Ocak 2023 tarihli, özel sayıya buradan ulaşabilirsiniz.
Kürtlere yönelik saldırılar dünyanın dört bir yanında hız kazanıyor. Dün Sur’da, Afrin’de, Serekaniye’de hücum ediyorlardı. Bugün Mahabad’ta Zap’ta, Avaşin’deler. ABD’den icazet alıp, Rusya ve Suriye ile görüşüp YPG’nin başına çorap örmeye uğraşıyorlar. Dün hedeflerinde Paris’te Sakine Cansız, İzmir’de Deniz Poyraz vardı. Bugün Tahran’da Jina Amini’yi, yine Paris’te Emine Kara’yı hedef tahtasına oturtuyorlar. Saldıranlar bir ve aynı kesimden oluşmuyor ama hedeflerinde her zaman Kürtler var.
Kürtlerin hedef tahtasında olması şaşırtıcı değil. Çünkü devletsizler, çünkü parçalanmışlar. Ama aynı zamanda kendilerini boyunduruk altında tutan devletlere boyun eğmiyorlar. Kürt emekçiler sadece Kürdistan’da değil, Türkiye’den Paris’e uzanan geniş bir coğrafyada demokrasi mücadelesinin başını çekecek bir öfkeye, enerjiye, birikime ve bilince sahipler.
Erdoğan’ın HDP’ye dönük saldırıları hız kesmeden devam ediyor! Rejim krizi içinde boğulan Erdoğan hükümeti çözümü HDP’nin kapısına kilit vurmakta arıyor. Atadığı kayyımlara, binlerce üyesinin tutuklamasına, Semra Güzel’in vekilliğini düşürtmesine, Ferhat Encü’ye korkakça tokat atma raddesine gelecek kadar saldırganlaşmasına rağmen sadece Kürtleri değil işçilerin emekçilerin geniş kesimlerini de teslim alamayan bir Erdoğan var.
HDP’ye yönelik kapatma davası Kürtlere yönelik saldırıları aşan bir boyuta sahip. HDP’nin tabanını oluşturan emekçiler ağırlıklı olarak Kürtlerden oluşsa da HDP Türkiye’de demokrasi mücadelesi verme iddiasına sahip. Bu iddiayı taşıdıkça güçlendi, koltuğunu korumaya çalışan hükümetin öncelikli hedefi haline geldi.
HDP’ye saldırılar Erdoğan’ın sıkışmışlığının göstergesi. Erdoğan hem saldırıyor hem de yalpalıyor. Devam etmekte olan saldırıları da saldırılarını sürdürme şekli de gücünün değil güçsüzlüğünün ve köşeye sıkışmışlığının sonucudur.
Kapatma saldırısının maksadı HDP’yi teslim almak. Erdoğan kapattığı HDP’nin tabanından kendisine oy akmayacağının farkında. HDP’yi kapattığı zaman yeni bir partinin aynı yoldan devam edeceğini de görüyor. Üstelik HDP’yi kapatma konusunda çok daha elverişsiz bir konumda olduğunun da bilincinde. Bu sınırlar içinde HDP’yi kapatmaktan çok, kapatma tehdidiyle teslim almayı, onu hükümeti karşısına eylemli bir şekilde çıkmayan, tarafsız bir çizgiye getirmeyi amaçlıyor.
Amerikancı Millet İttifakı da ezilenlerin ve emekçilerin düşmanıdır! Kürtlerin, emekçilerin, ezilenlerin tescilli düşmanı olan Amerikancı muhalefet, bir yandan HDP’nin oylarına talip olurken öte taraftan Semra Güzel’in vekilliğinin düşürülmesine, Rojava’ya işgal ordularının gönderilmesine evet oyu veriyor. Övünçle bildirdikleri seçim vaatleri arasında Kandil’i bombalamak var.
Altılı Masa’nın peşinden koşanlar HDP’yi açıktan ve kitlesel eylemlerle savunamaz. Çünkü onlar %50+1’in hesabını yapıyorlar. Amerika’nın Erdoğan’ı seçimlerle gönderme hayaline bel bağlıyor, emekçilere de bu parlamentarist hayali pompalıyorlar. “Halkın iradesi gasp ediliyor” diye Saraçhane’ye dayanışmaya koşanlar HDP’ye yönelik saldırıları yarım ağızla kınayarak geçiştirmeye mahkûmdur. Aksi takdirde HDP’yi görünmez kılmaya yönelik plan bozulur.
