Finlandiya’nın üyeliğini yokuşa süren tek NATO üyesi Türkiye’ydi. Hükümetin bahanesi Finlandiya’nın “teröristleri” himaye etmesiydi. Finlandiya, hükümetin “terörle mücadele”ye ilişkin sunduğu şartların tümünü kabul etmedi ama hükümet ayak diremekten vazgeçti. 30 Mart’taki TBMM oylamasının ardından Finlandiya NATO’ya katıldı. Parlamentodaki oylama, “sıfır” hayır oyuna karşı iki yüz yetmiş altı evet oyuyla sonuçlandı. HDPli ve TİPli vekillerin oylamada hayır oyu kullanmaması birçok sol akımdan tepki gördü ve NATO karşıtlığına dair bir tartışmayı da alevlendirdi. Öyle ki, 14 Mayıs seçimleri yaklaşırken milletvekilliği seçimlerinin hesaplarıyla meşgul olan sol akımlar, cumhurbaşkanı seçiminde Kılıçdaroğlu’nun kampanyasına gölge düşürmemek için eylemsizliği benimsemiş olmalarına rağmen oylamanın peşinden derhal NATO karşıtı eylemler örgütlemeye başladılar. EMEP kendi örgütleriyle bir eylem düzenlerken; TKH, DİP, Devrim Hareketi, TSİP ve Devrimci Hareket de ortak eylem çağrısı yaptı.
Emek ve Özgürlük İttifakı bileşeni kimi partiler de parlamentoda onaylanan karara tepki gösterdi. Kimisi HDP bileşeni olan ve parlamentoda kendi milletvekilleri de bulunan bu partilerin gösterdikleri tepki göz ardı edilemez çelişkiler barındırıyor. Zira gösterdikleri tepkinin muhatabı, yadırgayarak da olsa sahiplendikleri “HDPli” kimlikleri hasebiyle bizzat kendileridir.
Sol Konusundaki Hassasiyetin Sebepleri
HDP ile bileşenlik hukuku kurmuş akımların çelişkili tutumlarının aksine, öteden beri HDP’yle niçin yan yana durmadığına ilişkin mazeretleri karnından konuşarak ifade eden TKP, NATO vakasıyla birlikte nihayet aradığı malzemeyi buldu. TİPli vekillerin oylamaya katılmamış olması da TKP’nin gökte ararken yerde bulduğu bir fırsat olduğu için TKP derhal “NATO’ya karşı durmayanlarla yan yana gelmiyoruz” açıklamasını yaptı. TKP nihayet, kendisine göre “bir kez daha”, HDP’nin sosyalist olmadığını gösterebilmişti.
HDP’nin pozisyonunu “sol” veyahut “sosyalist” olarak görmeyen ve bunu da HDP’nin emperyalistlerle uyumlu hareket etmesine dayandıran TKP, kimin sosyalist olup olmadığına dair gereksiz bir hassasiyet içindedir. Madem TKP komünist ismini kullanmakta bu kadar ısrarlı, o hâlde en azından sol hareketlerin nasıl ele alındığı konusunda Komünist Parti Manifestosu’na başvurabilirdi. Manifesto feodal sosyalizmden, burjuva sosyalizminden, küçük burjuva sosyalizminden söz etmiş; işçi hareketi içinde sosyalizm iddiasını taşıyan akımların sosyalist olmadığını kanıtlamaya girişmemiştir. Kendi komünizmini, sosyalizmin bir türevi yahut hakiki sosyalizmin eş anlamlısı olarak tanımlamayan Komünistler Birliği başka akımlarla “siz sol değilsiniz asıl sol biziz” diye bir yarışa da tutuşmamıştır. Tersinden, TKP’nin kimin sosyalist olduğu konusundaki hassasiyeti onun sosyalizm ve komünizm arasındaki farklar konusundaki kayıtsızlığıyla ilişkilidir. 1999’da Türkiye-Avrupa Birliği görüşmeleri başlamadan önce Türkiye’de siyasi partilerin komünist ismini kullanması yasaktı. TKP’nin önceli partiler “Ha sosyalizm ha komünizm” ile “madem komünistiz diyemiyoruz o zaman bari sosyalistiz diyelim” arasında salınan bir anlayışla kendilerini sosyalist olarak tanımlıyorlardı.
Mezhebi komünizm ile sosyalizmi eşanlamlı olarak kullanacak denli geniş olmayanlar açısından anti-emperyalist olmak, sınıf işbirlikçiliğine karşı durmak sosyalist olmak için şart değildir. Bu perspektiften bakıldığında parlamentoda yapılan oylamada NATO’nun genişlemesine hayır demeyen HDP ve TİP de sosyalisttir, seçimlerde “halkın hassasiyetlerini gözeterek” bir burjuva kanada karşı bir başka burjuva kanatla hareket eden TKP de. Benzer şekilde TKP’nin bugün takındığı tutumu 2010 yılında, bir burjuva partisine oy isteyecek kadar açık bir sınıf işbirlikçiliği yapmadan, sadece “yetmez ama evet” diyerek takınan DSİP de sosyalisttir.
