Kartal Emek Demokrasi Güçleri uzun zaman sonra yeniden toplandı. Köz’ün arkasında duran komünistler olarak toplantıya biz de katıldık. 11 Şubat’ta “Yerel seçimlerde halkçı bir belediyecilik mümkün mü?” şiarıyla bir halk toplantısı kararı alındı. Örgütleyicileri EMEP, Halkevleri, TÖP, TİP, SMF, Sol Parti ve Köz oldu. TÖP, EMEP, Halkevleri ve Köz adına konuşmacılar belirlendi. Toplantılar esnasında biz İBB bağımsız adayı Tunahan Dursun’u konuşmacı olarak önersek de bu öneri kabul görmemişti.
Halk toplantısı başlamadan önce buluşmanın gerçekleşeceği Organik Çadır belediyenin bir yeri olduğu için CHP’li belediye başkanının gelip selamlama gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceği tartışıldı. Biz de “aday tanıtım toplantısına dönüşmemesi adına” Tunahan Dursun’un bağımsız bir aday olarak konuşmasının reddedildiği durumda böyle bir şeyin mümkün olmayacağını eğer katılırsa buna karşı tutum alacağımızı beyan ettik. Nitekim CHP adayı katılmadı.
Etkinlik öncesinde Kartal’da ortak bildiri dağıtımları, afiş çalışmaları gerçekleştirildi. Halk toplantısına yaklaşık 150 kişi katıldı.
Halk toplantısı için buluşma yerinde duvarlarda belirlenen şiarlar asıldı: “Kartal’ı Kartal Halkıyla Birlikte Yöneten Halkçı Belediyecilik Mümkün”, “Kartal’ın Rantı Sermayeye Değil, Kartal Halkına”, “Kadınların, Gençlerin, Çocukların Yönetimde Söz Sahibi Olduğu Halkçı Belediyecilik Mümkün”, “Ekolojik Bir Yaşam İçin Halkçı Belediyecilik Mümkün”, “Kayyumlara, Baskılara Karşı Halkçı Belediyecilik Mümkün”, “Demokratik, Katılımcı, Kamucu Halkçı Belediyecilik Mümkün”, “Doğasına, Yeşiline, Suyuna Sahip Çıkan Halkçı Belediyecilik Mümkün”, “İşçi Sınıfının İktidarını Kurmak İçin Halkçı Belediyecilik Mümkün”, “Söz, Yetki, Karar Kartal Halkına”
Halk toplantısında ilk konuşmayı TÖP adına Nilay Kuş gerçekleştirdi. TÖP konuşmacısı konuşmasında şu vurguları yaptı:
Genel seçimlerin ardından yaratılan umutsuzluğa karşı üçüncü bir yol da yaratılamadı. Halkçı belediyecilik aslında halkla beraber, halkın yararına yerel yönetimlerin inşa edilmesi anlamına geliyor. Halk meclisleri örneğinde olduğu gibi halkla neler yapılabilir sorusu, yerel seçimlerde halkın söz yetki ve karar sahibi olabildiği bir bağlam. Halkçı belediyecilik anlayışı üzerinde durmak üzerimizde büyük bir sorumluluk. Yerel belediyecilik rant üzerine kurulu, halkın talep ve ihtiyaçları görmezden geliniyor. Bunun karşısına sosyalist anlayışı koymak gerekiyor. Şeffaf, halkı yönetime dahil edebileceğimiz bu sistemde belediye sayısı üzerinden hareket etmiyoruz. Halkın yerel yönetim sürecine katılması, yerel seçim süreciyle sınırlı kalmamalıdır. Halkın aktif olarak yerel seçimlerde söz sahibi olması gerekir.
