(Aşağıdaki yazı Aralık 2022’de yayımlanan Köz’ün Sözü: Lozan, Kürdistan Devrimi ve Devrimci Parti başlıklı yazının ikinci bölümüdür. Yazının tamamına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.)
Sovyetler Birliği’nin tarih sahnesinden çekilmesinin ardından liberalizm sadece Türkiye’de değil, Kürdistan’daki siyasi hareketler içinde de yaygınlaşıp, arsızlaştı. Özellikle Lozan örneği üzerinde durarak, Ekim Devrimi ve Kürdistan’daki ulusal kurtuluş mücadelesi arasındaki ilişkiyi tersine çevirme gayretine girdi. Komünizm düşmanı bu çizginin temel tezleri şu şekilde özetlenebilir: Bolşevikler Ekim Devrimi’yle iktidarı ele geçirdikten sonra, hâkim oldukları topraklardaki çıkarlarını korumak için, Türk devletini ayakta tuttular, Kürtlerin bağımsızlık talebini görmezden geldiler. Ekim Devrimi, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin boğulmasına yol açtı.
Konu uluslararası komünist hareket ve Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi olunca elbette özeleştirisi verilmesi gereken esaslı bir yanlış vardır ancak bu türden liberal karalamalar asıl sorunlu yaklaşımın, asıl eksikliğin ne olduğunu görmenin önünde engeldir.
Her şeyden önce Ekim Devrimi, Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesini boğmak şöyle dursun Kürdistan da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanında devrimci ulusal kurtuluş mücadelelerini kışkırtmış, bu mücadelelere cesaret vermiştir. Bugün dünyanın en büyük ve kitlesel devrimci dinamiği hâlâ Kürdistan’da varlığını koruyorsa bu durum Kürdistan’ın dört ayrı devletin boyunduruğu altında durmasıyla olduğu kadar Kürdistan’ın Ekim Devrimi’nin rüzgârlarının yakından hissedildiği bir coğrafya olmasıyla da doğrudan ilişkilidir.
İkincisi, Sol Sosyalist Devrimcilerin Brest Litovsk nedeniyle sovyetlerden çekilmesinin ardından sovyet hükümetlerinin tümüyle bolşevik kadrolardan oluşması sovyetlerin ve Bolşevik Partisi’nin bir ve aynı şey olduğu anlamına gelmez. İşçi-emekçi kitlelerin örgütlenmesinin en üst biçimi olan sovyet cumhuriyetleri de diğer işçi-emekçi örgütlenmeleri gibi kitlelerin durumuna ve ihtiyaçlarına bağlı olarak, kendi çıkarları doğrultusunda, ayakta kalma kaygısıyla anlaşmalar yapabilir/yapmalıdır. Şu ya da bu devrimci örgütün bir sendikaya hâkim olması, bu sendikanın bir devrimci örgüt gibi sermaye düzenine, uzlaşmasız bir savaş açmasını mümkün kılmaz. Bu sendikanın patronlarla anlaşması, sendikaya hâkim olan devrimci örgütün kapitalistlerle barış yaptığı anlamına da gelmez. Aynı şekilde Sovyet Cumhuriyetlerinin komşu burjuva diktatörlükleriyle, aralarındaki güç dengelerine bağlı olarak, barış antlaşmaları imzalaması Bolşeviklerin kemalistlerle anlaştığı anlamına gelmez. Nitekim Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinde de Türk devletine yahut kemalistlere ilericilik atfeden ifadeleri cımbızla ayıklamak bile mümkün değildir. Aksi bir içerikteki malzeme ise hayli boldur.
