Köz olarak bu yıl beşincisini düzenlediğimiz kampımızı “Lenin’den Yüz Yıl Sonra Komünizmin Kızıl İpi” başlığında 23-25 Ağustos tarihlerinde düzenledik.

Sosyalist Birlik / Marksist’in ve Enternasyonal Komünist İşçi Birliği’nin kimi oturumlarda konuşmacı olduğu kampta; oturumları iki ana başlıkta ele aldık. “Komünist Siyasetin Kökleri” başlığı altındaki emperyalizm, enternasyonalizm, süreklilik ve kopuş, parti inşa planı oturumlarında Leninizmin temel ilke ve prensiplerini kalkış noktası yaparak bu kavramları açıkladık. “Kitle İçinde Komünist Parti Mücadelesi: İlkeler, Belirleyenler ve Araçlar” başlığı altında forum olarak örgütlediğimiz oturumlarda ise içinden geçtiğimiz süreçte kitle içinde komünist çalışmanın prensiplerini ve olanaklarını, Türkiye’deki içsavaş, normalleşme ve anayasa krizini tartıştık.

Emperyalistler Arası Kavga Şiddetlenirken Leninizmin Güncelliği

Kampta ilk oturum “Emperyalistler Arası Kavga Şiddetlenirken Leninizmin Güncelliği” başlığında gerçekleştirildi.

İlk konuşmayı yapan yoldaş konuşmasına emperyalizmin güncel bir kavram olduğuna ve günümüzde emperyalizme dair pek çok varsayım bulunmakta olduğuna değinerek başladı:

“Bu varsayımlar, barışçıl bir kapitalizm, ultra-emperyalizm, küreselleşme karşıtı olarak tanımlanabilmektedir. Emperyalizme dair, emperyalistler arası çatışma ve rekabet her çağda söz konusu olmuştur. Bunun en çarpıcı örneği 1940’larda ABD’nin en güçlü olduğu zamanlarda görebilmekteyiz. Emperyalistler arası çatışma yeni değilse bugün yeni olan nedir diye bakmak gerekir. Bugün emperyalistler arası çatışmanın şiddeti, kapsamı artmaktadır. Bir diğer yandan bugün yeni bir odak diyemesek de Çin’den bahsetmek gerekmektedir. Daha pasifist ve ‘barışçıl’ bir pozisyonla, yatırımlar temelinde kalkınmacılık adı altında belirleyici bir unsur haline gelmektedir. İkinci Emperyalist Savaş ardından, sermayenin bağımlı ülkelere kayması söz konusu olmuştur. Dünya finans kapitali aynı zamanda Çin’e, emperyalizm ve kapitalizmin birbirine ihtiyaç duyması, ‘barışçıl’ pozisyonundan çıkmasını zorlaştırmaktadır. Marksist bir tarih anlayışıyla bakıldığında, bunun sürdürülemeyeceği gibi, bugün gelişmiş olan sermaye karar vermeyi ertelemektedir. Bu krizin genişlemekten başka bir yolu yoktur. Kapitalizm, kendi kendini imha eden bir şey değildir. Mutlak olumsuz durum da yoktur. Bugün sermaye açısından çözüm, yeniden dağıtım olacaktır. Bugün de emperyalizmin savaştan başka çözümü yoktur. Şu andan bakıldığında ise böyle bir paylaşım savaşının emaresi görülememektedir.”

Diğer yoldaş ise konuşmasına Lenin’in ölümünün 100. yıl dönümünde olduğumuzu belirterek başladı. Konuşmasında, emperyalizm, savaş, parti, enternasyonalizm kavramları altında Leninizmin güncelliğinin ele alınacağı vurgusunu yaptı.

