Köz olarak düzenlediğimiz Komünist Siyasetin İlkeleri konulu kamp 23, 24 ve 25 Eylül tarihlerinde gerçekleşti. Üç gün süren kampta Komünist Siyasetin İlkeleri ve Komünist Siyasetin Pratiği başlıkları altında beşer ayrı oturumda toplam on etkinlik yapıldı. Komünist Siyasetin İlkeleri başlığı altında Komünistlerin Birliği Yolunda Amaç ve İlkelerin Güncelliği; Komünizm, Proletarya Diktatörlüğü ve Sosyalizm; Leninizm; Tasfiyecilik ve Emperyalist Savaşlar ve Devrimci Durum konularının ele alındığı beş ayrı etkinlik gerçekleşti. Komünizm, Proletarya Diktatörlüğü ve Sosyalizm; Leninizm ve Tasfiyecilik başlıkları Köstebek Kolektif’inin de konuşmacı olduğu paneller olarak organize edildi. Komünist Siyasetin Pratiği kapsamında ise Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, Kürdistan ve Enternasyonal Sorumluluk, Sınıf Savaşı ve Göçmenler, Kadın Sorunu ve Yükselen İfşa Dalgası ve Tasfiyeciliğe Karşı Mücadele ve Komünistlerin Birliği Platformu başlıklarında sunumlar yapıldı. Kürdistan ve Enternasyonal Sorumluluk başlığı Köz ve Uluslararası Kürdistan Konferansı Hazırlık Girişimi’nin konuşmacı olduğu panel formatında gerçekleşti. Etkinlikler boyunca komünizmin ilkesel konularıyla birlikte pratik siyasal mücadelenin sorunları ele alındı ve canlı tartışmalar yürütüldü.

Komünist Siyasetin İlkeleri: Komünistlerin Birliği Yolunda Amaç ve İlkelerin Güncelliği

Kampın ilk etkinliği Komünist Siyasetin İlkeleri başlığı altında tartışılan “Komünistlerin Birliği Yolunda Amaç ve İlkelerin Güncelliği” oldu. Köz adına söz alan yoldaş konuşmasında şu içeriği anlattı.

Sol akımlar hangi hedeflerle hareket ettiklerini sorduğunuzda “devrim” derler ancak hangi temellerde hareket ettiklerinin yanıtını alamayız. Bizi sıklıkla de geçmişte kalmış ilkeleri savunan bir hatta, doktriner bir çizgide görürler.

Komünizme giden muzaffer devrim 1917’de Rusya’da olmuştur, bu da bizim açımızdan dersleri çıkarılması gereken ve aşılması gereken bir merhaleyi ifade eder. Buradan çıkarılmış olan ilk ders de dünyada proleter devrimleri gerçekleştirmeye ihtiyaç olduğu ve bir dünya komünist partisine olan ihtiyaçtır. Aradan geçen yüzyılda biz bu dersleri kuşanarak ilke ve esaslarımızı belirledik. Ekim Devrimi ne kadar güncelse Ekim Devrimi’nden süzülen dersler de günceldir. Bu nedenle yirmi üç yıl önce tarif ettiğimiz ilke ve esaslar komünizm yolundan savunulması gereken ilkelerdir.

Rojava’ya enternasyonal bir destek konusuna baktığımızda Ekim Devrimi’nden çıkarılan dersler kuşanılmadığında oradaki devrimin başka coğrafyalara taşınamadığını görüyoruz.  Biz devrimi başka coğrafyalara yayabilecek karakter taşıyan bir enternasyonalizm ilkesini benimsiyoruz.

Bu ilke ve esasları tek başına savunmamız hanemizde artı olarak değerlendirilemez. Bu ilke ve esaslara uygun bir pratiği sergileyebilmemiz ise artımız olur. İlke ve esasları politik bir mücadelede somutladık, dolayısıyla devrimci bir programın zeminini hazırladık. Bu bir kazanımdır. Bu kazanım sadece yirmi bir yıldır bu ilkeleri savunmamız değil aynı zamanda politik mücadelede somutlamamızdır.

Devrimci dönemlerde takındığınız tutum devrimci programa sahip olup olmadığımızı gösterir. Biz bugün devrimci bir dönemde olduğumuzu tespit ediyoruz. Bu nedenle bugün aldığımız tutumlar da kimin devrimci kimin oportünist bir tutumu benimsediğini gösterir.

Burjuvaziye karşı savaş nasıl bireysel olarak verilemiyorsa, bu amaç ve ilkelerin arkasında da bireysel olarak durulamaz, örgütlü olarak durulabilir. Bu amaç ve ilkeleri savunduğunu söyleyen herkesin bu platformda durması gerekir. Aksi takdirde bu platforma dair tutumunu belirtmesi gerekir. Yani bu platform bu amaç ve ilkelerin arkasında duramayacak tasfiyeci bir platformdur demesi gerekir. Aynı ilke ve esasları savunanların ya bu platformun arkasında duran güçler içinde mücadele etmesi, ya da bu güçlerden biri olması beklenir.

İkinci turda konuşmacı şu görüşlerimizi aktardı:

Bir şey işe yarıyorsa günceldir amaçlarımız doğrultusunda yaramıyorsa da değildir. Örneğin burjuvazi ile ittifak yapmak veya şoven tutumlarla kendi devletlerinin yanında yer almak. Bunlar yeni tutumlar değil. Birinci Paylaşım Savaşı sırasında da olan görüş ve tutumlardı ve o zaman ne kadar ihanetçi ise bugün de en az o kadar ihanetçi bir tutumlardır. Burjuvaziyle ittifak yapmak savaş dönemlerinde olduğu kadar bugünkü gibi seçim dönemlerinde ortaya çıkabilir.

Değişen dünyanın değişen koşullarında yeni ilkeler belirleyenler revizyonistlerdir. Bu İkinci Enternasyonal çizgisinden daha haindir bugün. Amaç ve ilkeleri koşullar uygun olduğunda kullanırız diyenler, devrimci mücadelenin esaslarını dondurup saklamak isteyen revizyonistlerdir.

Devrimci partinin olmadığı koşullarda devrimci tutum almaktan geri durulmaz. Devrimci iddialar masa başında savunulamaz. Bu ilke ve esasları devrimci örgütlenmeler içerisinde savunulmalı ve eksikliği tespit edilen partiyi yaratmayı hedeflemek gerekir.

Amaç ilkelerimizi Komünist Enternasyonal ilk dört kongresi ve 21 Koşulu esas alarak ancak tartışabiliriz. Tartışmaya kapalı olan referanslarımızdır. Konuşmanın tamamlanmasının ardından etkinlik sona erdi.

Komünist Siyasetin İlkeleri: Komünizm, Proletarya Diktatörlüğü ve Sosyalizm

Komünist Siyasetin İlkeleri ikinci oturumunda “Komünizm, Sosyalizm ve Proletarya Diktatörlüğü” başlığı ele alındı. Bu oturum Köz ve Köstebek Kolektifi’nin konuşmalarıyla panel formatında düzenlendi.

Köz adına konuşan yoldaş, komünizmi bir dünya görüşü olarak değil, sınıfsız topluma giden yolda sınıf mücadelesinin derslerinden süzülen siyasal bir akım olarak tanımladı. Ardından, sınıfsız topluma yani ilk aşaması sosyalizme tekabül eden komünist toplumun tek ülkede değil dünya çapında olabileceğini ve bunun için de bir geçiş dönemi olan proletarya diktatörlüğünün zaruri olduğunu açıkladı.

Köstebek Kolektifi adına yapılan konuşmada, proletarya diktatörlüğünün proletarya demokrasisi ile ayrılmaz olduğu ve aynı zamanda da proletarya diktatörlüğünün ancak zor ile kurulabileceği, Kautsky’nin görüşleriyle karşılaştırmalı olarak anlatıldı. Kurucu meclis konusuna da değinildi ve bu konuda esas olarak egemenliğin proletaryanın eline geçmesi sorunuyla karşı karşıya kalındığını aktardı. Ekim Devrimi’nin yalıtılmasının yol açtığı sorunların sonucu olarak bir parti devleti kurulduğunu söyledi. Proletarya iktidarının acil güncelliği bulunduğunun altını çizdi.

