun altını çizmeye gücümüz oranında devam edeceğiz.
Özgürlük Savaşan İşçilerle Gelecek!
Seçimleri Bekleme, Devrim İçin Örgütlen!
Devrim İçin Devrimci Parti, Parti İçin Komünistlerin Birliği!
İzmir’den Komünistler