Demokrasi mücadelesi burjuva partilerle verilmez. Burjuva muhalefet en az Erdoğan kadar 12 Eylül’ün bekçisi ve savunucusudur. Kılıçdaroğlu’nun demokrasi getireceğine inananlar için, yola çıkarken sözde “demokrat” gözüken Erdoğan’ın akıbeti yeterli değil mi? Demokrasi mücadelesinin önkoşulu Kürtleri katledenleri, Kürdistan lafından rahatsız olanları, NATO’nun ikinci büyük ordusunun ardından methiyeler düzenleri, 19 Aralık’ın faillerini gönüllü veya gönülsüz desteklememektir. Demokrasi mücadelesi İmamoğlu’nun otobüsünde verilmez.
HDP’yi kapattırmamak için emekçilerin ve ezilenlerin birleşik mücadelesini yükseltelim. Siyasi baskının, sefaletin ve sömürünün cenderesini kırmak için emekçilerin seferberliği gerekli. Demokrasiden taraf olmanın, halk iradesinden söz etmenin koşulu, HDP’ye karşı saldırıları püskürtmek için Erdoğan’a karşı kitlesel seferberliği örmekten geçer. Değil devrimciliğin, tutarlı bir demokratlığın dahi turnusolü burada yatmaktadır.
Hükümetin HDP karşısındaki zayıflığı ve yalpalaması emekçiler açısından büyük bir fırsat. Manevra kabiliyetini yitirmiş hükümet, HDP’ye karşı açıktan saldırma imkanına sahip değil. Buna karşılık emekçilerin ve ezilenlerin birleşik bir şekilde bu saldırıyı püskürtmesinin imkanları her zamankinden fazla. “HDP’yi kapattırmayacağız!” şiarı hükümete karşı düzen partilerinden bağımsız bir eylem çizgisinin kaldıracı olabilir, olmalıdır. Bu konuda önümüzdeki tek engel emekçileri düzen partilerine zincirlemek isteyen, çaresizlik propagandası yapan teslimiyetçi anlayıştır.
Hükümete karşı kitlesel ve eylemli mücadeleyi büyütmek için, seçimlerde düzen ittifaklarına iki turda da oy vermeyelim. Seçimlerde düzen ittifaklarından bağımsız tutum almak, emekçilerin seferberliği için atılması gereken ilk adımdır. Seçimleri adres göstererek Amerika’nın Erdoğan’ı seçimlerle gönderme hayaline bel bağlayanların planlarını bozmamız, sermaye partileri ile hareket edenlerin ipliğini pazara çıkarmamız, Kürt düşmanlarını topyekün karşımıza almamız gerekiyor.
Cumhur İttifakı’nı emekçilerin kitlesel seferberliğiyle süpürme çağrısını yükseltelim! Gezi’de, Kobane’de yarım kalanın ne olduğu sorusunu sormak, ancak düzen ittifaklarından bağımsız bir siyasi hatta mücadele verince anlam kazanır. Eyleme dökülmeyen “devrimci niyetler” iman tazelemenin ötesine gitmez. Atılması gereken ilk adım, demokrasinin parlamentarist yoldan geleceği illüzyonuna karşı hükümeti süpürecek bir emekçi seferberliği örmek için bağımsız siyasal mücadeleyi yükseltmek, saldırılara karşı bağımsız siyaseti savunmaktır.
Ayakları Yere Basmayan Kim?
Sihirli Sözcük Ortak Aday. 2023 seçimlerine giderken soldaki hakim eğilimi bu iki sözcükle özetlemek mümkün. İster açıkça Altılı Masa’ya kayıtsız şartsız destek sunsun, ister “içimize sinecek bir aday çıkarın” çağrısına bulunsun, ister “müzakare kapılarını kaparsanız kendi adayımızı çıkarabiliriz” densin, isterse de seçim sürecini şikayetçi ama tutumsuz bir şekilde dışarıdan seyretsinler soldaki akımların ezici çoğunluğu bu eğilimin ya bir parçasıdır ya da bu eğilimi sessizlikleri ve tutumsuzluklarıyla onaylıyorlar.
Ortak aday burjuvaziyle birinci ya da ikinci turda buluşma eğilimidir. Ortak aday derken kast edilen Kartonsan işçisinin, Sur’da başkaldıranların, polis barikatlarını aşan kadınların, devletin Alevisi olmayacağız diyenlerin ortak adayı değildir. Erdoğan’dan on yıldır kurtulmak isteyen emperyalistlerin, onların uzantısı sermaye partilerinin ortak adayıdır. “Birinci turda mı açıktan mı yoksa ikinci turda kerhen mi?”, “Güle oynaya mı? Bağrımıza taş basarak mı? Yoksa halkımız onların da çözüm olmadığını görsün?” diye mi destekleyeceklerini tartışsalar da Ortak Adayı savunanların hepsi eninde sonunda Erdoğan’a karşı emperyalistlerin, kapitalistlerin ortak adayını desteklemenin kaçınılmaz olduğunu savunmaktadır.
