İki Soru
Bir gazete olarak Köz, önümüzdeki aylarda yirmi altıncı yılını geride bırakıyor. Bununla birlikte Köz deyince asıl olarak bir gazeteyi değil bir politik kimliği kast ediyoruz. Köz gazetesi de, örgütsel farklılıklarına karşın, politik faaliyetlerinde bu ortak kimliği kullanan komünistlerin yayını. Bir dergi değil gazete, genel olarak komünist görüşleri savunan şu ya da bu örgütün yasal yayın organı da değil. Iskra’dan ilham alan Köz komünistlerin parti birliği yolunda kullanılacak bir gazete olduğu için söz konusu yirmi altı yılı yayıncılık faaliyeti açısından değil, komünist partinin kuruluş kongresinin örgütlenme mücadelesi bakımından değerlendirmek gerekli.
Yirmi altı yıl önce siyaset sahnesinde yer alan akımların önemli bir kısmı bugün aynı isim ve kimliği kullanmıyor. Çoğu birden fazla kez isim değiştirdi, farklı birlik projeleri içinde yer aldı. Aynı isimle devam edenlerin önemli bir kısmıysa siyasi iddialarını güncelledi, değiştirdi. Böyle bir siyasal iklimde elbette, “Bütün Ülkelerin Komünistleri Birleşin/Yaşasın Komünistlerin Birliği!” şiarlarıyla dile getirdiğimiz parti birliği mücadelesinin henüz amacına ulaşamamış olmasını bu mücadelenin anlamsızlığıyla açıklayanlar çoğunlukta olacaktır. “Hayatla birlikte hareket etmek” adına sürekli yeni hedefler belirleyenlerden, isim değiştirenlerden, beyaz sayfalar açanlardan değiliz. “Ter dökmenin, emek harcamanın, bütün bir ömrü bir amaç uğruna adamanın” önemine işaret ederek yola çıktık. Bu nedenle bugünkü tasfiyeci yaygaralar ve yankıları bizim değerlendirmemizde bir yer tutmuyor.
Geride bıraktığımız yirmi altı yılı değerlendirirken bizim açımızdan önemli olan birinci nokta, başlangıçta parmak bastığımız devrimci önderlik sorununun ortadan kalkıp kalkmadığı sorusudur. Sorulması gereken ikinci soru ise amacımıza ulaşma yolunda verdiğimiz mücadelenin siyasal sonuçlarının neler olduğudur.
Programatik Kafa Karışıklığı ve Uluslararası Arayışlar
Türkiye’de ve dünyada, devrimci önderlik boşluğu yirmi altı yıllık değil geride bıraktığımız asra damga vuran bir sorun. Komünistlerin parti birliğine duyulan ihtiyaç ne dünyada ne de Türkiye’de ortadan kalktı. Tersine bugün bu sorun daha yakıcı bir şekilde hissediliyor.
Komünist Enternasyonal’in takipçisi olma iddiasında bir dünya komünist partisinin eksikliği kendini sadece devrimci durum karşısında bir devrimci önderlik eksikliğinde göstermez. Her zaman, düzenli olarak ve öncelikle programatik zeminde gösterir. Yirmi altı yıl öncesine kıyasla bugün, programatik sorunlara dair kafalar daha karışıktır. O zaman liberal savrulma olarak tanımlanan yaklaşımlar bugün sorgulanmayan varsayımlara dönüşmüştür. Korona salgınında solun ezici çoğunluğunun Dünya Sağlık Örgütü’nün peşinde toplu karantinayı savunması çarpıcı örneklerden biri sadece. Dün Körfez Savaşları’nda Irak’ın yanında mahcup bir şekilde duran soldaki muhtelif akımlar bugün açıktan Rusya ve Çin’in, kimi zaman da Amerikan emperyalizminin dümen suyunda Ukrayna’nın yanında saf tutuyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve kurucusuna övgüler düzmek sıradanlaşıyor.
Programatik kafa karışıklıkları arayışları da arttırıyor. Uluslararası düzlemdeki eski platformlar çatırdarken yeni uluslararası birlikler kurma girişimleri artıyor. Uluslararası sol akımların tablosu sadeleşmiyor, yanlış bir zeminde karmaşıklaşıyor.
