Şubat 2025 tarihli özel sayımızı buradan indirebilirsiniz.
Cumhur İttifakı Savaşın Yükünü Taşıyamıyor. Erdoğan Cumhurbaşkanı seçiminden beri normalleşme peşinde, MHP’den kurtulmaya çalışıyor. Bahçeli ise bu süreci tersine çevirmek için “elini değil tüm vücudunu taşın altına koyarak” peşpeşe Öcalan açıklamaları yapıyor. Barış, Erdoğan ve Bahçeli’nin çaresizliklerinin, istikbal hesaplarının bir ürünü olarak gündeme geliyor.
Erdoğan 2012’de olduğu gibi bugün de masaya zorla oturdu. O zaman Amed’den İstanbul’a gerçekleşen eylem dalgaları onu masaya oturtmuştu. Bugün de Cumhur İttifakı’nın asıl yöneticisi Bahçeli onu zorla masaya itti. Amacı elbette odağında Kürtlere yönelik saldırıların bulunduğu savaş politikalarına son vermek değil, Erdoğan’ın bu savaşa son veremeyeceğini göstermektir. Erdoğan 2012’de zorla oturduğu çözüm masasını 2015’te dağıtmıştı. Cumhur İttifakı’na mecbur, Bahçeli’ye teslim olmuştu. On yıl sonra Cumhur İttifakı sallantıdayken, Bahçeli, çaresizce yumuşamaya çalışan Erdoğan’a masayı bir kez daha dağıttırmak, onu Cumhur İttifakı’na bir kez daha mecbur bırakmak istiyor.
Görüşme süreci bir öncekinin karikatürü bile olamaz. Görüşmeler 2012’de başladığında Amerikancı unsurların ordu, yargı ve bürokrasinin kalanı içindeki temizlik operasyonları “demokratikleşme”, “sivilleşme” nağmeleriyle sürüyordu. Bugün tam tersi koşullar altındayız, bir içsavaşın içindeyiz. Üstelik bu savaş Batı Kürdistan’a taşınmış durumda. Bugün hükümetin DEM’e, belediyelere, devrimcilere saldırılarıysa hız kesmeden devam ediyor. İçsavaşın kapsamı daralmak şöyle dursun bu kesimlerle hiç ilişkisi olmayan CHP’li belediye başkanları, artist simsarları dahi tutuklanıyor. Kobane’ye füze üstüne füze yağıyor.
Çözüm gündemi Erdoğan’ın sıkışmışlığının göstergesi. Ne saldırılara bakıp umutsuzluğa kapılmalı ne de sözde barış girişimlerine bel bağlamalı. Devam etmekte olan saldırılar da, saldırılarını sürdürme şekli de hükümetin gücünün değil güçsüzlüğünün ve köşeye sıkışmışlığının sonucudur. Bu sıkışmışlık içinde hükümetin emekçilerin ve ezilenlerin lehine bir barış için atması mümkün olan bir adım da yoktur. Erdoğan zayıf. Kararlı bir biçimde savaşamıyor ama aynı zamanda barışamıyor. Demek ki emekçiler açısından fırsatlarla dolu bir süreçtir.
Bağımsız ve eylemli bir çizgi şart. Bir önceki çözüm sürecinde emekçilerin kitlesel eylemleriyle Erdoğan’ı masaya oturtması bugün ise MHP tarafından iteklenmesi ufak bir ayrıntı değil. Bugün atılması gereken adımlara dair yol gösterir. Erdoğan 2012’de bugün olduğundan çok daha güçlüydü. Ama emekçiler eylemleriyle Erdoğan’ı masaya oturmaya zorlayabilmişti. Çünkü önceki beş yılda, 2007 – 2012 arasında, kendi bağımsız eylemleriyle muhalefet boşluğunu doldurarak hükümetin karşısına çıkmışlardı. Gezi’ye, 2015’te HDP’nin barajı aşmasına giden süreç böyle başlamıştı. Bugün ise uzun zamandır emekçi hareketi CHP’nin seçim kazanmasından medet umar haldedir. Öyleyse Erdoğan’ın zayıflığından doğan fırsatları değerlendirmek için tekrardan hükümetin karşısına bağımsız ve eylemli bir çizgiyle çıkmak gerekir.
Bugün hükümeti asıl korkutan emekçilerin sahaya çıkmasıdır. Hükümet köşeye sıkıştığı oranda emekçilerin sahaya çıkmasından korkuyor. Barışa ve demokrasiye asıl ihtiyaç duyanların, barışı ve demokrasiyi kendi savaşlarıyla getirecek olanların emekçilerin, ezilenlerin, Kürtlerin kendi talep ve eylemleriyle sahaya çıkmasından korkuyor.
Savaşın muhatabı emekçiler ve ezilenlerdir, barış da ancak onların barışı olabilir. Ezenlerin barışı ancak burjuvazinin emekçileri üzerinde, ezen ulusun Kürtler üzerinde tahakkümünü sağlamlaştırmaya yarar. Sömürünün, şiddetin, sınıfsal ve ulusal baskının cenderesinde yaşayan emekçiler bu savaşta saldırılan taraftır. Hükümet barış müsameresini oynarken barışın asıl sahipleri olan emekçiler, bu elverişli iklimi barışın önündeki en somut engel olan bu hükümetten kurtulmak için değerlendirmelidir. Hükümete karşı kitlesel bir emekçi seferberliğini büyütmenin tam zamanıdır.
ESP’ye yönelik saldırılar bu korkudandır. Zira ESP sokak diyor, eylem diyor, emekçilerin CHP’ye yedeklenmeden kendi bağımsız talepleriyle harekete geçmesini savunuyor. İçinde bulunduğu platform ve yapıları bu doğrultuda harekete geçirmeye çalışıyor. Zayıf bir zeminde, kırılgan dengeleri bozmadan cambazlık derdindeki hükümet elbette bu girişimlerden korkacak, ESP’ye saldırarak bu yöndeki hareketlerin önünü kesmeye çalışacak.
ESP’ye yönelik saldırılar Erdoğan’ın gücünün, yükselen faşizminin resmi değildir. ESP’ye saldırılar emekçilerin, ezilenlerin, devrimcilerin ezilemediğinin resmidir. Bu tablo karşısında çaresizlik propagandası yapmak, teslimiyete, devrimcilere yönelik daha fazla baskıya kapı aralar. ESP’ye sahip çıkmak için hükümetin korktuğunu yapmak, emekçilerin sahaya çıkıp kendi barış taleplerini burjuvaziden bağımsız şekilde haykırması için harekete geçmek gerekir.
ESP’li arkadaşlarımızı emekçilerin kitlesel eylemleriyla savunalım. Hükümetin korkusu emekçilerin bağımsız mücadelesiyse bu mücadeleyi tutsak edilen arkadaşlarımız adına da, daha gür, daha güvenli biçimde sürdürmek gerekir. Kendimizi kadro eylemleriyle sınırlamadan siyasi tutsaklar sorununu, barış sorununu, demokrasi mücadelesini, ekonomik sorunları, hükümetin gitmesi sorununa bağlayarak kitleselleştirmek, emekçilerin eylemlerini önünü açmak gerekir.
İçsavaşın Yükünü Taşıyamayan Hükümetin Karşısına Emekçilerin Kitlesel Seferberliği ile Dikilelim!
Özgürlük Savaşan İşçilerle Gelecek!