Türkiye’deki hâkim siyaseti “bekleme siyaseti” olarak adlandırmak mümkün. Hükümetin başından “hemen şimdi”cilere herkes elbette seçimleri bekliyor. Erdoğan koltuğunu korumak için seçimleri beklerken, Suriye’den ekonomi politikalarına, tüm kritik kararları seçim sonrasına erteliyor. Burjuva muhalefeti Erdoğan’dan kurtulmak için yine seçimleri bekliyor. Kılıçdaroğlu 2011, 2015, 2018 seçimlerinin ardından yaptığı ilk konuşmalarda şaşmaz bir biçimde “gelecek seçimde görüşürüz!” mesajını vermişti. Bugün de fazlasını söylemiyor. Muhalefetin muhalefeti ise, hem Erdoğan’dan kurtulmak için hem de burjuva muhalefetiyle farklarını sergileyebilmek için seçimleri bekliyor. Tam da bu nedenle HDP son dört yıldır periyodik olarak “erken seçim” çağrısında bulunuyor.
Bekleme siyaseti burada bitmiyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin resmî tarihi belli: 24 Haziran 2023. Ama 2017’de anayasa hazırlanırken “küçük ortak” görünen MHP’nin bir başka dayatması işleri karıştırmıştı. Anayasaya göre, meclis erken seçim kararı almadıkça, Cumhurbaşkanı seçimlerin yinelenmesi kararı aldırsa dahi, bir kişi en fazla iki kere Cumhurbaşkanı olabiliyor. Erdoğan ise meclisten erken seçim kararı çıkaramadığı gibi seçimi erkene de alamıyor. Zira bu sefer de muhalefeti sıkıştırmak için hazırladığı seçim kanunu geçersiz hâle geliyor. Karar alamayan Erdoğan bekliyor.
Erdoğan’ın “nabız yoklama” siyaseti de kendi yalpalayışının bir ürünüdür. Seçimlere dair tutumunu net bir şekilde açıklamaya cesaret edemeyen Erdoğan muhalefetin tepkisini ölçüyor. 14 Mayıs tarihini ima ediyor ama AKP’nin bunu Meclise bir erken seçim önerisi olarak mı sunacağını, yoksa Cumhurbaşkanı’nın seçimleri yenileme kararını mı alacağını belirsiz bırakıyor. Hatta normal koşullarda yürürlüğe girmemesi gereken yeni seçim kanununu bu seçimde uygulamakta ısrar edip etmeyeceğini bile açıklamıyor. Böylelikle bir yandan muhalefete, ittifakların önüne engeller çıkarıp vekil sayısını düşürten seçim yasasını geçersiz kılma rüşvetini sunup onu satın almayı umuyor. Diğer yandan da ciddi bir dirençle karşılaşmadığı koşullarda, “ben yaptım oldu” diyerek Anayasayı bir kez daha çiğnemenin kapısını açık tutuyor. Her ne yapıyorsa kendisine güvenerek değil karşısındaki muhalefetin tepkisini görmeyi bekleyerek yapıyor Erdoğan.
Erdoğan Anayasayı çiğnemenin zeminini hazırlarken burjuva muhalefeti elbette bekliyor. Kılıçdaroğlu yahut Akşener Erdoğan’ın kendi hukukunu çiğnemesi karşısında geçelim eylemli bir tepki göstermeyi, bir tepki dahi göstermiyor. “Seni her koşulda yeneriz” demagojisiyle kendi teslimiyetlerini örtüp, seçim tarihinin 14 Mayıs olmasını kabul eden mesajlar veriyorlar. Burjuva muhalefeti “Bakalım Erdoğan ne yapacak?”, “Bakalım YSK ne yapacak?” diye bekliyor.
Hiçbir şeyin değişmediği, değiştirilemediği durumda bile seçim sürecinin başlamasına doksan günden az kaldı ama Amerikancı Muhalefet’in adayı hâlâ belli değil. Yapılan açıklamalara göre Altılı Masa önce adayı nasıl belirleyeceğini görüşecekmiş, sonra adayların kimler olacağı hakkında belirlenen yönteme uygun istişare edecekmiş, en sonunda da adaya karar verecekmiş, yani uzunca bir süre daha bekleyecekmiş. Altılı Masa bekliyor çünkü adayını bir türlü belirleyemiyor. Şahsi çıkarlara, zümre çıkarlarına dayalı burjuva siyasetinin yıkıcı rekabeti, benzemezlerin tek bir adayda buluşmasını engelliyor. Erdoğan’ın İmamoğlu hamlesi bu rekabeti daha da körüklüyor.
