KöZ, üstünde mücadele ettiğimiz toprakların hem Orta Doğu’nun kilit ögesi hem de devrim toprağı olduğunu başından beri vurguluyor. İçinden geçtiğimiz dönemde Türkiye’de ve Kürdistan’da bir devrimci durumun hüküm sürdüğüne döne döne dikkat çekiyor.

Zaten varlıklarını devrim fikrinin reddi ve önlenmesi üzerine kurmuş olan reformistlerle, başarısız/yanlış çizgileri nedeniyle hüsrana uğrayıp büsbütün karamsarlığa ve umutsuzluğa batmış ve reformizmin kuytu limanlarına çekilmeye karar vermiş legalist tasfiyeciler yalnız bir devrimin zorunluluğunu reddetmekle kalmıyor, devrimci nitelik taşımayan gelişmelere bu niteliği yakıştırarak devrim ufkunu bulanıklaştırmak için de birbirleriyle yarışıyorlar. Aynı kesimlerin devrimci durumun nesnel koşulları belirdiğinde onları tersine çevirmek ve devrimci duruma devrimci bir çözüm getirmek isteyenlerin önünü kesmek için birbirleriyle yarışacaklarından da kuşku duymamamak lazım. Zaten oportünistlerden arınmış bir devrimci partiyi kurmak için bile oportünizme karşı bir politik mücadeleyi başarıyla sürdürmenin belirleyici rolü buradan ileri gelmektedir. 

Sapla samanın birbirine karışmasının türlü örneklerini dünya çapında gördüğümüz yakın döneme, bu gerçekleri göz önünde bulundurarak ışık tutmak yerinde ve gerekli. 

Bu bakımdan Lenin’in legalist tasfiyeciliğe ve bu oportünizmin odağı olan İkinci Enternasyonal’in çizgisine vururken devrim ve devrimci durum tespitlerini nasıl açıkladığını hatırlamanın tam da zamanıdır. 

Lenin, 1913 yılında Riga ve Petrograd’daki 1 Mayıs eylemlerini değerlendirdiği “Devrimci Proletaryanın 1 Mayısı” başlıklı makalesinde devrimci durum tespitini, yönetenlerle yönetilenlerin karşılıklı durumu açısından ele alarak yapmıştı. 

Bunun ardından 1915’teki “İkinci Enternasyonal’in Çöküşü” broşüründe sadece Rusya’dakilere değil, genel olarak tam da legalist tasfiyecilere vururken bu konuyu genişleterek ele aldı. 

Genellikle leninist olma iddiasını taşıyan tüm akımların bir ağızdan ve kısaltarak tekrarladığı “Yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği koşullar devrimci durumu anlatır.” biçimindeki formülü açarak şöyle tarif etti:

“Bir Marksist için devrimci durum olmadan devrim olamayacağı konusunda hiçbir tereddüt olmamalıdır. Ama her devrimci durum da devrime varmaz. Genel hatlarıyla bir devrimci durumun belirtileri nelerdir? 

Belli başlı şu üç belirtiyi sıralarken yanılmayacağımızdan eminiz:

1) Yönetici sınıfların egemenliklerini eski biçimi değiştirmeden sürdürmenin imkânsız hale gelmesi; yani ‘zirvede’ bir kriz; egemen sınıf siyasetinin kriziyle ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve öfkelerinin akacağı bir yolun açılması. Genellikle ‘tabandakilerin artık eskisi gibi yaşamak istememesi’ yetmez; ‘zirvedekilerin de bunu yapamayacak durumda’ olması önem taşır. 

2) Ezilen sınıfların sefalet ve sıkıntılarının olağan koşullarda olduğuna kıyasla iyice ağırlaşmış olması. 

3) ‘Barışçıl dönemlerde’ soyulmaya sükunetle razı olan kitlelerin fırtınalı dönemlerde gerek bir bütün olarak kriz nedeniyle, gerekse de bizzat ‘zirvedekiler’ tarafından kışkırtılarak bağımsız bir tarihsel eyleme itilmeleri ve yukarıdaki koşullar nedeniyle kitlelerin faaliyetinin ciddi bir boyut kazanması.

