24 Haziran seçimlerine giderken Muharrem İnce’nin miting performansından da etkilenenlerin çoğu “Tek Adam Diktatörlüğü” diye tarif ettikleri “12 Eylül Rejiminin Son Bekçisi” Erdoğan’ın nihayet seçim sandığına gömülebileceği umuduna kapılmıştı.
Bu kof umudun ardındaki şey sadece Muharrem İnce’nin coşkulu mitinglerinin yarattığı (dip dalgasına dair) hava değildi. Daha önemlisi, bir süredir faşist diktatörlük diye tarif edilen AKP-MHP koalisyonunun seçim sandıklarından çıkacak sonuçla sona erebileceği hakkındaki ham hayaldi.
Oysa bu iktidarı faşist bir diktatörlük olarak tarif edenlerden birçoğu çoktan beri T.C. devletinin zaten şu ya da bu aşamadan itibaren faşist bir diktatörlük olduğunu savunmaktaydı. Hatta faşist bir diktatörlüğün “çözülerek” yahut seçim yoluyla alaşağı edilip edilmeyeceği konusu pek çok akım içinde bölünmelere neden olan bir tartışma konusu idi. Buna rağmen ister bugünkü rejimin faşist bir diktatörlük olduğunu söylerken devletin zaten baştan beri faşist bir diktatörlük olduğunu teyit etmek için olsun, ister münhasıran bugünkü rejimin faşist bir karakter kazandığını vurgulamak maksadıyla olsun, pek çokları bu ortak paydada buluştu.
AKP-MHP koalisyonunun bir faşist diktatörlük olup olmadığı konusu bir yana, Erdoğan’ın ne yapıp edip cumhurbaşkanlığı yarışından galip çıkacağına dair tahmin ve senaryolar da seçim günü yaklaştıkça birbirini izliyordu.
Öte yandan kimileri bu seçimlerin zaten bir oyun olduğunu ve meşruluğunun olamayacağını öne sürerek doktriner bir çizgiyi takip etmeye devam etmek suretiyle siyaset alanının saha kenarına çekilmişti.Daha önceki seçimlerde HDP/BDP’yi ya da onların içinde olduğu blokları veya Selahattin Demirtaş’ın önceki adaylığını desteklemiş olan kimileri de bu sefer OHAL koşullarında gidilen seçimlerin meşruiyeti olmadığını öne sürerek seçimleri boykot etme tutumunu benimsedi.
Seçmenler Siyasete İlgi mi Duyuyor? Siyasetten Uzaklaşıyor mu?
Bu kez seçimlere katılımın % 88 ile rekor düzeyde gerçekleşmesi bu tutumun itibar görmediğinin bir alameti olarak görülmesi yanlış olmaz. Her ne kadar solun nispeten daha serbest ve etkili olabileceğini düşünebileceğimiz yurt dışı seçmenlerin sandığa gitmeme oranının görece yüksek (Katılım yurtdışında % 50 idi.) olduğu bunun aksini düşünmeye davet eden bir olgu olsa da, yurt dışındaki geçersiz oy oranının yurt içindekinden düşük olması (% 2,08’e karşılık % 1,27), yurt dışındaki katılımın görece düşük olmasının politik bir tutum olmaktan çok, nispeten teknik nedenlerle izah edilebilecek bir tür pasif boykot/ilgisizlik tutumunu andırdığı söylenebilir.
Bir başka deyişle altını çizmek gerekir ki, genel olarak seçmen kitlesinin ezici çoğunluğunu oluşturan yığınların siyasete ilgisiz ve bezgin tutum içinde olduğunu doğrulayacak herhangi bir veri yoktur. Aksine siyasete olan ilginin yüksek düzeyde olduğu ve yıllardır artmakta olduğu daha doğrudur.