İlk oturum konuşmalarının ardından soru ve görüşler yönlendirildi. Ardından ikinci kısma geçildi.

İlk sözü Köz aldı. Kurucu meclisin bir yönetme organı olmadığına değindi. Sermayenin merkezileşmesi ile beraber ulus devletlerin ortaya çıktığı, dolayısıyla eski devlet aygıtını yıkmak üzere harekete geçen proletaryanın ancak merkezi iktidarı kuvvetli sovyetler vasıtasıyla bu gayesini gerçekleştirebileceği açıklandı. Esasen ulus devletler kurulurken ortaya çıkan kurucu meclis sorununun, burjuva toplumda bir anayasa sorunu olduğu ve merkezi bir sovyet iktidarının bu sorunu çözdüğü ortaya kondu. İlk buhar makinesi denen, Lenin’in “hiçbir şey bu gerçeği değiştiremez” dediği şeyin de bu merkezi sovyet iktidarının yaratılması olduğu ifade edildi. Devrimin iflasını ele alırken sosyo-ekonomik açıklamalara girmek yerine devrimi mümkün kılan partinin çöküşü ile ilişkilendirmek gerektiği ortaya kondu.

Ardından Köstebek Kolektifi konuşmasını yaptı. Proletarya diktatörlüğü ile sosyalizm yalnızca mülksüzleştirme anlamında değil, toplumdaki tüm eşitsizleri ortadan kaldırma süreci bakımından da eş bir süreç olarak değerlendirildi. Kafa-kol emeği ayrımının da devrimin bozulmasına yol açacağı belirtildi. Proletarya diktatörlüğünün mülksüzleştirmeyi kendisinden başka kimseye bırakmaması için egemenliğinin asgari bir zorunluluk olduğuna değinildi. Bir üretim tarzı olarak ele alınmayan sosyalizmin ise komünizm anlamına geldiği, devrimin tek güvencesinin proletarya olup bütün bu süreci sosyalizm olarak adlandırmak gerektiği açıklandı. Bolşevik Parti’den başka bunu deneyimleyen olmadığı için, kapitalist toplumdan komünist topluma giden sürecin ancak proletarya diktatörlüğünün demokrasi ile özdeş olarak ele alındığında mümkün olabileceği anlatıldı.

İki üretim tarzının aynı anda hüküm süremeyeceği, nihai olarak tek ülkede sosyalizmin tutarlı bir bağlamda ele alınamayacağı vurgulandı. Teorik olarak mevcut olmayan kimi sorunlarınsa politik olarak söz konusu olabileceği belirtildi. Devrim sonrası süreçte komünist partinin temel görevinin proletaryanın iktidara katılımı üzerine politikalar geliştirmek ve bir perspektif çizmek olduğu, Sovyet deneyiminde ise, iç savaşın ağır koşulları, emperyalizm gibi unsurlarla birlikte el ele alındığında iktidarın proletaryanın kontrolünden çıktığı ifade edildi.

Komünist Siyasetin İlkeleri: Leninizm 

Köstebek Kolektifi ve Köz’ün konuşmacı olduğu “Leninizm” oturumunda ilk olarak Köstebek Kolektifi söz aldı. Leninizmi ele alırken işçi sınıfının kurtuluşu siyaseti olarak marksizme yüksek bir bağlılık ve işçi sınıfı devrimciliğine sadakati ele almak gerektiğinden bahsetti.

Konuşmada bugün de kapitalist uygarlığı yıkmayı amaç edinen bir devrimciliğe ihtiyaç duyanların Lenin’in siyasi çizgisine bağlanması gerektiği vurgulandı. Lenin’i, marksizm içerisinde Marx’tan ayrı bir figür olarak değerlendirmek, onu ikonlaştırmak yönündeki çabaların karşısında durduğu halde yüz yıldır bir leninizm kavramının mevcut olduğuna değinildi. İlk başta RSDİP içinde aşağılama amacıyla kullanılan bu kavramın 1924’ten sonra pozitif bir anlama kavuştuğu açıklandı. Diyalektiği marksizmin içerisinde tekrar konumlandırmak için 1914’ten sonra yoğun bir çaba harcayan Lenin’in, 1922-23’e gelindiğinde bir komisyonun bütün parti faaliyetini denetlemesi önerileri ve birtakım eleştirilerinin 1920’deki partinin kolektif tarihinin yazılması önerisinin bir devamı olarak okunması gerektiği vurgulandı. Lenin’in, partinin bürokratikleşmesine dair eleştirilerini özellikle Stalin’e yönelik bir kitle partisine dönüşme yönünde ilettiği ifade edildi ve bu dönemdeki tartışmalar örneklendirildi. Lenin’in eleştirdiği bu yönün 1923 Devrimi’nin yenilmesinde Alman komünistlerinin pay sahibi olmasına yol açan tutumlarında da mevcut olduğu, Komintern’in de bu yenilgiden doğan sorumluluktan kurtulmak adına leninizmi bir istismar ideolojisi olarak ortaya koyduğu iddia edildi. Komintern’in tasfiye edilmesinde de aslında leninizm olarak adlandırılan bu ideolojinin bu halinin belirleyici olduğu ifade edildi. Buna karşın kendilerini leninist olarak adlandırdıklarını dile getiren konuşmacı, Lenin’in 1902’den itibaren verdiği siyasal mücadele içinde gelişen tutumlarının, bir parti kurma mücadelesinin esas alınıp marksizme yönelik savaş, sovyet iktidarı, likidatörlere karşı mücadele ve bir savaş örgütü olarak dünya komünist partisi gibi katkılarından ötürü bu adlandırmayı tercih ettiklerini vurgulayarak ilk tur konuşmasını sonlandırdı.

Daha sonra Köz konuşmacısı ilk tur sunumunu yaptı. Konuşmacı yaygın görüşün aksine “Emperyalist dönemin marksizmi” olarak kavranan leninizmden ayrı durduğumuzu, Marx’ın yaşadığı zamanda da ifade edilmesi mümkün olan birtakım kıstaslara ilişkin Marx’ın hatalı veya eksik görüşlerine ilişkin Lenin’in katkıları bulunduğu ve bizim leninizmi böyle anladığımızı ifade etti. Bizim leninizmi bir ikonlaştırma ve onun her yapıp ettiğini Lenin özürcülüğü şeklinde olumlayan bir anlayıştan uzak olduğumuzu, bizim leninizmi asıl bir örgüt anlayışı olarak okuduğumuzu vurguladı. En temel olarak, kendini kitlelerden ayırmış bir partinin, savaşa karşı kendi hükümetinin yenilgisini isteyen ve bunu bir iç savaşa çevirip devrimle sona erdirmek şeklinde bir tutumun söz konusu olduğu ifade edildi. Leninizmin ise kendini kitlelerden ayırmakla sınırlı olmayan, örgüt içinde de kendini oportünistlerden ayırmakla somutlanan bir tutumu ihtiva ettiği ve bunun da 1912’de gerçekleştiği ifade edildi. Oysa hem Bolşeviklerin, hem de Komünist Enternasyonal’in tasfiye olmasında leninizmin bu ayırıcı yönünden uzaklaşılmasının belirleyici olduğu vurgulandı. Kararlar prensip olarak belirlenmiş olsa da bunun işleyiş bakımından benimsenmediği, benimseyenlerin hep azınlıkta kaldığı belirtildi. Bu durumun kendi başına karamsar bir tabloya işaret etmemesi gerektiği, sınıf mücadelesini kendi tarihimiz olarak ele aldığımız ve bu hatalardan çıkarılacak dersler olduğu belirtildi. Oportünistlere karşı katı ve sıkı olmak gerektiği, yalnızca onlara karşı değil oportünistlerle, bozuk örgüt anlayışına sahip unsurlarla iş tutan, onlarla arasına mesafe koymayan unsurlara karşı da katı ve sıkı olmak gerektiği derslerinin çıkarılması gerektiği ifade edildi. Örgüt işleyişi içerisinde kendine yer bulmayan herhangi bir sorunun ayrılık gerekçesi olamayacağının da bu leninist kavrayışın sonucu olduğu vurgulandı. Dışarıda bir savaş örgütü olmanın, oportünistlere karşı mücadele etmenin yanı sıra içeride de demokratik merkeziyetçi bir işleyişin hakim olması gerektiği, bunun da kurallar ve mekanizmalar silsilesi ile değil, bu mekanizmaları işletecek militanlarla mümkün olacağı ifade edildi.