“Emperyalizm kavramına baktığımızda eski bir kavram olduğu görülmektedir. Lenin’in emperyalizm teorisi, dünya üzerindeki paylaşım savaşlarının devam edeceğini söyler. Büyük savaşların olmadığı, ‘barışçıl’ havanın hakim olduğu dönemlerde ise paylaşım savaşlarının ürünü halini almaktadır. Günümüzde emperyalizmin yanlış kavrayışında bu savaşlar da etkili olmaktadır. Savaşlarda taraf olmak, haksız savaşların karşısında haklı savaşların yanında olmak demektir. Bir diğer taraftan, ezilen ulusların bittiğine dair söylemler yayılmaktadır. Bugün iktidardan bahsettiğimiz zaman aslında kimlik mücadelesinden bahsetmiş oluyoruz. Aslında ezilen ulusları da tarif etmiş oluyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde ulusal mücadele bitmedi ve bitmeyecektir. Lenin’in Komintern’in ilk dört kongresinde çizdiği bu temeller esasında yol gösterici olanın bu olduğunu tespit ediyoruz.” vurgularını öne çıkartarak konuşmasını sonlandırdı.

Kitle İçinde Komünist Çalışma

İkinci oturum “Kitle İçinde Komünist Çalışma” başlığındaydı. Köz adına iki konuşmacının bulunduğu etkinlikte ilk olarak söz alan yoldaş şu vurgularda bulundu:

“Kitle örgütü, kitlemiz ve emekçiler arasında çalışma derken örgüt ve kitle tariflerine açıklık kazandırmak gerekir. Kitle kelimesi genel bir şekilde emekçiler, işçiler anlamında kullanılsa da, öncelikle genel bir tanım itibarıyla bizim açımızdan kitlenin komünist bir parti disiplini altında bulunmayan tüm kesimler olduğunu söylemek mümkündür. Bizim dışımızdaki sol akımlar için, kitle çalışması denen çalışma da esasen sol akımların kendisine militan devşirmek, kuluçkada militan yetiştirmek, bunun yanı sıra da legal planda kendilerini gizlemek için bir kamuflaj sağlamak gibi işlevleri olan bir çalışmaya indirgeniyor. Sol açısından bu çalışmanın devrimci bir çalışma olduğunun kılıfı olarak, temas edilen kesimlere kendi hakkındaki fikirleri ve görüşleri anlatınca sorun çözülmüş görülür ve çoğu zaman da bu durum siyasallaşma olarak adlandırılır. Bu tipik bir burjuva anlayışıdır ve doğru değildir. Sadece sola sirayet eden görüntüsü itibarıyla değil, cemaatinden siyasal partisine, en demokratik olanından en masonik tarikatına değin doğrudan karşı devrimci bir sınıf olan burjuvazinin anlayışıdır bu.

Bizim muhtelif emekçi örgütlerinde yürüttüğümüz çalışma doğrudan kendi kitlemize yönelik yürüttüğümüz bir çalışma olmasa dahi bu çalışmayı yürütmemizi mümkün kılacak, buna zemin hazırlayacaktır. Bizim kitlemiz sol içerisinde ayrıştırmak istediğimiz unsurlar olduğuna, işçi emekçi yığınları olmadığına göre işçi ve emekçiler arasında çalışmaya da gerek yoktur diye düşünmek yanlış olur; aksine, emekçilerin örgütlerinde çalışmak bizim için ilkesel bir zorunluluktur.”

Söz alan diğer yoldaş ise şunlara değindi:

“Bu açıdan baktığımız zaman komünist partiyi birlikte kuracağımız kesimler, örgütlü ya da örgütsüz sol kesimler bizim kitlemizdir. Sorumluluk alıp öne çıkarak bir komünist partiyi kurma çağrısını ulaştırmak istediğimiz kesimler kitlemizi oluşturuyor.

Hitap etmek istediğimiz unsurların bu olması ise emekçiler arasında yürüttüğümüz çalışmanın güncel olmadığı anlamına gelmez. Siyaset dediğimiz şey bir iktidar mücadelesi ise burjuva siyaset ve devrimci siyaset ayrımını yapmak gerekiyor. Devrimci siyaset dediğimiz şey emekçiler arasında idari değil siyasi bir nüfuz kazanmayı gerektirir. Emekçiler arasında yürütülecek komünist bir çalışma bu nedenle devrimci bir siyaset anlamına gelir. Bu nüfuzu kazanmak için verilecek mücadele o yüzden bir partinin kurulmasına ertelenecek değil, bugünden verilmesi gereken bir mücadeledir.