Buna karşılık, asıl bezginlik ve umutsuzluk, siyasete olan ilginin azaldığı kesim yığınlara öncülük etme iddiasını sürdüren solcular cephesindedir. Tasfiyeciliğin girdabında bu bezginliği artan solun muhtelif bölmelerindeki militanlar bezginlik ve karamsarlığın yayılmasındaki esaslı aktörlerden birini ifade eder. Kendiliğindenliğe tapınmanın ve kitle kuyrukçuluğunun başlıca özelliklerinden biri olarak bu tutumu kitlelerin haleti ruhiyesiyle açıklayanlar az değildir. Oysa bu değerlendirme her ne kadar öznel etkenin başat rolünü kabul etmeyenlerden geliyor olsa da, bu rol hakkındaki Leninist saptamaları değiştirmez: Kitlelerin haleti ruhiyesi onlara öncülük etme iddiasındaki siyasal aktörlerin olumsuz rolünden ötürüdür ; tersi doğru değildir.
Öte yandan kitlelerin yönelimini Erdoğan’ın temsil ettiği hareketin bir siyasal başarısı olarak göstermek ve kitlelerin bu gerici siyasal hareketi desteklemeye devam ettiğini söylemek, esas alınması gereken bir siyasal olgu değil, esasen tasfiyeciliğin yere çaldığı ve oportünizmin kör değilse de şaşı ettiği solun siyasal etkisinin bir sonucundan ibarettir.
İki Sağ Blok Kapışırken Sol Neredeydi?
Bu arada bir tarafta AKP ve MHP’nin Cumhur İttifakı belliyken karşısına da özenle HDP’yi dışlayan bir başka sağ cephe Millet İttifakı çıkarıldı. Bir başka deyişle bu tablo öteden beri türlü medya organlarından sistematik biçimde pompalanan görüşü teyid eden bir tabloydu. Yani seçim stratejilerinin merkezine sağ seçmeni AKP’den koparmak için AKP’nin karşısına bir başka sağ cepheyle çıkmak gerektiği hakkındaki propagandanın hedeflediği şey sağlanmış oldu.
Açıkçası bu yönelim sadece Türkiye’ye özgü de değildir. Dünyanın başka merkezlerinde de sağa karşı mücadele etmek için görece sağ bir çizgiye çekilmek gerektiği fikri çoktan beri revaçtadır. Ama bu, solu cepheden çatışarak geriletemeyen sağcıların bir stratejisinden başka bir şey değildir. Nitekim solu içinden çürüterek sağa çekmek suretiyle izlenen seçim politikalarının sonucunda Avrupa’da Merkel, İngiltere’de muhafazakarların hüküm sürdüğü ve diğer Avrupa ülkelerinde de tablonun farklı olmadığı açıktır. Bu itibarla AKP’ye karşı sağa çekilip mücadele etmenin de başka türlü bir sonuç vermesi beklenmemeliydi.
Nİtekim KöZ şubat ayından itibaren değişik platformlarda ve yayınlarında seçimlerde parlamento seçimlerinin önemli olduğunu ve burada bir kürsünün korunması gerektiğini, HDP’nin ağırlık merkezinde olacağı bir seçim bloku oluşması gerektiğini ve cumhurbaşkanlığı için Selahattin Demirtaş’ın ortak aday olarak desteklenmesi gerektiğini öne sürdü. Baskın seçim kararı alındıktan sonra da bu hedefleri 1 Mayıs alanlarına taşıyıp seçim kampanyaları boyunca bu tutumu ortaya koydu. Bilhassa seçimlerin ardından bu süreçteki tutumu nedeniyle takdir ifade eden değerlendirmelere muhatap oldu.
24 Haziran günü CHP’nin büyük iddialarla takdim ettiği sandıklara sahip çıkma ve sonuçları hileyle manipüle etmeye karşı tedbirlerinin beş para etmediği çabuk belli oldu. CHP, AA’nın ilan ettiği sonuçları teyit eder konuma düştü. YSK önüne kitleleri yığacağını söyleyen İnce ortadan kayboldu. Seçimleri hakkıyla Erdoğan ve Cumhur İttifakının kazandığını kendilerinden önce rakipleri teyit ve ilan etmiş oldu.
Seçim Sonuçları Neyi Gösterdi?
Bir kez daha CHP’nin ana muhalefet değil yedek lastik rolü oynamaya göre ayarlandığı ve İyi Partinin de fos çıkmasıyla sağdan kurulmak istenen ana muhalefet alanının hala boş durduğu belli oldu. Bütün engellemelere ve saldırılara karşın meclise güçlü bir biçimde girmeyi başaran HDP’den başka ana muhalefet rolünü üstlenebilecek bir odak olmadığı da bir kez daha belli olmuş oldu.
