Mustafa Suphiler Türkiye topraklarına adımlarını attıklarında şundan eminlerdi: “Anti-emperyalist mücadele ancak ve ancak amele-rençber şuralarının iktidarı ile mümkün.”
Bu bilinçle bağlı oldukları dünya partisi Komünist Enternasyonal’in politik cephanesini kuşandılar ve fiili olarak bir dizi emperyalist gücün işgali altındaki topraklarda proletarya diktatörlüğü kurma hedefiyle mücadeleye koyuldular.
Bugün bu siyasal gerçeğin üstü örtülmüş durumda. Ulusal kalkınmacılık devrimci saflara karışmış durumda, “güçsüz” ülkelerin “büyük” devletlere karşı olan mücadelesi hiçbir koşul aranmaksızın anti-emperyalizm ile eşleştirilmekte. Elbette bu durum Kautsky’nin ultra-emperyalizmin bir ürünü.
Bunları akılda tutarak daha önceden sözleştiğimiz iki Kenyalı emekçi arkadaşımızla da Afrika’da son yıllarda yaşanan “darbe dalgası”nı konuşmak üzere buluştuk. Mayısta Yaşam Kooperatifi’nde göçmen emekçiler arasında yürüttüğümüz faaliyet vasıtasıyla tanıştığımız ve geçen sene 1 Mayıs pikniğimizden beri ilişkide olduğumuz arkadaşlarımız bizleri Sefaköy’de hem atölyelerinin hem de kaldıkları yerin olduğu binanın önünde karşıladılar. Başlangıçta bir ev ziyareti şeklinde düşünüp anlaştığımız görüşmemizi arkadaşlarımızın kaldığı evde gerçekleştiremedik.
Aynı atölyeden başka göçmen emekçilerle yatakhane tipi bir yerde kaldıkları için sohbet etmekte zorlanacağımızı bir mahcubiyetle bize söylediklerinde hemen bir çözüm üretmeyi önümüze koyduk. Kaldıkları binanın yakınlarında bir parka oturmayı teklif ettik ve parka geçtik.
Emekçi arkadaşlarımız belli bir seviyede Türkçe biliyor olsalar da sohbetimiz siyasi içerikli olacağından kendilerini daha rahat hissettikleri İngilizce dilinde konuşmaya devam ettik.
Parkta oluşumuzun nedeninden organik bir şekilde başlayan muhabbetimiz kendiliğinden neden Türkiye’ye göç ettiklerine ve oradan da kendi ülkelerindeki siyasi duruma geldi. Emekçi arkadaşlarımız kendi ülkelerinde siyasetle olduğundan bizlere bir dizi bilgiler aktardılar. İktidarın seçimlerde aldığı anti-demokratik tutumdan, iktidarda kalmak için yaptığı türlü oyunlardan ve muhalefetin bunun karşısında duramayışından bahsettiler. Mahkemelerde iktidara yakın kesimlerin kollanması gibi bir dizi sorundan bahsettiler.
Biz de her ne kadar Kenya’daki gelişmeleri detayıyla bilmesek de Afrika’da emperyalizmin yarattığı ve buralardan çekilirken geride bıraktığı devletlerin genel sorunlarının Kenya’daki ile benzer olduğundan bahsettik. Ulusal bir kurtuluş mücadelesi ile işçi köylü kitlelerine yaslanan proleter bir devletin değil emperyalistlerin yönlendirmesiyle kurulan ulus devletlerinin sorunlarını anlattık. “Sömürgesizleşme” diye adlandırılan dönemde ardı ardına kurulan ulus devletlerin sömürge sorununu, ulusal sorunu çözmeyi bırakalım daha sorunlu siyasi bir duruma yol açtığından bir dizi örnekle bahsettik. Afrika’da emperyalizm ve darbeleri ele aldığımız makalemiz üzerinden Afrika’nın emperyalistler arası rekabetin önemli bir noktası olduğundan ve bu emperyalistlerin siyasi yörüngeleri anlaşılmadan Afrika’daki ülkelerin iç siyasetlerinin de anlaşılamayacağını açıklayarak sözü arkadaşlara bıraktık.
Bir emekçi arkadaşımız burjuva partilerin hiçbirinin emekçiler ve ezilenler için en ufak bir kazanımı dahi getiremeyeceği tespitimizi somut olarak kendi ülkesinde yaşadığını belirtti. Her dönem muhalefet partilerinden “Kendi ülkemizi kalkındırmalıyız, batının hegemonyasından kurtulup kendi gücümüzü kazanmalıyız, kendi kaynaklarımızı kendimizi üretmeliyiz” söylemlerinin yükseldiğinden bahsetti. Ama seçim sonuçları ne olursa olsun bunun gerçekleşmediğinden bahsetti.
