2025 1 Mayısı’nı emperyalistler arası paylaşım kavgasının ürünü olan siyasi gelişmelerin solu ve işçi hareketini nasıl etkilediğini yansıtan bir ayna olarak görmeli. Gelişmelerin eksenini Ukrayna’da, Filistin’de ama özellikle de Türkiye’de ve Suriye’de paralel ve birbiriyle bağlantılı kollardan ilerleyen barış süreci oluşturuyor. Pamuk ipliğine bağlı süreç tüm aktörlerini kısıtlayan, açmazlarını büyüten şekilde ilerliyor. İsrail’in hücumu, İran’ın misillemesi bu barış sürecinin dışında olmadığı gibi bu sürecin açmazlarını da çarpıcı bir biçimde sergiliyor.

Eksende Barış Süreci Var

Sırrı Süreyya’nın cenaze töreni, 1 Mayıs’tan birkaç gün sonra, “barış sürecinin” ne denli belirleyici olduğunun adeta fotoğrafını çekti. Cenazeye gelenler elbette, bir anlamda Önder’le özdeşleşmiş Gezi Parkı’nda buluşmadı. Bilakis, parkın yanı başında yer alan ve neredeyse tüm Gezicilerin yapımına karşı olduğu yeni Atatürk Kültür Merkezi’ndeki devlet töreni tüm kesimleri mıknatıs misali çekti. Binali Yıldırım’dan Özgür Özel’e, Fatih Erbakan’dan Celal Adan’a uzanan kesimlerin ve normal koşullarda onlarla bir arada bulunmayacak sol akımların temsilcilerinin katıldığı törene barış dilekleri damgasını vurdu. Barış beklentileri neredeyse tüm kesimleri etkisi altını aldığı için kimse açıktan karşı çıkmadı. Aksi bir görüşe sahipse de bunu belli edemedi. Aradan haftalar geçmiş olmasına karşın bu tablo hala değişmedi.

Önder’in cenazesi bir devlet töreniydi ama tümüyle devlet erkanının istediği şekilde de ilerlemedi. Önder’in cenazesi, Hrant Dink’in cenazesiyle kıyaslanabilir derecede kitleseldi. Ancak törende PKK lideri olduğu vurgulanarak Öcalan’ın mesajının alkışlanarak okunması, sonrasında Levent’e doğru yürüyüşte “Şehîd Namirin!” sloganlarının çınlaması cenazeye katılan kitlenin farklı bir niteliğini gösteriyordu. Kitle 2007’dekinden farklı olarak, “bir güvercin tedirginliği” içinde değildi, tüm teslimiyet edebiyatına karşın, Önder’in partisi DEM’in siyasetteki gücü ve ağırlığını hatırlıyor ve hatırlatıyordu. Siyasi tabloyu belirleyen ikinci nokta DEM’in erimeyen bu gücüdür.

Söz konusu gücün CHP ile bir ittifak kurmasını engellemek aslına bakılırsa Cumhur İttifakı’nın kuruluş gerekçesi ve mecburiyetiydi. Bu nedenle 7 Haziran sonrasında başlayan içsavaşın hedef tahtasında Kürtler, özel olarak da HDP vardı. Hükümet HDP’yi şeytanlaştırıyor, CHP ve diğer muhalefeti “terörü”/HDP’yi yeterince lanetlemediği için sıkıştırmaya çalışıyordu. Bugünse çaresizlik içinde çırpınan, ve bileşenleri birbiriyle çatışmadan duramayan Cumhur İttifakı’nın ortakları birbirinden farklı yollardan geçerek ve farklı kaygıları taşıyarak da olsa, içsavaşı bitirme gayreti gösteriyor. Bugünkü yeni dönemde temel dürtü aynı olsa da süreç öncekiyle zıt bir biçimde ilerliyor. Bugün söz konusu yakınlaşmanın önüne geçmek isteyenler iltifatların, övgülerin merkezine Kürtler ve DEM’i koyuyorlar. Hükümet bu sefer de ana muhalefeti DEM ile yeterince işbirliği yapmadığı, barış sürecine yeterli desteği vermediği için sıkıştırmak istiyor. Piyasaya sürülen anayasa değişikliği gündemini bu kaygıyı akılda tutarak değerlendirmek gerekir.