24 Haziran akşamı aslında beklenen ve fakat arzu edilmeyen sonuç hasıl olduğunda ve buna karşı sokaklardan bir tepkinin yükselmesi elbirliği ile önlendikten sonra, 25 Haziran sabahından itibaren ham hayaller ve kof umutlar da yerini derin bir teessüre bıraktı.
Doğrusu İnce sandıktan çoktandır görülmeyen bir sonuç almayı başarmıştı. Bunu yer yer (bilhassa Kürdistan’da) HDP kitlesinin ve solun doldurduğu miting alanlarına borçlu olduğu sır değildi. Bu mitinglerin coşkusunun da İnce’nin yer yer CHP politikalarını da (dokunulmazlık konusunda olduğu gibi) eleştiren ve Erdoğan’la birlikte onun tayin ettiği bürokrasiyi de tehdit eden söylemi sayesinde olduğu da sır değildir.
Öte yandan AKP’nin seçmen desteğinin de iyice azalmış olduğu bir başka gerçektir. Erdoğan OHAL baskısı, yer yer sandıklara dönük manüpülasyonlar ve MHP’nin desteğine rağmen ucu ucuna galip çıkabilmiştir. Bunu da kendi oylarını arttırmak suretiyle değil, daha çok MHP’nin oylarını arttırması sayesinde elde ettiği belli olmuştur. AKP ve Erdoğan, Devlet Bahçeli’nin önüne çıkardığı yüzde 50+1 barajını yarısı budanmış MHP’nin oylarını arttırması sayesinde aşabilmiştir. Bu nedenledir ki bu kıl payı zaferi ağız tadıyla kutlayamadığı gizlenememektedir.
Üstelik Bahçeli’nin başından devrilmesini bizzat Erdoğan’ın kendisi önlemiş, JÖH’ler, PÖH’ler vb.nin yanısıra “FETÖ”cülerden boşalan yerlerin birçoğuna MHP’li kadroları tayin etmek zorunda da kalmıştı. Hem iç hem dış politikada MHP’nin savunduğu politikaları bizzat uygulayarak MHP’ye bu başarıyı ikram eden de başkası değildir.
Böylelikle 25 Haziran’dan itibaren Erdoğan’ın,MHP’nin rızası ve desteği olmadan yürüyemeyeceği belli olmuştur. KöZ’ün seçimlerin öncesinden beri işaret ettiği gibi bu ittifak baştan çatlaktır ve bu çatlak her an derinleşebilecek durumdadır. Daha ilk adımlardan itibaren bunun alametleri (bedelli askerlik ve af konularında da görüldüğü gibi) görülmeye başlamıştır. Meclisin tatile girmesiyle bir süre bu gerilim askıya alınsa da ortadan kalkacak gibi görünmemektedir.
Öte yandan Erdoğan’ın seçim zaferine bir türlü sevinememesinin tek nedeni MHP’yi güçlendirerek ona muhtaç hale gelmesinden ibaret değildir. Bundan daha önemlisibütün gayret ve tertiplere rağmen ve tek başına kaldığı halde HDP’nin meclis dışına atılması doğrultusundaki planın boşa çıkmış olmasıdır. Zira bu aynı zamanda Erdoğan’ın MHP karşısında daha bağımsız hareket edebilmesinin de bir koşuluydu.
Cumhur İttifakı Baştan Çatlaktır ve Zayıf Bir Başarı Elde Etmiştir
Sonuçta Erdoğan bir süre daha Beştepe’deki koltuğunu sağlama almış ve meclisten bağımsız bir kabine kurmanın koşullarını yaratmış olsa da, TBMM’de MHP’siz bir yeterli çoğunluktan mahrum durumdadır. Hatta MHP ile birlikte bile gönlünden geçen ağırlıklı çoğunluğu elde edememiş durumdadır.
Bu durumda “Bahis konusu vatansa gerisi teferruattır.” diyerek her türlü baskı tedbirine öyle ya da böyle destek vermeye amade olan bir CHP’nin “kerhen desteğine” de ihtiyacı olmaya devam edecektir. Bir başka deyişle önümüzdeki süreçte Erdoğan’ın bir muhalefete daha tahammülsüz olacağını beklemek yanlış olmaz.
