1 Mayıs’ın ardından 20 Mayıs Perşembe günü “1 Mayıs Aynasında Türkiye’de Siyasi Tablo” konulu bir gazete söyleşisi gerçekleştirdik. Söyleşide geçtiğimiz yıl salgının ilk günlerinde eylemlerin mitinlerin iptal edildiği bir süreçte geçen 2020 1 Mayısı ile bir dizi eylemin gerçekleştiği 2021 1 Mayısı karşılaştırılarak içinden geçtiğimiz siyasi süreç değerlendirildi.

Söyleşide konuşmacı yoldaş eylemlerin sembolik karakter taşımasına rağmen esas itibariyle hükümetin sokağa çıkma yasaklarının tanınmadığı, muhtelif yerlerde çeşitli grupların 1 Mayıs için sokağa çıktığını vurguladı. Geçtiğimiz sene dünya sağlık örgütünün ve hükümetin tavsiyelerine uyan sol hareketin bu sene uymadığını, bu tutum değişikliğinin sebebinin iki faktöre dayandığını belirtti; birincisinin uzun zamandır işaret etiğimiz gibi hükümetin ve Erdoğan’ın zayıflaması olduğunu vurguladı. 2019 seçimlerinden sonra, İmamoğlu’nun seçimleri kazanmasından sonra, her seferinde farklı şekilde boyutlanarak bu zayıflamanın sürdüğünü, kısacası, aslında hükümetin zayıflığının genel olarak daha geniş kesimler tarafından algılandığının ve bu 1 Mayıs’ın önceki 1 Mayıs’a kıyasla sokağa çıkmaya yönelen kesimlerde artan bir cesarete işaret ettiğini belirtti.

Aslına bakılırsa, hükümetin zayıfladığına yönelik algının muhtelif vesilelerle karşımıza çıktığını belirten yoldaş: Boğaziçi öğrencilerinin direnişi, normal koşullar altında bu kadar uzun, çatışmacı, hükümetin yetkililerine meydan okuyan bir tarzda gerçekleşmesi, yönetememe durumunun algılanmasıyla, hükümetin zayıflamasıyla ilişkili olduğunu belirtti. Benzer şekilde İkizdere köylülerinin AKP’nin müteahhitlerine yönelik direnişinin de aynı şekilde yorumlanabileceğini belirtti. Newroz’un bu sene iptal edilemiyor olmasını da bu durumla ilişkilendiren yoldaş, bu eylemlerin genel olarak hükümetin “astığı astık kestiği kestik” tavırlarına karşı kalabalık geçmesi, halk yığınlarında hükümetin zayıflığına yönelik algının yayılmakta olduğunu doğruladığına işaret etti. Ama, içinden geçilen dönemde daha üst düzeyde seyreden bir çatışma atmosferinde 1 Mayıs’a yaklaşıldığına, aslında hükümetin kendisi uzun süredir MHP ile girdiği ittifakın, daha doğrusu MHP’ye teslim olmak zorunda kalmasının kendisini parlamenter cephede zayıflattığının farkında olduğunu belirtti.

Şimdi ise ortada nedenini ve nasıl geliştiğini bilemesek ve muhtemelen somut olarak nasıl ilerleyeceğini bilemeyecek olsak dahi, bugün ise daha farklı bir skandal ile karşılaştığımızı belirten yoldaş,peş peşe gelen, öncelikle Pelikancıları hedef aldığını gösteren, sonrasında okları Süleyman Soylu’ya çeviren Sedat Peker’in kendi başına yapacağını düşünemeyeceğimiz derece organize bir süreçle karşı karşıya olduğumuzu belirtti. Kimin niçin yaptığı hakkında spekülasyon yürütecek bilgiye sahip olmasak da, bunun sonucunun hükümetin kendi içersindeki çatışmayı daha belirginleştirdiğini ve Soylu’dan kurtulmaya çalışanların elini güçlendirdiğini belirtti.

