61. kuruluş yıl dönümünde Türkiye İşçi Partisi (TİP), Haliç Kongre Merkezi’nde “Müdahale Kongresi”ni gerçekleştirdi. Kongre merkezine girenleri CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun çelengiyle beraber, “Yaşasın Türkiye İşçi Partisi” ve “Fabrikalar, Tarlalar, Siyasi İktidar Her Şey Emeğin Olacak” sloganları karşıladı.

“Bizi biz yapanlar” diyerek sayılmaya başlanan Nazım Hikmet, Behice Boran, Hikmet Kıvılcımlı, Mehmet Ali Aybar gibi isimlerin ardından Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya ve Mahir Çayanlar sıralandı. Komünistlerle legalist tasfiyeciler arasında temel bir ayrım burada açıkça kendini gösteriyor. Komünistler, Denizleri ve onların 71-72’de gerçekleştirmiş olduğu devrimci kopuşu anarken, onların kopmuş olduğu TİP’in oportünist geleneğine “geleneğimiz” diyerek sahip çıkmazlar. Aksine, reformist bir örgüt olan TİP’ten koparak burjuva diktatörlüğünün tüm kurumlarını alaşağı etmek için kurulmuş silahlı bir örgüt olan THKO’nun mirasına sahip çıkarlar. Bu mirasa da ancak, reformistler ve oportünistlerden kendini ayırarak değil, bu unsurlardan ayrılmakta tereddüt edenlerden de kendilerini ayırarak, bugün devrimi gerçekleştirebilecek olan bir devrimci partinin yaratılması mücadelesinde sorumluluk alan komünistler sahip çıkabilir. Bugün ise kendine devrimci parti diyen partilerin veya komünist olduklarını iddia eden örgütlerin hem ideolojik hem de pratik olarak Komünist Enternasyonal’in ilk 4 kongresini referans alan bir siyasi ve örgütsel çizgisi bulunmamaktadır. Bu akımlar, ya – her ne kadar doğru olsa da – “Tek Yol Devrim” şiarının arkasına saklanarak emekçilerin ve ezilenlerin de gündeminde olan seçimler gibi siyasi bir konunun üzerinden atlayıp doktriner davranmaktadırlar, ya da hükümet tarafından bir iç savaşın hedef tahtası haline getirilmiş HDP’nin kimliğini görünmez kılıp bir yandan da HDP’nin de tabanından oy isteyerek, yoksulluk, açlık, insanca onurlu bir yaşamdan söz edip iktisadi sorunlar üzerinden üçüncü bir ittifak yahut halk ittifakı girişimleriyle o ya da bu şekilde Amerikancı muhalefete, yani Millet İttifakı’nın karşı-devrimci çizgisine açıkça yedeklenmektedirler. Bu tabloda, TİP’in cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki duruşu ise besbelli. Kongre’de de “hepimizin ve tarihin huzurunda” Millet İttifakı’nı uyarmayı bir görev olarak bilen TİP Genel Başkanı Erkan Baş, zaten daha 7 gün önce gazetecilerle yaptığı toplantıda, AKP’nin gitmesi için Ekrem İmamoğlu’na oy verdiklerini, önümüzdeki seçimlerde de daha birinci turdan Millet İttifakı’nın adayına oy verebileceklerini beyan ediyordu. Kürtlerin imha ve inkarı üzerine kurulmuş olan bu cumhuriyetin ilanını benimseyip, 10 Kasımlarda Kemal Paşa’yı saygıyla ananlar, Denizleri ve onların bize bıraktığı en büyük miras olan THKO’yu sahiplenemeyeceği gibi, TC denilen bu burjuva diktatörlüğünü de yıkmaya niyetli ve muktedir değildir. Sanki bir zamanlar laik ve demokratikmiş ama bu ilerici özelliklerini yitirmiş bir cumhuriyet gibi sunarak, Türkiye’yi “yeniden laik bir ülke yapma” ve “sosyalist bir cumhuriyet kurma” hayallerini bir kenara bırakalım, Amerikancı muhalefetin kuyrukçuluğunu yapmaktan da ileri gidemezler.