Emekçilerin kendi talep ve ihtiyaçları doğrultusunda verdiği mücadele de, bu mücadelenin nasıl yürütüleceği de burjuva siyaset ve komünist siyaset arasındaki bir farka işaret eder. Aynı zamanda oportünistlerle olan ayrım çizgimizi de ortaya koyar.”

Komünist Hareketin Süreklilik ve Kopuşunda Bir Uğrak Olarak Leninizm

Üçüncü oturumda, “Komünist Hareketin Süreklilik ve Kopuşunda Bir Uğrak Olarak Leninizm” başlığını ele aldık. Köz ve Sosyalist Birlik / Marksist adına konuşmalar yapıldı. Köz adına konuşan yoldaş komünist hareketin yenilgiler ve deneyimler üzerinde gelişen siyasal bir hareket olduğu, siyasal gelişmelere müdahil olup ders çıkarabilmek için de devrimci bir örgüt gerektiği vurgularında bulundu.

Babeuf ve Eşitler Komplosu, Marksizm ve Komünist Birlik gibi komünist hareketin ortaya çıkış ve katkılar üzerinden yükselen tarihselliğine değinen yoldaş, bu örgütlerin tasfiyesinden sonra ortaya çıkan ayrışma ve dağınıklık dönemlerinin temel özelliklerini ele aldı. Devrimci hareketin sürekliliğini sağlayan bir akım olarak narodnizmi sahiplenen bolşeviklerin de devrimci hareketle Marksizmin buluşmasını sağlayarak ancak bu takdirde yoz bir işçi hareketi olan II. Enternasyonal içerisinden çıkan devrimci bir hareket olabildiğine değindi.

Bolşevizmin bu öyküsünün, Ekim Devrimi gibi aşılamayan ve tek muzaffer proleter devrimi gibi bir deneyime vardığını, tüm bu öykü içerisinde bolşevizmin kendi karakteristik özellikleriyle Lenin’in bu özelliklere dair katkısının yahut Lenin’in bu temelde yürüttüğü tartışmaların Leninizm anlamına gelmediği üzerinde durdu.

Lenin’in en temel ve birincil katkısının parti konusunda olduğu, diğer tüm katkılarının da esasen bu katkıya bağlı ele alınması gerektiği, bu yüzden Leninizm dediğimizde Komünist Enternasyonal ilk dört kongresinde kristalleşen evrensel dersleri ve bu partinin kendisi olduğu üzerinde durdu.

Ardından Sosyalist Birlik söz aldı. Konuşmasında ayrı bir başlık olarak Lenin’in geç gelişmiş ülkelerdeki tekelci devlet kapitalizmi konularındaki katkılarına, NEP tartışmalarına ağırlık verdi.

Türkiye’de İçsavaş, Normalleşme Hayalleri ve Anayasa Krizi

Dördüncü oturumda içsavaş, normalleşme ve anayasa krizini ele alan forumumuzu gerçekleştirdik. Konuşma yapan yoldaş, Türkiye’deki içsavaş tespitlerimize dair hatırlatmalarda bulundu. 2020’den itibaren içsavaşı sonlandırmak ve Bahçeli’den kurtulmak isteyen Erdoğan’ın durumuna ve Cumhur İttifakı’nın krizine değindi. Erdoğan’ın iktidarda kalabilmek için 2010 öncesinde olduğu gibi ABD ile uyumlu bir çizgide hareket etmesi gerektiği ama Erdoğan’dan asıl kurtulmak isteyeninse ABD olduğunu vurguladı. Bu durumun rejim krizi ile bağıntısını açıkladı.