İlk tur konuşmalarının ardından soru ve görüşler ifade edildi. Ardından ikinci tur konuşmalarına geçildi.

İkinci turda ilk olarak söz alan Köstebek Kolektif konuşmacısı II. Enternasyonal’in kuruluş sürecine değindi. Esasen bu sürecin anarşizme karşı bir girişimin sonucu olduğuna değinilip kendi içindeki reformist eğilimlerle de bir ayrışmaya gitmediğinden bahsetti. II. Enternasyonal’e yönelik Rosa Lüksemburg’da cisimleşen fikrin ise oportünizmle mücadele etmek için bir işçi mücadelesinin yükselmesi gerektiği olduğu ifade edildi. III. Enternasyonal’in kuruluşu aşamasında da Lenin’in ne Bolşevikleri ne de diğer enternasyonalistleri ikna edemediğine değinen konuşmacı, Dönek Kautsky ve Sol Komünizm broşürleriyle Lenin’in II. Enternasyonal’e ve kendi zamanına uyarlanmış anarşizmle mücadele ederek bunu sağladığını dile getirdi. Alman komünistlerinin de bu iki akım arasında gitgelli bir tutumu olduğunu ifade etti. Bugün komünistlerin birliğini sağlama iddiasındaki akımların da mevcut siyasal akımların bütün siyasi geçmişlerini hesaba katarak ipliklerini pazara çıkarması gerektiği ve Bolşeviklerin de gerekli dersleri sağladığını vurguladı. III. Enternasyonal’in Kautsky’yi küçümsediği için II. Enternasyonal’in bir karikatürünü ürettiğini ve aynı hatalı eğilimleri taşıdığını belirten konuşmacı bugün komünistlerin birliğini sağlamak isteyenlerin de bu eğilimlerle hesaplaşması gerektiğini ifade etti.

Son olarak Köz konuşmacısının ikinci tur konuşmasıyla oturum sona erdi. Konuşmacı, komünistlerin birliği çağrısının ortak prensiplerde, örgütsel işleyişte anlaşan, ortak bir mücadeleyi yürütmeye hazır güçlerle devrimci bir parti kurma çağrısı olduğunu ifade ederek konuşmasına başladı. Bu prensipler çerçevesinde bir arada durmanın da leninizmin bir turnusolü olduğunu ifade etti. Herhangi bir taktik tutumun, yetersizliğin bir mazeret olarak öne sürülemeyeceği, bunlara ilişkin herhangi bir tartışmanın da komünistlerin üzerinde durduğu paltformda yürütülmesi gerektiği belirtildi. Geç kalınmış deneyimlerin ışığında II. Enternasyonal’e karşı bu mücadelenin çok daha erken verilmesi gerektiği tespit edilerek bugün de komünistlerin birliğini savunan herkesin II. Enternasyonal sosyalizmine karşı mücadeleyi sürdürmesi gerektiği vurgulandı ve etkinlik sona erdi.

Komünist Siyasetin İlkeleri: Tasfiyecilik

Kampımızın Tasfiyecilik başlıklı oturumunda Köstebek Kolektifi ve Köz konuşmacı idi. İlk sözü Köz aldı.

Konuşmacı; Komünistlerin Birliği’nin, tasfiyeciliğin hakim olduğu bir dönemde, devrimci partiyi yaratmak için ortaya çıktığını ve bugün de aynı şekilde ayakta olduğunu söyledi.

Komünist Liga’dan gelen kızıl ipi İkinci Enternasyonal tutamazken Üçüncü Enternasyonal’in kızıl ipi yakaladığını belirten konuşmacı, ikinci kongrede ulusal devrimci hareketlere dair alınan kararı hatırlattı ve kızıl ipin koptuğu yerin Komintern’in bu kararının çiğnenmesi olduğunu vurguladı. Beşinci Kongre ile birlikte Komintern Yürütme Kurulu’nun kongreyi atlayarak yürürlüğe koyduğu kararlardan ve bu kararların bugün kimilerince referans kabul edildiğinden söz eden konuşmacı, bu kongreden itibaren burjuvaziyle ittifak meselesinin gündeme getirilerek iktidar perspektifinden uzaklaşıldığını söyledi.

Kaybolan iktidar perpektifinin 71 kopuşuyla yeniden ortaya çıktığını hatırlatan yoldaş, kemalist orduya karşı kendi ordularını kuranların, yok edilen iktidar fikrini bizim gündemimize tekrar soktuklarını belirtti ve Köz’ün tasfiyeciliğe karşı mücadelesinde sahip çıktığı çizginin bu olduğunu vurgulayarak konuşmasını noktaladı.

İkinci konuşmacı Köstebek Kolektifi idi. Birinci Enternasyonal’i tasfiyeye götüren süreçten, küçük burjuva aydınları hareketinin Birinci Enternasyonal’in ardından doğduğundan ve Engels’in bu harekete Anti-dühring ile yanıt verdiğinden bahsetti. Konuşmacı, Üçüncü Enternasyonal’den sonrasına gelindiğindeyse komünistlerin içinde bulundukları dünyayı eleştirme yetisini kaybettiklerin, akademik marksizmin bu boşluğu doldurduğunu belirtti ve bu iradeyi geri kazanma cüretine sahip olmanın tasfiyeciliğe karşı komünistlerin görevi olduğunu vurguladı.

İkinci enternasyonalde Ermenilerin ulusal kurtuluş hareketi desteklenirken devrimciliği kazımak üzerine hareket ettiğinden bahsetti. 1905’in ardından sağ tasfiyeciliğin illegaliteden legaliteye geçişi savunarak; sol tasfiyeciliğin ise kendini kapitalizmden yalıtma siyasetiyle tasfiyeciliğin iki biçimini oluşturduğunu açıklayan konuşmacı, sol tasfiyecilerin kendi içlerine dönmek gerektiğini iddia ederek Duma’ya katılmayı reddetmelerini bu anlayışla temellendirdi.

Ekim Devrimi ve devrimin peşinden gelen karşı devrimci savaş döneminin ardından 1921’e ulaştığımızda, birleşik cephe denen ikinci bir dönemin başladığını söyleyen konuşmacı, bu dönemle birlikte, içinde bulunulan koşullara kendini uyarlamanın gözetildiğini belirtti.

Bugüne geldiğimizde, Köz’ün de saptamış olduğu üzere tasfiyecilik sürecinin tamamlandığını söyleyen konuşmacı, devrim mefhumunun yittiğinden bahsetti. Önümüzde duran sorunu bu tasfiye sürecine direnç geliştirmek olarak tespit eden konuşmacı, görevin bize düştüğünü, bugünkü tasfiyeciliğe karşı devrimciliği her yere sokmak gerektiğini söyleyerek ilk tur konuşmasını noktaladı.

Soru görüş bölümünün ardından ikinci tura geçildi.

İkinci turda ilk sözü Köstebek Kolektifi aldı. Konuşmacı, bugün, devleti basınçla demokratikleştirebileceğimizi savunan siyasi çizgiyi savunanların, ideolojik olarak teslim olma biçiminde bir tasfiyeciliğin etkisi altında olduklarından söz etti.