Bereket, önderlik boşluğunu ifade eden tüm gelişmeler olumsuz yönde değil. Bugün, uluslararası düzlemdeki hakim eğilimlere aykırı farklı, önemli bir uluslararası girişim de söz konusu. Tarihte ilk kez, Kürdistan sorununu uluslararası bir sorun olarak tarif eden, Kürdistan devriminin sorunlarını uluslararası merkeziyetçi bir örgütlenmeyle çözme kararı alan Uluslararası Kürdistan Konferansı iki yıl önce toplandı. Sadece bu girişim bile komünistlerin birliği sorununu, ona yepyeni farklı boyutlar da katarak, gündeme sokuyor.
Devrimci Durumda Birlikçilik ve Dar Grupçu Rekabet Kısır Döngüsü
Türkiye ve Kürdistan o zaman da bugün de emperyalist zincirin en zayıf halkasıydı. Ancak yirmi altı yıl önce devrimci durum Türkiye’de değil sadece Kürdistan’da söz konusuydu. Yaşadığımız topraklarda 28 Şubat darbesine, Öcalan’ın rehin alınmasına ve F-Tipi saldırılarına paralel olarak karşı devrimci liberal bir reform süreci hüküm sürüyor, Avrupa Birliği’ne giriş hayalleri yayılıyordu. Bugün Kürdistan’ın güneybatısında fiilen bir devrim, yerel iktidar organlarıyla hüküm sürüyor. Türkiye’de ise uzunca bir süredir devrimci durumdan söz ediyoruz.
Türkiye’deki devrimci durum, komünistlerin birliği sorunundan bağımsız -hatta onu hasır altı ederek- ele alındığı için bir de farklı bir boyutta gündeme geliyor. Sol hareketler artan saldırılara, yaşanan krizin şiddetlenmesine, yönetme krizinin çözülememesine ve yönetenlerin beceriksizliğine ve aczine rağmen Türkiye’de emekçiler cephesinden hükümete karşı ciddi bir saldırı başlamamasından yakınıyor. On iki sene önce Gezi’de, yahut İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından patlak veren eylemlerde, bu temelsiz karamsarlık yerini birkaç ayla birkaç sene arasında değişen bir dönem için “kitlelerin nihayet sahaya çıktığına” dair ölçüsüz bir iyimserliğe bıraksa da emekçi hareketinin ve devrimci güçlerin zayıflığı solun değişmez gündemidir.
Zayıflık tespitini yapanların, bir kısmı söz konusu sorunu çözmek için önlerine sınıf içinde örgütlenme görevini koyuyor. İşçi sınıfı içinde mücadeleyi ilmek ilmek örmeyi, direnişleri adım adım birleşik bir isyana büyütmeyi hedefliyor. Kimileri de sürekli proletaryanın devrimci partisini/işçi sınıfının partisini inşa edilmesi gerektiğinden söz etseler de aslında önlerine pratik olarak diğerlerinden farklı siyasal görevler koymuyorlar.
Bir başka kesim işçi sınıfı içinde uzun soluklu bir çalışma örmekten çok cüretkar bir politik çizgiyi yahut eylemli tutumu öne çıkarıyor. Ses getirici politik bir tutumun ya da eylem çizgisinin emekçi hareketinde bir toparlanmayı yaratacağı, devrimci örgütleri silkinip kendine getireceği, devrimci partiyi ayağa kaldıracağı ya da inşa edeceği sonucuna varıyor.
Bu iki ana güzergahtan ilerleyenler, sıklıkla diğer akımları yok sayıp onlarla eylem birliklerinden dahi uzak durarak kendi gündem ve planları doğrultusunda ilerlemeye gayret ediyor. Ancak hayat her seferinde, amatör örgütlenmelerin, devrimci bir programdan yoksun kesimlerin kendi başlarına devrimci bir partiyi yaratamayacağı, komünist geleneği yeniden kuramayacağı gerçeğini bu kesimlerin yüzüne vuruyor, bu akımları iki tasfiyeci yoldan birini tercih etmeye zorluyor: Kararlılık adına sekter bir çizgide ısrar etmek ya da eylem birliklerinin, ittifakların önemini keşfedip sınıf hareketindeki toparlanmayı bu ittifakların gelişmesine bağlamak.