Sırrı Süreyya’nın cenaze töreni, 1 Mayıs’tan birkaç gün sonra, “barış sürecinin” ne denli belirleyici olduğunun adeta fotoğrafını çekti. Önder’in cenazesi bir devlet töreniydi ama tümüyle devlet erkanının istediği şekilde de ilerlemedi. Önder’in cenazesi, Hrant Dink’in cenazesiyle kıyaslanabilir derecede kitleseldi. Ancak törende PKK lideri olduğu vurgulanarak Öcalan’ın mesajının alkışlanarak okunması, sonrasında Levent’e doğru yürüyüşte “Şehîd Namirin!” sloganlarının çınlaması cenazeye katılan kitlenin farklı bir niteliğini gösteriyordu.

Bununla birlikte DEM’in koruyup büyüttüğü güç parlamenter karakterdedir. Reformistler emekçi hareketi içinde devrimci bir temelde birikmeyen bir gücün olumlu sonuçlar doğuracağına inanır. Bugün de DEM güçlenirken “her şey çok güzel olacak” nakaratını terennüm edenler az değil. Oysa emekçi hareketinin reformizmin hakimiyetinde güçlenişine ilk kez tanık olmuyoruz. En yakınımızda 2007–2015 örneği var. Üstelik DTP/BDP/HDP o zamanlarda güçlenirken sokak hareketinden de besleniyordu. Ancak rejim krizinin bir iktidar sorununa dönüştüğü, “Hükümeti kim nasıl gönderecek?” sorusunun kendini dayattığı koşullarda, bu güçleniş HDP’nin omuzlarındaki yükü arttırdı, onu siyasi olarak kilitledi ve adım adım CHP’nin yörüngesine soktu. Hükümet de HDP’yi tam da bu nedenle hedef tahtasına oturttu. Reformist temelde güçleniş karşı devrimin saldırısını kışkırtmakla kalmadı aynı zamanda “provokasyona gelmeyelim” bahanesiyle emekçi hareketini bu saldırılar karşısında savunmasız bıraktı.

Hükümetin saldırıları, zaman içinde, HDP/DEM’i emekçileri eyleme geçiren bir odak olmaktan çıkardı ama CHP ile arasındaki mesafeyi büyütmedi. Bilakis kendini geri plana çeken HDP/DEM, CHP’ye kritik dönemeçlerde daha da fazla destek vermeye başladı. Bu iki gelişme, yıllar içinde CHP’ye muhalefet boşluğunu doldurma imkanını verdi. Eskisinden farklı olarak bugün artık CHP’nin eylemli bir muhalefet çizgisi vardır. CHP haftada iki kez miting düzenleyen bir partidir. Hükümetin başlattığı çözüm süreci ise, CHP’nin bu doğrultuda adım atmasını kolaylaştırıyor. 1 Mayıs’ı belirleyen üçüncü yeni gelişme budur.

Bu sürecin yarattığı gerilimler ve politikleşme, İmamoğlu’na saldırı sonrasında yeni bir kitle hareketi de yarattı. Ancak bu kesimler önceden belirttiğimiz üzere DEM’in etkisi altında yahut solun farklı kesimlerine yakın değildi. Tersine HDP/DEM’in parlamenter siyasete kilitlenmesinin, siyaseten felç olmasının ve AKP ile CHP arasında beynamaz kalmasının sonucunda İmamoğlu seçmenleri arasından ortaya çıktı. Üstelik bu kesimlerin milliyetçi, kemalist ve lümpen eğilimleri baskındı. Gezi döneminde de böyle bir kesim mevcuttu mevcut olmasına ancak o zaman bu kesimlerin taşıdığı gerici şoven eğilimleri massedebilen bir muhalefet bloğu vardı. Bugün ise yok. Gelişmelerin yönünü tam da bu eksiklik belirliyor.

CHP’nin emekçi seferberliğine engel olan, hükümetin üstüne yürüyen eylemleri frenleyen rolü Mart boyunca görüldü. Bu süreçte CHP hükümete karşı başlamış bir eylem dalgasını seçim mitinglerine çevirmeyi, “mitinge değil eyleme geldik” diyen kitleye rağmen başardı. Bununla birlikte solun şu ya da bu türden etkide bulunabileceği alanlarda CHP’nin rolü daha dolaylı. Bu tür eylemlerin başında gelen 1 Mayıs’ta, özellikle İstanbul 1 Mayısı’nda, CHP polis barikatlarının karşısına Anıtkabir’de çıktığı gibi çıkmaktan kaçındı.