Şu ya da bu parti ya da grubun yahut sınıfın niyetlerinden bağımsız bu nesnel gelişmeler olmaksızın devrim bir genel kural olarak mümkün değildir. Bir devrimci durumu oluşturan bir bütün olarak bu nesnel gelişmelerin tümüdür.” (İkinci Enternasyonal’in Çöküşü, TE. C. 21, sf. 216-217)

Lenin, bu tarifi doğrulamak üzere Rusya’da “1905’teki durumu ve Batı’daki devrimci dönemlerin hepsini” hatırlatmakla kalmayıp “geçen yüzyılın 60’lı yıllarının Almanyasında, 1859-61 ve 1879-1880 yıllarında Rusya’da” böyle durumların kendini gösterdiğini ama devrimin gerçekleşmediğini hatırlatır. Bu hatırlatmayı “çünkü her devrimci durumdan devrim çıkmaz; ancak bu sıralanan nesnel gelişmelere bir öznel gelişme eklendiği zaman olur.” saptamasıyla tamamlar. 

İster reformist olsun ister olmasın bu konuya dair söz söyleyenlerin çoğunluğu, bu öznel etkeni “parti” diyerek kısaltır ve güdükleştirir. Oysa Lenin’in tarifi açıktır:

“Öznel etkenden anlaşılması gereken devrimci sınıfın eski hükümeti tamamen (yahut kısmen) iskat etmek üzere yeterince güçlü devrimci eylemler yapabilme yeteneğidir; çünkü bu hükümet ‘yıkılmadıkça’ kriz zamanlarında bile asla kendi kendine ‘yıkılmaz’.

İşte devrimin marksist kavranışı böyledir…….” (aynı yerde s. 217)

Doğrusu reformist olsun olmasınlar oportünistlerin hemen hepsi yeri geldiğinde bu saptamaların doğruluğunu teslim etmeye itiraz etmezler. İtirazları, kimi zaman “o zamanın koşulları ile bugünün koşulları” tekerlemesi çerçevesinde olur. Daha çok da devrimci durum saptaması yapmak için bir “siyasal ve ekonomik krizin üst üste gelmesi gerektiği” gerekçesiyle olur.

Oysa İkinci Enternasyonal’in (savaşa karşı tutum konusunda en tutarlı ifadelerin yer aldığı) 1912 Basel Manifestosu’nda kelimesi kelimesine bu kısaltma yer almıştı. Lenin de tasfiyecilerin ve reformistlerin bu kısaltmayı tekrar ederek devrim ve devrimci durum saptamalarını nasıl bulanıklaştırdıklarını göstermek üzere söz konusu ayrıntılı tarifi yapmıştı. 

“1912’deki saptamalar 1914-15 savaşının patlak vermesiyle doğrulanmadı mı?” diye soruyordu. Bu soruyu sorduğunda, Birinci Paylaşım Savaşı’nın en karanlık günleri yaşanıyordu, henüz Şubat Devrimi olmamıştı ve 7 Kasım’daki eylemin planı hakkındaki tartışmalar hiç gündemde değildi.