Güçlü bir kitlesel komünist partiye ihtiyacımız olduğunu söyleyen konuşmacı, bunun kitle partisi demek olmadığını belirtti ve devrimci örgüte ihtiyaç olduğunu vurguladı.

Konuşmacı, Türkiye solunun 12 Eylül yenilgisi ile gerçek manada yüzleşemediğini; Tekel direnişi, Gezi gibi fırsatlara Türkiye solunun hazırlıksız yakalandığını söyledi ve biriktirdiğimiz deneyimden faydalanarak bu eşiği aşabileceğimizi vurgulayarak konuşmasını noktaladı.

Son sözü Köz konuşmacısı aldı. Konuşmacı, tasfiyeciliği platformun değil, ancak ve ancak bir komünist partinin durdurabileceğini yeniden vurguladı.

Tasfiyeciliğin tamamlandığını fakat bunun “o zaman dükkanı kapatalım”  demek olmadığını açıklayan konuşmacı; devrimci arayış içinde olanları reformist/revizyonist örgütlere terk edemeyeceğimizi, fakat bu militanlara temelsiz bir çağrı yöneltemeyeceğimizi, parti değilken parti gibi davranamayacağımızı vurguladı. Görüş bölümünde gelen “devrimci örgütlere yıkıcı değil yapıcı yaklaşırız” katkısını örneklerle temellendiren konuşmacı; bu noktada Köz’ün yaklaşımı ile parti olma iddiasındaki diğer akımları karşılaştırdı.

71 kopuşunda bağlanılabilecek bir komünist merkez olmadığı için kızıl ipin tutulamadığını, yenilginin de orada başladığını, iktidarı hedefleyen devrimci akımların bir araya gelemediklerini belirten konuşmacı, bu örgütlerin ardıllarının da iktidar perspektifini terk ettiğini söyledi.

Bugüne gelene dek sayısız tasfiyeci projeye girişildiğini örneklere başvurarak açıklayan konuşmacı, komünistlerin birliği çağrısını hatırlatarak konuşmasını noktaladı.

Komünist Siyasetin İlkeleri: Emperyalist Savaşlar ve Devrimci Durum

Komünist Siyasetin İlkeleri başlığı altında gerçekleşen son oturumda Köz adına bir yoldaş sunum yaptı.

Emperyalizmin kâğıttan kaplan olduğu hatırlatmasıyla birlikte, solun SSCB’nin dağılmasının ardından ABD’nin işgal girişimlerini meydanı boş bulan bir emperyalist devletin pervasızca saldırganlığı olarak açıklayan ve bu nedenle metropollerdeki savaş karşıtı eylemleri olumlayan analizine karşılık Köz’ün güç kaybeden ABD ve emperyalistler arasında kızışan paylaşım kavgası tespitleri açıklandı. ABD’nin Irak ve Afganistan’da saldırılarını engelleme girişimleri bu gibi devletlerin antiemperyalist bir niteliği olmadığı üzerinden örneklendirildi.

Sol ile Köz arasındaki emperyalizme dair bu analiz farkının emperyalist savaştan bahsedip emperyalist yeniden paylaşımdan söz etmeyen revizyonizmden kaynaklandığı belirtildi ve bunun emperyalist olmayan burjuva devletleri olumladığı üzerinde duruldu.

Kautskist bu emperyalizm teorisinin tersine ise Lenin’in yayılabilecek yeni alanları kalmayan emperyalistlerin yeniden paylaşım kavgaları ve bunun sonucu olarak paylaşım savaşlarının gündemde olduğu bir çağ olarak emperyalizm teorisi ele alındı. Emperyalist statükonun sürekli bozulmasının da ulusal kurtuluş savaşları ve proleter devrimleri çok daha güncel hale getirdiği vurgulandı.

Bugün ABD zayıflıyor diyenlerinse Çin’e hatta Türkiye’ye de emperyalist deyip iktisadi güce, sermaye birikimine dayandırmasının Lenin’in emperyalizm teorisiyle bağdaşmadığı, emperyalist hiyerarşide bir değişme olması için bir çatışma, paylaşım savaşı olması gerektiği belirtildi. Burjuvazinin kendi mezar kazıcılarını yaratmasının da ezilen ve emekçileri paylaşım savaşları için silahlandırması ve bozgunculuğun imkânlarının artması anlamına geldiği ifade edildi.

Emperyalistler arası savaşta anti-emperyalist olmak için devrimci olmak, savaşı iç savaşa çevirmek gerektiği ve ancak Komintern’in de sahip olduğu bu çizgi ile can çekişen emperyalizmi ortadan kaldırmanın mümkün olduğu vurgulandı.

İlk turun ardından soru ve görüşler alındı, ardından yoldaş ikinci tur konuşmasını gerçekleştirdi.

İkinci turda emperyalist savaş ifadesi ile emperyalistler arası savaş olarak savaşları tarif etmenin ne anlama geleceği değerlendirildi. Bir devletin emperyalist olup olmadığını açıklamak için iktisadi kriterlerin yeterli olmayacağı belirtildi. Türkiye’nin emperyalist olup olmadığını değerlendirirken paylaşım savaşının bağımsız bir tarafı olup olmadığına bakmak gerektiği, bugün içinde bulunduğu krizden çıkmak için bu yöntemlere tevessül etmek zorunda kalan ile yayılmacı politika izleyen bir devletin farklı değerlendirilmesi gerektiği vurgulandı. Çin’i emperyalistleşme yolunda ilerleyen bir devlet olarak değerlendirmek gerektiği, Çin’in iktisadi yöntemlerle rakiplerini alt etmeye çalışmadığı, Sri Lanka’nın bunun örneği olduğu, Afganistan’da ABD’nin çekilmesinin ardından tutumunun da bunu gösterdiği, Çin’in de kendi tercihlerinden bağımsız ve kaçınılmaz olarak askeri güce dayanmak zorunda kalabileceği ifade edildi.

Bugünkü savaş karşıtlığı ile Bolşeviklerin savaşa karşı tutumu arasındaki farklara vurgu yapan yoldaş savaşlara devrimle son verecek olan dünya komünist partisinin yaratılması için sorumluluk almayanların lafazanlıktan öteye gidemeyeceğini, enternasyonalizmin lafla değil enternasyonal bir komite kurmak için somut adımlar atarak gösterileceğini vurguladı. Köz’ün arkasında duranların da söylediğini yapan, yaptığını söyleyen devrimciler olduğuna işaret ederek sözlerini tamamladı. Ardından etkinlik sona erdi.

Komünist Siyasetin Pratiği: Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı Seçimleri 

Atölye formatında gerçekleşen Komünist Siyasetin Pratiği oturumlarının ilki “Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı Seçimleri” oldu. Söz alan yoldaş, parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri arasında fark gözetmeksizin devrimci ajitasyonu kullanarak bağımsız devrimci tutumla her seçimin istismar edilmesi gerektiğini belirtti.

Orduda bozguncu faaliyeti hatırlatarak, parlamentoda da devrimci faaliyetle sistemi kilitleme amacı gözetildiğini; Bolşeviklerin Duma ve kurucu meclisteki tutumlarıyla açıkladı.

Ayrıca seçimlere dair farklı taktik tutumların takınılabileceğini, Köz’ün farklı seçimlerde farklı tutumlar aldığını belirtti.

Boykotun solda kabul gören pratik karşılığının esas muhtevasını taşıyan bir eylem olmadığını, solun boykot tutumunun seçimlere dair bir tercih olduğunu, geçersiz oy çağrısı yapmakla eşdeğer olduğunu belirtti.

Komünist pratiğin yalnızca “devrim ve sosyalizm” sloganını atmak olmadığını, bir başka burjuva klik Millet İttifakı’nın karşısında duramayan solun sınıf işbirlikçi tutumunu gizleme amacıyla pratik siyasetten uzak “devrim ve sosyalizm” sloganlarına sığındığını belirtti.

