Üniversitelerden Komünistler olarak, 6 Ekim Perşembe günü Boğaziçi Üniversitesi Marksist Fikir Topluluğu’nun “İran’da İsyan: Dünü ve Bugünü” başlıklı söyleşisine katıldık.
1905 İran Meşrutiyet Devrimi’nden başlayarak İran’daki siyasi gelişmeleri tarihsel bir akış içerisinde sunan konuşmacı, İran solunun da genel bir tablosunu çizerek belli başlı akımlara dair siyasi eleştirilerini getirdi. Halkın Fedaileri gibi gerilla örgütlerine de değinen konuşmacı, ağırlıklı olarak Tudeh, diğer adıyla İran Kitlelerin Partisi’ni eleştirerek, Tudeh’in SSCB uydusu olmasından dolayı Stalinist ve aşamacı bir programa sahip olduğunu, bunun da Türkiye’deki karşılığının MDD olduğunu söyledi. Tudeh’in Musaddık kuyrukçuluğu yaptığını ve aşamacı Stalinist programı sebebiyle de 2. Enternasyonal Menşevizmini temsil ettiğini ifade etti. 1979 Devrimi’nden de bahseden konuşmacı, toplumsal hareketlerin yükselmesine rağmen şuralar hareketi içerisinden programatik bütünlüklü bir alternatif çıkmış olmadığını, Tudeh’in de anti-Amerikancı diyerek mollalara destek verdiğinden ötürü bu devrimin mollaların başa gelmesiyle sonuçlandığını açıkladı. İran solunun iktidar perspektifsizliğinin, karşı-devrim sürecinde yaşadığı kafa karışıklığının, Tudeh’in tartışılmaz ihanetlerinin İslami rejimin yolunu açan önemli etkenlerden olduğunu söyleyeyerek, devrimci programın ilerlemesi noktasında sürekli bir karakter kazanamayan devrimin sonucunun felaket olduğunun altını çizdi.
İran’da ayaklananların tamamının sol güçler olmadığını, içlerinde monarşistlerin de olduğunu belirten konuşmacı, kitlelerin öfkesini devrimci kanala yedeklemezsek, (isabetli bir şekilde) bu ayaklanmaların tıpkı ya Gezi Direnişi’ndeki gibi dağılıp gideceğini, ya da emperyalizme yedekleneceğini vurguladı. Sri Lanka ve Şili’deki ayaklanmalara değinerek bugünkü isyan dalgasından söz eden konuşmacı, (isabetsiz bir şekilde) solun örgütsüzlüğü ve alternatifsizliği yüzünden bu ayaklanmaların ilerletilemediğini, en nihayetinde de rüzgarın tersine döndüğünü ifade etti.
Sunumunun ilk kısmından sonra, “isyanlarla dolu 2000’ler”deki siyasi gelişmelerden sonra, güncel olarak Mahsa Amini vesilesiyle ortaya çıkan isyandan bahsetti. Bu isyana dair “yıkıcı ama yerine ne konacak?” diyerek bir soru yönelten konuşmacı, Gezi isyanına benzer bir tablonun olduğunu, bunun bir sınıf hareketi değil ama kitlesel bir halk hareketi olduğunu söyledi. Gençlerin ve kadınların ön planda olduğunu uzunca anlatırken, “isyan süreci gereği gibi değerlendirilebilirse, bu fırsat kaçırılmazsa, sondan bir önceki isyan bu olabilir” dedi.
Konuşmacı ayrıca, sol içerisinde de kafa karışıklığı yaratan belli başlı soruları sıralayarak cevapladı. “İran anti-emperyalist bir direniş odağı mı?” sorusuna, anti-emperyalizmin yanlış bir şekilde anti-Amerikancılık ile eşleştirildiğini, emperyalizmin ABD’den ibaret olmadığını, Rusya ve Çin gibi farklı emperyalist güçlerin de mevcut olduğunu söyledi. İran ve Türkiye’yi de alt-emperyalist bir güç olarak tanımladıklarını belirtirken, anti-emperyalist olmanın anti-kapitalist olmaktan geçtiğini vurguladı. İkinci olarak, “İran rejiminin yıkılması ABD ve Batı emperyalizminin işine gelmez mi?” sorusuna ilişkin olarak Lenin ve Troçki’nin de hakkında çıkan “Alman ajanı” efsanelerinin kaynağını anlatan konuşmacı, “İsrail/ABD/Batı mı isyanları kışkırtıyor?” sorusuna komplocu bir anlayışın doğru olmadığını ve İran, Suriye yahut Libya’ya değil, buralardaki kitle hareketlerine güvenmek gerektiğini açıkladı. “Şahçılar ya da Batılı liberaller alternatif olabilir mi?” sorusuna ise bu kesimlerin sahada kapasitesiz oldukları şeklinde yanıt veren konuşmacı, İslamcı/laik ayrışmasının da yanlış olduğunu söyledi.