Nispeten mahir oportünistler doğrudan Basel Manifestosu’nun (soyut olarak yanlış olmayan) kısa formülasyonuna gönderme yapmak yerine, Lenin’in sıraladığı koşullardan ikincisini (“ezilenlerin sefaleti” vs.) öne çıkararak devrimin nesnel koşullarının olup olmadığını sorgulamayı tercih eder. Oysa bu, bir devrimci durumun olup olmadığını saptamak için bakmak gereken nesnel koşullardan sadece birisidir ve bu koşulların sıralaması da rastgele değildir. Birinci ya da üçüncü sırada diğer koşulların sıralanması önemsiz değildir. Öte yandan bu koşulların hepsinin varlığı bile, bir devrimin eli kulağında olduğu anlamına da gelmez. “Sadece şu ya da bu parti yahut grubun iradesinden değil şu ya da bu sınıfın iradesinden de bağımsız olan” bu koşulların yokluğu durumunda başarılı ya da başarısız bir devrimin imkânsız olduğu kesin olarak vurgulanmaktadır. Buna karşılık bu üç nesnel şart yerinde olsa bile bir devrimin kendiliğinden patlak vermesi beklenmemelidir. Zira bunun için numaralandırılmamış bir koşul, devrimci durumun değil devrimin koşulu olarak, sıralanmaktadır: “Çünkü devrim her devrimci durumdan çıkacak değildir; sadece yukarıda sıralanan nesnel gelişmelere bir öznel gelişme eklendiği takdirde çıkabilir.” 

“Öznel gelişme” yahut “öznel koşul” dendiğinde hangi eğilim ve çizgiden olursa olsun ezici bir çoğunluğun aklına gelen “parti”dir. Oysa Lenin bu gerekli şartı tarif ederken herhangi bir tereddüde yer bırakmayacak şekilde, “bu öznel gelişmeden anlaşılması gerekenin devrimci sınıfın eski hükümeti tamamen (yahut kısmen) sakatlayacak/susturacak kadar güçlü devrimci kitle eylemleri yapacak yetenek ve güçte olmasıdır” sözlerini “sınıfın” ve “güçlü” sözcüklerinin altını çizerek söylüyor. 

Şimdi daha önemli olan bu saptamaları “Ne Yapmalı?”da söylenenlerle birlikte okumaktır. Zira sınıfın tümünü kapsayan ve temsil eden bir parti anlayışına sahip olunduğu takdirde Lenin’in özenle tarif ettiği öznel gelişmeyi “partinin gelişmesi” olarak anlamak kaçınılmazdır. Demek ki bu konu hakkında düşünüp yorum yapmadan önce “işçi sınıfının kitlesinden de kendini ayırıp işçi sınıfına devrimci bilinci gündelik ve kısmi mücadelelerin dışından taşıyacak bir profesyonel devrimciler örgütü” fikrinin tayin edici önemini bilince çıkartmış olmak gerekiyor. 

Devrimci durumun koşulları nesnel koşullar iken devrimi mümkün kılan koşulun öznel bir koşul olmasının sebebi açık olmalıdır: Devrimci durumun koşulları devrimcilerin öznel politik faaliyetinden bağımsız bir şekilde ortaya çıkarken, bir devrimin koşulu olarak sınıfın, devrimci eylemler yapacak yeteneğe ve güce kavuşması devrimcilerin politik faaliyetinden bağımsız gerçekleşecek bir iş değildir. Devrimci parti sadece 7 Kasım günündeki gibi bir askeri ayaklanmayı yürütmek için değil, aynı zamanda işçilerin bir sınıf olarak harekete geçecek yeteneğe ve güce kavuşmalarını sağlamak için onları hazırlamak, Lenin’in Sol Komünizm’de kullandığı ifadeyle “onların kendi deneyimleriyle öğrenmesini sağlamak için”, gereklidir. Devrimcilerin siyasi taktikleri, işçilerin hiç de pedagojik bir nitelik taşımayan bu siyasal eğitimi içindir. Nitekim yine Sol Komünizm’de Lenin, Avrupalı komünistleri proletaryanın siyasi eğitimi görevinden yan çizdikleri için eleştiriyordu.

