Köz’ün Newroz ve 31 Mart seçimlerine ilişkin özel sayısına buradan ulaşabilirsiniz.
Yerel Seçimlerde 12 Eylülcülere Mahkûm Değiliz!
2024 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçimi 2019’un tekrarı olmayacak. 2019’da İstanbul’u kaybetmemek için didinen bir Erdoğan vardı. Bugün kılpayı kazandığı cumhurbaşkanı seçimine gölge düşürmek istemeyen bir Erdoğan var. Seçimi mahallî sınırlarda tutmak istiyor, ulusal bir referanduma çevirmekten kaçınıyor. Düzen muhalefetinin onu seçimle alt edemeyeceğine güvenen Erdoğan, bir yerel seçim olarak İstanbul’u kaybetmekten özel bir korku duymuyor. Başka ve daha büyük korkuları var.
Erdoğan Cumhur İttifakı’nın derinleşen krizinden muzdarip. Hükümetin başı MHP’den kurtulmak istiyor. MHP’nin 7 Haziran 2015’ten beri kendisine dayattığı savaş politikalarını derinleştirmeye mecali kalmadı. Ama Bahçeli’nin de onun iplerini elinden bırakmaya niyeti yok. Çünkü hükümetin yürüttüğü savaşın hiçbir sorumluluğunu almadan hükümet olmanın bütün ayrıcalıklarından faydalanıyor. Erdoğan MHP’nin üstüne Soylu’yu saha dışına çıkararak, çete operasyonlarıyla, adım adım derinleştirdiği Sinan Ateş soruşturmasıyla yürüyor. MHP, AKP’nin diğer partilerle ilişkisini dinamitleyerek, devlet içindeki kadrolarıyla krizler yaratarak yanıt veriyor.
Erdoğan anayasa değişikliğine mecbur. Erdoğan “1921 ruhuna uygun demokratik anayasa”dan söz ederken Yargıtay’ın MHP denetimindeki kısmı, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay kararını uygulamıyor. DEM Parti’nin vekillerinin maaşlarının ve partiye hazine yardımının kesilmesini talep eden Bahçeli’den başkası değil. Üçüncü kez cumhurbaşkanı olmak için yaptığı hukuksuz cambazlığı dördüncü kez aday olmak için kullanamayan Erdoğan’ın, bir kez daha aday olmak için anayasa değişikliğine mecbur olması meseleyi daha da içinden çıkılmaz hâle getiriyor.
Seçimsizlik suların durulacağı anlamına gelmiyor. 2024’ten sonra dört yıl seçim yok ancak bu kez farklı bir dönem bizi bekliyor. 2024 seçimleri 2019’un bir tekrarı değil. 2024 sonrası dönem de 2019-2023 arasının bir tekrarı olmayacak. Önümüzdeki dönem devletin daha uzun süreli kilitlendiği, anayasa krizlerinin sıklaştığı, her krizin ucunun şu ya da bu şekilde anayasadaki cumhurbaşkanı seçim şartlarıyla ilgili maddenin değiştirilmesine çıktığı, çok daha çatışmalı bir dönem olacak.
Erdoğan’ın zaman kazanmaya ihtiyacı var. Her burjuva politikacısı gibi Erdoğan da 2024 seçimlerini, özellikle de İstanbul’dakini kazanmak istiyor. Ama Erdoğan’ın seçimleri kazanmaktan çok zaman kazanmaya ihtiyacı var. Çünkü sekiz yıllık ortağına karşı adım adım derinleştirdiği operasyon uzun erimli bir operasyon. Çünkü anayasa değişiklikleri için yeni temas kanalları kurmak, yeni ittifaklar yaratmak şart. Bunun da bir çırpıda gerçekleşmesi mümkün değil.
Düzen muhalefeti siyasetsizliği şart koşuyor. Düzen muhalefeti emekçilere “Kazanmak için bizim araç ve yöntemlerimizi kullanmak, bizim sözümüzü alkışlamak zorundasınız.” diyerek kendini dayatıyor. Türkiye bir anayasal krizin içinde debelenirken emekçi ve ezilenlere tek bir sözü var: “Dört yıl daha bekleyin!” Düzen muhalefetinin emekçilere eylemsizlik ve siyasetsizlik dayatması onun siyasi hesaplarının olmadığı anlamına gelmiyor. Bir hayal dünyasında yaşasa da Cumhur İttifakı içindeki büyüyen siyasi krizin o da farkında. Bu ittifakı parçalamak istiyor.