1 Mayıs’ın Siyasi Çerçevesini CHP Çizdi

1 Mayıs 2025’in çerçevesini tüm Türkiye sathında CHP çizdi. 1 Mayıs 2025 önümüzdeki dönemde CHP’nin sol hareketle nasıl ilişki kuracağının da habercisi. CHP bir yandan kendi belirlediği rotada ilerliyor. Türkiye’nin her yerinde ve İstanbul’un ilçelerinde seçim mitingleri düzenliyor. Uygun koşulları bulduğunda, yani solun katılmayacağından emin olduğu zamanlarda, Anıtkabir ziyareti gibi eylemlerde polise meydan okuyan bir tutum da takınıyor.

CHP’nin emekçi seferberliğine engel olan, hükümetin üstüne yürüyen eylemleri frenleyen rolü Mart boyunca görüldü. Bu süreçte CHP hükümete karşı başlamış bir eylem dalgasını seçim mitinglerine çevirmeyi, “mitinge değil eyleme geldik” diyen kitleye rağmen başardı. Bununla birlikte solun şu ya da bu türden etkide bulunabileceği alanlarda CHP’nin rolü daha dolaylı. Bu tür eylemlerin başında gelen 1 Mayıs’ta, özellikle İstanbul 1 Mayısı’nda, CHP polis barikatlarının karşısına Anıtkabir’de çıktığı gibi çıkmaktan kaçındı.

Bu durumda sendikalar devreye girip süreci alışılageldikleri tarzda yürüttüler. CHP kürsüye diğer sol akımlar gibi bir akım olarak çıktı, kendini demokrasi ve emek mücadelesinin destekçisi olarak sundu. Mitingdeyse “şu an aramızda olamayan arkadaşlar”a selam gönderildi, CHP’nin sloganları atıldı. Solun sembolleri ise yağmalandı. Aynı tertip komitesi hem Enternasyonal’i çaldı hem de Özgür Özel’i sahneye davet etti. Halbuki bu mitinge İstiklâl Marşı daha çok yakışırdı. 2024’te DEM’in yürüttüğü bağımsız aday çalışması ne kadar CHP’den bağımsızsa 2025 mitingi de CHP’den o kadar bağımsızdı: CHP’yi sorumluluk altına sokmayan ama onun denetiminden çıkmayan biçimsel bir bağımsızlık.

DEM Güçlenirken Sıkışıyor

DEM’in 1 Mayıs mitinglerindeki ama özellikle İstanbul’daki varlığı, çözüm sürecine dair bir açmaza işaret ediyor. DEM güçlenmektedir ama bağımsız bir çizgisi yoktur. Dolayısıyla, tıpkı 2015’e kadar ve sonrasındaki dönemde olduğu gibi, artan gücü DEM’i AKP ve CHP çekişmesi olarak somutlanan çatışmada taraf olmaya zorluyor. Hükümetin DEM’i tecrit etme siyasetini terk etmesi eylemli bir muhalefeti yürütmeyenlerin bahanelerini ortadan kaldırıyor. Hal böyle olunca da gücünü nasıl kullanacağı, kimin yanında kime karşı eylem yapacağı DEM’i iyiden iyiye sıkıştıran bir sorun olarak büyüyor.