Bir proleter ayaklanması dahi kendiliğinden bir eylemdir. Bunun çapı ve donanımı başarıyı teminat  altına almaya yetmez. Nitekim 1917 Temmuz Ayaklanması böyledir; silahlı işçilerin ve onlarla birlikte seferber olan kitlelerin çarlığın yerine geçen Geçici Hükümet’e başkaldırısıdır. Bilindiği gibi Bolşevikler bu eyleme katılmamak gerektiği ve erken olduğu görüşünü savunmuşlardı. Buna karşılık 7 Kasım günü Kızıl Muhafızlar ve Bolşevikler Kışlık Sarayı’yla belli başlı saptanmış hedeflere dönük silahlı eylemlerini kendi planladıkları gibi hayata geçirirken; Temmuz Eylemleri’ne katılan yahut katılmayan kitlelerin temsilcileri sovyet toplantısına katılmış, kitlenin önemli bir kesimi de ne olup bittiğini anlamak için toplantının yapıldığı mekanın etrafında toplanmıştı.

Lenin, Rusya’daki devrimci durumun 1913’ten beri hüküm sürdüğünü savunuyordu. Birinci Paylaşım Savaşı’nın başlaması ise bu devrimci durumu tüm Avrupa’ya yaymıştı. Devrimci durumun doğrudan doğruya kitle eylemleriyle ilişkisi yoktu. Hiçbir kitle eyleminin söz konusu olmadığı savaş yıllarında da Lenin devrimci durumun sürdüğünü iddia etti. Bununla birlikte 8 Mart 1917 eylemleriyle birlikte Rusya’da Lenin’in bahsettiği devrimin öznel koşulu yerine gelmiş, çarlığın devrilmesiyle bir devrim süreci başlamıştı. Gelgelelim Şubat Devrimi sadece Bolşevikler açısından değil çarlıktan bir saray darbesiyle kurtulmayı planlayan burjuvazi için de başarısızlık anlamına geliyordu. Çarlığın devrilmesi 1917’de gerçekleşen Rus Devrimi’nin başladığının kanıtıdır. Bununla birlikte burjuvazi devrimci güçlere hâkim olamadığı için bir türlü ülkeyi yönetmeyi başaramamıştı. Bu nedenle Şubat Devrimi amacına ulaşmayan bir devrim olmuş, devrim istikrara kavuşmadığı için Rusya’da devrimci durum varlığını korumaya devam etmişti.

Bir devrimci durumun gerekli şartlarından biri olarak üçüncü şartı tekrar okuduğumuzda somut olarak şunu anlamak gerekir: Gerek 1917 8 Martında çarın devrilmesine varan eylemler, gerekse de Temmuz Ayaklanması “’barışçıl dönemlerde’ soyulmaya sükunetle razı olan kitlelerin fırtınalı dönemlerde gerek bir bütün olarak kriz nedeniyle, gerekse de bizzat ‘zirvedekiler’ tarafından kışkırtılarak bağımsız bir tarihsel eyleme itilmeleri ve yukarıdaki koşullar nedeniyle kitlelerin eylemlerinin ciddi bir boyut kazanması”na delalet eder.

Dahası Çar’ın istifa etmesi, yerine gelen Prens Lvov Hükümeti, onun yerini alacak olan Kerensky Hükümeti ve bir yandan da Çarlık taraftarlarının tertiplediği Kornilov Ayaklanması “zirvedekiler”in ne eskisi gibi ne de yeni biçimler altında toplumu yönetemediğini ve bunun seçenekleri konusunda birbirleriyle dalaştığını gösterir. Kaldı ki ordu içinde savaş zamanından beri itaat etmeyi redderek, bozgunculuk yapanların sayısı az değildir. İşte sıralanan nesnel şartlardan biri budur. 

Öte yandan 8 Mart eyleminin öncesinde ve sonrasında “ezilenlerin sefalet ve umutsuzluğunun arttığını” gösteren sayısız belirti göze batacak kadar kendini göstermektedir. Demek ki nesnel devrimci durumun nesnel belirtilerinden ikincisi de tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktır. 

