Köz, SSCB’nin yıkılmasının da etkisiyle maneviyat bozukluğu ve yenilik arayışlarının hakim olduğu bir dönemde, Komintern’in yerdeki kızıl bayrağını, yalnızca siyaset sahnesine çıktığı topraklarda değil dünyada da yukarı kaldırma iddiasıyla yola çıktı. Emperyalizm çağının bir proleter devrimleri çağı olduğunun, emperyalistler arası paylaşım kavgalarının barışçıl yolla çözülemeyeceğinin, Türkiye’de de liberallerin gönlünden geçen uzlaşmanın sağlanamayacağının, “yeni dönem”, “21. yüzyıl sosyalizmi” gibi tanımlamaların safsatadan ibaret olduğunun propagandasını eylemli biçimde yaptı. Sekterlikle ya da dogmatikle suçlayanlara kulak asmadan, bolşevik tipte bir komünist partisi için mücadele etti.

Yirmi altı yıllık süreç tespitlerimizi doğruladı. Türkiye’de Avrupa Birliği’ne girme ve demokratikleşme hayaliyle başlayan süreç çöktü. 12 Eylül rejimi bu demokratikleşme için atılan her adımda daha derin bir krize girdi. Kürdistan’daki devrimci dinamikler bitirilemedi. Ortadoğu’daki ABD güdümündeki sözüm ona demokratikleşme maksatlı liberal çözümlerin de tamamı suya düşerken dünya çapında ABD emperyalizminin krizi de gittikçe derinleşti.

Eski Hurafeler Çöktü, Yaşasın Yeni Hurafeler

21. yüzyıla girerken ortaya çıkan “yeni çağ” tanımlamaları kendi hurafelerini, uydurma kavramlarını da beraberinde getirdi. Buna göre, tek tek emperyalist devletler ve burjuva diktatörlükleri değil, küresel sermaye, yani sermayenin ortak egemenliği, yeni düşmandı. Cenova’dan Seattle’a uzanan küreselleşme karşıtı eylem dalgası o dönem dünyada solu peşine taktı. Bugün emperyalistlerin ve uzantılarının milli çıkarları savunmaya başlaması, emperyalist devletler arasındaki açık çatışmaların yükselmesi, ekonomik korumacılığın artmasıyla küresel sermaye hurafesi çöktü. Ancak bu çatışmalı ve kavgalı statüko bu kez de “üçüncü dünya savaşı başladı” hurafesini yaymaya başladı.

Sovyetlerin yıkılışı, 1970’lerden beri ABD emperyalizminin güç kaybediyor olmasına rağmen, tek kutuplu dünya tezlerini güçlendirdi. Hemen sonra patlak veren Körfez Savaşları, Irak ve Afganistan’ın işgalinin ardından tüm dünyayı hegemonyası altına almış yenilmez bir “Amerikan imparatorluğu” hurafesi ortaya çıktı. Şimdi ise Amerika’nın içinde bulunduğu iktisadi bunalım Ortadoğu’daki çıkmazıyla birleşince bu imparatorluk tezi de rafa kalktı. Yerini emperyalistler arası paylaşım kavgasının kavranmasından en az imparatorluk tezi kadar uzak olan “çöken Amerikan hegemonyası” hurafesine bıraktı.

1980’lerde SSCB’ye karşı birlik ihtiyacının da etkisiyle özellikle emperyalist metropoller serbest ticaret uygulamaları getirdi. Bu durumla sosyal devletlerin de çöküşü ve işçi ücretlerinin azalmasıyla birlikte neoliberalizm hurafesi ortaya çıktı. Bugün işçi aristokrasisinin ayrıcalıklarının peşinde harekete geçmesi, sosyal devlet arayışlarının artması ve bu doğrultuda kimi talepler üzerinden yükselerek iktidar olan Trump, Meloni gibi liderlerin “neoliberal çizgiyle” taban tabana zıt, serbest ticaret, NATO ve AB karşıtı politikaları, ticarete koydukları engeller bu sefer neoliberalizm yerine yükselen faşizm/sağ popülizm gibi yeni hurafeleri tedavüle soktu.