Karşımızda aciz bir devlet aygıtı varken karanlık bir dönem tarifi yapan ve devrimci görevlerini ıskalayanlarla, Erdoğan’ın zayıflamasından onun Amerikancı muhalefet vasıtasıyla seçimlerle göndermenin mümkün olduğu sonucunu çıkaranların nasıl buluştuğunu anlattı. Yoldaş konuşmasına şu vurgularla devam etti:

“Normalleşme ihtiyacı duyan Erdoğan’ın içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmak için yeni bir anayasa yapması lazım. Bu anayasanın yapılamaması bir tarafa, bu durumun kendisi kitleleri siyasallaştırmaktadır. Bu duruma müdahil olabilmek için de demokratik bir anayasanın hangi temellere dayanacağı, nasıl yapılacağı üzerine bir politik çizgiyi sürdürmek gerekir.”

Lenin’in Parti İnşa Planı ve Komünistlerin Bugünkü Parti Birliği

Kampın beşinci oturumunda Lenin’in parti inşa planı ile komünistlerin birliğini sağlamak isteyenlerin parti inşa stratejisini tartıştık. Tek konuşmacılı oturumda yer alan yoldaş konuşmasında şöyle bir çerçeve sundu:

“Bizim sahip olduğumuz referanslara dair ne dünyada ne Türkiye solunda bu referanslarla hesaplaşıp bunları açıktan reddeden bulunmuyor. Herkes Leninizmden soyut bir şekilde bahsederken biz, devrimci bir partiyi referans almak anlamında, devrimci örgütte ısrar olarak Leninizmden söz ediyoruz. Devrimci bir partinin mevcut olmadığı durumda da bu partiyi yaratmak için yürütülen örgütlü bir mücadeleyi kastediyoruz.

Herhangi bir devrimci örgüt ile bir devrimci parti arasındaki farkın da nicel değil nitel olduğunu saptamalıyız. Örgütsel merkez olma niteliği, ilişkilendiği kesimleri örgütleyebilecek, onlara yol gösterip siyasi olarak hareket ettirebilecek bir kapasiteyi ifade eder.

Lenin’in RSDİP’in birinci kongresinin ardından tasfiyesinin ardından ortaya koyduğu, bizim de ilham aldığımız parti inşa planı bu örgütsel merkezi yeniden kurmayı amaçlıyordu. Ancak o dönem kongresi öyle veya böyle toplanmış, dağılmış olsa da biz bir partiye bağlandık diyen ve aidiyet hisseden bir dizi kesimin yer aldığı bir parti var. Biz ise bugün o dönemden farklı olarak böyle bir durum içinde değiliz. Yine farklı olarak, o güne göre imkan ve olanaklar açısından bir gelişmeden söz etsek de devrimcilerin durumu açısından bir geri çekilme dönemindeyiz. Bir fark olarak da o dönemde somut olarak komünistlerin birliğini sağlamak açısından faydalanılabilecek bir deneyimin yokluğu, revizyonizmle olan mücadelenin cephanesinin darlığının aksine biz bu bakımdan avantajlıyız. Aynı zamanda o dönemin aksine bizim koşulsuz bağlanabileceğimiz programatik bir zemin de mevcut. Bugün komünistlerin birliğinin muhatabı olabilecek kesimler, o dönem Ne Yapmalı’nın muhatabı olan kesimlerden az değil.

Bir partinin devrim yapmak için kendini bir özne olarak ortaya koyarken, bir parti yaratma çağrısı ve mücadelesinin dışa dönük yürütülmesi gerekir. Bu da genel geçer, orta yolcu, ilkesiz bir birlik anlamına gelmez. Birleşmeden önce ayrım çizgilerini çekmeli, kimlerle kesinlikle aynı parti altında yer almayacağımızı yanıtlamalıyız. Esasa dair bu prensipler ortaya konduktan sonra ise bu prensiplerde ortaklaşanların birlikten ayrı durmaması icap eder. Bu prensipler dışındaki konular ise birleşmenin konusu olmaktan ziyade, birleşenlerin bu prensiplerin ışığında değerlendireceği konulardır.