İkinci konuşmayı EMEP adına Sema Barbaros gerçekleştirdi. Konuşmasında şu vurguları yaptı:
Türkiye açısından 31 Mart seçimleri sadece bir yerel yönetim tartışması değildir. Süreç boyunca çeşitli baskılardan, vekilliklerin düşürülmesinden tutalım da 6 Şubat depremine kadar pek çok insan kaderlerine mahkum edildi. İnsan hayatının önemsizliği tartışmasına sınıf ekseniyle bakmak gerekir. Bir tarafta işçilerle emekçilerle halk; diğer tarafta ise ortaya çıkan tablodan faydalanan bir kesim var. Halkçı bir belediyecilik mümkün ama halkın bu tartışmanın neresinde olduğuna bakmak gerekiyor. Bu seçim yalnızca bir belediyenin nasıl yönetileceği tartışması değil. O açıdan hepimizin bu sorumlulukla önümüzdeki süreçte bir tutum içerisine girmesi gerekir. Ortaya çıkan adayların tartışması yalnızca iyi yönetim tartışması değil. 31 Mart sonuçta bir seçim, ve seçimler geçer. Emekçiler açısından da seçenek tartışacaksak bizlere düşen tek seçenek mücadele. Yerel birlikler kurulmadan, o birliklerle beraber bir tartışma yürütmeden kimi seçerseniz seçin halklı belediyecilik mümkün değil. Varolan iktidarın kendisi gerçekten faşist ve gerici bir rejimin inşa tartışmasına ilişkin elinden gelen her şeyi yapıyor. Eğer gerçekten sokağa çıkabilirseniz bununla mücadele edebilirsiniz. Bir soru var: Siz halkla beraber yönetecek misiniz? İktidarın zaten öyle bir derdi yok. Bu ülkede ciddi anlamda kayyumlar var; seçilmişler var, seçilmişlerin yerine atanmışlar geliyor. Gerçekten bunu değiştirmek isteyen güçlerin yan yana gelerek; ama halkın da taleplerini dikkate alarak mücadele etmesi gerekir. Sınırlı bir zaman var; yerel seçim de seçimin kendisi de tek başına bir mücadele aracı değil. 31 Mart’a kadar kuracağımız her birlik önemli. Bunu beraber tartışmanın önemli olacağını düşünüyorum.
Üçüncü konuşmacı Halkevleri adına Sevinç Hocaoğulları idi. Konuşmasında şu vurguları yaptı:
Halkçı bir belediyecilik, halkın; söz, yetki, karar sahibi olduğu bir belediyecilik mümkün. Neoliberal kapitalizmin yarattığı yıkımı kentlerimizde de başka başka şekillerde yaşıyoruz. Deprem, barınma, ulaşım gibi kimi sorunların tamamını çözmek için kendi öz örgütlenmemiz gerekir. Bunun dışında sorunları çözebilecek başka bir mekanizma yok. Seçmen değiliz, halkız. Öz yönetim kapasitemiz var. Yerel yönetim seçim sürecini bizden çalınanı geri almak ve yaşama tutunma süreci olarak tarif etmemiz gerekir.
Son konuşmacı olarak Köz adına Çetin Eren söz aldı:
Merhaba arkadaşlar, Köz adına ben de hepinizi selamlıyorum. Marksistler, komünistler mutlak gerçeklerin olmadığına inanırlar. Dolayısıyla bir soruyla karşılaştığı zaman da ona her zaman nerede, ne zaman, nasıl koşullarının kayıtlarını koyarak gösterirler. Halkçı belediyecilik mümkün mü sorusunu böyle yanıtlamak gerekir. Halkçı belediyecilik mümkündür ama bir koşulla mümkündür; halkın iktidarı koşuluyla. Bu iktidar dediğimiz şey de bizim mahalle muhtarlarımız değildir, ihtiyar heyeti değildir, il genel meclisi değildir, İstanbul Büyükşehir Belediyesi de değildir. Bu iktidar Ankara’da somutlanmıştır. Genelkurmayı vardır, bayındırlık bakanlığı vardı. Bir bütün olarak hükümetin idari mekanizmasıdır. Bu hükümetin idari varlığı sorununun ve burada halk iktidarı kurma sorununun üzerinden