27 Şubat mektubundan sonra, Mayıs ayında gerçekleşen fesih kongresinin sonuçları da aynı yöndedir. PKK, Kürdistan’ın kuzeyinde kendisine, Barzani’ninkine benzer bir rota çizmiş olsaydı yani kendini, ufku Kürdistan bölgesiyle sınırlı, Kürtlerin sorunlarını merkeze alan bir hareket olarak tarif etseydi o zaman tüm bu çatışmalarda görece tarafsız bir pozisyonda daha uzun süre durabilirdi. Gelgelelim hem Öcalan’ın yazıları hem de kongre kararları ilkel milliyetçilik, kültürel milliyetçilik diye tarif edilen bu çizgiden özellikle kaçınıyor. Tam aksine, tümüyle Türkiyeli bir muhalefet hareketi olma iddiasını taşıyor. Böyle bir hareketin Türkiye’de kendini iktidar sorunu olarak dışavuran sorundan kaçması elbette mümkün değil. Güçlendiği oranda hiç değil. Türkiye’yi güçlendirme, barış konusunda atacağı adımlarda hükümete destek verme vurgusuyla hükümetin demokrasi karşıtı saldırılarına eylemli bir biçimde karşı çıkma eş zamanlı olarak benimsenmesi mümkün olmayan iki çizgidir. DEM güçlendiği oranda, bu iki tutum arasındaki karşıtlık daha da belirginleşiyor

Düzenin Sahipleri Daha Kötü Durumda

Hükümet ise çok daha kötü durumdadır. Açmazları nedeniyle zaten Öcalan’a mecbur kalmıştı. Şimdi bir de, “çözüm süreci”nde adım attıkça umduğunun tam tersi bir sonuçla karşılaşıyor. Üzerindeki saldırılar azalan DEM hareketsiz kaldıkça, partinin tabanı, halihazırda eylem çizgisi olan tek partinin, CHP’nin yörüngesine daha da fazla giriyor. 2024 yerel seçimlerinin ardından, Van’daki kayyum karşıtı eylemlerdeki tablo 1 Mayıs 2025’te değişmemiştir. Halbuki hükümetin bu süreci başlatırkenki temel amacı CHP ile DEM arasındaki mesafeyi büyütmekti. CHP’nin yeni anayasa tartışmalarını peşinen reddetmemesi, “Demokratikleşme konusundaki anayasal reformlarda biz de varız.” mesajını vermesi hükümetin bu açmazını daha da büyütüyor.

Bununla birlikte CHP etrafına geniş kesimleri çekerken bu kesimleri harekete geçirmekten ürküyor. CHP hem hükümete karşı eylemli bir mücadele partisi olarak hareket etmeye hem de bir seçim partisi olarak kalmaya mecbur. Koşullar ve hükümetin tarzı Erdoğan’a karşı harekete geçmeyi kışkırtıyor ama CHP’nin seçim başarısı da onun “orijinal AKP biziz; Erdoğan’ın bugünkü partisi değil” iddiasına bağlı. Hükümetin CHP davasını bir koz olarak kullandığı, İmamoğlu’nu rehin tutmaya devam ettiği koşullarda CHP’nin birbiriyle bağdaşmayan bu karpuzları bir koltukta taşımakta daha da zorlanacağına şüphe yok. Onun İzmir’deki grevci işçiler karşısında bocalayışı bu zorlukların önümüzdeki dönemde daha da artacağını gösteriyor.

Kartal’daki mitingin burjuva hükümetin mitingi olduğu doğrudur ama Kadıköy’deki mitingin burjuva muhalefetinin mitingi olduğunu söylemek de bir o kadar doğrudur. Bu mitinglerden birine katılıp diğerine katılmamak burjuva hükümetine karşı burjuva muhalefetinin yanında saf tutmak anlamına gelir.

İstanbul’daki Bölünme

1 Mayıs’ın İstanbul’da iki eylem alanına bölündüğü ise doğru değil. İstanbul 1 Mayısı’nda ikisi miting alanı olmak üzere toplam üç eylem alanı vardı. Türk-İş’in Kartal’daki mitingi sol hareketin ve sendikaların burjuva partilerine yaklaşmasının, işçi hareketinde diğer burjuva kanada yaslanan karşıt bir eğilimi doğurduğunu, böylelikle burjuva partilerle yakınlaşmanın işçi hareketini birleştirmeyip böldüğünü bir kez daha ortaya koydu.