Üçüncüsü, SSCB’nin antlaşma imzaladığı devletleri müttefik olarak gördüğü ve bu devletlerde devrimci dinamiklerin önüne set olduğu iddiası tümüyle gerçek dışıdır. Bunun en önemli örneği Sovyetler Birliği ve Almanya arasındaki ilişki olsa gerek. Sovyet hükümeti 1918 Mart’ında Brest-Litovsk Antlaşmasıyla Almanya İmparatorluğu’yla devletler arası ilişkiler bakımından şartları Sevr’den çok daha ağır olan bir barış antlaşması imzalamış, Ukrayna’yı Almanlara teslim etmişti. Almanya ile Sovyetler Birliği arasında askerî ve ekonomik işbirliği 1918 Kasım Devrimi’nin ardından daha da arttı. Ama tüm bu süreç ne komünistlerin Ukrayna’nın kurtuluşu için bir mücadele başlatmasını ne de Weimar Cumhuriyeti’ni yıkma yönünde bir ayaklanma hazırlığı içinde olmasını engelledi. Tersine Almanya’da bir proleter devrimin yolunun döşenmesi Komünist Enternasyonal’in temel gündemlerinden biri oldu. Bu bakımdan SSCB’nin; İran, İngiltere’nin güdümündeki Türkiye ve Irak’la olan mesafeli ilişkisinin Kürdistan’daki bağımsızlık mücadelesine engel olduğunu söylemek temelsiz ve yanlıştır. Esas olarak Kürdistan’ın bağımsızlığı mücadelesinde kendi eylemsizliklerini ve yanlış programatik çizgilerini örtbas etmek isteyenlerin sığındığı bahanelerdir.
Sovyetlerin Almanya ve Türkiye ile kurduğu benzer ilişkilerin sonuçlarının farklı olması hiç şüphesiz her iki coğrafyada başkaldırılara önderlik edenlerin niteliği ve komünist hareketle kurduğu ilişkinin birbirinden tümüyle farklı olmasından kaynaklanır. Almanya’da zayıf, içinde merkezci uzlaşmacı unsurlar barındırsa da bir komünist partisi mevcuttur; bu parti Komünist Enternasyonal’in üyesidir. Alman Devrimi’ne hazırlık Komintern tarafından hiçbir zaman sadece yahut esas olarak Alman komünistlerinin üzerinde kafa yoracağı bir sorun olarak kabul edilmemiştir. Komintern kongrelerinin Açık Mektup, Kapp Ayaklanması, Birleşik Cephe, 21 Koşul gündemleri Almanya’daki siyasi gelişmelere müdahale etme kaygısıyla tartışılmıştır. Bir dünya komünist partisi olarak Komintern, Alman Komünist Partisi’ne sadece kongre kararlarıyla müdahale etmemiştir. Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi, doğrudan görevlendirmeler yaparak Alman Komünist Partisi’nin merkez komitesinin gündemlerini ve kararlarını şekillendirmiştir.
Kürdistan’daki hareketleri gerici/dinci/şeriatçı/feodal diye karalamak isteyen kemalistlerin ya da Türk milliyetçilerinin kendi ideolojik saplantıları nedeniyle katlettikleri kurbanlar olarak sunmak isteyen liberallerin iddialarının aksine Koçgiri Ayaklanması’ndan beri Kürdistan’da modern bir ulus devlet kurma hedefini taşıyan, bağımsızlıkçı hareketler mevcuttu. Kürdistan’daki hareketler emperyalistlerin güdümünde olmadıkları gibi önderliği olmayan, kendi kendine zuhur etmiş, tepkisel patlamalar da değillerdi. Bu ayaklanmalar ulusal hareketlerin bilinçli ve planlı girişimlerinin ürünüydü.
Gelgelelim Kürdistan’daki bağımsızlıkçı hareketlerin içinden komünist bir önderliğin yaratılması için sorumluluk alanlar çıkmamıştır. Bağımsızlık hareketine önderlik edenlerin içinde, dönem dönem Sovyetler Birliği’ne destek için mektuplar yazan, kuryeler yollayan bir azınlık bulunsa da, kimse Komünist Enternasyonal ile, onun önderliğini kabul eden yahut onu müttefik olarak gören, bir ilişki kurmak istememiştir. O hâlde dünyanın her yerinde olduğu gibi Kürdistan’da da, komünistler ulusal bağımsızlık mücadelesinin ezilmesini, Sovyetler Birliği’nin sözümona “makyavelizmiyle” değil, kendilerinin komünist bir önderliği yaratamamış olmasıyla açıklamalıdırlar. Kürdistan’daki ulusal başkaldırılarının akıbetini esas olarak komünistlerin Kürdistan’da Komünist Enternasyonal’in seksiyonunu yaratma konusundaki öznel eksiklikleri belirlemiştir.