1914 Öncesi Dünya İle Bugünkü Dünya Arasındaki Fark Ne?

Hurafeler eskiden de vardı, şimdi de var. Şu an farklı olan solun geniş kısımlarının dünyayı anlamak için bu hurafelere gittikçe daha fazla başvurması. Demek ki içinden geçtiğimiz dünyayı anlamak için kendi kavramlarımıza ihtiyaç var.

Kuracağımız partinin ilke ve esaslarını Komintern’in ilk dört kongresinin ilke ve esasları belirler, bu anlamda programatik temel köşe taşları tartışmaya kapalı bir partidir. Herhangi bir yaratıcı yeni çağ önerisi yahut Komintern tipi bir enternasyonal ihtiyacının ortadan kalktığı değerlendirmesini yapanlar parti mücadelesinde beraber yer alabileceğimiz kesimler değildir.

Bununla beraber bugün Komintern’i aşan bir program yazabilmek için son yüz yılda ortaya çıkan sorulara da yanıt verebilmek gerekir.

1914 öncesinde “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” ve onun sömürgeleri vardı. Dolayısıyla komünist bir programın sömürgelere dair tezleri karşı tutumu açıktı. Bugün ABD emperyalizminin krizi neredeyse iki yüz devletin olduğu bir dünyada cereyan ediyor. Bu konjonktürde irili ufaklı ulus devletlerin ABD ile yaşadığı ihtilafları tarif etmek ve bu konuda komünistlerin tutumunun netleşmesi gerekir.

Birinci paylaşım savaşında zıt kutupları İngiltere imparatorluğu ve Alman İmparatorluğu oluşturuyordu, bu görece yalın bir tabloydu. Bugünkü mücadelede ABD ve Rusya’nın yanısıra Çin’in de önemli rolü olması bekleniyor. Rusya’nın bu tablodaki varlığı sovyet revizyonizmi geleneğinden gelen sol akımlar için gerginlik sebebidir. Çin ise proletarya diktatörlüğü olmadığı gibi ABD ile aynı niteliğe de sahip değildir, ÇKP tarafından yönetilen, ÇKP mirasını reddetmeyen bir devlettir, bu durumun kendisi de Çin’in kendini konumlandırmasında zorlanmasına yol açmaktadır. 1914’e kıyasla daha karmaşık olduğu kesin olan bu tablonun yeniden tasnif edilmesi icap eder.

Birinci paylaşım savaşı sırasında kutuplar militarist imparatorluklardı, savaşa girmeyi daha kolay göze alıyorlardı. Bugünse kimse doğrudan bir paylaşım savaşına girmeyi göze alamıyor, ancak paylaşım kavgası kızıştıkça çatışmalar büyüyor. Vekalet savaşları, alt emperyalizm, bölgesel güç gibi uydurma kavramlar da bu sayede ortaya çıkıyor. Bu kavram kargaşasına son vermek de komünist mücadelenin önünde görevdir.

20. yüzyıl başında emperyalist metropollerde devrimci durum savaş sırasında ya da sonrasında ortaya çıktı. Bugünse henüz bir dünya savaşı yok ancak korona gibi dönemeçlerde devrimci durum dünyayı etkileyen şekilde ortaya çıkabiliyor. Bugün savaş olmayan durumdaki komünist müdahalenin taktik ve stratejileri belirlenmelidir.

Bugün emperyalist metropollerde yıkıma uğramış işçi aristokrasisi korumacılığa duydukları ihtiyaç sebebiyle faşist, sağ popülist diye nitelenen liderlerin peşine takılırken Güneybatı Asya’da, Hindistan’daki proleter yığınlarsa ulusal kalkınmacı politikaların etkisiyle benzer liderlerin tabanını oluşturuyor. İşçi sınıfının farklı katmanlarını enternasyonalist bir mücadelede birleştirmek de dünyada kurulacak komünist önderliğin önündeki en önemli görevlerden biridir ve bunun yol ve yöntemleri tarif edilmelidir.