Sadece Altılı Masa değil, erken seçim çağrısı yapmayı vazife edinmiş HDP de bekliyor. Kendini düzen güçlerinden bağımsız, parlamentarist hesaplarından uzak, halkın ve mücadelenin sesini yükseltmeye kararlı, ilkeli bir muhalefet partisi olarak tanımlayan HDP’nin Erdoğan’ın ve Amerikancı Muhalefet’in bu bekleme hâlini bir fırsat görüp, kendi farkını açıktan göstermesi ve hükümetin üstüne bağımsız bir biçimde yürümesi, kendi seçim kampanyasını çok önceden başlatması beklenirdi. Ama HDP tam tersini yaptı, bekledi. Pervin Buldan’ın “en kısa zamanda kendi adayımızı çıkaracağız” açıklamasının aynı zamanda “bugüne kadar bu doğrultuda adım atmadık” itirafı olduğunu anlamak zor olmasa gerek. Buldan’ın bu açıklamasının, HDP’nin kurulmasına öncülük ettiği Emek Özgürlük İttifakı’nın diğer bileşenleri tarafından, üstelik tam da ittifak seçimle ilgili ortak aday açıklamasını bir gün önce yapmışken, bir sürpriz olarak karşılanması da bu bekleyişin bir başka kanıtı.
HDP’nin bekleyişi Altılı Masa’nın bekleyişinden, özellikle 2018 sonrasında kendisini düzen partilerine adım adım angaje eden yöneliminden bağımsız değildir. Aslına bakılırsa 2019 seçimlerinden beri Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak aday çağrısında bulunan HDP’nin hazırlıksız olduğu söylenemez. Tam tersine, Demirtaş’ın “emek cephesi”, “üçüncü yol” açılımları, sol yayınlara ve haber sitelerine gönderdiği mektupları, Köz sayfalarında öncesinde de belirtildiği gibi, HDP’nin önceki pozisyonunun tekrarının ötesinde anlamlar taşıyordu. Demirtaş, emek cephesi vurgusuyla aslında Kürt sorununu ve HDP tabanının “bölücülüğünü” görünmez kılma ve böylelikle merkezinde CHP’nin bulunduğu bir “demokrasi blokuna” soldan eklemlenme niyetindeydi. Eşbaşkan Mithat Sancar da yaptığı tüm konuşmalarda HDP’nin milletvekili seçimlerine bağımsız olarak gireceğini vurgularken, milletvekili seçimlerini dikkatle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden ayırıyor ve “ilkelerde anlaşıldığı” takdirde Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “demokrasi güçleriyle” ortak hareket etmeye hazır olduklarını tekrarlıyordu. HDP uzun bir süre Altılı Masa’nın kendisiyle diyaloga geçmesini, en azından “içine sinebilecek” bir aday belirleneceğinin teminatını vermesini istedi. Böylelikle CHP bekledikçe HDP de beklemeyi sürdürdü.
Gelgelelim, HDP’nin tabanından en az Erdoğan kadar ürken ama aynı zamanda 2019 seçimlerini akılda tutarak bu tabanın oylarının çantada keklik olduğunu düşünen Amerikancı Muhalefet buna yanaşmadı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun son beyanı da bu yöndedir. “HDP kendi adayını çıkarsın, biz HDP’nin tabanından her halükarda oy alacağız”. Bu yaklaşımı yeni-AKP’yi eski CHP olmakla eleştiren böylece yeni-CHP’nin de aslında eski-AKP olduğunu itiraf eden beyanıyla da uyumludur.
