İzmir Büyükşehir Belediyesi kamu emekçileri (memur), haksız şekilde işten atılan işçilerden sonra başladıkları eylemlerle direnişini büyütmekte ve kendileri adına yeni bir refleks kazanmaktadırlar. Üzerlerinde örtülü ölü toprağını atmasını sağlayan ve konfor alanını bu sıcak yaz günlerinde terk ettiren süreç öncelikle Bayraklı Belediyesi’ndeki ücret kesinti kriziyle başladı.

Cemil Olabilir mi Cemil? Belki de İrfandır… 

Ya da ne fark eder hepsi aynıdır. Kendi siyasi anlayışlarının beceriksiz yönetimi sonrası faturayı işçi ve emekçilere kesmeye çalışan belediye başkanlarını ve bürokratlarını teşhir süreci ilk önce eylemlerle Bayraklı Belediyesi’nde başladı ve ardından da Büyükşehir Belediyesi’ne sıçradı. Seçimlerden önceki süreçte halka umut dağıtan, ancak seçim sonunda söylemlerini unutarak yutan ve iktidarla bu konuda ortaklaşan muhalefet ilk golü 1 Mayıs’ta (emekçiyi boşa düşüren bu tavır unutulmamalıdır) atmıştı. TÜSİAD’ın en ufak memnuniyetsizlik açıklamalarına koşarak giden muhalefet liderleri, işçi, emekçi ve ezilen sınıflar söz konusu olduğunda üç maymuna dönüşmektedir. Peki bu ana muhalefetin hoyratça görmezden geldiği bizler günah çıkarmak istesek nereden başlamalıyız?

Kamu emekçileri olarak kendimizi orta sınıf tanımına uygun gördük. Bunu ülkece öyle bir içselleştirdik ki ekonominin ve yoksulluğumuzun konuşulduğu her ortamda “Ülkede orta sınıf kalmadı!” diyerek serzenişte bulunduk. Oysa sınıfsız bir toplumu düşlemek ve inşa etmek yerine kendi konfor alanımızda bize dokunulmadan yaşayacağımız hayaline aldandık.

Pandemi süreci sonrası artan gelir adaletsizliği ve servet birikimi süreci ülkemizde derinden hissedilirken belki de emekli ve asgari ücretle çalışanlarla mücadele ağı öremedik ve yeterince birleşemedik. Oysa ne diyordu düşünür: “Quid rides? Mutato nomine, de te fabula narratur.” Yani: “Niye gülüyorsun? İsmi değiştir, anlatılan senin hikayendir.” Das Kapital’in başında Marx’ın İngiliz işçi sınıfının düştüğü duruma kayıtsız kalan Alman işçilerine ve aslında tüm dünya işçilerine ithafen söylediği bu söz, bizler için kulakta küpe olmalı ve mücadelemizi büyütmek için tüm emekçilere hatırlatılmalıdır.

Sınıfını Bil! Aynılar Aynı Yerde, Sen Neredesin?

Belediye emekçilerinin sendikal mücadeleyi ücret sendikacılığına sıkıştırmaması ve gerçek anlamıyla sınıf mücadelesini büyüterek kendisini de politize ettiği bir alana dönüştürmesi şarttır. Çünkü birleşebileceğimiz tek gerçek zemin sınıf siyasetini politize eden sendikalardır. Kendimizi sınıfsal olarak doğru bir tarife oturtmak, politik kimliğimizi bulmak ve vermemiz gereken mücadeleyi tayin etmek açısından çok önemlidir.

Şöyle ki; geçtiğimiz yıllarda da toplu sözleşme süreçlerinde tıkanmalar ve krizler olmuştu ve bu süreçlerde yapılmak istenen eylemler bazı belediye emekçilerinin ve sendikamsılardan gelen “Seçim öncesi partimizi yıpratmayalım; başkanımız emekçi dostu, onu üzmeyelim.” söylemleri ile eleştirilmiş ve eylem talebinde ısrar edenler, iktidar yanlısı ve hatta son muhalefet bükücü ilan edilmişlerdir. Oysa şu an yaşadığımız süreç, bize partilerin ve başkanların değil, emekten yana siyasetin, emekçilerin birliğinin önemini bir kez daha göstermiştir.

Bugün yaşadığımız süreç tesadüf olmamakla birlikte geçmiş seçimlerimizin bedelidir. Ancak güzel tarafından bakarsak eğer, sınıf siyaseti yerine düzen siyasetine olan sevdamız biz kamu emekçilerini birleştirmiş; belki de, zalime karşı zaferimizi müjdeleyen son yılların en kitlesel ve ihtişamlı eylemlerini yaptırmış, yaptırmaya da devam ettirecektir. Ancak en önemlisi bizde yaratacağı bellek, mücadele geleneği ve üretimden gelen gücümüzün farkındalığı olacaktır.

Unutmamak gerekir, B. Brecht’in ünlü bir sözü vardır: “Mücadele edenler her zaman kazanamayabilir, ancak kazananlar hep mücadele edenler olmuştur.”

Zafer Biz Direnen Emekçilerin Olacak!

Saygı ve Sevgilerimle;

Köz Okuru Bir İtfaiye Emekçisi