Geçtiğimiz günlerde ESP’lilerin tutuklanmasıyla başlayıp, 2014’te 6-7 Ekim tarihlerinde IŞİD kuşatması altındaki Kobanê ile dayanışmak için gerçekleşen başkaldırı bahane gösterilerek HDP’lilerin gözaltına alınıp tutuklanmasıyla devam eden saldırılar, yaklaşan seçim sürecinde Cumhur İttifakı’nın çoktandır alışık olduğumuz hamlelerinden biri. Kendisine karşlı bir eylemli mücadeleden oldum olası korkan Erdoğan’ın bu tanıdık operasyonlarına karşı HDP’nin Amerikancı muhalefetin yörüngesine eklemlenen tutumu, devletin saldırılarını göğüslemesini daha da güçleştirmekte. Kayyımlar kervanına katılan Kars belediyesine, tutuklanan siyasilere ve 6-7 Ekim başkaldırısına dair devrimci tutumun tarif edilmesi ise komünistlerin önünde bir görev olarak durmaktadır. Operasyonların amacı ve niteliğine dair yapılacak tespitler ve takınılacak devrimci tutumun anlaşılması için, 6-7 Ekim’de olanların hatırlanması faydalı olacaktır.

6-7 Ekim Başkaldırısı’nda Ne Olmuştu?

Kobanê  kantonunu IŞİD’in kuşatma altına almasına direnen halk, Ortadoğu’da devrimci dalgaların yayılmasında kritik bir odak haline geldi, emekçilerin, ezilenlerin ayağa kalkışının canlı kanıtı oldu. Rojava’daki devrimin boğulmasını isteyen ABD’nin karşısında bölgede bağımsız bir güç olarak varlığını tanıtmak isteyen AKP gerek silah ve mühimmat yardımlarıyla gerek Rojava’ya gidecek yardımların önünü keserek, Kobanê’nin dördüncü tarafını kuşatan güç ve Kürtlerin birleşmesinin önündeki engel olarak yerini korudu. AKP’nin Kemalizmini en keskin şekilde gösterdiği Kobanê kuşatması, AKP’nin 12 Eylül rejiminin karanlık bir devamı olduğunu her zamankinden çok hissettirmişti. Kuşatma üzerine HDP’nin sonrasında eve dönün dediği çağrısıyla Türkiye’nin birçok yerinde Rojava ve Kobanê’ye destek eylemleri düzenlendi.

Çözüm süreci boyunca barış ve kardeşlik şiarlarıyla caka satan AKP’nin Kürtleri sindirme görevini IŞİD’e yüklediği Kobanê Savunmasına karşı takınılan tutumlar da çeşitliydi. Rojava Devrimi’ni iyi ihtimalle topal bırakıp kendisine muhtaç etme niyetindeki emperyalist güçlerden medet umanlardan, hükümete çağrılar yapanlara, Amerikancı muhalefete yanaşarak pasifist bir çizgiye hapsolanlara kadar, hiçbiri, Kobanê’deki kuşatmanın sonlandırılmasını talep eden bir pozisyonu savunmadı. Bu pek çeşitli tutumlara sembolik düzlemde kalan, somutluktan uzak eylemler katıldı. Bunların sonucu olarak yaşanansa, Kobanê’nin Esad rejiminin insafına terk edilmesi oldu. Bunların karşısında KöZ sayfalarında vurguladığımız ise, Kobanê hattının devrim hattı olduğu gerçeği ve dayanışma eylemlerin kitleselleştirilmesi, akabinde bu eylemlerin AKP ve Erdoğan’a karşı örgütlenecek emekçi-ezilen seferberliğinde bir basamak olarak kullanılması gerektiği yönündeki devrimci tutumdu. Aradan altı sene geçtikten sonra, o günlerde Kobanê için halkı sokağa çağıranlar ve iki gün sonra bu çağrıdan dönenler arasından, bugün 6-7 Ekim Başkaldırısı’nı savunanların sayısı bir elin parmaklarını geçmemektedir. Eylemlerin bir hükümet provokasyonu olduğu söylemi ve konan devrimci iradeyi yok sayma, tüm solun içinde dönedurduğu reformist, parlamentarist çukurun en belirgin göstergesidir.

“Demokrasi Mücadelesi” İçinde Bulunanlar Tutuklamalara Ne Diyor?