Gelgelelim, devrimci parti sorunun üzerinden atlayanların bel bağladıkları eylem birlikleri de şaşmaz biçimde amacının tam aksi bir sonuca varıyor. Eylem birlikleri ya sorumlu davranmak, hareketi bölmemek adına sol liberal tasfiyeci yapıların eylem (daha doğrusu eylemsizlik) platformlarına hapsoluyor ya da içindeki örgütler devrimci mücadeleyi büyütmek, devrimci programı korumak, devrimci örgütte ısrar etmek adına müdahalelere soyunduğu oranda, rekabetçi tartışmalara gömülüp dağılıyor. Böylelikle kısır döngüde yeniden başa dönülüyor. Devrimci mücadeleyi büyütmesi gereken eylem birlikleri liberal, rekabetçi ve sekter rüzgarları şiddetlendiriyor.
Bu kısır döngü ununu eleyip eleğini asmış, her türlü politik-pratik faaliyettten elini eteğini çekmeye niyetli kesimlerin “siyasi mücadele bizi yoruyor/önceliklerimizi unutturuyor” bahanelerinin arkasına sığınmasını, sözüm ona devrimci programın ve teorinin sorunlarıyla uğraşıyormuş gibi yapmalarını da mümkün kılıyor.
Besbelli ki devrimci parti sorunu önceki döneme kıyasla çok daha yakıcı bir ihtiyaç. “Bütün Ülkelerin Komünistleri Birleşin!” çağrısını bugün daha yüksek sesle yükseltilmek gerekir.
Bir Odak Olarak Köz
Köz’ün arkasında duran örgütlü komünist güçler, bu yirmi altı yıllık süre zarfında uluslararası düzlemde olmasa da ulusal düzlemde bir odak olmayı başardı.
Odak olmak emekçi hareketi yahut sol açısından bir siyasi çekim merkezi olmak anlamına gelmez. Bu türden bir çekim merkezi olmak ancak komünist bir partinin harcıdır. Bir komünist partinin de ancak parti kimliğiyle verdiği siyasi mücadelenin sonucu güçlenebileceği göz önünde bulundurulursa çekim merkezi olma vasfının devrimci partinin inşasından sonra kazanılabileceğini söylemek daha gerçekçi olur.
Odak olmanın anlamı başkadır. Bugün artık, Türkiye’de Köz’den ve onun çağrısından bahsetmeden, bu çağrıya dair bir tutum almadan, değerlendirme yapmadan komünist bir parti kurmaktan, hele hele bu partiyi Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresini referans alarak kurmaktan söz etmek mümkün değil. Komünistlerin birliği ihtiyacını dile getiren bir akımın ya Köz’ün çağrısına icabet etmesi ya da Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresiyle hesaplaşması, bu çizginin nasıl ve ne şekilde aşıldığını anlatması gerekir. Köz’ün çağrısını yok sayan, görmezden gelen şekilde Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresine ve kararlarına atıfta bulunmak, bu konuda yepyeni bir girişimde bulunmak çoktandır mümkün değil.
Söz konusu odak olma vasfı elbette Köz’ün arkasında duran komünistlerin bulunmaz niteliklerinin ürünü değil. Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinin ilke ve esaslarını sahiden rehber edinen, devrimci siyasi faaliyete bir an bile ara vermeyen, devrimci örgütte ve komünist dayanışmada ısrar eden sebatkar bir mücadelenin meyvesi.
Ayrım Çizgileri
Bu yirmi altı yılda politik mücadeleden bir an bile kopmadığımız için, önceliklerimiz bakımından birinci sırada yer almasa da, devrimci bir programın, mücadele çizgisinin tarif edilmesi bakımından önem taşıyan bir dizi noktada ayrım çizgileri de çektik.
Türkiye Cumhuriyeti’nin “milli mücadele” sürecinin en başından itibaren karşı devrimci bir nitelik taşıdığını, Türkiye’de bir kurtuluş savaşının verilmediğini vurguladık. Kemalizme dair tutumun kendi devletine karşı tutum sorunuyla olduğu kadar, Kürdistan sorununun ve komünist hareketin tasfiyesinin değerlendirilmesiyle de yakından ilişkili olduğunu savunduk.
Emperyalizmin kautskyci kavranışıyla leninist kavranışı arasındaki farkları ortaya koyduk. Amerikan emperyalizminin gerileyişinden Suriye’deki içsavaşa, dünya üzerindeki hiçbir savaş ve jeopolitik mücadelenin emperyalistler arasındaki paylaşım kavgasından bağımsız ele alınamayacağını öne çıkardık. Anti-emperyalizm adına ABD’nin karşısındaki emperyalistlerin dümen suyuna girenlerin karşısında durduk.