CHP’nin demokrasi adına Erdoğan’a destek vermesine şaşırmamalı. İzleyeceği yol haritasının ipuçlarını Kılıçdaroğlu CHP başkanıyken, Erdoğan’ın “normalleşme girişimleri”ni destekleyerek vermişti. Muhalefetin Kılıçdaroğlu sonrasında da ekonomi bakanı Mehmet Şimşek’i, peş peşe çete operasyonları düzenleyen Ali Yerlikaya’yı alkışlaması bundandır. Demokrasi adına “faşist ve darbeci” Yargıtay karşısında Anayasa Mahkemesi ile birlikte saf tutanların Erdoğan ile Bahçeli arasındaki kavgada yine demokrasi adına Erdoğan’a destek vermeleri şaşırtıcı olmaz. Aksine bu tür bir hamle, 2016’da vekil dokunulmazlığının referandumsuz kaldırılması için AKP’ye gerekli desteği veren CHP’nin meşrebine uygundur.
Kazanacak aday dayatması Erdoğan’a teslimiyetin yolunu döşüyor. “2019’da olduğu gibi, 2024 yerel seçimlerinde de İstanbul ve Ankara’da seçimi kazanarak moral üstünlüğü ele geçireceğiz.” ninnilerinin emekçilerin lehine bir sonucu olmayacağı açık. Çünkü dayattığı yol kurtuluşun düzen güçlerinde olacağı yanılsamasını yayıyor. Emekçileri bir kez daha Erdoğan’a karşı AKP’nin kopyalarının peşine takıyor. Çünkü Cumhur İttifakı’nın krizini fırsat bilip hükümet ve reisinin üstüne üstüne yürümemiz mümkün ama düzen muhalefetinin çizgisi Cumhur İttifakı’nı parçalamak adına tüm sorumluluğu MHP’nin sırtına yıkarak Erdoğan’ı aklıyor.
Çünkü bu yol bir anayasal krizin daha da şiddetli hissedileceği bir dönemde emekçilerin ayağına zincir ağzına kilit vuruyor. Demokrasi savaşının öncü gücü olması gereken işçileri birer seçmen olmaya mahkûm ediyor. Onları evde oturup sabretmeye, 2028’deki büyük hesaplaşmayı beklemeye çağırıyor. Daha da kötüsü bu yol yenilgiyi baştan kabul ediyor. Yaptığı “Erdoğan’a karşı kazanacak aday” vurgusuyla onun dördüncü kez cumhurbaşkanı adayı olacağını varsayıyor. Düzen muhalefeti krizli bir dönemde sükunet çağrısıdır. Erdoğan’ın aradığı can simididir. Tek sonucu teslimiyet olan çıkmaz bir sokaktır.
Bu çıkmaz sokağa mahkûm değiliz. Oylar İstanbul’da Meral Danış Beştaş ve Murat Çepni’ye, İzmir’de Akın Birdal ve Türkan Aslan’a, Ankara’da Gültan Kışanak ve Öztürk Türkdoğan’a, Bursa’da İhsan Seylan ve Bilmez Erbağ’a.
Rejim Krizi Devrimle Çözülecek! Devrim İçin Devrimci Parti!
Rejim krizi ve içsavaş
31 Mart seçimleri bir rejim krizinin içinde yaklaşıyor. Kriz Erdoğan’ın siyasi akıbeti konusunda düğümlense de, Erdoğan’ın koltuğundan indirilememesi onun nedeni değil sonucu. İktisadi ve siyasi kökleri derinde olan rejim krizi, ABD, emperyalistler arası paylaşım kavgasının odağındaki Türk devletini kendi ihtiyaçlarına uygun olarak şekillendiremeyince patlak verdi. Kürdistan’ın parçalarında bastırılamayan devrimci dinamikler nedeniyle üniter Türk devletinin kriziyle, ABD emperyalizminin zayıflaması ve emperyalistler arası paylaşım kavgasının kızışması nedeniyle de emperyalist dünyanın genel kriziyle iç içe geçti.