“Erdoğan”da cisimleşmiş bir iktidar ve demokrasi sorunu olduğunu söyleyen yoldaş, “iki sınıf iki çözüm” olgusunun somut olarak görünür olduğunu, burjuva çözümün burjuvazinin sınırlarında seçimler yoluyla Erdoğan’dan kurtulmak olduğunu belirtirken, bugün solun aynı biçimde Millet İttifakı‘na yedeklenip sınıf işbirlikçi bir tutum takındığını açıkça ifade etti.

Millet İttifakı’ndan bağımsız bir hat belirlenemediğinin altını çizen yoldaş, bu durumun solun ürettiği politik içerikte görüldüğünü belirterek seçimlerin de bunun tezahürü olduğunu belirtti.

Amerikancı ablukayı dağıtmak için devrimci tutumun somutlanacağı bağımsız cumhurbaşkanı adayı çerçevesinde eylem ve etkinlikler gerektiğini belirten yoldaş iki turda da düzen ittifaklarına oy verilmeyeceği deklare edilmeden çeşitli sosyal konulardaki radikal görüşlerle kendilerini ayıran ittifak çalışmalarının devrimci tutum olmayacağının altını çizdi.

Köz’ün bağımsız cumhurbaşkanlığı çalışmasını kendi işi olarak görmediğini Köz’ün yaptığı çağrı ve toplantıların bunu gösterdiğini belirterek, ortak bir tutum “iki turda da düzen ittifaklarına oy yok” çerçevesinde gerçekleştirilecek herhangi bir çalışmaya Köz’ün dahil olacağını belirtti.

Devamında soru cevap kısmına geçildi.

Söz alan yoldaşlardan biri seçim çalışmasını detaylandırdı. Öncelikle iç savaşın hedef tahtasındaki HDP’nin kendi bağımsız siyasetiyle var olduğu sol blok önerisinin yükseltildiğini ifade eden yoldaş, son dönemde HDP’nin Millet İttifakı’ndan “bağımsız” bir çalışmasının olmayacağının belirginleştiği oranda, Köz’ün bugün vurguladığı bağımsız cumhurbaşkanı adayı çalışmasını önüne koyduğunu belirterek seçimlere dair süreci aktarmış oldu.

Ardından aşağıdaki soru ve görüşleri ifade eden sözler alındı, bunları kimileri şöyledi: Millet İttifakı Erdoğan’ı gönderebilir diyenler olduğu, buna karşı ne demek gerektiği soruldu.

Başka bir sözde burjuvazinin karşı devrimci olduğu bir dönemde düzenin gayrimeşru olduğunun tartışılmayacağı ifade edilerek milyonların gözünde parlamentonun ve diğer düzen kurumlarının hala meşruluğunu koruduğu gerçeği hatırlatılarak bu kurumların da kof doktriner laflarla kitleler gözünde gayrimeşru hale getirilemeyeceğinin altını çizildi. Sonrasında boykot meselesine dair eylemlilik vurgusunun önemli olduğu, boykotun koşullarının olmadığı yerde boykot önermenin lafazanlık olduğunu anladığı söylendi. Boykotun bugün sol akımlar açısından seçim çalışması yapamamanın bir ifadesi olduğu belirtildi. “12 Eylül’den sonra yenilgileri bahane olarak gösteren solcular türediği bizim tam tersini söylememiz gerektiğini belirtildi. Komünistlerin birliğini savunanların dışında kimsenin seçimlere dair somut tavır takınamayacağı söylemek de siyaset yapma gücüdür biz de bunu kazandık, denildi.

Sunumda başka bir aday çıkarsa adayın geri çekileceğinin ifade edildiği birkaç siyasetin çağrımızı net olarak reddetmediği, bu akımların sonrasında aday çıkarması durumda ne yapılması gerektiği soruldu.

Konuşmacı yoldaş ikinci turda Köz’ün “Seçimle Değil Devrimle Gidecek”  değerlendirmesini hatırlattı. Köz’ün seçimlerde de bu perspektiften bahsetmeyen bir çalışma tahayyülü olmadığını ifade etti. Bağımsız bir cumhurbaşkanı adayının da Erdoğan’dan burjuvazinin çizdiği sınırlar içinde kalan bir mücadele ile kurtulmanın mümkün olmadığını dillendirmesi gerektiğini söyledi. Bağımsız devrimci bir tutum için böyle bir çalışma yapılacaksa çalışmanın“Biz göndermeliyiz” çizgisinde, o siyasal cesaret ve özgüvenle şekillenmesi gerektiğini ifade etti.

Son olarak, konuşmacı yoldaş komünistlerin birliği partileşme stratejisi ile bu çalışmanın ilişkisi üzerinde durdu. Devrimciliğin ancak siyasi mücadelede neşet edeceğinin altını kalınca çizdi, partileşme stratejisinde ifade edilen kopuşların da ancak pratik siyasi mücadele ile olacağını belirtti. Devrimci parti ihtiyacının da salt onu dillendirerek değil, somut siyaset yaparak güncel olarak hissedilebileceğini ifade etti, devrimci kalabilmenin koşulunu da en kritik anlarda da devrimci tutumları alabilmekten geçtiğini söyleyerek konuşmasını bitirdi.

Komünist Siyasetin Pratiği: Kürdistan ve Enternasyonal Sorumluluk

Kampımızın ikinci günündeki ilk etkinlik, Köz ve Uluslararası Kürdistan Konferansı Hazırlık Girişimi’nin konuşmacı olduğu “Kürdistan ve Enternasyonal Sorumluluk” oturumuydu.

Uluslararası Kürdistan Konferansı Hazırlık Girişimi adına söz alan konuşmacı girişimin nasıl ortaya çıktığını açıklayarak söze başladı. Kürdistan’ın ulusal bir mesele olduğu ve sorunun kaynağının uluslararası olması nedeniyle aynı zamanda uluslararası bir mesele olduğunu ifade eden konuşmacı, Kürdistan’ın dört parçasının birleşerek bağımsız bir ülke olması gerekliliğini ve Kürdistan konusunun uluslararası bir sorun olduğu kabulü ile yola çıktıklarını, ilk çağrı metninin karma bir heyet tarafından hazırlandığını dile belirterek, ikinci çağrı metninin Avaşin ve Zap’taki saldırıların ardından hazırlandığını dile getirdi. Kürdistan’ın dört parçasında ve başka yerlerde görüştükleri kesimlerden olumlu yaklaşımların olması yanı sıra olumsuz yaklaşımların da olduğunu ifade etti. Olumsuz yaklaşımların bir kısmının KDP’yi doğrudan hedefe koymamanın yanlışlığına vurgu yaptığını, bir başka kesimin de “zaten bir ulusal kurtuluş hareketi var, buna gerek yok” dediğini belirtti.

Sunumun ardından Köz adına söz alan yoldaş Kürdistan sorununun ancak dört parçanın birleşmesi ve devlet olabilmesi ile çözümlenebileceğini, bağımsızlık mücadelesinin dört ilhakçı burjuva diktatörlüğünün yıkılmasını gerektirdiğini belirtti. Bir dizi hareket bugüne kadar Kürdistan’ın farklı parçalarında faaliyet yürütmüş olsa da, hiçbirinin dört parçayı birleştirip dört devlete karşı bölücü/yıkıcı bir yönelim sağlamayı hedef edinmediğini ifade etti. Bugün Kürdistan’da dört parçayı birleştirip bağımsız bir devlet hedefleyen bir komünist örgütlenme olmadığı için beklemek yerine kendine komünist diyenlerin bu konuda da adım atacak bir enternasyonal oluşturulması için öncelikle bir uluslararası örgütlenme çatısı/merkezi oluşturmamız gerektiğini, bu nedenle söz konusu konferans girişimini desteklediklerini ifade etti.