Nitekim OHAL’e son verme iddiasıyla gelip bütün Türkiye’de bir OHAL uygulamasını getiren Erdoğan iki seçime OHAL şartlarında gittikten sonra sözümona OHAL’i kaldırmak adına bunu kalıcılaştıran bir “anti-terör” yasasıyla işe başlamaktadır ve bir kez daha CHP’nin desteğine, hiç değilse “uslu durmasına” ihtiyacı vardır.
Zira OHAL’i Kürtlerle ilgili bir sorun olarak görmemek gerekir. Erdoğan’ın 7 Haziran’da bir iç savaş başlattığı, bu savaşın Kürdistan’da başladığı da doğrudur. Gelgelelim tüm Türkiye sathında yürütülen bu içsavaşın tek muhatabı Kürtler değildi. Aksine Türkiye’de bir işçi hareketinin ortaya çıkması için ekonomik kriz duasına yatanlara inat zaten Türkiye’de artan siyasallaşmaya paralel olarak Gezi Ayaklanması’ndan itibaren Türkiye’nin batısından kuzeyine işçi ve ezilen muhalefeti yeni bir ivme ile yükselmeye başlamıştı. 7 Haziran 2015 seçimlerinden önce bu muhalefet önceki ile görülmemiş bir eşiğe ulaşmıştı. Başta Renault Direnişi olmak üzere son yıllların en büyük işçi eylemlerinin tam da bu dönemde gerçekleşmesi bir tesadüf değildi. Erdoğan’ın ilan ettiği ve sonrasında OHAL ile taçlandırdığı iç savaş tam da zaten yükselmekte olan işçi hareketinin önünün kesilmesi amacını taşıyordu. Dolayısıyla işverenlere “Grevleri ve benzeri işçi eylemlerini önlemek için OHAL’i sizin için çıkardık.”diyen Erdoğan aslında geleceğe dair bir uyarıda bulunmaktan ziyade 2015’ten bu yanaki marifetlerini anlatmaktaydı. Üstelik 2018 1 Mayıs’ının, Muharrem İnce’nin ve HDP’nin seçim mitinglerinin gösterdiği gibi bu baskı ve yıldırma politikaları dahi kitlelerin kitlesel protesto eylemlerinin önünü kesmeye yetmemektedir. Önümüzdeki dönemde uluslararası finans kapitalin hareketinin Türkiye ve benzeri ülkelerde yarattığı ve yaratacağı çalkantılar ve darboğazlar nedeniyle manevra kabiliyeti iyice azalacağı düşünüldüğünde zayıflayan Erdoğan’ın –ister OHAL adını kullansın isterse de kullanmasın- OHAL’in cenderesini gevşetmeyip daha da sıkılaştıracağı açıktır.
Öte yandan seçim sonuçlarını lehine çevirebilmek içinErdoğan’ın giriştiği Afrin’i işgal harekatı kendisine MHP’ye yaradığından daha fazla yaramış değildir. Afrin operasyonu ancak ödenecek faturalar arasında geniş bir yer almıştır. Mınbiç ve Fırat’ın doğusu yahut Kandil hakkındaki hayallerin de kısa vadede gündeme gelmeyeceği anlaşılmaktadır.
Bu şartlarda 24 Haziran’a giden süreçte iktidardaki koalisyonun attığı adımların çok sınırlı bir katkısı olduğu bellidir. Cumhur İttifakının OHAL şartlarında gidilen seçimlerden elde ettiği sonuç bundan ibaret olurken aynı ittifak şimdi kalıcılaşmış OHAL şartlarında kritik yerel seçim sınavına girmek durumundadır. Üstelik yerel seçimlerin olağan tarihine kadar işlerin düzeleceğine dair işaret yoktur. Aksi yönde alametler belirdiği ölçüde yeni bir baskın seçime gitme olasılığı şimdiden dillendirilmeye başlamıştır. Ne var ki bu seçimleri öne almak için AKP ve MHP’nin meclisteki toplam 340 olan üye sayısı yetmiyor. Anayasa değişikliği için 400, anayasa değişikliğini referanduma götürmek için ise 360 vekilin oyu gerekiyor.