Buldan’ın ısrarla HDP’nin aday çıkaracağını belirtmesiyle HDP’nin beklemeye son verdiğini düşünmemek gerekir. Tersine Buldan’ın sözleri, HDP kendi adayını çıkardığı takdirde dahi HDP’nin bundan böyle yeni bir durakta bekleyeceğinin habercisidir. Buldan, “Aday çıkarsak da demokratik temellerde müzakereye kapalı değiliz.” diyerek aslında HDP’nin aday çıkarma amacının hükümete karşı cepheden ve bağımsız bir şekilde mücadele etmekten çok Altılı Masa ile müzakereyi zorlama hamlesi olduğunu ifade etmektedir. Demirtaş’ın “Muhalefetin birleşerek ortak adayla seçime gitmesi için partimiz HDP, bugüne kadar hep çaba sarf eden taraf oldu, bu çabalarından da vazgeçmiş değil. Altılı Masa’nın tutumuna bağlı olarak ortak aday olasılığı hâlen masada, kapı kapalı değil.” sözleri bekleme siyasetinin bitmeyeceğinin doğrulayan başka bir örnektir.
Bağımsız Tutum Alamayan Sol da Bekleyişte
Emek Özgürlük İttifakı da bekliyor. Halbuki “Türkiye halkları (…) Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı arasına sıkışmış bir egemen siyasete mahkûm değildir.” saptamasıyla yola çıkmıştı. “halkın gelecek umutlarını salt sandığa bağlamadan, ancak sandığın önemini de görmezden gelmeden emek ve demokrasi mücadelesini yükseltmek”ten söz eden bir ittifak için en kolay iş herhalde kendisiyle aynı ilkeleri ve hedefleri paylaşan bir aday belirleyip, seçim çalışmasına başlamak olurdu.
Ama HDP bekleyince, Emek Özgürlük İttifakı da adım atamıyor, toplumsal mücadelenin gerekliliğine dair genelgeçer bir çerçeveyi tekrarlamanın ötesine geçemiyor. Seçimler hakkında konuşmaya başladığı anda ise kendi kararsızlığını ve yalpalayışını ele veriyor. 5 Ocak tarihli toplantıda “ortak aday seçeneğine daha yakınız” dedikten bir gün sonra en büyük bileşeni aday çıkaracağını açıklıyor. İttifak’ın kendisi bu çelişkili duruma açıklık getirmeye dahi uğraşmıyor. Tersine TİP’in mitingde hareket edişinden de belli olduğu üzere, başından itibaren seçime endeksli bir ittifak olmadığını ısrarla belirtmiş olsa da, bir miting içinde kendi eylem birliğini dahi koruyamıyor. Emek Özgürlük İttifakı da, içe kapalı tartışmalara hapsolmuş şekilde, beklemeyi sürdürüyor.
Bu durum da şaşırtıcı değildir zira, buna dahil olan bileşenlerin öznel hedefleri bir yana, Emek Özgürlük İttifakı, HDP ile CHP’yi yan yana getirebildiği, TİP’i parlatma sevdalılarının pek sık başvurduğu ifadeyle “köprü olabildiği” sürece siyaset sahnesinde kendisine bir yer bulabilir. HDP ile Altılı Masa’nın diyalog içinde hareket etme koşulları zayıfladıkça Emek Özgürlük İttifakı da işlevsizleşecek ve beklemeyi sürdürecektir.
Bekleyenler arasında Sosyalist Güç Birliği de var. 20 Ağustos 2022 tarihli kuruluş bildirgesinde “Yaklaşmakta olan seçimlerde de devrimci sorumluluğun bilinciyle ülkemizin geleceğine birlikte sahip çıkacağız.” diye yazıyor olsa da aradan geçen beş ay içinde Sosyalist Güç Birliği’nin seçimlerde ne yapacağını öğrenmek mümkün olmadı. Hâlbuki güçbirliğinin bileşenlerinden TKP daha 2021 Şubatı’nda seçimlere hazırlanma çağrısında bulunuyordu. “Bu ülkenin emekçileri, yurtsever aydınları, bağımsızlık ve aydınlanma neferleri, sömürü düzenini yıkarak eşitlik bayrağını dalgalandırmayı isteyen devrimcileri olarak 2023’e biz de hazırlanmalıyız.” Aradan iki yıl geçmesine karşın TKP zaman zaman “Halkımız CHP’nin gerçek yüzünü görsün diye ikinci turda Kılıçdaroğlu’nu destekleyebiliriz” de diyerek “Seçimlerdeki tutumumuzu çok kısa zaman içinde açıklayacağız” açıklamaları yaparak beklemeyi sürdürüyor.