Şubat-Ekim arası süreçte kitlelerin eylemlerinin “barışçıl dönemlerde görülmedik ölçüde” arttığı ve Geçici Hükümet’in de bazı durumlarda ezmek üzere eylemleri kışkırttığı vb. de bu süreçte ayan beyan ortaya çıkmıştır. Sovyetleri savunanların da her düzeyde eylem ve etkinlikleriyle Bolşeviklerden bağımsız ve hatta onların uyarılarını da dinlemeden hükümete karşı başkaldırdığı ve hatta çarlıktan başlayıp Lvov Hükümeti’nden geçerek Kerensky’nin hükümetini de tehdit eden en azından emir ve kararlara uymayan bir tutum içinde olduğu da görülmüştür. İşte üçüncü belirti de budur. 

Asıl kritik ve hepsinden önemli olan ise numaralandırılmamış olan dördüncü ve öznel olan koşuldur. Zaten belki tam da nesnel olmadığı için numaralandırılmamıştır. Başka bir deyişle herhangi bir yerde her hangi bir zamanda üç nesnel gelişmenin bir araya geldiği saptanabilir. Hele Basel Manifestosu’ndaki gibi “ekonomik ve politik bir krizin olması lazım” denmiş olsa pek çok ülkede defalarca ekonomik ve politik bir krizden yola çıkarak bir devrimci durum tespitine varmak işten değildir. Lenin’in devrimci bir durumun nesnel belirtileri diye ayrıntılandırılarak yaptığı tarif önemlidir ve öznelliğe doğru gittikçe, devrimci durumun değil devrimin koşulları hakkında konuşmaya başlayınca, kaçınılmaz olmaktan uzaklaşan bir değerlendirme söz konusudur. Hele 7 Kasım dönemecine yaklaşırken söyledikleri “önce olmazdı sonra olamaz” vurgusu daha da önemlidir. İradi/öznel müdahalenin belirleyiciliğini anlatan da budur. Bunu anlayabilmek için “eski hükümetin yıkmadıkça yıkılmayacağı” hakkındaki son cümle üzerinde durmak gerekir. 

Lenin’in “her devrimci durumdan bir devrim çıkmaz” saptamasını “Her devrimin sınıfsız topluma giden geçiş dönemine karşılık düşen siyasal biçim olarak proletarya diktatörlüğüyle taçlanması beklenemez.” diye tamamlamak gerekir. Şubat Devrimi bu duruma bir örnektir. Bunun peşinden de “Başarılı bir devrimin uluslararası planda yayılması ve proletarya diktatörlüğünün sınıfsız topluma kadar sürekliliğinin güvence altına alınması için de bu devrimin başarısı için belirleyici olan öznel koşulun mevcudiyeti ve sürekli kılınması şarttır.” vurgusunu yapmak gerekir. 

Komünistlerin ödevi öznel koşulla ilişkilidir

Bu vurguyu yaparken de sadece devrimci partinin kendisinden ibaret olmayan öznel koşulu, yani “devrimci sınıfın eski hükümeti tamamen (yahut kısmen) iskat etmek üzere yeterince güçlü devrimci eylemler yapabilme yeteneği”nin mevcut ve kalıcı olması sağlanmalıdır. Bir “hükümetin yıkılmadıkça kriz zamanlarında bile asla kendi kendine yıkılmayacağı” doğrudur ama devrimin uluslararası planda yayılması mevcut kazanımlarının korunması ve sınıfsız topluma kadar sürekliliğinin sağlanması için proletaryanın önderliğini kazanmak ve korumak için dünyanın bütün ülkelerinde enternasyonal bir siyasi mücadele yürütülmesi devrimin nesnel koşulları kadar önemli öznel koşulun bir başka boyutudur. 

Tüm bunlardan Lenin’in ele aldığımız yazısında devrimin nesnel koşullarını işaret ettikten sonra vurguladığı olmazsa olmaz öznel koşulun, bir devrimci durumun devrimle sonuçlanmasının en önemli hatta diğer nesnel belirtilerden daha önemli bir koşul olduğu sonucuna mı varmalı?