İktidarın Kobanê eylemleri çerçevesinde başlattığı operasyona yönelik çeşitli sol akımların bugünkü tutumları, Kobanê’de yaşananların nasıl hasıraltı edildiğini görmek açısından ibretliktir. TKP’ye göre, AKP’nin operasyonlarla gündemi “kendi suçlarını ifşa edenlere” saldırarak bu suçların üzerini örttüklerini söyleyerek, Kobanê Başkaldırısı’nda yaşananları hükümetin provokasyonu sonucunda gerçekleşmiş bir mağduriyet hikayesi olarak sunmaktadır. “Baskı, korku ve faşizmle, rejimin mağdurlarını hedef alan” AKP, eylemlerde halkın iradesini değil, kendi şiddet politikalarının acı sonuçlarının üstünü kapamaktadır demekte, başkaldırıyı suç olarak değerlendirmektedir. Seçimlerde HDP’nin Millet İttifakı içindeki pozisyonunu yıpratmaya çalışan Bahçeli’nin önderlik ettiği Cumhur İttifakı’nın operasyonlarının, 6-7 Ekim’de olmayan hükümet provokasyonunun altı yıl sonra “ifşa edilmesinden” korktuğu düşüncesiyse en iyi tabirle saflıktır. TKH da burjuva hukukundan medet uman pozisyonun bir adım gerisine düşmemiş, operasyonları “hukuki değil, siyasi olmakla” suçlamıştır. “Sistemin faşizan karakteri”ni gözler önüne seren bu saldırılar, açıklamak ihtiyacı görmedikleri “Kuzey Suriye ve Irak’taki emperyalist politikalar”ın bir parçası olarak değerlendirilmiştir. Kobanê için yaşanan başkaldırıdaki devrimci dinamiği yok sayan bir tutumun daha, buradan gelmiş olması şaşırtıcı değildir. 2017’de HTKP çağrısıyla “Bizi yok sayanlara biz varız, biz halkız diyelim.” diyerek kurulan TİP ise, TKH’ın bile gerisine düşerek, Kobanê Ayaklanması’ndaki halkın iradesini savunmak şöyle dursun, bir “tweet” atarak geçiştirdiği operasyonlarla ilgili bir açıklama yapma gereği bile duymamıştır.

Operasyonun ana muhatabı HDP, “barış ve demokrasi umuduna darbe” olarak nitelendirdiği saldırıları, eylemlerde partilerinin sorumluluğu olmadığını vurgulayarak Türkiyelileşme adı altında yürütülen kimliksizleşme projesinin en önemli odağı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bir seçim partisine dönüşerek seçim matematikleriyle hesap yapan HDP, kitlelerin seferberliğinin önündeki engel olarak durmaktadır.  Erdoğan’ın İmamoğlu projesi arkasında sıralanan bir dizi sol akımla birlikte “en geniş antifaşist blok”la geriletildiği için bir intikam operasyonu düzenlediği fikriyse baştan aşağı eskimiş, çaresiz kalmış parlamentarist hayallerin vazgeçilmez argümanı olarak dillerine yerleşmiştir.

HDP bileşenlerinden ESP’nin tutumunun kendi tutuklu militanlarından çok herkesi “HDP çevresinde kenetlenmeye” çağıran bir hatta olması ilginç olsa da şaşırılası değildir. Bunun yanında faşizme karşı eylemli bir çizgiye çağrı yapmaktan çekinmeyen ESP’nin, Kobanê protestolarının meşru olduğunu ve sokakta eylemli mücadele çağrılarını açıkça dillendirse de, her ne kadar militanca bir eylem çizgisini vurgulasa da, HDP’nin bileşeni olarak kaldıkça bağımsız bir siyasi mücadele hattı oluşturması ve bu çağrılarının karşılık bulması mümkün değildir. Halihazırda Türkiye’deki rejimi faşizm olarak niteleyen ESP’nin de dahil olduğu HDP bileşenleri, anti-faşist blok oluşturma gayesiyle HDP içinde mücadele etmektedir. Çelişkili olan şudur ki, sözüm ona mevcut faşizm koşullarında HDP bu saldırıları seçimle geriletebileceğini iddia etmektedir. HDP’nin bileşeni olan aynı akımlar faşizmin ancak devrimle yıkılabileceğini sıklıkla söylemektedir. HDP’e içinde yer alarak bir hegemonya savaşı yürütmek ve “sağcı” eğilimleri yok etmek ümidi, tüm militan niyetlere rağmen, bu akımların buna alternatif bir tutum üretememesiyle sonuçlanmaktadır. Bu durum, bu akımları da Amerikancı muhalefete eklemlenmeye mecbur bırakmıştır. Devrimci Parti’nin tutumu da ESP’ninkinden farklı değildir.