Konuşmacıların ardından katılımcılar çeşitli görüşler ifade ederken bunlardan bazıları şöyleydi: Komintern’in Kürdistan’da örgütlenmeye yönelik adım atmadığını belirterek bugün gecikmeli olarak atılması mı hedeflenmektedir sorusunu sordu. Bir başka katılımcı bağımsızlık diyenlerle burada söz edilen inisiyatifin iletişime geçmesinin bu kişi ve çevreleri inisiyatifi desteklemeye mecbur kıldığını belirtti. Çağrı metnine işaret eden başka katılımcı bakıldığında bu çağrıya İslamcıların da liberallerin de katılabileceğini, bu durumda Köz’ün tutumunun ne olacağını sordu. Ayrıca inisiyatif adına söz alan konuşmacıya Kuzey’deki PKK’li unsurların ve KDP’lilerin girişime olan yaklaşımını sordu.

Daha sonra söz tekrar sunum yapan konuşmacılara verilirken İnisiyatif adına konuşan konuşmacı Rojhilat tarzı ayaklanmalara doğrudan tepki veremeyeceğini, fakat çağrı metinlerde dile getirdikleri ortak birleşik tepkiyi sürdürebileceklerini belirtti. Görüştükleri uluslararası odakların daha çok PKK etkisinde yaklaşım sergilediklerini, konuşmalarda ulus devlet fikrinin eskimiş bir fikir olduğunu bunun yerine “demokratik modernite”yi savunduklarını dile getirdi. Diğer siyasetlerin “girişiminiz iyi ama biz uzak duruyoruz” noktasında olduklarını, KDPlilerin de “Siz Güney’in işlerine karışmayın”cı bir yaklaşım sergilediklerini ifade etti.  Konuşmacı PKK’lilerin bağımsızlıkçı olmadıklarını, ayrılıkçıların ise “biz bu dört devletten kopacağız ama dört parça nasıl birleşecek” noktasında olduklarını söyledi.

Köz adına söz alan yoldaş Komünist Enternasyonal’in Kürdistan sorununa dair somut adım atmamış olmasının özeleştiri gerektiren bir durum olduğunu, bu özeleştiriyi de bizim vereceğimizi belirtti. Bu bağlamda soruna ilişkin iradi davranacaklarını, yeni bir enternasyonal oluşturma hedefinin de bu yönelim ile bağlantılı olduğunu ifade etti.  O günlerde Kürdistan’da süren ayaklanmalar varken neden Kürdistanlı komünistlerin bir seksiyonu olarak hareket etme yönünde yaklaşmadıklarını düşünmek gerektiğini belirtti. Kürdistan’da gerçekleşen kazanımların bağımsız Kürdistan için ivme sağlayacağını, ne var ki reformistlerin bu kazanımları hep ilhakçı ülke egemenliklerini koruyarak kullanma yanlışına düştüklerini vurguladı. Söz konusu konferans girişimi ve kurulması hedeflenen Enternasyonal’in bu bakımdan önemli bir boşluğu dolduracağını ifade etti. Konferans’a farklı görüşlerdeki çevrelerin icabet edebileceğini, bu girişimin bu yönde adım atmayan tüm siyasetlerin ayakları altındaki zemini kaydıracağını belirten yoldaş, bu görüşlerden asla geri adım atmayacakları ifade ederek (sorunun bir örgütle bağımsız bir devletle çözülebileceği) bir örgütlenmenin oluşmasına onay vereceklerle yan yana durabileceklerini belirtti.

Komünist Siyasetin Pratiği: Sınıf Savaşı ve Göçmenler 

Komünist Siyasetin Pratiği oturumlarında üçüncü olarak“Sınıf Savaşı ve Göçmenler” konulu etkinlik gerçekleşti. Oturumunda söz alan yoldaşımız, konuşmasında özetle şu tezleri savundu:

Göçmenler sorunu Türkiye solunun gündemine “göçmen sorunu” olarak girdi. Göçmen sorunu esas olarak bu nedenle bir entegrasyon sorunu olarak tartışılıyor. Bu yaklaşım tastamam burjuva sosyalizmidir. Burjuva sosyalizmi burjuva toplumunun karşı karşıya bulunduğu devrimci tehditleri ortadan kaldırarak onun temellerini sağlamlaştırmak ister. Buna karşılık Köz, oturumun başlığından da anlaşılacağı üzere, göçmen işçileri sınıf savaşının, yani işçi sınıfının örgütlenmesinin ve devrim mücadelesinin bir parçası olarak görüyor. Tam da bu nedenle geride bıraktığımız 1 Mayıs’ta Köz dışında “Göçmenlere Vatandaşlık Hakkı!” şiarını yükselten bir akım yoktu.

Göç olgusu marksist bir perspektifle incelendiğinde iki temel dinamiğin göçü şekillendirdiğini görürüz. Birincisi sermayenin merkezileşmesinin işçi hareketini de merkezileştirerek dünyanın dört bir yanındaki işçileri işçi havzalarında toplaması. İkincisi sermayenin eşitsiz bir tempoda gelişmesi. Merkezileşen, merkezileştiği oranda arasındaki rekabet artan sermaye karşısına en az o kadar merkeziyetçi uluslararası bir örgütle çıkmak gerekir. Bu bakımdan göç süreci en çok komünist bir enternasyonale duyulan ihtiyacı yakıcılaştırmaktadır.

Sonrasında Komünistler Birliği’ne evrilecek olan Haklılar Birliği, Horlananlar Birliği’nin içinden çıktılar. Horlananlar Birliği ise tamamıyla Fransa’ya göç etmiş Alman işçilerden oluşuyordu. Bugün ihtiyaç duyduğumuz siyasal bilincin kalkış noktası bu atılganlık olmalıdır. 1870 yılında Birinci Enternasyonal ABD’ye göç eden göçmen işçileri gündem ediyor ve orada yeni bir seksiyon kurma görevini önüne koyuyordu. Komünistler de göçmen işçilere bu gözle bakmalı onları bulundukları coğrafyadaki devrimci partilerin birer parçası olarak görmelidir.

Tersinden İkinci Enternasyonal metropollerde işçi aristokrasisine yaslanıyordu. İşçi aristokrasisinin kısmi çıkarlarını proletaryanın genel çıkarlarının önüne koyan Alman Sosyal Demokrat Partisi, burjuvaziyle ittifak kurmayı savunuyordu. Bu ittifakı savunanlar göçün kontrol altına alınmasını gerektiğini savundukları gibi sömürgelere de karşı çıkmıyorlardı. Lenin İkinci Enternasyonal’in kongrelerinde bu görüşlerin burjuvazinin görüşlerinden de geri olduğunu savunuyordu.

Komünist Enternasyonal komünistlerin örgütlenmesini işçi aristokrasisiyle sınırlamadıkları gibi merkezine de bu kesimleri koymuyor, öncelikli görevin militan işçi kitlelerinin örgütlenmesi olduğunu ifade ediyorlardı. Üçüncü Kongre’de Pasifik’teki göçmen işçiler konusu ele alınca göçmenlerin sınıfın bir parçası olduğunu, tüm işçilerin ortak sendikalarda örgütlenmesinin yanı sıra açıkça ifade ediliyordu.

Bugün Türkiye’de göçmenler arasındaki çalışma esas olarak legal kurumların sınırları içinde yürütülmektedir. Bu göçmen sorununda yükseltilen mücadele taleplerinin karakterini de etkilemekte, düzen içinde kalmasına yol açmaktadır. Halbuki göçmenler devrimci demokrasi savaşımın bir parçası olmalıdır.