Türk-İş mitinginin hükümet yanlısı bir miting olduğunu hatırlatarak işin içinden sıyrılmaya çalışmak yanlış olur. Kartal’daki mitingin burjuva hükümetin mitingi olduğu doğrudur ama Kadıköy’deki mitingin burjuva muhalefetinin mitingi olduğunu söylemek de bir o kadar doğrudur. Bu mitinglerden birine katılıp diğerine katılmamak burjuva hükümetine karşı burjuva muhalefetinin yanında saf tutmak anlamına gelir. Üstelik 1 Mayıs sonrasındaki işçi eylemlerinin başında Türk-İş’te örgütlü Tüpraş işçilerinin mücadelesi gelirken, “eşit işe eşit ücret” talebiyle yürütülen İzmir’deki belediye işçilerinin grevi Türk-İş ve DİSK’te örgütlü işçilerin birleşik mücadelesini şart koşarken bu yanlışın vehameti büyür. Köz’ün arkasında duran komünistler, siyaset sahnesine adım attığı andan bugüne dek bu tür parçalanmalarda saf tutmamış, parçalanan mitinglerin hepsine katılmıştı. 2025 İstanbul 1 Mayısı’nda teknik sebeplerden kaynaklanmış olsa da aynı tutumu takınamamış olmamızın özeleştirisini vermek gerekir.

Tertip komitesinin toplantısıyla yapılan bir eylem çağrısı 1 Mayıs’ta sınıf işbirlikçiliğine, uzlaşma siyasetine karşı 1 Mayıs’ta ihtiyaç duyduğumuz eylemin, yani emekçiler arasında hükümete karşı politik bir çalışma yürütmeyi mümkün kılan bir eylemin değil, burjuva muhalefetinin gölgesinde kutlanan 1 Mayıslardan kendini ancak sembolik bir şekilde ayırt eden bir eylemin çağrısı olabilirdi. Nitekim öyle de oldu.

Tablodaki Aykırılık: Taksim Çağrısı

Türkiye çapındaki tüm 1 Mayıs mitinglerinin, CHP’nin çizdiği içbarış çerçevesine göre gerçekleştiğini söylerken Taksim’deki eylem için aynı değerlendirmeyi yapmak doğru olmaz. 1 Mayıs günü Şişli Camii önündeki buluşma CHP’nin seçim mitingleri çizgisiyle uyumlu değildi. Nitekim bu nedenden ötürü de CHP tarafından desteklenmedi.

Ancak son anda kurulan bir tertip komitesinin toplantısıyla yapılan bir eylem çağrısı 1 Mayıs’ta sınıf işbirlikçiliğine, uzlaşma siyasetine karşı 1 Mayıs’ta ihtiyaç duyduğumuz eylemin, yani emekçiler arasında hükümete karşı politik bir çalışma yürütmeyi mümkün kılan bir eylemin değil, burjuva muhalefetinin gölgesinde kutlanan 1 Mayıslardan kendini ancak sembolik bir şekilde ayırt eden bir eylemin çağrısı olabilirdi. Nitekim öyle de oldu.

Böylesi sembolik bir eyleme kuşkusuz Köz’ün arkasında duran komünistlerin de sembolik bir biçimde katılması gerekirdi ancak asıl önemli olan 1 Mayıs’ta şu ya da bu sembolik eylemin anlamı, ne tür bir sembolik tutum takınmak gerektiğini konuşmak olmasa gerek. Hükümet bu kadar zayıf, sol bu kadar güçlü, nesnel koşullar emekçilerden bu kadar yana iken, mühim olan 1 Mayısların sembolik eylemlerden çıkması, emekçileri burjuva muhalefetinin yedeğinden çıkararak hükümetin karşısına dikmesidir. Bu ihtiyacı “2025’te yaptığımızı 2026’da daha planlı ve örgütlü bir biçimde yapalım” diye gidermek mümkün değil. Zira 2025 1 Mayısı’nda yapılan Taksim çağrısının gecikmesinin teknik değil siyasi nedenleri var. Gecikme esas olarak “kitle hareketine” ve onun CHP ile olan ilişkisine dair beklentilerle ilişkili. Bu yanılsamalardan kurtulmadan ne önümüzdeki eylem süreçlerinde ne de 2026 1 Mayısı’nda 2025’in ötesine geçen bir eylem çizgisine kavuşabiliriz.