Kongrede Kürtlerden başına yoksul sıfatı getiremeden bahsedilememesi ise şaşırtıcı değil. Kürtçeye yönelik düşmanlaştırma veya yoksaymaya, HDP’li belediyelere atanan kayyumlara, Kürtlere yapılan ırkçı saldırılara değinilse de, Kürt sorunu diye bahsedilen Türkiye’de yaşayan Kürtlerin demokratik hakları meselesinden ayrı ve bugünün en yakıcı sorunu olan Kürdistan sorunundan elbette hiç bahseden olmadı. Ulusal ve coğrafi bir sorun olan, emperyalizmin en zayıf halkası Kürdistan sorunu, referandumla, parlamenter ve reformist yollarla çözülemez. Komünistlerin görevi ise, tasfiyeciliğin örgütlü ve örgütsüz her kesimde bu denli güçlendiği bugün, ulusların kendi kaderini tayin hakkının ayrı bir devlet kurma hakkından başka bir anlama gelemeyeceğini bilerek, ulusal soruna burjuva-demokratça yaklaşımların aksine, 4 parçada birleşik ve bağımsız bir Kürdistan’ın çözümünün ancak enternasyonal ile olabileceğini vurgulamaktır. “Cumhur İttifakı adı taşıyan – güya – faşist bloka karşı”, “Kürdistan sözünden ben de rahatsız oluyorum”, “Kandil’i bombalayacağım” diyen şovenistlere yedeklenenler, elbette Kürtlerin esareti işçilerin esaretidir diyemez. Çıkabilecek muhtemel bir emperyalist savaşta ise bir yandan CHP ve HDP arasında çöpçatanlık yapıp bir yandan devrimci iddialarda bulunanlar, acaba kendi hükümetlerinin yenilgisini isteyecekler mi? Yoksa 2. Enternasyonal’de olduğu gibi olası gerici bir savaşta kendi ülkelerindeki burjuvazinin yanında yer alarak sosyal-şovenizmleri gün yüzüne mi çıkacak? 2. Enternasyonal’in bu oportünist ve sosyal-şovenist çizgisinden geç de olsa kopmuş olan Bolşeviklerin deneyimini tekrardan yaşamamıza lüzum yoktur. Tersine, biz gündemdeki siyasi olayları Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinden süzülmüş olan derslerin mihengine vurarak değerlendiririz. 2. Enternasyonal’in bugün oldukça yaygın olan bu tasfiyeci çizgisini saptamak ve kendisine “komünistim” diyenlerin bu çizgiden kopması da bu derslerden başlıcasını teşkil eder.

TİP, kongre boyunca sözüm ona siyaset üstü olan ekonomik sorunlara vurgu yapmayı geçelim, zaten doğrudan “siyaset bizim için ekmek kavgasıdır” diyerek sendikalist siyaset ile komünist siyaset arasındaki koca farkı sarih bir şekilde özetliyor. Lenin’in de Ne Yapmalı’da dediği üzere, “her sendika sekreteri, hükümete ve patronlara karşı ekonomik bir mücadele yürütür.” Kendiliğindenciliğin en açık ifadelerinden biri olan “ekmek kavgası”nı siyaset sayanlar, işçi sınıfının kısmi ve dar çıkarlarının kuyrukçuluğunu ve şakşakçılığını yapadursun, komünistler bu bir hayli kalabalık Martinov ordusu karşısında her sendika faaliyetinde, her işçi direnişinde işçi sınıfının kısmi sorunlarında bütünün çıkarlarını, ulusal sorunlarda da uluslararası çıkarları saklamadan ve pratikte de “unutmadan” öne çıkaracaklardır ve çıkarmalıdırlar. İşçi sınıfının burjuva siyaseti olan sendikalist siyaseti değil, enternasyonalist ve komünist siyaseti işçi sınıfına dışarıdan taşıyan önderler olacağız ve olmalıyız. Çünkü “ekonomik mücadelenin kitleleri siyasal mücadeleye sürükleyebilecek en geniş çapta hayata geçirilebilir araç” olduğunu söyleyenlerin bu ekonomik taleplerin arkasında gizlenerek devrimci olmadıklarını örtbas etmeye çalıştıklarını biliyoruz. Çünkü öncülük iddiasını taşıyan komünistlerin esas görevlerinden biri de, halka siyasi gerçekleri açıklamak, yani güncel siyasi sorunlarla iktidar sorunu arasındaki bağı kurmaktır. Çünkü işçilerin ekmeğe değil, her şeyden önce iktidara ihtiyacı vardır.

Üniversitelerden Komünistler