KöZ’ün sol hareketlerin bağımsız siyaset yürütme kapasitesinin daha azalmış durumda olduğunu, HDP’nin CHP’ye, sol siyasetlerin de HDP’ye bağımlı hale geldikleri için, genel olarak bağımsız siyaset ve düzen dışı kalabilme seçeneklerinin daraldığı tespitini epeydir yaptığının altını çizdi.

Fakat bu durumun kendisinin CHP’nin bir strateji olarak benimsemek zorunda olduğu uzlaşma siyasetinin zeminini kuvvetlendirdiği anlamına gelmediğinin de altının çizdi, sırf CHP uzlaşma vaat ediyor diye, geniş bir kesimden oy alıyor olması, toplumda genel olarak mutabakatın oluştuğu, eylem ve etkinliklerin tümüyle ortadan kalkacağı anlamına gelmeyeceğini belirtti.

Dolayısıyla sorulması gerekenin “Neden geçen seneye kıyasla eylemler oldu?” sorusu değil, “Böylesine elverişli bir zemin varken, neden böylesine güdük, zayıf, dağınık, adeta dostlar alışverişte görsün misali eylemler düzenleniyor?” sorusu olduğunun altını çizdi. Solun tüm aksi gayretine karşı bu eylemlerin olduğunu vurguladı. Bu eylemlerin solun aktif girişimi sayesinde yarattığı bir dalga olarak görülmemesi gerektiğini belirtti.

Sedat Peker’in açıklamalarıyla gündeme gelen “skandallar” bir yönüyle Susurluğa benzetilse de bu durumun pek aynı olmadığının, Susurluk sürecinde hakim sınıfın kendi içerisinde sağlam ve stabil olduğu, devlet aygıtının sağlamlığı ve hakim sermaye grubunun devlet üzerindeki etkinliğinin fazla olmasının bu farklılığı oluşturan başat etkenler olduğunun altını çizdi. Dolayısıyla Susurluk planlı ve ABD’nin desteğiyle yapılmış bir temizlik operasyonuyken, bugün ise önceki analizlerimize bakıldığı zaman ne ABD’nin eski gücünden ne de TC içerisinde sermaye grupları arasında bir anlaşma ve planın varlığından bahsedilemeyeceğini belirtti. Esasında bir tarafın tamamen ipleri elinde tuttuğu Susurluktaki gibi bir tasfiye sürecinden söz edilemeyeceğini dile getirdi.

Bir senedir pasifizmin, emperyalist kurumlara bel bağlamanın, hükümetin otoritesine pasifçe uyum göstermenin yanlışlığını vurgulayarak, solun aldığı bu tutumun karşısında “Newroz balkonda kutlanmaz”, “1 Mayıs iptal edilemez” diyerek KöZ’ün tutum aldığını, pasifizme kapılan akımların burjuva sosyalizminin parçası olduğunu teşhir eden ve bunu yalnızca kimi sert polemikler ile değil eylemli bir şekilde gösterenin de KöZ olduğunu vurguladı. KöZ’ün bu siyasi çizgisinin sol üzerine bir basıncı olduğunu dile getiren yoldaş, bunun sonucunda pek çok kesimin harekete geçtiğini ve bunlarının sayısının da süreç içerisinde arttığını, dolayısıyla bu bağımsız etkenin kendisinin de elbet 2021 1 Mayıs’ının 2020’den farklı geçmesine sebep olduğunu dile getirdi.

KöZ adına konuşan yoldaşın ilk tur konuşmasının ardından dinleyicilerden soru ve görüşleri alındı. Daha çok KöZ’ün yarattığı siyasi etki, yapılan sembolik eylemler, Peker’in video kayıtlarıyla devlet politikaları, tasfyeciliğin yükselmesi ile kitlesel eylemlilikler arasındaki ilişki konularında soru ve görüşler ifade edildi. İkinci turda soruların yanıtlanmasının ardından söyleşi sona erdi.

İstanbul’dan Komünistler