Avrupa Sosyal Forumları’ndan Korona salgınına, işçi aristokrasisinin ve emperyalist burjuvazinin eteklerindeki kesimlerin peşine takılan burjuva sosyalistlerinin karşısında durduk, proleter devrimci bir çizgiyi öne çıkardık.
Sadece bir çizgi olarak değil örgütlenilecek ve harekete geçirilecek sosyal taban olarak da işçi sınıfını öne çıkardık. İşçi sınıfının en militan kesimleri arasında örgütlenmeyi bir ayrım çizgisi olarak kabul ettik. Kent merkezlerindeki düzeniçi mücadele çizgisine karşı varoşlardaki düzenin sınırlarına sığmayan mücadeleyi eylemli bir biçimde bayraklaştırdık.
Daha İyi Bilinmesi Gereken Neydi?
Tüm bu ayrım çizgileri Köz’ü ve onun politik çizgisini daha da bilinir görünür kıldı. Hatta öyle ki Köz’ün komünistlerin parti birliği konusundaki görüşlerinden çok siyasal konulardaki görüşleri bilinir oldu. Bu durum şüphesiz Köz’ün arkasında duran komünistler tarafından iftihar edilecek değil, özeleştirel bir değerlendirmesi yapılması gereken bir durumdur. Zira Köz’ün önüne devrimci bir partiyi yaratma görevi koyduğu, komünist parti ihtiyacı çeken güçlere bir birlik çağrısı yükselttiği, Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresini bir referans olarak kabul ettiği genel olarak bilinse de bu çağrının mahiyetinin ne anlama geldiği, muhataplarının kimler olduğunu yeterince anlaşılmamıştır. Bu tablo elbette Köz’ün arkasındaki güçlerin eksikliğidir.
Söz konusu eksiklik siyasal faaliyetin dışına çıkarak, teorik yazılar yazmayı politik mücadele ilan ederek yahut siyasi mücadelenin temposunu düşürerek giderilemez elbette. Zira sorun Köz kimliğiyle yürütülen politik mücadelenin yoğunluğu değil, Komünistlerin Birliği’nin parti birliği doğrultusunda yayınlar aracılığıyla yapılan müdahalenin yetersizliğidir. Yürüttüğümüz politik mücadele, Köz’ün parti birliği konusundaki müdahalelerinin yetersizliğine rağmen, bir odak haline gelmemize katkıda bulundu. Politik mücadeleyi frenlememiz değil parti birliğinin sorunlarına dair daha etkin ve yoğun bir faaliyet yürütmemiz, başta gazete olmak üzere Köz kimliğiyle kullanılan tüm yayınları bu içeriği merkeze alan bir içerikle çıkarmamız gerekiyor.
Gazetenin söz konusu içerikte çıkması gerektiği soyut bir doğrunun ifadesi olmadığı gibi soyut bir görev tarifi de değil. “Bize gereken öncelikle komünist bir partinin inşasıdır” tespitini ve “Yaşasın Komünistlerin Birliği” şiarını daha sık tekrarlayarak bu görevi yerine getirmek mümkün değil. Aksine böylesi bir yaklaşım önderlik boşluğu tespitini anlamsızlaştırıp “Bütün Ülkelerin Komünistleri Birleşin!” çağrısını bir temenniye çevirir. Önümüze koyduğumuz görev somut ihtiyaçların ürünüyse somut soruları yanıtlamayı gerektirir.
Komünistlerin Birliğinin Uluslararası Sorunları
Birinci kümede komünistlerin birliğinin uluslararası sorunları yer alıyor. Uluslararası Kürdistan Konferansı bu sorunları yakıcılaştıran en yakınımızdaki gelişmedir. Komünistlerin birliğinin uluslararası sorun ve ihtiyaçlarını program sorunu, parti inşa sorunu ve Türkiye dışında yüzünü komünizme dönmüş güçlerle ilişkilenme sorunu alt başlıklarında ele almak gerekir.
Programa bağlı ilk sorun gelenek sorunu ve buna bağlı olarak geçmişin değerlendirilmesi sorunudur. Kurmayı hedeflediğimiz partinin ilk dört kongreden bu yana geçen zaman çerçevesinde sınıf mücadelesinin pratiğini, bir parçası olduğumuz hareketimizin durumunu referansların mihengine vurarak programına yansıtması gerekir.