Ortak aday stratejisi reformizmin tutarlı ve kaçınılmaz sonucudur. Reformistler kilit siyasal dönüşümlerin düzenin araçlarıyla gerçekleşeceğini savunur. Bugün Türkiye’deki tüm siyasal sorunların Erdoğan sorununda düğümlendiğinde çoğunluk hemfikir. Farklılık bu sorunun nasıl çözüleceğinde çıkıyor. Devrimciler emekçilerin ezilenlerin lehine tek çözümün devrimden geçtiğini ifade ederken, reformistler bu sorunun 12 Eylül rejiminin uygun gördüğü araçlarla yani seçimlerle çözülebileceğini savunur. Mevcut anayasal düzende seçim sisteminde, burjuva muhalefetiyle bir seçim ittifakı kurmadan Cumhur İttifakı’nı alt etmek mümkün değildir.
Ayakları yere basmayan kim? Şu ya da bu siyasal dönemeçte “Tek Yol Devrim!” diye ısrar edenler şaşmaz biçimde somut siyasal dengeleri ve sınırları ihmal etmekle, hayalcilikle, ayakları yere basmamakla suçlanır. “Faşizm”, “tek adam diktatörlüğü”, “istibdat rejimi” diye adlandırdıkları rejime seçimler yoluyla son verileceğini savunanların kendi iç çelişkilerini bir kenara bırakalım ve soralım: Dünya’daki ve Türkiye’deki siyasi gelişmelere gözlerini kapatan kim? Ayakları yeri basmayan kim? Devrimciler mi reformistler mi?
Brezilya’dan öğrenmeyecek miyiz? Brezilya devleti Türk devleti kadar derin bir krizin içinde değil. Ordusu, polisi, yargısı kendi içinde görece bir bütünlük içinde çalışıyor. Brezilya’da devlet başkanı Lula’yı yolsuzlukla suçlayıp, koltuğundan indirip hapse attıracak kadar duruma hakim bir düzen hüküm sürüyor. Ama aynı Brezilya’da bile Bolsonaro seçim yenilgisini kabullenmiyor. Bolsonaro’nun tabanı orduyu harekete geçirmek için kongre binasını işgal ediyor. Muhalefete karşı başlattığı içsavaşı kitleleri silahlandırarak değil devlet içerisinde yönlendirebildiği parçaları ve kişileri harekete geçirerek sürdüren hükümet bu imkanlara sahip olmayan Bolsonaro’dan daha mı kolay yenilgiyi? Brezilya polisi kongreyi tahliye ederek Lula’yı kurtardı. “Türk polisi de benzer bir görev bilinciyle ‘ortak aday’a destek olur” diyenlerin mi ayakları yere basmıyor olmaz diyenlerin mi?
Türkiye’de hükümet sorunu aynı zamanda bir anayasa sorunu. Sadece Erdoğan, kendi Cumhurbaşkanlığı adaylığı dahil olmak üzere, her adımında anayasayı çiğnediği için değil. Aynı zamanda gerilemesine rağmen koltuğunu anayasanın işlemez olması sayesinde koruduğu için. Erdoğan geriliyor ama koltuğundan inmiyor çünkü 12 Eylül Anayasası uzun bir süredir işlemiyor, anayasayı uygulamakla yükümlü kurumlar felç olmuş, bir ayağıyla öbür ayağını çelmeleyen dev bir koalisyona dönmüş durumda. Erdoğan dahil tüm aktörler bu anayasayı değiştirmeye çalışıyor, ama hiçbiri bu anayasayı değiştiremiyor, yeni bir rejim kuramıyor.
Şili’den, Peru’dan öğrenmeyecek miyiz? Şili ve Peru örnekleri ise bir anayasanın nasıl yapılamayacağını anlatıyor. Şili’nin ortak adayı Boric, “Ayaklanmaya son verelim! Seçimler aracılığıyla anayasayı değiştiririz.” fikrinin sesi ve yumruğuydu. Düzenin sınırlarını peşinen kabul eden göstermelik kurucu meclisin faaliyetini Boric iyice sulandırdı, sonunda yeni anayasa girişimi referandumda boğuldu. Peru’da “halkın sesi” olacağını iddia eden Castillo, ise yine düzen sınırları içinde bu sefer Cumhurbaşkanlığı yetkilerine yaslanarak bir kurucu meclis toplamaya çalışınca kendisini hapiste buldu. Peru’nun emekçileri Julica’da, Lima’da grev grev, barikat barikat başkaldırıyorlar. Ama örgütsüz ve stratejisiz oldukları için katliamlara uğruyorlar. Bu katliamlarda onları seçim hayallerinden peşinden koşturanların hiç mi sorumluluğu yoktur? Anayasayı seçimle referandumla değiştiririz diyenlerin mi ayakları yere basmıyor? Anayasa yapabilecek bir kurucu meclis ancak devrimle kurulur diyenlerin mi?