Devrimci Bir Çıkışın Koşulu

Halihazırda sola soyut bir “yükselen kitle hareketi” tasavvuru hakim. Yaygın kavrayışa göre bu hareket, düzen partilerinden bağımsız bir hareket. Sınıfsal karakteri ve siyasal yönelimini ise sorgulayan yok. Bu kavrayış iki yanılsamayı besliyor. Birincisi, “yükselen kitle hareketinin” basıncıyla CHP’nin daha soldan bir eylem çizgisine ittirilebileceği yanılsaması. İkincisi ise doğru ve yerinde bir çağrı yapılırsa bu kitlenin CHP’nin ördüğü duvarları tuzla buz edeceği yanılsaması. Birinci yanılsama, CHP’nin/DİSK’in sola ittirilebileceği düşüncesiyle, son günlere kadar tereddütlü ve beklemeci bir tutuma yol açtı. İkinci yanılsama ise kitlelerin içinde politik bir 1 Mayıs çalışması yürütülmesi gereğini önemsememeye. Nitekim tam da bu nedenden ötürü o çok bahsedilen “Saraçhane ruhuna” 1 Mayıs eylemlerinin hiçbirinde rastlamak mümkün olmadı. Soyut bir kitle hareketi tasavvuruna dayalı bu iki yanılsama sürdüğü müddetçe burjuva muhalefetinin kitlesel eylemlerinin yedeği olmakla buna karşılık sembolik itirazlarla yetinme tercihlerinin arasında sıkışmaktan kurtulmak mümkün değildir.

1 Mayıslarda farklı bir hat, odak, eylem alanlarında bir parçalanma yaratabilmek için öncelikle bağımsız bir siyasi çizgiye ihtiyaç var. Kendini bağımsız bir siyasi odak olarak var etmeyen güçlerin şu ya da bu eyleme müdahale edebileceğini düşünmek hayaldir. Bugün sol hareketin temel sorunu güçlenmesine rağmen kendini bağımsız bir siyasal çizgi olarak var edememesidir. 1 Mayıs’ta bu kusur bir kez daha görüldü.

Sol hareketin bağımsız, devrimci bir çizgide harekete geçememesine şu ya da bu parlak eylem birliği önerisiyle son verilemez. Zira siyasal mücadele parlak fikirler ve yerinde önerilerle değil örgütlü bir güce dayalı hamlelerle yürütülür. Bu bakımdan “yükselen kitle” hareketinin basıncıyla CHP’yi sola itmek ne kadar büyük bir yanılsamaysa, devrimcilerin basıncıyla reformistleri devrimci bir temelde hareket ettirmeyi ummak da o kadar büyük bir yanılsamadır. Komünist bir parti olmaksızın kalıcı ve devrimci bir eylem birliğini oluşturmanın imkansızlığı da cabasıdır.

Bizatihi bu sorunlar aslında esaslı ve değişmeyen bir kümeye işaret ediyor. Komünistlerin birliğini savunanlara neden işçilerin birliğinden önce komünistlerin birliğinin sağlanması gerektiğini anlatmayı mümkün kılıyor. Sol ne kadar güçlü olursa olsun, komünist bir partiyi yaratmadan sürece müdahale etmek, reformist akımların planlarını bozmak, devrimci güçlerin kendilerini eylemde birlik ajitasyonda özgürlük çerçevesinde sürekli bir şekilde ifade etmesini sağlamak ancak bir temenni olabilir.

Komünistlerin birliğini savunanların eylem birliklerine yönelik öneri ve girişimleri, aksi bir inancı taşımalarından değil, tam tersine bu temel doğrunun her pratik mücadele alanında gösterilmesi kaygısından kaynaklanıyor. Eylem birliklerine yönelik çağrı ve girişimler, komünist partinin bu topraklardaki eksikliğini ikame etmeyi değil, derinleşen siyasal krizin dayattığı siyasi görevlerin bu partinin inşasının neden öncelikli görev olduğunu propagandasını büyütmeye hizmet etmeli.

Eylem birliği girişimlerine dayanarak büyütmeye çalıştığımız söz konusu propaganda faaliyetinin kapsamı sadece 1 Mayıs çalışmalarımızı değerlendirirken kullandığımız temel ölçüt değil. Propagandanın kapsamını ve etkisini arttırmak 1 Mayıs sonrasında da önümüze koyduğumuz temel görev. 1 Mayıs sonrasında sular durulmadığına, siyasi görevler yakıcılaştığına göre bu propagandayı da hız kesmeden ve yaygınlaştırarak yürüteceğiz.