Rejim krizi, Türk devletinin payandalarının çatırdaması, mahkemelerden orduya temel kurumlarının işlememesi anlamına geliyordu. Devletin hükümeti kendi mekanizmalarıyla değiştirmesinin önü kapandı, eşzamanlı olarak hükümetin devlet üzerindeki denetimi de ortadan kalktı. Bu kriz ortamında hükümetin ayakta kalmasının koşulu tüm muhalif güçlere karşı savaş açmasıydı. Gerileyişine ve boşluktaki varlığına karşı gönderilemeyen Erdoğan hükümeti ise o günden bugüne yürüttüğü içsavaş sayesinde ayakta kaldı. Gelinen noktada söz konusu krizi seçimler yahut rejimin başka bir mekanizmasıyla çözüme bağlamak mümkün değil. Krize son vermek için devrim yahut darbe dışında bir üçüncü seçenek yok.
Dokuz yıldır süregiden içsavaşa rağmen, tarafların bu krizi seçim yoluyla çözmeye çalışması Türkiye’deki rejim krizinin özgünlüğü. Bu bir yönüyle hâkim sınıf içi çatışmanın orduyu ve yargıyı felç etmesi, siyaset sahnesinin dışına atması, bu sahnede sadece kitle partilerinin kalmasıyla ilişkili. Ama bundan daha çok Kürdistan’daki, ve ona bağlı olarak Türkiye’deki, devrimci dinamiklerin ezilememesinden kaynaklanıyor. Bu dinamikler nedeniyle Türkiye bir devrim toprağı ve emperyalist zincirin zayıf halkasıdır. Emperyalist güçlerin ve uzantılarının hiçbiri rejim krizini çözmek için kitle hareketinin önünü açan bir yola başvuramıyor. Burjuvazi seçimle çözülmesi mümkün olmayan bir sorunu seçimle çözmeye kalkışmaya mahkûm olduğu için her seçim rejim krizini daha da derinleştiriyor.
Dönemeçler
Krizin on yılı devirmiş olması bu süre zarfında onun sadece şiddetinin arttığı anlamına gelmez. Yeknesak bir kriz içinde değiliz. Bilakis, geride bıraktığımız her seçim aslında krizin evriminde başka bir dönüm noktasına işaret ediyor. 2009 seçimleri Erdoğan’ın gerileyişinin işaret fişeğiydi. 2009-15 arasındaki dönemde Amerikancı muhalefet Erdoğan’ı önce dengelemeye sonra da yıpratıp, kuşatarak koltuğundan indirmeye çabaladı. AKP-CHP koalisyonunu tek gerçekçi seçenek olarak dayatan 7 Haziran 2015 seçimleri bu çabanın doruk noktasıydı. Bu seçeneği kabul etmeyen Erdoğan MHP’ye siyasi olarak teslim olup içsavaşı başlattı. Takip eden dört yılda Erdoğan’ın MHP’ye olan bağımlılığı artarken içsavaş derinleşti, Türkiye’de tıkandığı noktada Güney Kürdistan’a taştı. 2019 seçimleri, Erdoğan’a içsavaşı daha fazla şiddetlendiremeyeceğini, MHP’ye olan bağımlılığının seçimde bindiği dalı kesmek anlamına geldiğini gösterdi. Amerikancı muhalefet tüm muhalif güçleri tek bir adayın etrafında birleştirerek Erdoğan’ı yenme hayallerine inanmaya başladı. Erdoğan MHP’den kurtulmak için adımlar atmaya çalışırken, Amerikancı muhalefet önce erken seçim için bastırmaya sonra tüm düzen muhalefetini bir masada toplayıp HDP’nin kitlesini kendi seçmeni yapmak için görüşmeler yürütmeye başladı. Erdoğan kararsız ve hiçbir zaman sonucuna varmayan yumuşama girişimlerinde, demokratik anayasa önerilerinde bulunurken, muhalefet bu tarihten sonra “provokasyona gelmemek”, yaklaştığını düşündüğü cumhurbaşkanı seçimindeki zaferine gölge düşürmemek için her türlü eylem ve etkinlikten kaçmaya başladı.