Erdoğan’ın hasım ve rakiplerinin 7 Haziran’dan 1 Kasım seçimlerine giderkenki gibi bir tuzağa düşmeyeceklerini düşünürsek iktidarın yerel seçimleri erkene alma ihtimalinin yok denecek kadar az olduğuna kanaat getirebiliriz.
Bu durumda iktidardaki Cumhur İttifakının ucu ucuna elde ettiği seçim sonuçlarını ciddi bir biçimde arttıramayacağı, en azından referandumda büyük şehirlerde ortaya çıkan tabloyu esaslı bir biçimde değiştiremeyeceğini varsayarsak, seçimlere kadarki süreçte rakiplerinin ve hasımlarının zayıflamasını ve birtakım hatalar yapmalarını beklemesi icap edeceği bellidir.
AKP’nin Rakipleri ve Yedek Lastikleri Kendi Kendilerini Budamakla Meşgul
Ne var ki bunun için henüz AKP ve müttefiklerinin bir şey yapmasına fırsat kalmadan CHP cephesinde bunu sağlayacak gelişmeler başgösterdi. İnce’nin yıllar sonra %30 bandını aşmış olmasından güç alarak yerel seçimlere hazırlanmak bir yana, CHP neredeyse bölünme dinamikleri üretecek bir “yenilenme” telaşı içinde bir olağanüstü kurultay girdabına girdi. AKP ve yandaşları da bu gerilimi ellerinden geldiğince körüklemek üzere harekete geçmiş durumda.
CHP’de ne olacak derken bu sefer İYİ Parti’de benzer bir kurultay gerginliği gündeme gelmiş durumda. Oysa Cumhur İttifakının önünü kesecek yeni bir umut gibi sunulan İP bırakalım AKP/MHP ittifakının kalesinde ciddi bir gedik açmayı, seçimlere ancak CHP desteğiyle oradan oy çalarak zorla çıkabildi. Şimdi de seçimlerden avantajla çıkan MHP’ye yeniden kan vererek geri düşme eşiğine gelmiş bulunuyor. Millet İttifakının diğer bileşeni olan SP ise Abdullah Gül kozundan mahrum kalınca seçimlerden girdiği gibi çıkarak köşesine çekilmiş durumda. Henüz Cumhur İttifakının bir hamle yapmasına gerek kalmadan rakipleri kendi kendilerine çelme takarak etkisizleşme dinamiğine kapılmış durumdadır.
Buna karşılık HDP, OHAL şartlarının yanı sıra birçok vekili belediye başkanı ve yöneticisi yahut aktivisti tutuklanmış durumdayken barajı tek başına aşıp mecliste üçüncü büyük grubu kurmayı başarmıştır. HDP’nin Kürt illerinde 1 Kasım’a kıyasla önemli bir oy kaybı yaşadığı doğru olsa da bölgede sandıklara müdahalelerin 1 Kasım’dan önce değil sonra başladığını akılda tutmakta fayda var. Üstelik 2017 referandumu ile kıyaslandığında Erdoğan’ın oy kaybı yaşadığı asıl bölge yine Kürt illeri olmuştur.
Tıpkı 7 Haziran’dan sonra olduğu gibi bu başarının bilhassa CHP seçmenlerinden gelen bir takım emanet oylar sayesinde olduğuna dair hikayeler de hemen piyasaya sürülmüştür.
Kimin Oyları Kime Emanet?
Tam bu noktada kimin kime emanet oy vermekte olduğunu sorgulamanın tam vaktidir. Bu sorgulama hem 24 Haziran seçimlerinin akıbeti bakımından hem de gelecek yerel seçimlerde izlenmesi gereken tutum itibariyle gerekli ve önemlidir.
Herşeyden önce CHP seçmeninden HDP’ye yönelen oyların mı, yoksa HDP’ye gitmesi muhtemel ve gerekirken CHP’ye giden oyların mı emanet olduğuna bakmak gerekir. Eğer bu seçimlerde (önceki seçimlerde de olduğu gibi) CHP seçmeni kabul edildiği halde HDP’ye yönelen bir seçmen topluluğu varsa (ki olduğu besbellidir) bunların (İYİ Partiye giden milletvekilleri gibi) CHP yönetiminin arzusu ve talimatıyla gidip gitmediği konusu önemlidir.