Biz de ulusal kalkınmacılık kavramı üzerinde durarak, anti-emperyalist bir mücadelenin ancak proletaryanın bağımsız mücadelesiyle, kendi iktidar organları yaratmasıyla mümkün olduğunu anlattık. Diğer türlü hangi ulusal ve “göze başta iyi görünen” politikaları sunarsa sunsun bütün burjuva hükümetlerin o ya da bu emperyaliste yahut emperyalist bloğa yedeklendiğini açıkladık. Arkadaşla bizlere katılarak “Aslında biz seçimlerde bundan sonra bizi hangi emperyalist devlet sömürsün onu seçiyoruz” dediler.
Biz de bu durumun kader olmadığını, emekçilerin ve ezilenlerin kendi kurtuluşlarının yolunun mümkün olduğunu ve Ekim Devrimi gibi muzaffer bir proleter devrimin tarihi bir kere değiştirdiğinden bahsettik. Ekim Devrimi’nin yarattığı devlet aygıtından, proletarya diktatörlüğünden, özgür cumhuriyetlerin birliği SSCB’den bahsettik. Bunun üzerine arkadaşlarımız “komünist mücadele” hakkında daha fazla şey öğrenmek istediklerini, dediklerimize katılsalar da daha çok şey konuşmak istediklerini söylediler. Bizler de komünist bir çalışmayı öğrenebilmenin yolunun pedagojik faaliyetlerden geçmediğini, imkan ve olanakları elverdiğince böyle bir faaliyetin içinde olmakla mümkün olduğunun altını çizdik ve onlarla sohbetimizin konusundan bağımsız onları hükümete karşı ortak bir mücadelenin parçası olmaya davet etmedikçe de bizim de öğretmen konumuna düşeceğimizden bahsettik. Fakat elbette bunun tartıştığımız konular üzerinden temel metinler okumamıza engel olmadığını söyledik. Konuşmanın seyrinde farklı bir devlet yapısı konusunda soru işaretleri ortaya çıktığını düşünerek bir sonraki buluşmamızda “proletarya diktatörlüğü” üzerine Lenin’in yazdığı bir makaleyi okumak üzere sözleşerek arkadaşlarımızdan ayrıldık.
Gerçekleştirdiğimiz bu faaliyeti bir dizi nedenden ötürü anlamlı buluyoruz. Her şeyden önce sol-liberallerin “vitrin mankeni” olarak gördüğü, sosyalist/komünist iddiaları olan akımların da bu liberal “hayırseverlik” çizgisinde göçmenler arasındaki faaliyetlerini kurguladığı bir yerde emekçi arkadaşlarımızla dünya proletaryasının “genel” çıkarlarını tartıştık. Bunu bizden başka yapan bir akım da yok. Bunun nedeni elbette başka akımların göçmen emekçilerle ilişkisi olmaması yahut var olan ilişkilerinin bu konuların konuşulamayacağı kişiler olması ile açıklanamaz. Bizim göçmen emekçiler arasındaki faaliyetimizi farklı yürütüyor olmamız burjuva sosyalistleri ile aramızda farkla, emekçiler arasında komünist faaliyetimizi sahip olduğumuz ilke ve referanslarımızın ışığında yürütüyor olmamız ile ilgilidir.
“Göçmenlere Vatandaşlık Hakkı!” şiarımız demokrat bir eşitlikçi çizginin ürünü değildir. Biz göçmen emekçilerin buralı emekçilerle aynı siyasi mücadeleyi birlikte hükümete karşı vermesi gerektiğini vurguladığımız için yükselttiğimiz bu şiarı bugün Şirinevler’de bir parkta pratik faaliyetimizle somutlamış olduk.
Afrika’daki darbeleri konuşarak sınıf mücadelesinin temel gerçeklerini arkadaşlarımızın siyasi iklimine daha aşina olduğu kendi ülkelerinden örneklerle açıklamakla kalmadık, bugün buradan Afrika hakkında da somut bir şeyler yapabilmek için o “somut” aracı yaratmak, bir dünya partisi kurmak gerektiğinden bahsettik. Bir enternasyonalin olmadığı koşullarda ister Kenyalı, ister Türkiyeli, ister Kürdistanlı olsun, dünya proletaryasının en büyük bunalımının, en acil sorunun da böyle bir uluslararası komünist teşkilatın yokluğu olduğunu anlattık.
Aynı zamanda emekçi arkadaşlarımızı pratik politik bir faaliyete davet ederek soyut bir emperyalizm karşıtlığına yaslanmadan, önce yaşadığımız topraklardaki hükümete karşı mücadele etmeliyiz dedik.
Bundan sonra da aynı devrimci çizgiden sapmadan, sınıfın en ayrıcalıksız kesimleri olan göçmen emekçiler arasında faaliyetlerimize devam edeceğiz.
Tüm göçmen işçilere vatandaşlık hakkı!
Yaşasın proletarya enternasyonalizmi!
Beşiktaş’tan Komünistler