Bizim referanslarımız aynı zamanda bu referansları ortaya koyan örgütleri de ifade ettiği için, bizim parti mücadelemiz referanslarımızın nasıl ortaya konduğunu da ele almak gerekiyor. Bu parti masa başında yaratılmayacağına göre bu referansların kendisi aynı zamanda bu partinin yaratılacağı siyasi mücadeleyi de belirler. Bizim birleşmek istediğimiz komünistler, partiyi yaratmak için muhatap olacağımız kesimler de bu çağrıya yanıt veren kesimler olacaktır.”

Leninizm ve Enternasyonalizm

Kampın altıncı oturumunda enternasyonalizm konusunu gündeme aldık, Köz adına 2 yoldaş konuştu. İlk konuşmayı yapan yoldaş sunumunda şunlardan bahsetti:

“Enternasyonalizmin kopuş çerçevesi içerisinde ele alınması gerekir. Enternasyonal bir örgütten bahsetmemizin sebebi düşmanın niteliğiyle alakalıdır. Burjuvazinin her yerde kendi çıkarlarına sahip çıkması, bunun karşısında zorunlu koşul siyasal merkeziyetçiliği dayatmasını hatırlamak gerekir. Bu siyasal merkeziyetçilikte farklı uluslar olsa da tek bir potada toplanıp tek bir sınıf çıkarı çerçevesi içinde birleştiren bir burjuvazi var. Burjuvazinin üretimi merkezileştirerek siyasi merkeziyetçiliği getirdiğini görüyoruz. Bu çerçevede komünistlerin görevi, proletaryanın topyekun (yani uluslararası) çıkarlarını savunan ve buna öncülük eden savaş örgütünü yaratmaktır. Enternasyonalizm kavramı komünistlerin gündemine Leninizm ile girmemiştir, aksine ilk ortaya çıkışından beri komünizmin belirleyici özelliklerinden biri enternasyonal karakteridir. Komünistler Birliği’ni hatırlayalım, komünistlerin ilk uluslararası örgütlenmesi denebilecek bir örgüttür, enternasyonal bir karaktere sahiptir ve katı bir merkeziyetçilik anlayışı vardır. Ona kıyasla merkeziyetçiliği katı disiplin de olmasa da Birinci Enternasyonal de benzer bir enternasyonalist devrimci karakterle karşımıza çıkar. Üçüncü Enternasyonal’e, Komintern’e baktığımızda Komünistler Birliği’ni aşan bir uluslararası örgüt görürüz. Enternasyonalizm bahsinde Leninizmden bahsedeceksek de bu noktadan referansla hareket etmeli; Lenin’in Zimmerwald’deki tutumuna ve Nisan Tezleri’ne bakmalıyız. Lenin derhal beklenilmeden İkinci Enternasyonal’den koparak yeni bir devrimci enternasyonal kurulmasını savunmuştu. Enternasyonalizm, Leninizmde parti/örgüt kavramıyla iç içe giden bir kavramdır. Ulusal çapta nasıl oportünistlerden ayrılan, onlardan ayrılmakta tereddüt edenlerden de kopan bir parti varsa, uluslararası düzlemde de komünist hareketin kendisi var etmesi için böyle bir örgütsel kopuşa ihtiyacı olduğu saptaması vardır.

Bugün komünistlerin birliğini sağlama hedefinde olanlar olarak da Leninizmin ışığında dünya proletaryasının yegane ihtiyacı böylesi bir devrimci uluslararası savaş örgütü yaratma hedefiyle hareket ediyoruz.”