2023 Cumhurbaşkanı seçimleri ise sadece Erdoğan’dan seçimle kurtulma hayallerini tuzla buz etmedi aynı zamanda rejim krizinin yeni bir perdesini başlattı. 28 Mayıs’ın ardından en çok Millet İttifakı’nın başarısızlığı konuşuldu. Hâlbuki bu eğreti ittifakın başarısızlığı seçimin en az şaşırtıcı olması gereken gelişmesiydi. Millet İttifakı’nın amacına ulaşamayacağı bir bakıma 2018’den hatta daha öncesinden belliydi. Nitekim Köz 2014’ten beri Erdoğan’ın seçimle gitmeyeceğini döne döne vurgulamıştı.
Erdoğan’ın seçimle gitmeyecek olması onun adım adım faşist bir rejimi konsolide ettiği anlamına gelmiyor. Bilakis onu çatırdayan rejim içinde gerileyen, güç kaybeden bir cambaz olarak görmek daha doğru olur.
Cumhurbaşkanı seçiminin ardından
2023 Mayısı’nda, seçimleri kaybeden bir Erdoğan’ın koltuğunu terk etmeyeceğini sınamak mümkün olmadı ama Millet İttifakı ve destekçileri cephesinde yaşananlar seçim öncesinde söylediklerimizi doğruladı. Grup çıkarlarını sınıf çıkarlarının üstünde gören Millet İttifakı bileşenleri ortak bir adayın arkasında birleşemediler. Masa önce dağıldı, sonra da bir türlü toparlanamadı. Zoraki bir birlikteliğin adayı olan Kılıçdaroğlu, AKP’nin silik bir kopyası, AKP’den çok AKP’li olan çizgisiyle elbette her iki turda da Erdoğan’ın gerisinde kaldı. CHP, İYİP, DEVA ve Saadet İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerine kendi adaylarıyla katılıyorlar.
HDP tabanı cumhurbaşkanı seçiminin her iki turunda da firesiz bir biçimde Kılıçdaroğlu’nu desteklemişti ama 2024’te DEM Parti Türkiye’nin neredeyse her yerinde kendi adaylarını çıkardı. Böylelikle İstanbul büyükşehir seçimlerinde de 2023 ve 2019’dakinden farklı bir tutum takınmış oldu.
Millet İttifakı, parçalanmaya ve başarısızlığa mahkûm bir koalisyon olduğu için bu gelişmelerin hiçbiri şaşırtıcı değil. Ancak ittifak bileşenlerinin de onları yönlendiren ABD’nin ve uzantısı sermaye gruplarının önünde bu denenmiş yolu bir kez daha denemekten başka bir seçenek görünmüyor. Seçim başarısızlıkları, dar grup/zümre çıkarları bu kesimleri 2024 İstanbul seçimlerinde olduğu gibi birbirinden uzaklaştırırken, seçeneksizlikleri onların bu bağları toptan koparıp atmasını engelliyor. Nitekim bu partiler, kendi varlıklarını göstermek için, İstanbul’da aday çıkarmış olsalar da, hiçbiri seçim çalışmasını milletvekili seçimlerine benzer bir enerjiyle yürütmüyor.
Benzer bir durum DEM için de geçerli. Tabanının karakteri nedeniyle hiçbir zaman 12 Eylül’ün partileriyle ortak bir masaya oturamıyor, hasbelkader oturduğunda da, çözüm sürecinde ya da Dolmabahçe Mutabakatı’nda olduğu gibi, apar topar o masadan kalkmak zorunda kalıyor. DEM masalarda kendine yer bulamadığı için düzen ittifaklarının dışında hareket etmeye mecbur kalırken bağımsız bir iktidar perspektifi olmadığı, dahası böylesi bir perspektifi peşinen reddedip kendini bir muhalefet partisi olmaya şartladığı için, başta Erdoğan sorunu olmak üzere herhangi bir iktidar sorunu gündeme geldiğinde düzen ittifaklarının çekim alanına giriyor.
Asıl Cumhur İttifakı içindeki krizin üzerinde durmalı
Kurduğu koalisyonu genişletmesine rağmen, 2023 seçimlerini güç bela, ve milletvekili cephesinde önemli kayıplarla, kazanabilen Erdoğan’ın partisi içsavaşın ve MHP ile olan ittifakın yükünü artık hiç taşıyamıyor. Onu piyasadaki diğer politikacılardan ayırt eden bu araç aşınıp zayıfladıkça, Erdoğan’ın parti üzerindeki denetimi de azalıyor.