Değişen Dünyayı Anlamak Bir Program Sorunudur

Bu sorulara yanıt verilememesi bir cehalet sorunu değildir. Meseleler hakkında daha çok kafa yorarak, daha çok yazarak yapılan masabaşı bir teori çalışması bu sorulara cevap üretemez. Somut durumun tahlilini yapıp bu sorulara yanıt vermek bir program sorunudur.

Komünistlerin birliğini savunanlar önderlik boşluğunu dolduracak bolşevik tipte bir komünist partinin yaratılması için bir kuruluş kongresini toplama hedefiyle örgütlü olarak bir platform üzerinde dursalar da bu platform komünist bir partiyle denk tutulamaz. Böyle bir partinin önüne koyup çözebileceği sorunları da çözemez. Siyasi mücadelemizin parti öncesi siyasi mücadele olduğunu ve bu mücadelenin sınırlarını biliyoruz. Program yazmak da bu sınırlardan biridir. Bugün henüz devrimci bir partinin kuruluş kongresini toplamamış olan platformumuzun siyasi tabloya dair isabetli tespitlerinin olması dünyayı programatik bir gözle analiz edip bir parti programı yazabileceği anlamına gelmez. Tersine, bir parti niteliği taşımayanlar bu sorulara hakkıyla yanıt verecek bir programı da oluşturamazlar.

Elbette bir komünist partinin ilke ve esasları değişmemiştir, Komintern’in temel tezleri geçerliliğini korumaktadır. Ancak Komintern’i aşma iddiamız, yukarıda sayılan, ve hatta mücadelemizin sınırlarından dolayı formüle edemediğimiz soruların da cevaplanmasıyla mümkündür. Bugünkü siyasi mücadelemizin hedefi bu süreci en doğru şekilde açıklama ve programatik bir taslak oluşturmak değildir. Bu soruları ancak bir partinin ortaya koyduğu kavramlarla açıklayabiliriz. Programa dair sorularımızın yanıtları ancak parti inşa sürecinde netleşecektir.

Program Tartışmaları Muhataplarımızla İlişkilenme Ve Muhatap Yaratma Süreçlerinin Konusudur

Bu arayışları ortak bir zeminde yürütmemiz gerekir. Bu ortak zemini oluşturmanın güncel politik faaliyetimizde iki yolu olabilir.

Birincisi dışımızdaki sol akımların programatik tartışmalara açık olan kesimleriyle tanışmak, temas kurmak, eylem birlikleri yahut çeşitli ortak işler yapmak, bu işbirliğini onlara müdahale etmenin araçları olarak kullanmaktır. Komünistlerin Birliği platformunda bir araya gelemeyecek olsak dahi bu tartışmalar bizi bir program sürecine hazırlayacaktır.

İkincisi, bu tartışmaları platformumuz üzerinde duran bileşenlerle gerçekleştirmektir. Bir komünist partinin kongresini beraber toplamak ve programını yazmak için yaptığımız çağrı tek tek burjuva diktatörlükleri ya da emperyalistler hakkında bizimle bire bir aynı siyasi tespitleri yapmış olanlara değildir. Bizim yapamadığımız tespitleri kendini bir parti olarak görerek el yordamıyla yapmaya çalışanlara da değildir. Partileşme stratejimiz Komintern’in temel ilke ve esaslarında ortaklaştığımız tüm akımlara çağrı yapmayı şart koşar. Çağrımız proletarya devrimi için öncü olacak, ve bugünkü proleter devriminin somut ihtiyaçlarına cevap verecek komünist partinin programını yazmak için ortak zeminde bir araya gelmektir. Bu zemin komünistlerin birliğini savunanların üzerinde durduğu platformudur.