Seçimler konusunda bağımsız bir tutum takınma konusunda en aceleci bileşeni TKP’nin genel sekreterinin “Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı devrimci diyemeyiz…. Bütün adaylara aynı tavrı göstereceğiz diye bir şey yok” diye konuştuğu koşullarda Sosyalist Güç Birliği’nin de beklemesi anlaşılırdır. Kendi bağımsız tutumu olamayan tüm birlikler gibi Sosyalist Güç Birliği de Cumhurbaşkanlığı seçiminde tutum belirlemek için önce gözünü diktiği CHP’nin alacağı kararı beklemektedir.
Kuşkusuz seçimlerin hiçbir meşruiyetinin olmadığını, emekçilerin değişim umutlarını sandığa hapsetmenin bir ihanet olduğunu söyleyen bir dizi akım vardır. Bu kuşkusuz yerinde bir tespittir. Ancak bu tespite sahip olanların bu değerlendirmenin karşılığının seçimlerde hangi tutum olduğunu da ifade etmeleri gerekir. Ne var ki söz konusu akımlar, geçelim dahil oldukları eylem ve etkinliklerde açıktan bir çağrıda bulunmayı, seçimlerde emekçilerin ne yapması gerektiğine dair bir değerlendirmede dahi bulunmamışlardır. Bu bakımdan seçimlerin bir aldatmaca olduğunu düşünen akımlar da, tutumsuz bir şekilde, seçimler diye bir gündem yokmuş gibi hareket ederek beklemektedir. Bekledikleri elbette seçimlerin geçmesidir.
Bugünkü siyaset tablosu içerisinde beklemeyen tek bir akım var, o da Köz. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde düzen güçlerine yedeklenmemek gerektiği, emekçilerin kurtuluşunun seçimlerle gelmeyeceği saptamalarını bir tekerleme yahut ayıp örten bir kılıf gibi kullanmak yerine, yaptığını söyleyip söylediğini yapan bir akım olarak bu tespitin gereklerini yerine getirdi. Millet İttifakı’na yedeklenmekten şikayet eden eden tüm sol akımlara Cumhurbaşkanlığı seçiminde, her iki turda da düzen partilerini desteklemeyeceğini peşinen ilan eden ortak bir Cumhurbaşkanı adayı çıkarmayı önerdi. Sol akımlar bağımsız bir eylemi örmek yerine beklemeyi tercih edince Köz’ün arkasında komünistler düzen partilerine yedeklenmeyi reddeden bir aday olan bağımsız Cumhurbaşkanı adayı Çetin Eren’i, bu konuda yalnız kalmaktan çekinmeden desteklemeye başladılar. Çetin Eren’i destekledikleri faaliyetlerini “Demokrasi Devrimle gelecek! Devrim İçin Devrimci Parti” şiarlarıyla yürütmeye başladılar, bundan sonra da öyle yürütecekler.
Devrimci Parti Sorununu Gündemine Almayanlar Beklemeye Mahkum
“Bekleyen derviş muradına ermiş”. Beklemekle ilgili en sık tekrarlanan atasözlerinden biri bu olsa gerek. Ama bereket atasözleri tümüyle hâkim sınıfın ezilenlere nasihatlerinden oluşmuyor. Mesela beklemenin, tutumsuzluğun bir çare olmadığını bir Afrika atasözü “Yarını beklesen de yarını beklemesen de yarın gelir.” sözüyle anlatıyor. Flemenkler ise, Türkiye’de Erdoğan’dan kurtulmak için AKP’nin bir emekçi seferberliği olmadan sahneden silinmesi hayalini kuranlara tembihte bulunurcasına “Başkasının ölümünü bekleyen daha çok bekler” demiş. Bizse yine bu topraklarda “korkunun ecele faydası yok!” diyoruz. İçindeki ve dışındaki tüm aktörleriyle bir kilitlenme içinde bulunan düzen solu beklese de beklemese de seçimler gelecek. Solun içindeki bu kilitlenme ise sadece onu düzen partilerinin hamlelerine karşı daha savunmasız hâle getirmektedir. Bu noktada, İkinci Enternasyonalcilerden kopma konusunda tereddüt yaşayan parti üyelerine seslenen Lenin’i hatırlatmak yetmez. Onun kararlı tutumunu pratikte de takınmak gerekir:
“Yalpalamakta olanlara yardım etmek isteyenlerin önce kendi yalpalamalarına son vermeleri şarttır.”