Önümüzdeki süreçte Erdoğan’ın umutsuz gayretinin hedefi ve önceliği içsavaşı bitirmek, sürecin kabahatlerini Süleyman Soylu’ya ve MHP’ye yükleyerek kendini temize çıkarmak, demokratik anayasa ve yumuşama vaatleriyle MHP’den kurtulup ABD’ye yaklaşmak olduğuna göre onun seçimlerden ve sonrasından beklentisi şu ya da bu belediyeyi kazanmak olmasa gerekir. Dokuz senede yitirdiği manevra kabiliyetini tekrar kazanmak, halihazırda Millet İttifakı içinde olan partilerle ittifak imkânlarını yaratmak onun için çok daha önemli. 31 Mart’ta yeni belediyeler kazanmaktan çok, bu sıkışık durumunda, zaman ve manevra kabiliyeti kazanmaya ihtiyacı var.
Bununla birlikte, Erdoğan’ın ABD ile barışmak istemesi ABD’nin de onunla barışmak istediği anlamına gelmediği gibi Erdoğan’ın MHP’den kurtulmak istemesi Bahçeli’nin bu girişimleri seyredip, dışlanmayı sessizce kabul edeceği anlamına gelmiyor. Bilakis tüm bu süreçlerde eli kuvvetli olan ABD ve MHP’dir. ABD’ye yanaşmak isteyip yanaşamayan, MHP’den kopmak isteyip kopamayan, içsavaşı bitirmek isteyip bitiremeyen Erdoğan’ın debelenişi 2024 seçimlerine giderken asıl yeni ve üzerinde durulması gereken faktördür.
Erdoğan’ın yumuşama yönünde atacağı adımların akıbetinin 1999-2004, 2010 Anayasa değişikliğinden, 2012-15 çözüm sürecinden farklı olamayacağını da söylemek gerekir. Bugünkü hükümet o zamankilere kıyasla çok daha zayıf bir pozisyonda, emperyalistler arasındaki çatışmalar ise o zamana kıyasla çok daha şiddetli boyutta olduğuna göre Erdoğan’ın girişimleri olsa olsa bir demokratikleşme müsameresiyle son bulabilir.
Demokrasi savaşı ve işçi sınıfı
Yerel seçimlere doğru, hükümet kendisini kurtarmaya yetmeyen bir ittifaka mahkûm bir azınlık hükümeti durumunda. Geriledikçe yumuşama mecburiyetini hissediyor, yumuşama doğrultusunda adım attıkça tel tel dökülen rejimde yeni bir anayasa krizi üretmiyor. Yaşadığı bozgunun etkisiyle parçalanmış muhalefet, rejim ve anayasa sorununa kendi çözümünü üretemediği gibi hükümetin gerçekleşmesi mümkün olmayan reform girişimlerine destek veriyor. Demokrasi ve rejim sorununun gündemden çıkmadığı, hükümetin ya da muhalefetin herhangi bir yöne tutarlı bir adım atamadığı bu iklim işçi sınıfının demokrasi savaşının öncü gücü olarak siyaset sahnesine çıkması için en elverişli iklimdir.
Komünist Manifesto “demokrasi savaşı”nı işçi sınıfının iktidar mücadelesinin esas unsuru olarak tanımlamıştı. İşçi sınıfının yerel, kısmi sorunlara, apolitik bir “anti-kapitalizm”e hapsolmadan bu savaşın öncü gücü olması gerektiği ise önce Ne Yapmalı’da sonrasında da Lenin’in ekonomistlerle olan tüm kavgalarında tekrarlanmıştı. Bugün de aynı yoldan yürümek gerekir.
2024 Türkiye’sindeki rejim krizi, 1902’de Çarlık Rusyası’ndan daha düşük bir düzeyde değildir. 1902’de işçilerin en basit bir sosyal ve demokratik kazanımı dahi Çar’ın devrilmesine bağlıydı. Bugün de emekçilerin karşısında bir çar değil, çar taslağı, kriz içindeki burjuva demokrasisinde ayakta kalmaya çalışan bir cambaz vardır. Ama emekçilerin en basit bir kazanımları için bile yine önce onunla hesaplaşıp, onu devirmeleri gereklidir.