Asıl Sorumlu Komünist Enternasyonaldir
Bununla birlikte benimsedikleri gelenek ve proletaryanın kurtuluş mücadelesinin uluslararası karakteri itibariyle komünistler kendilerini Türkiye komünistleri, Kürdistan komünistleri, Almanya komünistleri olarak tanımlamazlar. Bu tür bir adlandırma esasa değil biçime dair bir sınıflandırmanın ürünüdür. Bu bakımdan Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesine dair verilmesi gereken asıl özeleştiri de esas olarak uluslararası bir karakter taşımalı; uluslararası bir perspektiften, uluslararası bir örgütün sorumluluklarını ve pratiğini göz önünde tutmalıdır. Bu bakımdan Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesine dair bir yanlış tespit edilecekse bu yanlışın merkezinde Komünist Enternasyonal durmalıdır.
Konu Komintern’in Kürdistan’ın ulusal kurtuluşu konusundaki eksik ve yanlışları olunca, değerlendirmeye Komintern’in ilk dört kongresindeki körlüğünü tespit ederek başlamalı. Emperyalistler arasındaki paylaşım kavgasının merkezinde yer alan Kürdistan, Komintern’in ilk dört kongresinde ne bir ulusal sorun ne de bir coğrafi terim olarak kendisine yer bulmuştur. Komintern ile SBKP’yi birbirine eşitlemediğimiz, Fransız ve İngiliz Komünist Partilerinin de Komintern üyesi olduğunu hatırladığımız zaman bu körlük, suskunluk daha çarpıcı hâle gelir. Zira Güney ve Batı Kürdistan o dönemde Fransa ve İngiltere’nin denetimindeydi, Komintern’in yirmi bir koşulundan sekizincisi ise sömürgeler konusunda, sömürgecilerin karşısında net bir tutum almayı şart koşuyordu.
Komintern’in bu körlüğünü sosyal-şovenizmle, emperyalizmle işbirliği eğilimiyle açıklamak kolaycı ve inkârcı bir yaklaşım olur. Zira Komintern o dönemde, başta Hindistan olmak üzere, emperyalistleri çok daha zorlu bir şekilde meşgul eden sömürgeler hakkında sessiz kalmamıştır. Üstelik Komintern Kürdistan coğrafyasındaki gelişmeleri gündemine almıyor da değildir. Gelgelelim Komintern’in radarına giren bu gelişmeler Kürdistan’daki siyasi özneleri yok sayan biçimde, meseleyi esas olarak İngiltere, Fransa, Türkiye, İran, Irak Krallığı, Suriye Manda Yönetimi arasındaki ilişkiler olarak ele alınmaktadır. Devletsiz Kürdistan’da kendini komünist olarak tanımlamış bir özne olmayınca sorunlar da hâliyle Kürdistan’daki hareketlerden bağımsız ele alınmaktadır.
Kürdistan’da komünist bir partinin bulunmayışı Komintern’in bölgedeki gelişmeleri Kürt ulusundan bağımsız ele alışını anlaşılır kılsa da bu kabul edilebilir bir durum değildir. Kürdistan’daki komünist hareketin yokluğu, Komintern’in Kürdistan ulusal sorununu devrimci bir dinamik ve olanak olarak gündemden çıkartmasının gerekçesi olamaz. Yapılması gereken ve yapılmamış olan tam tersidir. Komintern’in, Kürdistan sorununun taşıdığı önemi, Kürdistan’daki ulusal dinamiklerin gücünü fark ederek; Kürdistan’da komünist bir partinin kurulması için sorumluluk alması gerekiyordu. Komintern, Kürdistan’da bir komünist partinin Kürdistan’daki sınıf mücadelesinin nesnel bir ürünü olacağını düşünmemeli, elindeki imkânları kullanarak Kürdistan’da bir komünist partinin kurulması için harekete geçmeliydi. Asıl eksiklik tam da bu noktada yatmaktadır.