Sunumunun sonunda, enternasyonalist olduklarını ve bunun da sadece bir dayanışma duygusu olmadığını vurgulayan konuşmacı, aksine bunun örgütlemeye çalışan bir anlam taşıdığını, İran’da aktif bir siyasi çalışma ortamı olmasa da politik olarak ne yapabiliriz diye düşündüklerini söyledi. Bu düşünüşün sonucunda, İran devriminin programının ne olması gerektiğine ilişkin üç başlık altında topladığı görüşlerini anlattı: sürekli devrim, proletaryanın öncülüğünde gençliğin ve ezilen kesimlerin örgütlenmesi, işçi şuraları iktidarı. İlk başlık hakkında konuşan arkadaş, demokratik görevleri liberal milliyetçi yahut Batılı burjuvazinin çözemeyeceğini, monarşinin çağdışı ve emperyalist bir proje olduğunu, işçi sınıfı önderliğinde devrimci bir dönüşüm yani somut bir görev olarak örgütlenmenin ve demokratik görevler için bile hem emperyalizmle hem kapitalizmle bütün bağları koparmanın gerekliliğini açıkladı. İkinci olarak örgütlenme görevinden bahsedip, üçüncü başlık olan işçi şuraları iktidarının sovyetik bir iktidar olduğunu ve geçmişin deneyimlerinden de dersler çıkarmak gerektiğini söyledi.
Daha sonra iki temel noktaya işaret eden konuşmacı, ilk olarak, acil sosyalist devrimci bir örgüt ihtiyacını vurguladı. Bu örgütün bölgesel deneyimlerden beslenmesi, yeraltı koşullarına uygun ve uluslararası dayanakları olan bir örgüt olması gerektiğini anlattı. Yeraltı veya illegalite derken de bunun her zaman silahlı mücadeleyi akla getirmemesi gerektiğini, yasadışı olarak düşünülmesinin daha doğru olduğunu not etti. İkinci olarak ise enternasyonalizmden bahseden konuşmacı, bunun duygudaşlık ve selam gönderme olmadığını; örgütlenmede, devrimde ve iktidarda enternasyonalizmin şart olduğunu ifade etti. Ortadoğu için düşündükleri, enternasyonalizmin somutlanmış programının “Sosyalist Ortadoğu Federasyonu” olduğunu söyleyen “MFT mezunu” konuşmacı, Ortadoğu’nun etnik-mezhepsel kaynaşmış yapısından ve bunun sosyalizmin kızıl bayrağı altında birleşmesi gerektiğinden söz etti. Örnek olarak Filistin sorununa değinerek, bu sorunun Ortadoğu ve dünya çapında tezahürleri olduğundan dolayı sadece Filistin’le sınırlı bir çözümünün mümkün olmadığını ve İran’da da aynı olduğunu belirterek bunun bir tesadüf olmadığını dile getirdi. Son olarak, Türkiye’de de bu var olan dinamiklerin sol tarafından bir havuz problemi misali seçimle Erdoğan’ın değişmesi ihtimali ve beklentisi üzerine boşaltılmasından dem vuran konuşmacı, İran halkının gerçekten özgürleşebilmesi için Erdoğan’ın da yıkılmasının şart olduğunu söyleyerek konuşmasını sonlandırdı.