CHP’nin tıpkı Ekmeleddin vakasında olduğu gibi, kendini solda değil sağda göstermeye gayret ederek AKP’den oy koparma kaygısıyla hareket ettiği artık bir sır değildir. Hatta eğer Meral Akşener kendini dayatmamış olsaydı Abdullah Gül’ün yine böyle bir mecraya girmeye hazırlandığı da sır değildir. Hatta Muharrem İnce aday gösterilinceye kadar adı geçen muhtemel adayların da yine sağ seçmene hitap etmesi beklenen isimler olduğu da bilinmektedir. Öte yandan CHP’nin büyük parçası olduğu Millet İttifakının MHP artığı bir İP’den ve Madımak sabıkalı bir SP’den oluşup özenle HDP’yi dışarda bıraktığı düşünülürse CHP’nin 24 Haziran’a giderken kendini solda göstermek için bir gayret gösterdiğini düşünmek de akla ziyandır. Bu şartlarda CHP, AKPve MHP’den oluşan Cumhur İttifakının karşısına Millet İttifakı ile çıkarak seçimlerde seçmeni bir kez daha iki sağ blokla karşı karşıya bırakmayı tercih etmiştir. Böylelikle SP ve İP olduğu gibi DP’yi de meclise taşırken, bir kez daha kendi alabileceği oyların altında oy almıştır.
Bu bakımdan bir sürpriz olarak cumhurbaşkanlığına aday gösterilen Muharrem İnce’nin kendisi bir sürpriz olduğu gibi, aldığı sonuç da sürpriz olmuştur. Bu durumda baskın seçimlerin gündeme gelmesiyle başka bir formül bulmakta zorlanan CHP kurmaylarının baştan seçimleri kaybetme düşüncesiyle hareket edip, bu yenilginin altında Kılıçdaroğlu’na rakip çıkan İnce’nin kalmasını istediklerini düşünmek yanlış olmaz.
Ne var ki Millet İttifakının kampanyası ile İnce’ninki karşılaştırıldığında tablo açıktır: Millet İttifakının oyu İnce’nin aldığı oydan ancak üç puan fazladır ve CHP’nin oyları da kendi adaylarının aldığı oydan neredeyse on puan aşağıdadır.
Buradan anlaşılması gereken açıktır ki, kendi başına açıkça Millet İttifakından daha sol bir söylemle kampanya yürüten İnce ile kendini sağda göstermeye çalışan CHP’nin aldığı oylar arasındaki fark denklemin çözümünü açıkça gösterir.
Bir başka deyişle sağa bakarak yürümekte ısrar eden CHP’nin tabanında bu şaşı yürüyüşten rahatsız olan ve solda bir arayış içinde olan kesimlerin olduğundan hiç şüphe yoktur. Bu itibarla eğer bu seçmen kitlesinden HDP’ye yönelen oylar varsa (ki vardır) bunların HDP’ye giden emanet oylar olduğunu söylemekten ziyade CHP’de emaneten duran kimi oyların daha soldaki seçeneklere yönelme eğiliminde olduğunun bir işareti olarak görmek gerekir. Nitekim tastamam öyledir.
Bu bakış açısıyla ve bundan ötürü 24 Haziran’a giderken yapılması gerektiği gibi önümüzdeki yerel seçimlerde de mutlaka açıkça soldan yürüyen bir odağa ihtiyaç olduğu besbellidir. CHP kurultay macerasından nasıl çıkarsa çıksın bu rolü oynayamayacağı besbellidir. Dolayısıyla ana muhalefet rolünü oynamaya aday sol seçenek CHP bünyesinde ve etrafında olmayacaktır.
KöZ şubat ayından beri bu tabloya işaret ederek seçim sathı mailinde sol kulvarın boş olduğuna işaret etmektedir. Yenilenerek yahut yenilenmeden CHP’nin bu boşluğu doldurmaya elverişli ve niyetli olmadığı besbellidir.