Perihan Koca’nın soruşturma kapsamına dahil edilmesiyle TÖP’ün keskin bir çıkış yapmasını bekleyen olduysa dahi bu beklenti sükût-u hayale uğramıştır. “Kaybedenlerin saldırdığı”nı söyleyen TÖP, operasyonları pandemi ve ekonomik krizle toplumsal desteğini yitiren iktidarın “yıldırma politikaları” olarak nitelendirmiş, “kaosa sürüklenen” ülkeden rahatsızlıklarını dile getirmiştir.  Oysa komünistler bilirler ki, devrimcilerin görevi kaosu örgütlemektir.

Gezi’yi bir onur meselesi haline getirip, yarışırmışçasına “Biz de oradaydık!” diyen sol akımların neredeyse hiçbirinin 6-7 Ekim Kobanê Başkaldırısı’nı sahiplenip ne olduğunu dillendirmemesi tesadüf değildir. Bu akımlar, Amerikancı muhalefetin peşine takılmış, seçimlere kanalize olmuş HDP’nin bir adım ilerisini, sandıktan ötesini tahayyül dahi edemeyen hareketler haline gelmiştir. Gezi ayaklanması burjuvazi ve onun ideolojisini taşıyan burjuva solu tarafından seçim kazanma ihtimallerine hizmet eden bir şekilde sunulmuş, Kobanê Başkaldırısı ise tüm bu seçim planlarını bozan bir ayaklanma olarak ehlileştirilememiştir. Kobanê’yi ağzına almaktan çekinenlerin, suç ve provokasyon ürünü olduğunu döne döne söyleyenlerin de asıl derdi, Kobanê Başkaldırısı’nın, kitlesel seferberliğin yolunu açmaya meyyal bir halk hareketi oluşudur.

HDP’yi Susmuş Kumkumasına Çevirenler Amerikancı Muhalefetin Güçlenmesine Hizmet Ediyor

Seçimler yaklaşırken Türkiye’de hala belirleyici iki partiden biri olarak gücünü ve önemini koruyan HDP’ye yapılan saldırılar, Erdoğan’ın Millet İttifakı’nı bölmek, mecliste güçlü HDP’yi yıpratmak çabasıdır. HDP’nin seçimlerde aynı suda yıkanmaya göz yumduğu Millet İttifakı’nın tüm unsurlarını Kobanê Ayaklanması konusunda tutum almaya iterek dağıtmak, seçimlerde Erdoğan’ın “yıkılmadım ayaktayım” deme biçimidir. Ancak bu süreçten karlı çıkan taraf Erdoğan değil, Erdoğan’ın 2015’ten itibaren iktidarı için bir mecburiyet haline gelmiş, Türkiye’de ikinci kilit parti olma özelliğini sürdüren MHP’dir. AKP’nin Kürdistan’daki eli git gide zayıflarken, Erdoğan’ın içerideki sıkışmışlığı onu Bahçeli’ye daha da muhtaç hale getirecektir. Bu saldırıların planlayanı ve kazananı da Millet İttifakını yıpratmaya çalışıp Erdoğan’ı gitgide kendine mecbur hale getiren Bahçeli’dir.

“Normal şartlarda” tek adam rejiminin tahkim edildiğinden, seçimlerin artık bir anlamının kalmadığından, açık faşizme geçildiğinden söz edenlerse tüm bunlar yaşanırken her seçim öncesi Amerikancı muhalefete yanaşmanın bahanesini Erdoğan’ın gerilemesi “fırsatı” olarak sunmuşlardır. Faşist cephelerde açılan çatlaklar en geniş seçim bloğuyla derinleştirilecek, saldırılar sandık yoluyla püskürtülecektir. Her seçimde hüsrana uğrayan bu sınıf uzlaşmacı tutumdan sol hala ders çıkarmayarak, parlamentarizmin pençesine kısılmış bir çizgide ısrarcıdır. HDP’nin tasfiyeci rüzgarına kapılan bu akımların yaptıkları tespitlerin kökeni yeni değildir, Menşevizme ve 2. Enternasyonal’e dayanır.