Bu vahim bir yanılgı olur. Zira bu saptamanın anlamı devrimci durumların nesnel belirtilerinin ortaya çıkmasının zaten şu ya da bu parti veya grubun yahut şu ya da bu sınıfın iradesinden bağımsız olduğuna dikkat çekmekti. Buna karşılık öznel olan koşul sadece bir partiye ve onun faaliyetine indirgenemeyecek olsa da hem devrimci partinin, hem başka parti ya da grupların olumlu yahut olumsuz rollerine hem de yine bir parti ya da hükümete indirgenemeyecek olan sınıfların karşılıklı etkilerine bağlıdır. 

Eğer işimiz nesnel durumu anlayıp açıklamaktan ibaret olsaydı bu kadar doğru saptamadan sadece olan biteni gözleyip açıklamak üzere yararlanmakla kalabilir ve daima isabetli değerlendirmeler yapıp bununla yetinebilirdik.

Oysa bir proleter devrime önderlik etmek üzere yola çıkan komünistlerin asıl ödevi, kendiliğinden ortaya çıkması mümkün olmayan öznel koşulu sağlamak, bunun için bir devrimci durumun ortaya çıkmasını beklememektir. Üstelik herhangi bir devrimci partinin varlığı ve faaliyeti herhangi bir devrimi mümkün kılan öznel koşulu sağlamak için yeterli olsa bile (bu bir çok kez muhtelif örnekleriyle görülmüştür) sınıfsız topluma giden yolu açacak bir proleter devrimin öznel koşulu sadece bunu bolşevizmin derslerinin eleştirel bir özeti olan Komünist Enternasyonal’in kuruluşunda benimsenen tezleri ve kararları rehber edinen bir komünist parti sayesinde sağlanabilir; daha doğrusu bu olmadan sağlanamaz. 

Son olarak komünistler açısından bugün yönetenlerin eskisi gibi yönetemiyor, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilemiyor olması hakkındaki saptama ve tartışmalar üzerinde durulmasının iki bakımdan önemi vardır. Bunun için bilhassa Lenin’in İkinci Enternasyonal’in Çöküşü yazısında alıntıladığı Kautsky’nin değerlendirmesini hatırlamak gerekir. 

Birincisi bugün oportünizmin yaygın türlerinden biri -tıpkı Kautsky örneğinde olduğu gibi- devrim lafzına sahip çıkar gibi görünerek devrimci durumun nesnel belirtilerinin mevcut olmadığını ve yönetenlerin olduklarından daha güçlü olduğunu vurgulayarak reformizme bahane aranması biçiminde kendini göstermektedir. 

İkincisi bir devrimci durumun olduğu hakkındaki tarife sahip çıkma iddiasıyla bu devrimci durumun nesnel belirtilerinden bazılarının eksikliğine vurgu yapanların çokluğudur. Bu da birincisiyle aynı kapıya çıkar.

Aslında bu iki yaklaşım tarzının da aynı kapıya çıkmasına dikkat çekerken devrimci bir durumun nesnel koşullarının başında sayılan koşulun kastedildiğini belirtmek gerekir. Zira komünistler bakımından tartışmasız biçimde tamamen nesnel olan belirti orada, yani Lenin’in “zirvedekiler” dediği yönetenler katındadır. O bakımdan evvela bu nesnel durumu (Kautsky’nin yaptığı gibi) ters yüz ederek yönetenlerin olduklarından daha güçlü bir durumda olduğunu belirtip buradan hareketle devrimci durumun olmadığını göstermeye kalkışanlar böylelikle diğer belirtilerle ilgilenmenin gereksizliği bahanesine kurnazca sığınmaktadırlar. Bugün Türkiye’de “konsolide olan faşizm” türünde uyduruk teoriler üretenlerin hepsi de Kautsky’nin yolundan gitmektedirler.

“Yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi ve yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmeye razı olmaması” durumunun Lenin’in izah ettiği biçimiyle kavranışıyla, yaşadığımız dönemdeki gelişmelere bu devrimci durum saptamasının nesnel koşulları bakımından nasıl bakılması gerektiği ise ayrı bir yazının konusu.