atladığımız zaman, eğer böyle bir halkçı belediyecilik savunuyorsak bu yanlış olur. Ancak bir halk ülke çapında egemen olursa halkçı bir belediyecilik mümkündür. Aksi tutumlar zaten bizim de takipçisi olduğumuz Ekim Devrimi tarafından belediyecilik olarak tanımlanmıştır, mahkûm edilmiştir. Avrupa’da belediyecilik adına önce kazanabileceğimiz işlere yoğunlaşalım diyenlerin ne yaptığını da biliyoruz. Belediyelerde hâkim olan, belediyelerde halka sosyal hizmet veren ama aynı zamanda da her zaman merkezi iktidarın koltuk değneği olan, avro-komünizm, Avrupa sosyalizmi dediğimiz bizim ile alakası olmayan bir sosyalizm biçimidir zaten. Şimdi halkçı belediyeciliğin halkın iktidarıyla mümkün olduğunu tartışmak için böyle sosyalist hareketin, devrimci hareketin tarihine gitmeye gerek yok. Devrim toprağında yaşıyoruz. Sınıf mücadelesinin çok canlı olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz. Karşımıza sürekli bununla ilgili örnekler çıkıyor. Şimdi halkçı belediyecilik dediğimiz, bu hükümet sorununa dair iki örnek gördük son 10 yıl içerisinde gerçekleşmiş. Bunlardan biri halkçı belediyecilik deyince aklımıza ilk gelmesi gereken; şimdi DEM adını kullanan ama DTP-BDP üzerinden ilerleyen ve Kürdistan’da neredeyse bütün belediyelerde yıllardır halkın iktidarı üstüne, halkçı belediyecilik yürütmeye çalışan ve halihazırda önemli bir eşik yaratmış olan bir belediyecilik dinamiği var. Bunu atlamamamız gerekiyor. Ama ne oldu şu anda? Ankara’dan bağımsız bir halkçı belediyecilik kurduğunuz zaman karşınızda bir kayyum gerçeği var. Ankara’nın doğrudan engellediği, bodrum katlarında katliamlarla engellediği bir gerçeklik var. Demek ki bunu unutmamamız lazım. Siz hükümetle ilgilenmiyoruz deseniz bile hükümet sizinle ilgileniyor zaten. O yüzden kayyum sorununun üzerinden atlanarak kayyumlara karşı nasıl mücadele edileceğini konuşmadan zaten halkçı belediyecilikten söz etmek mümkün değil. İkincisi, Aksaray’daki diktatöre teşekkür etmemiz lazım, Hatay meselesinden. Demin arkadaşlar da bahsettiler, bilinçli bir ifadeydi ama aslında belki de kendi özümüze dönmemiz gerektiğini anlatıyordu. Diyordu ki siz orada kendi kendinize bir şey yapamazsınız, ben varken burada size bir şey yaptırmam. Dolayısıyla Türkiye’de en basit sorunu çözmeniz için karşınızda bir engel var: Özak işçisinin sorunu da buna bağlı, Seydişehir’deki alüminyum işçisinin sorunu da buna bağlı, bizim depremi bekleyen konutlardaki kentsel dönüşüm sorunumuz da buna bağlı. O orada kaldığı sürece onu halkın seferberliğine götürmediğiniz sürece hiçbir şey kurmamız mümkün değil. Bunu unutmamamız gerekiyor. Siz hükümetin olanakları olmadan en fazla çadır organizasyonu yapabilirsiniz, yani ölülerinizi nasıl kaldırabileceğinizi hastalara nasıl yardım edebileceğinizi konuşuruz ama kentsel dönüşüm dediğiniz binlerce, milyonlarca binanın yıkılıp yeniden yapılması sorunu. Beledi olanaklarla tasarlanamaz bir şey. Türkiye’deki iktidar sorunundan bağımsız düşünemeyiz bunu. Halkın iktidarından bahsettikten sonra da bunun 2 ayağı var: Birincisi hükümet sorunu, ikincisi bir halk hareketi sorunu. Hükümet sorununa dair kısaca şunları söylemek isterim. Türkiye’de bugün bir iç savaş var ve bu savaş bize karşı açılmış bir savaş. Hükümetin