Seçimlerin Makus Seyrini Değiştirmenin Yolu
Solda Güçlü ve Birleşik Bir Blokun Yaratılmasıdır
Bir kez daha AKP-MHP ittifakına karşı sağdan bir alternatif çıkarma arayışlarına girmenin başka bir sonuç vereceğini beklemek ahmaklık olur. AKP’yi geriletmek ve devirmek için onun karşısına sağdan çıkma fantezisi defalarca ve her seferinde hüsranla denenmiştir. Bu deneyimlerin gösterdiği her seferinde bu yolun gerilemekte olan Erdoğan’a can suyu sağlamakta olduğudur. Zira sağın şampiyonu olduğu besbelli olan Erdoğan’a sağdan bir alternatif yaratmanın akla ziyan olduğunu aslında daha telaffuz ederken fark etmemek elde değildir.
Öte yandan AKP’nin yedek lastiği olarak tasarlanmış CHP’nin kendiliğinden bu sağdaki arayışlardan kurtulup sola yönelmesini beklemek de nafiledir. Tam tersine CHP’nin tabanındaki emekçilerin sola doğru çekilebilmesi onun solunda güçlü bir sol seçeneğin belirmesi sayesinde sağlanabilir ancak.
Bunun da yolu apaçık bellidir. Ağırlık merkezinde HDP’nin yer aldığı bir sol blokun oluşması ve seçim arenasının tablosunu değiştirmesi gerekir. Bu 24 Haziran’a giderken de gerekli ve mümkündü şimdi de başka bir yol olmadığı daha iyi görünmektedir.
Kaldı ki, AKP ve Erdoğan’ı geriletmek de bir hedef olamaz. Zira KöZ’ün yıllardır işaret ettiği gibi ve son seçimlerde de bir kez daha doğrulandığı gibi Erdoğan ve partisi zaten gerilemekte ve güç kaybetmektedir. Bu şartlarda ona sağdan bir alternatif aramak olsa olsa ona sağdan destek vermek olur; nitekim öyle olduğu defalarca görülmüştür.
Acil ve güncel ödev AKP’nin geriletilmesi değil onun koltuk değneğiyle birlikte devrilmesidir. Bunu sağdan bir alternatifle sağlamaya çalışmak ancak ona bir koltuk değneği daha sunmak olur.
Bu kısır döngünün kırılmasının birinci adımı önümüzdeki yerel seçimlerde böyle bir adımın atılmasıyla atılabilir ancak. Hiç kuşkusuz ne yerel seçimlerle Erdoğan sarayından inecektir ne de AKP/MHP ittifakının sonu bu seçimlerle gelecektir.
Buna karşılık Erdoğan’ın pervasız saldırılarının nasıl püskürtüleceğini gösterebilmenin yolu buradan geçer. Bu adım aynı zamanda Erdoğan ve AKP/MHP ittifakına karşı ana muhalefetin nereden yükselebileceğini de göstermenin birinci adımıdır.
Açıktır ki yerel seçimlere Erdoğan’ın acilen devrilmesini sağlamak amacıyla yaklaşmak bönlük olur. Bunun için önce onun yedek lastiği olan CHP’ye kuyrukçuluk etmekten kurtulmak olduğu besbellidir. Erdoğan ile birlikte onun son bekçisi olduğu ve bir türlü içinde debelendiği rejim krizini çözemeyen 12 Eylül rejimine son vermenin yolu da bellidir. Önümüzdeki eşiğin bu eşik değil bir yerel seçim olduğunu da unutmaya gerek yoktur. Ne var ki bu yerel seçimleri bu yolun gösterilmesi için bir eşik haline getirmek imkansız değildir.
Daha önemlisi yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istediğini her geçen gün biraz daha fazla gösterdiği ve yönetenlerin de eskisi gibi yönetemedikleri apaçık belli olmaktayken (Yeni hükümet sistemine geçme gayreti bunun ifadesi değilse nedir?) “Tek Yol Devrim!” şiarını nostaljik bir fantezi olarak değil somut bir stratejik hedef olarak ileri sürebilmek için de bu adımı atmaya gerek vardır.
Önümüzdeki yerel seçimlere,yerel seçimde Erdoğan’a bir yenilgi tattırmakla sınırlı bir hedef yerine Erdoğan’la birlikte onun son bekçisi olduğu 12 Eylül rejimini alaşağı etmenin yolunu göstermek için yararlanmak gerekir.