Biz sadece göçmenler devrimci bir demokrasi mücadelesinin parçası olmak gerekir demiyoruz. Aynı zamanda göçmenlerin devrimci bir partinin kuruluş mücadelesinde rol oynamalı diyoruz. Komünistler mülteci siyaseti yapmaz. Yaşadıkları topraklarda devrimci partilerin saflarında mücadele ederler ya da böyle bir partinin kurulmasına önderlik ederler. Aslına bakılırsa Kürt göçmenlerin Türkiye devrimci hareketindeki rolü tam da böyledir. Hüseyin İnan THKO kurucusudur, Türkiye’deki devrimci örgütlerin merkez komitelerindeki Kürt göçmenler azımsanamayacak bir orandadır. Bu bakımdan komünistler Türkiye’deki göçmen işçilerin Türkiye’deki bir devrimci partinin kuruluş mücadelesine davet ettikleri gibi, Avrupa’daki sosyal devletlerin koruması altında mültecilik yapanlarla da ayrım çizgilerini kalınca çizerler.

Forumda belirtilen sorular ve görüşler şöyleydi:

Göçmen sorununu işçi sınıfının örgütlenme sorunundan bağımsız ele almak burjuva hümanizminin önüne geçememektir. Göçmen işçiler arasında kök salan Bundçu akımlar sınıf mücadelesi üzerinde bölücü bir etkide bulunurlar. Avrupa’daki Türk ve Kürt devrimcilerinin pratiği neden Bundcu bir pratiktir?

Göçmen sorunundan bahsetmekle göçmenlerin sorunlarından bahsetmek arasındaki farklar nelerdir? Kürtlerin aslında göçmen işçiler olduğunu kavramamanın yarattığı siyasi sorunlar nelerdir? Göçmen sorunun anti faşist mücadelenin bir parçası olarak görür müsünüz? Göçmenlere vatandaşlık hakkını kimden talep ediyoruz? Bu reformist bir talep değil midir? Göçmenlerin sorunlarıyla savaş ve sosyal şovenizm arasındaki ilişki nedir? Göçmenlerin sorunları reformlarla çözülebilir mi?

İkinci turda söz alan yoldaş, göçmenlere vatandaşlık hakkının bir talepten ziyade bir mücadele şiarı olduğunu, bu şiarın ancak “tek yol devrim”, “demokrasi savaşı devrimle kazanılır” şiarlarıyla birlikte anlam kazanacağını, devrimden bağımsız bir vatandaşlık şiarının talepçi bir reformizme varacağını belirtti. Türkiye’de yükselen bir ırkçılıktan ziyade varlık koşulları sarsılan burjuvazi saflarında beliren sınıfsal bir korku olduğunun altını çizen yoldaş tam da bu nedenle göçmenler konusuna dair söz almak isteyenlerin öncelikle kendilerini bu burjuva akımlardan ayırtmak zorunda olduğunu, faşistlere karşı mücadelenin ancak devrimci bir temelde verilebileceğini hatırlattı.

Komünist Siyasetin Pratiği: Kadın Sorunu ve Yükselen İfşa Dalgası 

Kampımızın üçüncü günü, “Kadın Sorunu ve Yükselen İfşa Dalgası” etkinliği ile başladı.

Sunum yapan yoldaş kadın sorununun nihai çözümü için devrimin ön açıcı olacağını, burjuvaziye mensup kadınların da bu sorundan muaf olmadığını, 2020’den beri gündeme gelen ifşa eğilimine dair kadınların kendilerine yönelik taciz ve baskılara karşı bireysel ifşadan söz ederek bu tepkilerin sol siyasetin de gündemine girdiğini ifade etti. Komünistlerin ifşayı komünist siyasetin bir parçası olarak gördüğünü belirtirken burjuvazinin perdelediği gerçekleri işçilere teşhir etmenin komünistlerin mücadelenin bir aracı olduğunu vurguladı.

Burada burjuvazinin ifşayı kullanımı ile komünistlerin kullanımı arasındaki farka dikkat çekilirken, teşhirin komünistler için bireysel görünenin toplumsal boyutunu/sınıflı toplumla ilişkisini gösterebilmek açısından önemli olduğunu, burjuvazinin ise sınıfla ilişkili her türlü sorunu bireylerle açıklamaya çalışıp toplumun bu yolla temizlendiği yanılgısını yaygınlaştırma siyaseti izlediğini belirtti. Teşhir faaliyetinde salt burjuvazinin gerçek yüzünü gösterip işçi sınıfını aydınlatmayı değil, işçilerin örgütlenmesine de hizmet etmeyi hedeflemek gereğine işaret etti. Bugün yüceltilen bireysel ifşaları meşru görmekle birlikte burjuva tarzda ifşa faaliyetine uyumlu hareket eden siyasi akımları eleştireceğimizi vurguladı.

Kadına yönelik şiddet/tacizin eleştirilmesinde aile kavramının göz ardı edilirken aile parçalanmadan kadının özgürleşemeyeceğini, devrim olmadan da aile kurumunu parçalama yönünde adım atılamayacağını belirtti. Bu gerçeği görmezden gelip “eril devlet-şiddet” vurgusunda ısrar etmenin “eril olmayan bir devletle, eril olmayan bir yaklaşımla” çözümün mümkün olduğu yanılgısına yol açacağının altını çizdi.

Solda tümden tasfiye, özeleştiri yayımlama gibi ifşalara yanıt faaliyetinin soldaki tasfiye süreciyle de alakalı olduğu vurgulanırken, sol örgütlerin kitle örgütü gibi davrandığını belirtti. Kamuoyundan soldaki örgütlere gelen eleştirilere yönelik açıklama yapma kaygısının devrimci olma iddiası taşıyan örgütlerin faş edilmesine yol açabildiğini, bu durumun örgüt ilişkilerini dışarıya açıklayanların durumuna benzer bir şekilde bir tasfiye faaliyeti olduğunu dile getirdi.

Sunumun ardından sorular ve görüşler dile getirildi. Katılımcılardan biri Türkiye’de bağımsız bir kadın hareketi olmadığını, kadınların sokaklardaki eylemlerinin azalmasının HDP’nin son zamanlarda yakın durduğu siyasi çizgi ile ilişkisini ve örgütler arasındaki gerginlik sorarken bir başkası örgütlerin militanların özel hayatlarını denetleyemeyecek olmasının militanların özel hayatlarında dokunulmaz oldukları anlamına mı geleceğini, öyle değilse böylesi bir müdahalenin mahiyetini sordu. Bir başka katılımcı konuya yalnız kadınlara şiddet boyutundan bakmanın hatalı olabileceğini, belediyelerin toplu sünnet törenlerinin de bir çeşit taciz/istismar olduğunu fakat bunun gündeme getirilmediğini belirtti. Engels’in “aile, özel mülkiyet ve devletin kökeni” kitabının adına göndermede bulunarak, yazarın bu kurumların kitabın adında belirtilen sırayla yıkılmasının gerektiğini mi savunduğunu sordu.

Soru ve görüşlerin ardından burjuvazi ve komünistlerin yaklaşım farklılığına vurgu yapan yoldaş, krizleri komünistlerin kullanamaması durumunda burjuvazi kendisine pay çıkartabildiğini, sosyal medya üzerinden bireysel faaliyetlerin kadınların örgütlenmesine olumlu etkisi olmayıp Amerikancı muhalefete yaradığını belirtti. Komünistlerin Rojhilat’ta yaşanana isyan derken HDP’nin ve birçok muhalif hareketin bu durumu kadın sorunu olarak görmeyi tercih ettiğini, bu yönelimde burjuva muhalefetin baskısının da etkisi olduğunu ifade etti.

Kadın mücadelesi yürüttüğü iddiasını taşıyanları komünistlerin eleştirmeyeceğini ama alkışlayamayacağını da belirtirken bu bağlamda feministlerin muhatabımız olmayacağını ifade etti. Komünistlerin eleştirilerinin sol siyasetlere yönelik olup, kadın mücadelesinin bizim için kitle hareketi olduğunun altını çizdi. Grev olduğunda grevi örgütleyenlere “esas mücadele devrimle olacak bu işleri bırakın” demeyip grevi devrim mücadelesi için kullanacağımız gibi kadın mücadelesini de bu şekilde görmemiz gerektiğini, kadın sorunu için mücadele edenleri de aynı şekilde komünizm mücadelesine davet edeceğimizi söyledi.