açtığı bir savaş. O yüzden şöyle konuşmamamız lazım, o üçüncü yol vs. diye. İki yol var: Hükümeti ve muhalefeti ile bir tarafta duranları, burjuva grubu var, bir de emekçilerin, halkın yolu var; o da ikinci yol. Ve bugün Türkiye’de hükümetin ayakta kalmak için zorda olan sıkışan bir hükümetin açtığı bir savaş var. Demin arkadaşlar da bahsetti, 2015’ten beri dedi. 2015’ten beri sürüyor bu savaş. Çünkü 2015’ten beri koltuğu tehlikede, doğrudan MHP’ye teslim olmuş durumda. Üstelik bugün bu iç savaşın da daha ilginç bir evresindeyiz. MHP’den kurutulmaya çalışıyor. CHP’ye İYİP’e Amerika’ya yanaşmaya çalışıyor. Oradan itibaren sıkışmış durumda olan ve Cumhur İttifakı’nın kriziyle dalgalanmış bir siyasi süreç var. Ve önümüzde de bir Anayasa Mahkemesi-Yargıtay krizi de var; bu aslında krizin dışa vurumu. Dolayısıyla seçimler bittiği zaman 4 senelik bir dikensiz bir gül bahçesiyle karşılaşmayacağız. Anayasa krizlerinin damgasını vurduğu ciddi, çatışmalı bir süreç olacak. Bunu da bilmemiz gerekiyor. Aslında bir halk hareketi için önümüzde muazzam fırsatlar var. Bunu da ifade etmemiz lazım. Bir halk iktidarı ancak bağımsız bir halk hareketiyle mümkün olur. O noktaya gelmemiz lazım. Konuşmacı arkadaşlar da bahsetti. Halkın nerede olduğu, halkın bu tartışmalarla nerede durduğu çok önemli ama bizim önce şunu sormamız lazım, bu tartışmada devrimciler, sosyalistlerin nerede durduğu. Çünkü halkın bir yerde durması için önce devrimcilerin, sosyalistlerin bir yerde durması, ben buradayım demesi; bir tercih, bir seçenek sunması lazım. Seçimler önemli bir şey değil bu arada. Yani halkın iktidarı seçimle sağlanmaz. Bunu ÖZAK işçisi bize gösteriyor. Bunu binlerce hapishanedeki siyasi rehine, tutsak gösteriyor. Bugün aynı zamanda tecrite karşı da bir panel var. Onu da selamlamak istedim buradan, çakışmış oldu. Tecrite karşı mücadele de demokrasi mücadelesinin önemli bir yerindedir. Zaten en basit hakkı almak için hükümetle çarpışmak zorundayız. Bu sandıkta olabilecek bir şey değil. Çok ciddi bir halk hareketi gerekir. Ama siz seçimler gibi basit aslında burjuva demokrasinin bir parçası olan bir süreçte net bir tutum alamazsanız, sermayeye destek vermekten, düzen partilerine destek vermekten imtina etmezseniz, sizin diğer yaptığınız şeylerin işçi sınıfı nezdinde çok da ciddi bir anlamı olmaz. Yani siz kimi zamanlarda işler ciddi olmadığı zaman esip gürleyen ama düzen güçleri sıkıştığı zaman onların koltuk değneği ve onların işini bozmayacak, onların planlarını bozmayacak bir pozisyona gelirsiniz. Ve aslında bizim 2019’dan beri yaşadığımız da bu. 2007’den 2015’e kadar önce Bin Umut Adaylarıyla başlayan, ondan sonra Emek, Demokrasi, Özgürlük bloğuyla devam eden, ardından HDP ile devam eden bir seçim süreci bu halkta bir seçenek yarattı. Bir toparlanma yarattı. Gezi de zaten bunun bir parçası olarak çıktı. Kendine güvenen iktidarı alıp en azından hükümeti tehdit edebileceğini düşünen bir halk hareketi karşımıza çıktı. Bugün eğer daha çaresiz, daha sıkıntılı, daha ne yapacağız diye soruyorsak, bu moral ve siyasi mevzileri yitirdiğimiz için bu durumdayız. Ve bunun sebebi de hükümetin şiddeti değil, hükümet 2011’de de binlerce katliam yapıyordu. Dışarıdan akıl hocalığının ötesine geçmez eğer pratik bir tutum içerisinde yer almazsanız. Biz zaten her yerde halk güçlerinin bir arada bulunmasını, ortak hareket etmesini ve seçimlerde de bunu ortak bir şekilde hareket ettirmesini önemsiyoruz. 