Programla ilişkili sorunların ikincisi ise içinde bulunduğumuz dönemin ana çizgileridir. Kendimizi sürekli yeni dönem/ çağ analizleri yapıp yeni mücadele hedefleri koyanlardan ayırt ediyoruz ama emperyalizm, proleter devrimler ve ezilen ulusların kurtuluş mücadeleleri çağında içinden geçtiğimiz dönemin ana çizgilerini Komintern’in ilke ve esaslarından beslenen bir dünya tahlili yaparak ortaya koymak bir programatik görev olarak önümüzde duruyor.
Uluslararası bir komünist partinin programı hakkındaki tartışmalar ancak o program yazıldığında nihayete erer. Program ise ancak bir parti kongresinde yazılabilir. Başka bir deyişle program tartışmalarını sonlandırmak parti niteliğini şart koşar. Bununla birlikte komünistlerin program konusundaki tartışmaları parti kurulana dek erteleme/rafa kaldırma gibi bir seçenekleri de yok. Üstelik bu tartışmaları komünistlerin yerel, ulusal kısmi olanaklarına bel bağlayarak sürdürmemek, uluslararası kanallarda daha güçlü bir şekilde yürütmek gerekiyor.
İkinci başlık uluslararası bir partinin inşasıyla ilişkilidir. Öncelikle uluslararası bir komünist parti olarak Komünist Enternasyonal’i, bir “transnasyonal”den, yani uluslar ötesi/üstü bir partiden ayırt eden özellikleri açıklamak, uluslararası bir merkezle ulusal komünist partiler arasındaki ilişkileri tarif etmek, ulusal seksiyonların farklı ihtiyaç ve tempoları gibi konuların bu uluslararası parti tarafından nasıl ele alınacağını netleştirmek gerekir. Farklı ülkelerden komünistlerin bir araya geleceği bir platformun mimarisi bu ilkelere uygun bir şekilde tasarlanmalıdır.
Farklı ülkelerden komünistlerin nasıl bir araya geleceği de yine bu başlıkla ilişkili sorulardandır. Komünist Enternasyonal’i yeniden kurmak isteyenler, 1914 sonrasında bu inşa sürecinin nasıl yürütüldüğünü, komünist hareketin birliğinin hangi siyasi temel üzerinde sağlandığını, ayrım çizgilerinin nasıl çekildiğini incelemelidir. Devrimci durumun dünya çapında yayıldığı bir konjonktürde bolşeviklerin yüz yıl önceki mücadelesinden dersler çıkarmak önemlidir.
Yirmi altı yıldır Türkiye gibi Kürdistan’da da asıl eksikliğin komünist bir önderlik olduğunu farklı vesilelerle açıklıyoruz. Kürdistan’da faaliyet yürütmek isteyen komünistlerin platformumuz bünyesinde örgütlenmesi, yahut dünyada pek çok akımın yaptığı gibi seksiyon ya da kardeş parti girişimiyle bizimle yan yana durması enternasyonalizmin leninist kavrayışıyla bağdaşmaz. Kürdistan’dan çıkabilecek bir komünist girişimle ancak uluslararası bir zeminde ilişkiye geçilebilir ve destek verilebilir. Sadece bu zemini değil aynı zamanda Kürdistan’da komünist bir örgütlenme girişimi olduğu takdirde böyle bir örgütlenmeyle nasıl ilişkileneceğimizi tarif etmek önümüzdeki dönemin somut ihtiyaçları arasında yer alıyor. Uluslararası Kürdistan Konferansı’nın ardından bu ihtiyaç artık çok daha yakıcı.
Komünistlerin Birliğinin Türkiye’ye Özgü Sorunları
İkinci kümeyi, komünistlerin birliğinin Türkiye’ye özgü sorunları oluşturuyor. Komünistlerin birliği çağrısının muhataplarının kimler olduğunu, “komünistler” derken kimleri kast ettiğimizi sol içinde anlaşılır kılamadığımız açık.
Partileşme stratejimizin muhatabını en geniş haliyle “sol hareket” olarak tarif ediyoruz. Kendimizi de bu hareketin bir parçası olarak görüyoruz. Bu hareket içinde parlamentarist, reformist, ekonomist tutumlar sık sık eleştirimizin hedefi olsa da devrimciler, sosyal şovenler gibi ayrı kategorilerde sınıflandırmayı yanlış buluyoruz. Bu tutumumuzun, hareketimizin içinde komünist bir kutbun olmamasıyla ilişkisini, kendimizi böyle bir kutup olarak görmediğimizi vurgulayarak, daha iyi açıklamamız şart. Bu konuyu netliğe kavuşturmamız platformumuzun neden diğer akımlar gibi “bir siyaset” olmadığını anlaşılır kılmak için de geçerli.