Ukrayna’dan öğrenmeyecek miyiz? Barış ve istikrar timsali olarak gösterilen Avrupa’nın içinde emperyalistler arası paylaşım savaşı bir yıldır sürüyor. Savaş durulmak şöyle dursun Amerika’nın temin ettiği ağır silahlarla, Rusya’nın yeni saldırı hazırlıklarıyla uzuyor. Bu savaşın arka planında adım adım içsavaşa ilerleyen bir hükümet krizi yok muydu? Ukrayna’da 2004’te başlayan hükümet krizi, çözümsüz seçimlerden protesto gösterilerine oradan da bir içsavaşa evrilmedi mi? Yedi yıldır bir içsavaşın debelenen, her seçimi bir usulsüzlük abidesi olan Türkiye’de seçimlerin bu düğümü çözemeyeceğini söyleyenlerin mi ayakları yere basmıyor? Yoksa Ukrayna’ya İHA-SİHA satmakla övünen bir hükümetin seçimlerle alt edilebileceğini söyleyenlerin mi?
Rojhilat’tan öğrenmeyecek miyiz? Hükümet karşısındaki teslimiyetçi reformizmi ve bu reformizme uygun şekillenen seçim stratejisini gerekçelendirenler, “Onlar güçlü biz zayıfız” diyorlar. Onlar İran’da güçlü değil miydi? İran Cumhuriyeti’nin kendi halkını sindirme kapasitesi Türkiye’dekinden yüksek değil mi? Peki, onlar Kürdistan’ın en bilinmedik parçasında Rojhilat’ta patlayan ayaklanmayı bastırabildiler mi? Ayaklanma Rojhilat’tan tüm İran’a yayılmadı mı? Kürdistan’ın doğusundaki mücadele ve örgüt birikimi mi yüksek kuzeyindeki mi? Kürt baharı 12 Eylül anayasasını kevgire çevirmedi mi? Türkiye’deki işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele birikimi, imkanları Türkiye’dekinden fazla değil mi? Rojhilat’a gözlerini kapayıp benzeri bir başkaldırının Kürdistan’da ve Türkiye’de yaşanmasının imkansız olduğunu söyleyenlerin mi ayakları yere basıyor? Böylesi bir mücadele hattı sadece gerekli değil aynı zamanda mümkündür diyenlerin mi?
Ayağı yere basanlar, bastıkları toprağın emperyalizmin zayıf halkası olduğunu görüyorlar. 2023 seçimleri yaklaşırken dünyada devrimci durumun kapsamı genişleyip, şiddeti artıyor. Bir dizi coğrafyada devrimci duruma ayaklanmalar eşlik ediyor. Besbelli ki Türkiye’deki rejim krizi dünya çapında genişleyen devrimci durumdan bağımsız değildir. Bir adım daha ileri gidip Türkiye ve Kürdistan’ın dünya çapındaki bu devrimci durumun merkezi olduğunu söylemek gerekir. Türkiye’de Anayasa’dan Kürdistan’a bütün sorunlar hükümet sorununa düğümlenmiştir. Bu düğümü çözmenin tek yolu devrimdir.
Devrim için devrimci parti. Peru’dan Rojhilat’tan öğrenmek isteyenlerin çıkarmaları gereken daha önemli bir ders daha var. Devrimler ne kadar kaçınılmazsa devrimci bir partinin önderliği olmadığı zaman bu devrimlerin yenilmesi de o kadar kaçınılmaz. Devrim için devrimci parti şart. Dünyadaki devrimci durumun merkezi Türkiye ise Türkiyeli devrimcilerin öncelikli görevi de devrimci partinin yaratılması olmalı. Sadece seçim taktikleri değil tüm politik mücadele bu amaca uygun bir şekilde tarif edilip, yürütülmeli. Devrimci partinin yaratılmasını öncelikli görev olarak görenlerin komünist partinin kuruluş kongresini ortak bir zeminde birlikte örgütlemek için buluşması şart.Yaşasın komünistlerin birliği çağrısı tam da bu anlama geliyor.
Tek Yol Devrim!
Devrim İçin Devrimci Parti!
Parti İçin Komünistlerin Birliği!