İliç’teki katliam, yerin derinliklerine gömülen ve terk edilen işçiler, bu müsamerede iktidar ve muhalefetin emekçilere biçtiği rolü açığa çıkarıyor. Günümüz Türkiye’sinde işçiler, Çarlık Rusya’sının işçilerinden çok daha kalabalık, güçlü ve politiktir. Tam da bu nedenle sermaye partileri onları siyaset alanının dışına atmak yerin derinliklerine gömmek istiyor ama başarılı olamıyor.
Türkiye solu sınıftan kopuk bir aydın hareketi değildir, emekçi tabanlıdır, üstelik 2015’ten beri siyasi ve moral bir dizi mevziisi tahrip edilmiş olsa da, sadece seçim aritmetiğinde ve parlamentoda tüm dengeleri değiştirebildiği için değil, örgütlenme birikimi, kitleselliği ve tabanının devletle barışmazlığı bakımından, tarihinin hiçbir evresinde, iktidarı ve muhalefetiyle tüm düzen güçlerine bu denli endişe vermediği için de güçlüdür.
2016 şehir savaşlarından 2023 depremine emekçilerin bu gücü hükümeti kitlesel bir emekçi seferberliği ile devirmek için kullanılamamış olması emekçi hareketinin zayıflığının ve örgütsüzlüğünün değil, bu örgütlerin reformist niteliğinin sonucudur. Türkiye’de sola devletle barışamayan bir emekçi tabanını bir muhalefet hareketi olarak sınırlamayı erdem kabul eden, konu iktidar sorununa gelince parlamento zemininde kalmayı ve düzen muhalefetine destek sunmayı görev bilen bir reformizm hâkimdir.
Hâlbuki demokrasi savaşının öncü gücü olmak reformist bir muhalefet hareketinin harcı olamaz, iktidarı devirip kendi iktidar organlarını yaratmak için mücadele eden bir sınıf hareketini şart koşar. Zira demokrasi savaşı aynı zamanda sınıf savaşıdır. Söz konusu sınıf hareketi gökten zembille inmez, zaferi ona devrimci bir partinin önderlik etmesine bağlıdır. Böyle bir devrimci partiyi kurma mücadelesi politik mücadele içinde verilmelidir.
Siyasi gerçeklerin eylemli propagandası
Devrimci durum içindeki Türkiye’de, hâkim sınıf içsavaşı bir türlü bitiremezken, karşımızdaki çırılçıplak bir iktidar sorunu duruyor. Erdoğan akıbetinde düğümlenmiş, anayasa krizlerine gebe, ancak demokrasi savaşını devrimle kazanarak çözülebilecek bir sorun bu. Bu sorunu devrimci bir partiyi yaratmadan çözmekse mümkün değil. Köz’ün 2024 yerel seçimlerindeki çalışması esas olarak bu propagandayı en geniş kesimlere taşımayı mümkün kılacak bir eylem çizgisi benimseyecektir.
Bu eylem çizgisi elbette İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerinde, İmamoğlu’nun peşine takılmamayı, 12 Eylül rejiminin ürünü partilerle ilişkisiz bir adayı desteklemeyi, böyle bir adayın ortaya çıkmadığı koşullarda bu adayın pusulada yer alması için sorumluluk üstlenmeyi şart koşar. Seçim çalışmalarına başladığı Aralık ayından beri Köz’ün eylem çizgisini bu prensipler tarif etti.
Gelinen noktada, sol akımlar bir dizi yalpalama ve tereddütten sonra sadece İstanbul’da değil, neredeyse tüm büyükşehirlerde bağımsız adaylar çıkardı. Çapları ve tabanları farklı olsa da, söz konusu kampanyaların hepsi 2007-2015, hatta 2018 döneminin gerisinde olduğu için aralarında esasa dair bir fark yoktur. Hepsi aday çıkararak, emekçileri CHP’nin adayına mahkûm eden tabloyu değiştirecek aynı olumlu adımı atmıştır ama yine hepsi hükûmete karşı ortak bir emekçi seferberliği örmeye çalışmak yerine, küçük yerel hesapların peşinde koşturmaktadır. Bu bakımdan kısmi taleplere boğulmuş rekabetçi tablonun bir parçasıdırlar, birbirlerine kıyasla farklı nicelikte kitleleri harekete geçirmeleri bu çalışmaların sembolik karakterini değiştirmemektedir. Bu bakımdan söz konusu kampanyalara özel bir politik bir değer atfetmek mümkün olmadığı gibi, onların politik içeriğine ve eylemine bakarak birini diğerine tercih etmek de mümkün değildir.