Devrimci, reformist, karşı devrimci gibi kategorilerin akımlar üzerinden yapılamadığı bir siyasi tabloda, asıl ayrım çizgisinin ancak ve sadece devrimci parti eksikliği karşısında sergilenen tutuma bağlı olarak çekilebileceğini önümüzdeki dönem yayınlarımızda daha ayrıntılı bir biçimde ve tüm siyasi sorunlarla bağlantılandırarak işleyeceğiz.
Birlikte bir kongre örgütleme çağrısında bulunmak, Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongre kararlarını rehber edinmenin ne anlama geldiğini, söz konusu kararların neden komünistlerin birliği çağrısıyla solun en geniş kesimlerine seslenmeyi mümkün kıldığını açıklığa kavuşturmayı da gerektirir. Konu komünist bir partinin inşası olduğunda, bir odak haline gelmiş olmamız, bu konudaki görevlerimizi ertelenemez kılıyor.
Örgütsel Bakımdan Ademi Merkeziyetçi Bir Platformun Siyasi Merkeziyetçiliği
Üçüncü küme platformumuz üzerindeki güçlerin yürüttüğü siyasi faaliyeti komünist bir rotada tutma sorumluluğumuzla ilişkilidir. Bir gazete olarak Köz’ün ve diğer tüm yayınlarımızın varlık nedenlerinden biri bu sorumluluktur. Yüz yirmi küsur yıl önce Lenin’in Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin yeniden inşası sürecinde, tüm Rusya’yı kucaklayan bir gazete olarak Iskra’yı bir iskele olarak tarif etmesi de doğrudan bu sorumlulukla ilişkiliydi.
Komünist parti yolunda ilerleyen güçlere karşı bir sorumluluğumuz olduğunu en baştan açıktan ilan etmiş olsak ve zaman zaman gazetemizde bu içerikte yazılar yayımlamış olsak da gazetemizi bu amaçla gerektiği gibi kullanamadık. Yürütülen politik faaliyetleri gerektiği kadar değerlendirip, müdahale edemedik. Önümüzdeki dönemde diğer kümedeki eksikliklerimizi olduğu gibi bu kümedeki eksikliklerimizi de gidereceğiz.
Gazetede platform üzerindeki siyasi faaliyeti değerlendiren yazılara daha fazla yer vereceğiz. Köz’ün arkasında duran güçlerin yürüttüğü siyasi faaliyetin belirlenen politik çizgiyle daha uyumlu olması ve bu güçlerin faaliyet içinde karşılaştıkları sorunların çözülebilmesi için, gazeteye rapor edilen siyasi çalışmaları besleyip güçlendireceğiz. Yürütülen faaliyet platformun prensipleri ve rotasıyla uyuşmadığında ona yine yazılarımızla müdahale edeceğiz.
Odak Olmanın Dayattığı Sorunlar
Üç küme içinde ifade ettiğimiz bu eksikliklerin bir kısmını fark edip gidermek için bugüne kadar beklemeye gerek yoktu. Yirmi altı yıllık mücadelemizin herhangi bir safhasında yola çıkarken ifade ettiğimiz genel çerçevenin gereklerini yerine getiremediğimiz alanları önceden tespit etmemiz mümkün ve gerekliydi.
Ancak bu başlıklarda sıraladığımız sorunlar esas olarak politik etkimizin artmasına bağlı olarak karşımıza çıkan sorunlardır. Komünist bir odak haline gelmemizle yakından bağlantılı, zaman içinde ortaya çıkmış ve çözümünü dayatan sorunlardır.
Köz kimliğiyle yürütülen politik mücadele referanslarımızda, devrimci örgütte ve komünist dayanışmada ısrar ederek bir odak olmayı başardık. Bugün bu mücadelenin gerisine düşmeden, bu mücadelenin ürettiği sorunlara başta Köz olmak üzere tüm yayınlarımızda yanıt vererek yirmi altı yıllık mücadelemizi ileriye taşıyacağız. Odak olmakla yetinmeyeceğiz, “Bütün Ülkelerin Komünistleri Birleşin!” çağrısını daha güçlü yükselteceğiz. Kendi muhataplarımızı yaratacak, birlikte komünist partinin kuruluş kongresini örgütleyeceğiz.
Yaşasın Komünistlerin Birliği!