Karısına yemek yaptıran, yanında işçi çalıştıran, çocuğunu sünnet eden militanları cezalandırmanın örgütün işi olmayacağını ama baskıya, şiddete ya da tacize maruz kalanların vereceği her türlü tepkinin meşru olduğunu, bu konuda atılan adımları destekleyerek onların yanında yer alacağımızı vurguladı. Ayrıca devrimci bir örgütün üyelerinin özel hayatına her türlü müdahale yetkisi olduğunu, bu yetkiyi nasıl kullanacağına ise örgütün karar vereceğini vurguladı. Yoldaş sözlerini kadın sorunun nihai çözümü için asgari koşulun proleter devrim olduğunu, komünist bir dünyada çözülebileceğini belirterek konuşmasını tamamladı.

Komünist Siyasetin Pratiği: Tasfiyeciliğe Karşı Mücadele ve Komünistlerin Birliği Platformu 

Kampımızın son etkinliği olarak “Tasfiyeciliğe Karşı Mücadele ve Komünistlerin Birliği Platformu” oturumumuzu gerçekleştirdik. Köz adına bir yoldaş sunum yaptı.

Platformumuzun adının ve davasının tasfiyeciliğe karşı mücadeleyle ilgili olduğu, tasfiyeciliği yenilgiye uğratacak komünist partiyi yaratmak için çalıştığımız ifade edildi. Partileşme stratejimizde Lenin’in Ne Yapmalı’da ortaya koyduğu modelden esinlendiğimiz, temel ilkelerde buluşanların aynı parti çatısında da buluşması gerektiği belirtildi. Bu partinin masa başında değil politik mücadelenin içinde kurulacağı, platformumuzun da bugüne kadar böyle yaparak programatik mirasımızı somutladığı açıklandı. Ortak bir siyasi mücadele sınavından geçerek birliğin ve ayrılığın zemininin oluşturulduğu vurgulandı. Bir partinin harcının sadece program ve tüzük değil, ortak dava için mücadele eden militanlar olduğu söylendi. Parti kuruluş kongresini örgütlemekle neticelenecek siyasi mücadelemizin ancak örgütlü biçimde verilebileceği, platformumuzun muhatabının da bireyler değil örgütlü komünistler olduğu açıklandı. Bu örgütlerin, kararları bağlayıcı, militanlarına vekalet verebilen, merkeziyetçi, bağımsız bir siyasi iddiaya sahip, iddiasına sahip çıkan, geldikleri yerin muhasebesini ve özeleştirisini verebilen örgütler olduğu belirtildi ve ancak böyle örgütlerin platformumuza gelebileceği vurgulandı. Demokratik merkeziyetçiliği esas alan platformumuzda rekabeti değil komünist dayanışmayı ilke edindiğimiz ve platformumuzun mekanizmalarının da bu komünist dayanışmanın tezahürü olarak kurgulandığı açıklandı. Kurulan bu mimarinin siyasi merkeziyetçiliği sağlamasının yanı sıra, siyasetin yapılmasını da çok yollu ve kanallı yaparak hizipçi ve bozguncu eğilimleri açığa çıkardığı belirtildi. Platform bileşenlerinin, parti kuruluş kongresinden önce de birleşebileceği söylendi. Platformun dışına atılan veyahut ayrılanların platformda yer alamayacağı vurgulandı. Tasfiyeciliğe karşı mücadelede örgüt yıkıcılığıyla da hesaplaştığımız ve örgütleri yıkmak değil onları ayakta tutmak için gayret ettiğimiz açıklandı.

Ardından şu soru ve görüşler geldi:

Örgütsel konularda liberalizm batağına düşenlerin siyasal mücadelede liberal pozisyona düşmelerinin sebebi; Köz’ün arkasında duran komünistler kavramının neyi ifade ettiği ve kimlerin Köz’ün arkasında duran komünistler kapsamına girdiği; tasfiyecilik tamamlanmış tespitimizle neyi kastettiğimiz; devrimci örgütten istifa etmenin anlamı; platformun bayrağının Komintern’in tasfiye edilmesinden bu yana üzerinde yenilgilerin de zaferlerin de olduğu bir bayrak olduğu ve komünistlerin bu yüzden beyaz bir sayfası olmayacağı; platformda tek bir örgüt bulunup yeni gelen herkesin bu örgütün çatısında buluşması platform mimarisine neden uygun olmadığıve bu durumun tasfiyeciliğe karşı mücadeledeki rolü; Garbis Altınoğlu’nun MLKP’den ayrılması örgütsel belgeleri ifşa etmesi ve bunları Kızıl Bayrak’ın yayınlamasına karşı platformun aldığı tutumun anlamı; platformun kendine güveninin kaynağı konularında soru ve görüşler ifade edildi.

Soru ve görüşlerin ardından konuşmacı son sözlerini söyledi. Tasfiyecilik tamamlandı derken kast ettiğimizin, önceden var olan devrimci örgütlerin ortadan kalkması olmadığı, tasfiyeciliğin başlangıcı olan 1974’ten bu yana hiçbir örgüte bu payenin verilemeyeceği açıklandı. Eskiden, devrim iddiasını pratikte olmasa da iddiada taşıyanların bu iddialarından dahi vazgeçtiklerini fakat devrimci kaygıları olan militanların bu akımlar içerisinde mevcudiyetini tespit ettiğimiz belirtildi.

Lenin’in savaş için zaruri gördüğü merkeziyetçi örgütte ısrar ettiğimizsöylendi. Devrimci örgüt konusunda liberal tutuma düşenlerin siyasi alanda da liberal tutuma düşmeye mahkum olduğu belirtildi.

Örgüt kimliğimizin propagandasını ancak parti niteliğindeyken yapabileceğimiz, yalnızca bir partinin “bana katıl” çağrısı yapabileceğiyle açıklandı.

Lenin’in örgütünden değil, örgütteki görevinden istifa ettiği, İkinci Enternasyonal kalıntısı olan bu tutumun bizim açımızdan problemli olduğu belirtildi. Ancak esasa dair bir ayrımı, oportünizmi tespit ettikten sonra, bunu deklare ederek örgütten ayrılmanın mümkün olacağı söylendi.

Nedamet getiren insanlar topluluğu olmak istemediğimiz, Garbis’in MLKP’den ayrılıp örgütsel tartışmaları ve yazışmaları deşifre etmesini ve Kızıl Bayrak’ın da buna zemin sunmasını karşımıza aldığımız açıklandı.

Platformun kendine olan özgüveninin, referanslarından ve buna uygun olarak yıllardır yürüttüğü politik mücadeleden geldiği belirtildi ve bu esasların bu platform ile özdeşleşmiş olmasının da bir kazanım olduğu vurgulandı. Ardından etkinlik sonlandırıldı.

Bu oturumun ardından “Komünist Siyasetin İlkeleri” kampımız da sona ermiş oldu.

2020 yılından beri ve üçüncüsünü gerçekleştirdiğimiz kampa bu yıl Köstebek Kolektifi’nin de konuşmacı olarak ve dinleyici olarak katılması gündemlerin daha verimli tartışılmasını mümkün kıldı

Tüm katılımcıların ilgiyle takip ettiği konularda yürüttüğümüz tartışmaları bir kamp organizasyonunda gerçekleştirmemiz kafa dinlemek değil, devrim ve komünizm davasının ilkesel ve somut konularına dair daha fazla kafa yormak, bu iddiayla hareket edenlerle buluşmak gayesini taşıyordu. Emperyalist çağı yırtıp, komünizmin kızıl şafağını doğuracak ve sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kuracak olan, DÜNYA KOMÜNİST PARTİSİNİN YARATILMASI sorumluluğu omuzlarımızda..

 

İstanbul’danKomünistler