Köz’ün, politik çalışma yürüttüğü alanlardaki büyükşehir belediye seçimlerinde hangi adayı destekleyeceği, söz konusu kampanyaların politik içeriği ve anlamı bakımı değil, bu kampanyaları yürütürken bir ajitasyon ve propaganda özgürlüğünün bulunup bulunmaması belirledi. Söz konusu propaganda ve ajitasyon özgürlüğü nedeniyle, İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçiminde Meral Danış Beştaş ve Murat Çepni’yi, İzmir’de Akın Birdal ve Türkan Aslan’ı, Ankara’da Gültan Kışanak ve Öztürk Türkdoğan’ı, Bursa’da İhsan Seylan ve Bilmez Erbağ’ı destekliyoruz. Ortada hükümete karşı bir muhalefet hareketi yahut sembolik olmanın ötesine geçen bir seçim çalışması olduğu hayaline kapılmadan, tüm eylem ve etkinliklerde, Şubat ayının ortasından beri yaptığımız gibi, emekçileri bu adaylara oy vermeye çağırmaya devam edeceğiz. Emekçiden yana olan tüm kesimleri hükümete karşı ortak bir seferberlik hattında buluşmaya davet edeceğiz. Desteğimizi verirken ulaştığımız kesimlere, birlikte çalıştığımız devrimci güçlere hükümete karşı bir emekçi seferberliği örmenin gerekli olduğunun, emekçilerin demokrasi müsameresinin figüranı değil demokrasi savaşının öncü gücü olması gerektiğinin, rejim krizinin ancak bir devrimle çözüleceğinin ve devrime önderlik edecek devrimci partiyi yaratmanın şart olduğunun propagandasını yapacağız. kendi seçim çalışmamızın başarısını DEM adaylarına topladığımız oylarla değil, seçim sonrasına taşınan bir eylem birliği kurup kuramadığımıza, propaganda ağımızın genişliğine ve sürekliliğine bakarak ölçeceğiz.
Kürtlere Özgürlük, Ortadoğu’ya Barış!
Newroz ateşi Kawaların Dehaklar’a karşı savaşının ateşidir. Ezilenlerin ezenlere, sömürülenlerin sömürücülere karşı yürüttüğü savaşın ateşidir bu. Bu ateş sönmemiş, gücü ve yakıcılığı azalmamıştır.
Newroz ateşi “Kürt Baharı”nın habercisidir. Newroz’un dünyanın dört bir yanındaki emekçiler tarafından siyasal bir ilgiyle izlenmesi tesadüf değil. Zira Bakur’dan Başur’a, Rojava’dan Rojhilat’a Kürtler on yıllardır boyunduruklarını kırma mücadelesi veriyor. İşgale ve ilhaka meydan okuyorlar.
Ortadoğu’da savaş, ezilen ulusların işgal ve ilhaklara karşı kurtuluş mücadeleleri geçmişin değil bugünün meselesidir. Kürdistan’da olduğu gibi Filistin’de de esaret altındaki milyonlar özgürlüğe ve barışa susamış vaziyettedir. Filistin’de sayısız katliama imza atan işgalci İsrail, bugün Gazze’de neredeyse toplu bir katliama girişmiştir. Emperyalistler arası paylaşım kavgası kızıştıkça emperyalist bloklardan birinin Ortadoğu’daki sac ayaklarından biri olan siyonist İsrail devletinin işgal ettiği Filistin topraklarında yürüttüğü haksız savaş da şiddetleniyor. İsrail devletinin herkesin gözleri önünde yarattığı yıkım ve talan tüm dünyadaki ezilenler ve emekçilerde öfke uyandırıyor.