2019’a kadar da aslında hep işçi sınıfının en militan, en politik kesimi tabanında barından HDP’yi; DEM Parti’yi destekledik seçimlerde hiç siyasi olarak onlarla ilişkimiz olmamasına rağmen esasında. 2019’da ise mesela İstanbul’da ve İzmir’de belediye başkan adayı çıkardık. 2023’te ben cumhurbaşkanı adayı oldum. İmza toplamaya çalıştım. 2024 seçimlerinde birkaç hafta öncesine kadar ortada, biz İstanbul’da İzmir’de Ankara’da hükümete meydan okuyoruz diye çıkan adres gösteren bir sosyalist hareket olmadığı için bunu yapma imkanına en az sahip olan bir yapı olarak biz aday çıkardık. İstanbul’da Tunahan Dursun’u aday gösterdik. Geçtiğimiz Cuma gününe kadar da DEM Parti’nin açıklamasına kadar da bunu hep sürdürdük. Ve dedik ki kimse bu mücadeleyi sürdürmediği sürece biz tek başımıza aday olacağız. Bu hükümete destek olmayacağız. Şimdi bizden çok daha fazla olanağa sahip olan Türkiye solunda önemli bir tabanı temsil eden merkezi bir noktada duran en büyük işçi partisi olan bir hareket, hangi niyetlerle, hangi süreçlerin sonunda olursa olsun bir seçenek yaratmış durumda 9 Şubat’taki açıklamalarıyla. Onların niyetleri süreci vesairesi bizi ilgilendirmemeli. Bizim karşımızda şu anda şöyle bir durum var, 31 Mart bize şu soruyu soracak, kendimizi korumak için kendimizi kurtarmak için biz düzen partilerinden mi destek alacağız? Onlara yardım mı edeceğiz? Önce onlardan biri diğerini götürsün, sonra biz başlarız, söz alırız, biz o sırada belediyelerle mi ilgilenelim diyeceğiz yoksa bu anayasa krizine doğru ilerleyen bir dönemde işçi sınıfı demokrasi mücadelesinin öncü savaşçısıdır, işçi sınıfı siyaset sahnesine damgasını vurmalıdır mı diyeceğiz. Eğer biz düzen partilerine muhtelif gerçekçi hesaplarla destek verdiğimiz zaman biz şimdilik böyle bir tercih yapmayı önemsemiyoruz demiş olacağız ve aslında 2019’dan 2023’e kadar süren, güvenmekten bahsetti başka bir arkadaşımız-Nilay arkadaşımız, bizim önce kendimize güvenmemiz lazım, işçi sınıfına dememiz lazım ki senin düzen partilerine ihtiyacın yok, sen seçimde kendi öz gücünde durabilirsin dememiz lazım. 31 Mart, biz bunu mu yapacağız, düzen partilerin peşinden mi gideceğiz tercihini bizim önümüzde koyuyor. O yüzden diğer bütün tartışmaların anlamlı olabilmesi için önce bizim net bir şekilde düzen partilerinden bağımsız bir seçenek destekçisiyiz dememiz gerekiyor. Biz bunun için yola çıkmıştık. Kadıköy’de mesela Türkiye komünist Partisi’yle Maçoğlu’nu destekliyorduk. İzmir’de Kaldıraç’la beraber başka bir aday çıkarmıştık ama şimdi İstanbul’da DEM Parti’nin sunduğu olanak; emekçilerin ezilenlerin biz bu oyunu kabul etmiyoruz demesi için önemli bir fırsattır. Tüm sosyalist güçlerin, devrimci güçlerin de bu emekçilerin birliğini yerellerde, sendikalarda, fabrikalarda örmek için önce bu siyasi tutumu alması gerekir. Bu yeterli bir adım değildir ama önemli bir siyasi ön koşuldur diyerek sözlerime son vereyim, teşekkür ederim.
Soru cevap kısmının aktif bir şekilde gerçekleşmesinin ardından halk toplantısı bitti.
Gülsuyu’ndan Komünistler