Erdoğan’ın bunca gerilemeye rağmen ayakta kalmasının bir nedeni Amerikan emperyalizminin ve onun Türkiye’deki uzantılarının eski güçlerine sahip olmamaları ve bu yüzden gerileyen Erdoğan’ın karşısına ondan daha güçlü bir siyasi rakip çıkaramamalarıdır. Ama bundan da önemli neden 12 Eylül rejiminin içinde bulunduğu krizdir. Olağan işleyişi içinde onu onlarca kez görevden düşürmesi gereken devlet aygıtı derin bir kriz içinde bulunduğu için Erdoğan yerinde kalmaktadır. Erdoğan’ın ayakta kalması ise bu krizi derinleştirmektedir.

Saldırılar karşısında HDP’nin pasif pozisyonu, değil bu saldırıları püskürtmek, bunların bir yenisine davetiye çıkarmaktadır. Çünkü HDP’nin siyasi olarak görünür hale gelmesi bile, Millet İttifakı’nın dağılması, HDP’nin önünü tıkadığı devrimci dinamiklerin bir seferberliğe dönüşmesi için yeterlidir. Ancak HDP, seçimlerde kilit parti olduğunun bilinciyle hareket eden bir seçim partisi haline gelmiştir. Düzenden medet uman yapısı onu bu saldırıları göğüslemek kapasitesinden uzaklaştırmakta, Dersim Katliamı’nı savunanlarla, Kobanê hattında tutum alamayanlarla aynı çizgiye sürüklemektedir. Erdoğan’ı geriletmek için Millet ittifakı’ndan medet uman sol ise “uslu çocuk” rolüne git gide daha fazla alışmaktadır.

Ancak egemen sınıfı ve yönetenleri ürküten, HDP’nin tabanındaki bu kaçınılmaz devrimci dinamiğin baskı politikalarıyla ve operasyonlarla önü kesilemez nitelikte olması, belki bundan çok HDP’nin bu dinamikleri ilelebet kontrol altında tutma konusunda yeteneksiz ve yetersiz oluşudur. Her ne kadar HDP, Kobanê, Gar Katliamı, Roboski karşısında, 2015 seçimleri ve sonraki süreçte kitleleri uysallaştırmayı başarabildiklerini göstermiş olsa da bu, söz konusu dinamiklerin gitgide güçlenmesi karşısında egemen sınıfın rahat nefes almasını sağlayacak bir güvence değildir.

 Seçimle Değil Devrimle Gidecek

Devrimci olma iddiasını sürdüren akımların hedefinin Cumhur İttifakı’nı geriletmek değil devirmek olması gerekliliği, bunun yolunun da seçimler olmadığı ayan beyan ortadadır. Erdoğan HDP’yi CHP bloğundan itmeye çalışırken, demokrasi mücadelesini sandığa ve kirli ittifaklara hapsedenler emekçi ve ezilenlerin birleşik mücadelesi önündeki asli engeli oluşturmaktadır. Bugün saldırılara karşı HDP’yi savunmak, herkesle kurulacak sağlıklı iletişimin yollarını aramaktan, faşistlerle birlikte kahvaltılar etme hayallerinden değil, sokakta eylemli mücadeleyi örgütlemekten, eylemli bir çizgiyi savundukları için tutuklanan ve destek metinlerinde geçelim örgütlerini ve siyasi çağrılarını, isimleri bile geçirilmeyen tutuklu ESPlileri savunmaktan geçer. Tutuklu ESPlilere ve tüm siyasilere özgürlük şiarını yükseltmenin yolu, kalan tüm sol akımların suç atfettiği 6-7 Ekim Başkaldırısı’nı sahiplenmek ve savunmaktan geçer. Bütün bunların olabilmesi için her şeyden önce Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresini ilke ve referans edinen Bolşevik tipte bir partinin yaratılması zorunludur. KöZ’ün arkasında duran komünistler, böyle bir devrimci hattı savunacak bir partinin yaratılması için mücadele veriyor.

Kürtlere Özgürlük Orta Doğu’ya Barış!

Tüm Siyasi Tutsaklara Özgürlük!

Sandıkta Değil Sokakta Hesap Soracağız!

HDP’ye Sahip Çıkmak İçin Eylemli Mücadeleye!