İkinci konuşmacı yoldaş ise; sınıf mücadelesi derslerinden süzdüğümüz bu kavrayışın belli ilkeleri olduğunun vurgusunu yaparak başladı:

“İlkin, proletaryanın mücadelesinin uluslararası bir merkezden yönetecek bir organın varlığı görevini işaret eder enternasyonalizm ilkesi. İkincisi, enternasyonalin sadece görece barışçıl zamanlarda değil, esas olarak savaş zamanlarında da sürekliliği korunması gerekir. Üçüncüsü, Leninist bir enternasyonal aşağıdan yukarıya değil, yukarıdan aşağı bir örgütlenme olduğunu savunur. Dördüncüsü, enternasyonal girişimi öznel olduğu kadar nesnel koşulların olgunlaşmasına da bağlıdır. Bugün Komintern’i de Lenin’i de Leninizmi de sahiplenen akımlar olsa da bunların hiçbirinin böylesi bir merkeziyetçi örgüt kurma girişimi yok. Leninizmden süzülen enternasyonalizm ilkelerinin tersine Rojava örneğinde gördüğümüz gibi dayanışma ve destek vermenin ötesinde uluslararası bir girişim yok.”

Yoldaş bu girişten sonra Komintern’den sonra olan ulusal devrimleri, bu coğrafyalarda kurulan partileri ve onların uluslararası girişimlerini (Çin, Arnavutluk, Küba, Vietnam vs.) girişte çerçevesi çizdiği ilkeler bağlamında değerlendirerek konuşmasını tamamladı.

Lenin’in Takipçileri Lenin’i Takip Etti Mi?

İlk olarak söz alan Sosyalist Birlik-Marksist konuşmacısı konuşmasında Komünist Enternasyonal’in dördüncü kongresinden bu yana dünyada komünist hareketin çok çeşitli başarılar elde ettiğini, halihazırda faaliyet gösteren birçok partinin de Üçüncü Enternasyonal’in ürünü olduğunu aktardı. Komünist Enternasyonal’in Çin Devrimi’ne, İspanya İç Savaşı’na, Balkanlarda faşistlere karşı yürütülen savaşlara çok büyük katıklarda bulunduğunun, Çin-Hindi Komünist Partisi’nin kurulmasını sağladığının altını çizdi. Komünist Enternasyonal’in dağıtılmasından sonra da dünyadaki komünist partiler arasındaki dayanışmanın son bulmadığını, güçlenerek devam ettiğini vurguladı.

Komünist hareketin uluslararası bir hareket olmasının kendilerinin dünya görüşleriyle uyumlu olduğunu fakat bugün dünyada bir uluslar gerçeği varken özü uluslararası olsa da formunun ulusal olduğundan bahseden konuşmacı, ulusal komünist partilerin inşasının bu yüzden kaçınılmaz olduğunu savundu. Ulusal komünist partilerin Birinci Enternasyonal ile kurulmaya başlamasının bir ilerleme olarak yorumlanması gerektiğini aktararak, Komünist Birlik’ten Birinci Enternasyonal’e gelen izlekte bunun ileri bir adım olduğunu belirtti.

Çin Halk Cumhuriyeti’nde ÇKP üyelerinin, demokratik kitle örgütleri bileşenlerinin ve emekçilerin eğitim durumu, demografik ve sektörel yapısı hakkında istatistikler sundu.

Her dönemin bir öncü partisi olduğunu düşündüklerini, Komünistler Birliği’nin ilk ateşi yaktığını devamında kurulan Birinci ve İkinci Enternasyonallerinde Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin öncü parti olduğunu, bu bayrağı sonrasında SBKP-B’nin devraldığını, bugünün dünyasında ise öncü partinin ÇKP olduğunu, diğer sosyalist ülkelere ilham verdiği ve bir esin kaynağı olduğunu iddia etti.

ÇKP’nin Kominform’a katılmaması bahsinde ise partiler arasındaki ilişkinin illaki uluslararası örgütler kapsamında sürdürülmesi gerekmediğini, Kominform’un kuruluş amacının SBKP ve ÇKP’nin mutabakatıyla yalnızca Avrupa’daki partileri kapsamaya yönelik olduğunu belirtti.