Bu uzun sunumun ardından soru-cevap bölümüne geçilmesinin ardından biz söz aldık. KöZ olarak herkesi selamlayıp, sunum için teşekkür ederek MFT’nin bu gibi etkinliklerinin herkese açık olmasını sevinçle karşıladığımızı söyledik. Konuşmacı henüz sorularımıza geçmeye izin vermeden sözümüzü kesip bir öfke hali içerisinde çıkışta bu konu hakkında konuşacağımızı ve kısa tutmamız gerektiğini, sunumun gerçekleştiği yerin kapanacağını söyledi. Üç soru sormak istediğimizi belirterek, ilk olarak bu kadar detaylı bir İran sunumunda neden Ocak 1946’da kurulan ve ilk Kürt cumhuriyeti olan Mahabad Cumhuriyeti’nden bahsedilmediğini sorduk. İkinci olarak, Mahsa Amini isyanının sadece kadınların, gençlerin, öğrencilerin bir isyanı değil, Rojhilat’ta ezen ulus devletine karşı ezilen bir ulusun sokaklardaki başkaldırısı olduğunu söyledik. Kürtlerin esaret zincirlerini parçalayarak dört parçada birleşmesinin laik ve demokratik bir Ortadoğu’nun koşulu olduğunun, reformistlerin hendek başkaldırısını unutturmaya dair çabalarına karşın bu isyanların devrimci bir muhasebesinin yapılması gerektiğinin altını çizerek, bağımsızlık ve özgürlük yolunda eksik olanın devrimci bir parti olduğunu vurguladık. Konuşmacının da sunumunda belirttiği üzere, dünyada Sri Lanka’dan Şili’ye yayılan bir devrimci durum olduğunu, bu ayaklanmaların da devrimci parti olmadan “ya dağılıp gideceğini ya da emperyalizme yedekleneceğini” dile getirdik. Rojhilat başkaldırısının ise emperyalizmin en zayıf halkası olan bu coğrafyadaki devrimci durumun derinleştiğini bir kez daha gözler önüne serdiğini ifade ederek, SEP’in de kurucularından olduğu enternasyonal örgütü ISL’in (Uluslararası Sosyalist Birlik) tıpkı Filistin sorunu gibi uluslararası bir sorun olan Kürdistan sorununa dair görüşlerini sorduk.
Üçüncü sorumuzun ise seçimlerle ilgili olduğunu söyledikten sonra sorumuzu sormamıza müsaade etmeyen konuşmacı, sorularımızı anlamsız bulduğunu, hendeklerle bu konunun hiçbir alakası olmadığını ve hiçbir soruyu da bu sebeple yanıtlamayacağını söyledi. Hemen ardından başka bir dinleyiciye söz verilerek etkinlik sonlandırıldı.
Etkinlik çıkışında yanına çağıran konuşmacı, SEP’in kadın örgütlerine de, gençlik/öğrenci örgütlerine de, işçi örgütlerine de, kısacası merkezi olsun olmasın hiçbir örgütüne KöZ’ün gelmelerini istemediklerini, KöZ’le tartışmak istemediklerini açıkladı. Cevaben MFT’nin etkinliğinin herkese açık olduğunu yazdıklarını, bizim de o sebeple geldiğimizi belirttikten sonra “herkese açık ama KöZ hariç” diyen, Marksist Fikir Topluluğu’ndan mezun olduğunu belirterek bir kez bile Sosyalist Emekçiler Partisi’nin adını geçirmeden enternasyonalist yoldaşlarının olduğundan bahseden çarpık anlayışlara, bu dediklerini Marksist Fikir Topluluğu’nun, SEP’in diğer kitle çalışmalarının ya da merkezi çalışmalarının etkinliklerinin duyurularını paylaşırken de aynı netlik ve sarihlikte yazmalarını salık veriyoruz.
Soramadığımız üçüncü sorumuzu da gazete sayfalarımızdan SEP’e yöneltmek isteriz: Sunumunuzda da söylediğiniz gibi, Türkiye’de soldaki hakim anlayışın Erdoğan’ı bir sokak hareketiyle değil, sandıkta seçimle gönderme hayallerini satmak olduğuna katılıyoruz. Sizin de dediğiniz üzere, her fırsatta “provokasyonlara gelmeyin” diyerek sokak hareketlerinin önüne ket vurmaya çalışanların dümen suyuna gidenlere ve bize parlamentarizmi altın tepside sunanlara karşı, Erdoğan’ın seçimlerle değil, emekçilerin ve ezilenlerin kitlesel seferberliğiyle gideceğini söylüyoruz. KöZ olarak biz, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, bağımsız devrimci bir hat örmek için, sizleri “iki turda da düzen ittifaklarına oy yok” diyerek, emekçilerin ve ezilenlerin bağımsız bir cumhurbaşkanı adayını çıkartmaya davet ediyoruz. Sorumuz ise şu: Sizin de dediğiniz gibi, devrimci dinamikleri her seferinde soğurmaya ve sönümlendirmeye çalışanlara karşı SEP, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde nasıl bir tutum alacaktır?
Üniversitelerden Komünistler