Ortadoğu’da barış için Kürt Baharı’nın zaferi kilit önemde. Emperyalistler arası savaşın şiddetlendiği bir dünyada Ortadoğu’da barışın yolu dünya üzerindeki en kalabalık bu iki ezilen ulusun boyunduruklarından kurtulmasından geçiyor. Emperyalist zincirin zayıf halkası ise ayaklarımızın altındadır. Kürdistan’daki esaret zincirlerinin kırılması sadece Ortadoğu’daki tüm gerici devletlerin çatırdamasına değil, aynı zamanda tüm emperyalist hesapların bozulmasına da yol açacak.
Gazze’yi yerle bir edenlerle Sur, Nusaybin ve Cizre’yi yıkanlar, Efrîn’i bombalayanlar ortaktır! Emperyalistlerin onayı ve gözetimi altında parçalanan, toprakları işgal edilen ve yağmalanan Filistin ve Kürdistan’da esaret altında tutulan milyonların kaderi de kurtuluş yolları da ortaktır. Çünkü onları esaret altında tutan, işgal operasyonları ve katliamlarla onlara diz çöktürmeye çalışan gerici burjuva diktatörlükleri müttefik ve ortaktır.
Anti-emperyalistler ne Filistinliler’in ne de Kürtler’in esaretine kayıtsız kalamaz. Ezilen ulusların işgale karşı verdikleri savaş haklı, yürüttükleri mücadele meşrudur. Filistin’de bu haklılığı teslim edip Kürdistan söz konusu olduğunda sessizliğe gömülenler ise tutarlı bir anti-emperyalist tutum izleyemezler. Kürtler’e de en az Filistin halkı kadar özgürlük ve bağımsızlık isteyemeyenler tutarsızlığa ve riyakarlığa mahkûmdurlar.
Kendinden uzaktaki gelişmeleri adım adım takip edenler burunlarının dibindeki gelişmeler karşısında kör ve ölü taklidi yapıyor. Rojava’da ve Başur’da düzenli olarak suikast düzenleyip halkı sistematik biçimde bombalayan bir devletin ve hükümetin işgalciliği karşısında susuş kumkumasına giren, egemen devletlerin toprak bütünlüğüne saygı duyulması ve soyut barış çağrıları dışında herhangi bir açıklama yapmaya lüzum dahi görmeyenlerin ne Filistin davasına anlamlı bir katkı koyması, ne de Türkiye’de yahut Kürdistan’daki emekçilerin herhangi bir derdine derman olması mümkün değildir.
“Asıl düşman kendi yurdunda!” Dünyanın her yerindeki işçi hareketinin ödevi, kendi hükümetine dış politikadaki tutumunu değiştirmesi için baskı yapmak değil, dünyadaki dengeleri emekçi ve ezilenlerin lehine değiştirecek ilk adımı atmak için sınıf mücadelesini yükseltmek ve iktidarı almak olmalıdır. Bolşevikler Birinci Paylaşım Savaşı sırasında, cephenin diğer tarafındaki devletlerin ilhaklarıyla ve döktükleri kanla oyalanıp sersemletilen işçilere, asıl görevin başka emperyalistlerin politikalarıyla savaşmak değil, kendi devletini yıkmak olduğunu anlattılar.
Bolşevikler’in emperyalistler arası savaşa karşı verdiği devrimci mücadele bugün de günceldir. Bugün de proleter bir devrime önderlik edecek partiyi yaratmak isteyenlerin bu topraklarda takip etmesi gereken siyasi çizgi bellidir: Ezen ulus şovenizmine açıktan karşı durmak, Kürdistan’ın ilhakını teşhir etmek, bağımsız birleşik Kürdistan’ın ve bağımsız birleşik laik Filistin’in Ortadoğu’da barışın koşulu olduğunu vurgulamak, Kürdistan’da ve elbette Filistin’de ulusal devrimine önderlik edecek partileri yaratmaya talip olanlarla uluslararası, merkeziyetçi bir parti çatısı altında buluşmanın yolunu döşemek. Bu yol izlendiğinde Newroz’un ateşi harlanacak ve özgürlüğün alevleri hiç olmadığı kadar yükselecektir.
12 Eylülcü Partilere Oy Yok!
Müteahhit Partilerine Oy Yok!
Kürtlerin Düşmanlarına Oy Yok!
Alevilerin Düşmanlarına Oy Yok!
İşçi Düşmanlarına Oy Yok!
Göçmen Düşmanlarına Oy Yok!