Önümüzdeki yıl Kasım ayında dünya komünist partilerinin birlikte toplanacağı bir etkinlik olacağını duyuran konuşmacı, bu buluşmaların sırf bir posta kutusundan öte işlevlere sahip olduğunu belirterek, geleceğe ışık ve umutla bakılması gerektiği vurgusu ile ilk tur konuşmasını noktaladı.

Ardından Köz adına söz alan yoldaş sunumunda, Lenin’in komünist harekete esas katkısının parti konusunda olduğunu, diğer başlıklardaki katkılarının miras kalabilmesinin sebebinin de parti konusunda yaptığı katkı olduğunu, Lenin’in yaptığı ilk katkının parti üyeliği tanımı olduğunu belirtti.

Bolşeviklerin genişlemeye ilişkin adımlarının da parti üye sayısını artırmak için esneklik gösterme değil, işçileri işçi komitelerine daha yüksek sayıda örgütleme şeklinde atıldığını belirtti. Takip eden dönemde ise Leninizmin parti üyeliğine ilişkin ilkesinin terk edildiğini, Lenin karşı çıkmasına karşın partinin Lenin’in ölümünden sonra kitlelere açıldığını iletti. Bunun sebebinin ise profesyonel devrimciler örgütü anlayışının örgüt değil bireyler üzerinden anlaşıldığını belirten yoldaş, “proleterleşmenin” partiye proleterleri üye kaydetmekle eş tutulması gibi bir hatalı bakışın bu temelden yükseldiğinin üzerinde durdu. Bu aşamadan sonra 18. Kongre ile birlikte kadro/üye ayrımına gidildiğini, Leninist örgüt anlayışının hepten terk edildiğini, örgütten bağımsız olarak bireylerin “yönetici” “yetkili” gibi tanımlandığını vurguladı. Troçki’nin de bu süreçte sessiz kaldığını, Mao’nun ise ÇKP’de SBKP gibi kadro kavramına yer verdiğini gördüğümüzü belirtti.

Leninizme ilişkin başka bir başlık olan oportünistlerle aynı örgütte bulunmama hususunun da bununla bizzat bağlı olduğunu belirten yoldaş, ÇKP’ye kitlelerin akması ile birlikte Mao’nun öne sürdüğü iki çizgi savunmasının Leninizm’in tam karşısında durduğunu aktardı. Troçkizmin serüveninin de bundan çok farklı olmadığını, partiden atılan, 1928’de parti programına revizyonist diyen Uluslararası Sol Muhalefet’in 1933’e kadar halen partiyi sahiplendiğini, kopmaktan tereddüt ettiğini, bir iddia sahibi olarak değil, mecbur kaldığı, kaybettiği için ayrıldığını aktardı.

Konuşmasının son kısmında bolşeviklerin de bu ilkeyi 1912’ye kadar uygulayamadığını vurgulayan yoldaş, bunun da niteliksel bir değişim sonucunda ortaya çıktığını belirtti. Partinin Lenin’in ölümünden sonra bolşevizasyon olarak adlandırılan dönemde partinin arınması bir kenara ,sonunda de-stalinizasyon dönemine sebebiyet verdiğini belirtti. Bu ilkenin terk edilmesiyle ayrılıkların da siyasi değil, idari sebeplere dayanmaya başladığının altını çizen yoldaş, Kominform’da da bu terk edişin devam ettiğini örnekler vererek açıklayarak ilk tur sunumunu bitirdi.

“Lenin’den Yüz Yıl Sonra Komünizmin Kızıl İpi” başlıklı üç gün süren kampımız komünist siyasetin kökleri ve kitle içinde komünist çalışmaya ilişkin bir dizi siyasi temayı kapsamlı biçimde ele aldığımız, canlı tartışmalarla gerçekleşti. Sadece politik tartışmalar bakımından değil, aynı zamanda kampın örgütlenmesi bakımından da başarılı biçimde tamamlandı.

İstanbul’dan Komünistler