Soldaki hâkim bekleyiş havası ile Köz’ün takındığı bu bağımsız tutum arasındaki karşıtlık sadece seçimlerle bağlantılı olarak açıklanamaz, çok daha derin ve köklü sebepleri vardır. Bugünkü kilitlenmişlikleri ve tutumsuzlukları da esas olarak devrimci parti sorununu ele al(may)ışlarıyla ilişkilidir.
Devrimci siyaset düzen güçlerinden bağımsız siyasettir. Devrimci siyaset devrimden söz etmekle eş anlamlı değildir. Devrimci bir programı ve bu programın gereklerini hayata geçirebilecek devrimci bir örgütü şart koşar. Devrimci bir parti olmaksızın devrimci siyaset mümkün değildir. Daha doğrusu devrimci siyaset ancak devrimci bir partiyi kurma hedefini ve görevini merkeze alarak, tüm siyasi faaliyetleri bu hedefe tabi hâle getirerek, tüm siyasi faaliyetlerde bu hedefi ve görevi vurgulayarak yapılabilir. Böyle bir siyasi faaliyet devrimci iddiaları olan tüm kesimlere, devrimci partinin yaratılması için somut bir çağrıda bulunmayı şart koşar.
Hâlbuki solun önemli bir bölümü zaten devrim hedefini çoktan terk etmiştir, geri kalanlarının ezici bölümü açısından devrim gelecek zamanın konusudur. Bu iki kesim zaten siyasal mücadele dendiğinde düzen güçlerine, düzen imkânlarına yaslanarak yapılan siyaseti anlamaktadır. Bu kesimlerin aynı tutumu seçim sürecinde de göstermesi gayet doğaldır. Komünist kimliğini her fırsatta vurgulayanların emekçilerin karşısında bir Cumhurbaşkanı adayı göstermek gibi, normal koşullarda asla devrimcilik nişanesi olmayan, hatta reformist parlamentarist bir partinin her zaman takınabileceği bir tutumu dahi takınacak siyasi cesaretten yoksunluğu düzene bağlı siyaset yapanların sefaletini gözler önüne sermektedir.
Devrimin bugünün sorunu, devrimciliğin bugünün görevi olduğunu savunan tek akım Köz değildir. Devrimci bir partinin yaratılması konusunda devrimci güçlere somut bir çağrıda bulunan ve ilkeleri net bir şekilde tarif edilmiş ortak bir zemini adres gösteren tek akım Köz’dür. İster devrimci bir partinin mevcut olduğunu isterse de devrimci bir partiyi yaratma yolunda olduklarını iddia etsinler, diğer tüm akımlar devrimci partinin siyaset sahnesine çıkması için “güçlenmeyi” beklemektedir. Bu tür akımların da kendi bağımsız kimliğiyle kitlelerin karşısına çıkmak için sadece Gezi Ayaklanması’nı, yahut “şehir savaşları”nı değil aynı zamanda 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimini de pas geçmesi, siyaset yapmaya niyetlendiği oranda reformist platformların içinde rehin kalması, devrimci kalmaya çalıştıkça da kendine özgü kapalı devre bir faaliyete hapsolması kaçınılmazdır. Bu yolu seçenler beklemekten kurtulamaz.
Devrimci partinin yaratılması için öncelikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bağımsız bir tutum almayı şart koşmak, arabayı atın önüne koşmak olur. Yapılması gereken tam tersidir. Cumhurbaşkanlığı seçimindeki beklemeci durumdan rahatsızlık duyanların, bu tereddütle tutumsuzluk arasında salınmaya son vermek isteyenlerin yapması gereken ilk iş devrimci partinin yaratılmasını sürece havale etmekten vazgeçmek, bu partinin yaratılması için sorumluluk alıp öne çıkmak olsa gerektir.
“Yaşasın Komünistlerin Birliği!” Köz’ün arkasında duranların kendilerine düzdükleri bir güzelleme değil, bu sorumluluğu ortaklaşa paylaşma, devrimci partinin kuruluş kongresini birlikte örgütleme çağrısıdır.