Mesele komünist kimliği olduğunda ise Üçüncü Enternasyonal’in sıraladığı komünist olmanın yirmi bir şartı hesaba katılmalıdır. Nitekim komünist kimliğini içini boşaltarak kullananlar, sosyal-demokratlarla ilkesiz ittifaklar kurma umudu taşıyanlar işe şaşmaz biçimde hep bu 21 şartı hasır altı etmekle başlarlar. Zaten komünist iddiaya sahip olmayan HDP’yi bu kriterlerle sınamaya hacet yoktur. Fakat komünist olma iddiasını taşıyan TKP, bu şartlar temel alınarak değerlendirilmelidir. Parti programında proletarya diktatörlüğüne yer vermek bu şartlardan biridir. TKP bu şartı sağlamamaktadır. Bu şartı yok saysak dahi, yalnızca Kürdistan sorununda ezilen ulusun ayrılma ve devlet kurma hakkını savunmaması itibarıyla TKP bir başka şarta daha uymamaktadır. Aslına bakılırsa 21 Şart’tan herhangi birini yerine getirdiğini söylemek mümkün değildir. TKP’nin sosyalizm konusundaki hassasiyeti komünist olmanın şartlarını sulandırmasıyla doğru orantılıdır.
Gandi Kemal’in Anti-Emperyalist Dostları
Hâlbuki solda anti-emperyalizm yarışına tutuşan TKP, TİP, EMEP gibi akımların 14 Mayıs Cumhurbaşkanı seçimine giderken aldıkları tutum aslında anti-emperyalizmin ne olmadığının kanıtı olsa gerek. Bu akımlar hep birlikte Amerikancı Millet İttifakı’nın adayı Kılıçdaroğlu’na oy çağrısı yapıyor. Erdoğan’ın biletini kesen ve çıkarlarını Erdoğan’dan daha iyi gözetecek yeni bir hükümet kurdurtmak isteyen ABD; bunun için AKP ve MHP artıklarını CHP’yle aynı masaya oturttu. Cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecinde çıkan çatışma da Kılıçdaroğlu’nun aksatmadığı ABD ziyaretleri ve ittifakın Akşener dışındaki aktörlerinin sorumlu davranmasıyla kısmen çözüldü. CHP’nin “ikinci yüzyıl vizyonu” da Amerikan emperyalizminin damga vurduğu bir toplantıyla duyuruldu. ABD’nin Türkiye için hazırladığı program, Kılıçdaroğlu ve ABD’li profesörlerin ağzından duyuruldu. Haklarını vermek gerekirse, sol akımlar da bu vizyon toplantısına dair eleştirilerini gazete köşelerinde yazdılar. “Bakın, CHP budur!” tespitini yapmayan sol akım olmadı. “Bakın, CHP budur!” da “NATO’dan çıkılsın!” ve “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi!” gibi sloganların yanına eklendi.
Türkiye solunun tarihinde sıkça karşımıza çıkan “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçileri!” sloganının bugün yalnızca ilk kısmının, o da pek nadiren, dillendiriliyor olmasının manası, cumhurbaşkanı seçiminde solun tutumu akla geldiğinde ortaya çıkar. NATOcu, IMF’ci, Amerikancı Millet İttifakı projesine soldan destek veren akımlar; geçmişten bu yana altı boş olarak dahi olsa attıkları sloganları da bu “tarihsel sorumluluk” gereği gözden geçirmişlerdir. Amerikan emperyalizminin “yerli işbirlikçileri” bugün ayan beyan ortadadır. Millet İttifakı ve cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu, bu role açıkça soyundu. Cumhurbaşkanı seçiminde “Gandi Kemal”i destekleyeceğini açıklayan sözümona anti-emperyalist, NATO karşıtı sol akımlarsa bu karşıtlıklarının altını daha da boşaltmaya mecbur kalıyorlar. Kılıçdaroğlu’na oy isteyenlerin Amerikan emperyalizminin yerli işbirlikçilerine karşı mücadele etmeleri mümkün olabilir mi?
“Bay Kemal”in seçim çalışmasını yürütenlerin NATO’nun genişlemesine ilişkin TBMM oylamasında sosyalist vekilleri hayır oyu vermedikleri için suçlaması saçmalıktır. HDP’li ve TİP’li vekillere “NATO’ya nasıl hayır demezsiniz!” türünden tepki gösteren TKP, EMEP, SOL Parti ve benzerlerinin anti-emperyalizmi de NATO karşıtlığı da yarım sloganlardan ibarettir. NATO’nun, IMF’nin, Amerikan emperyalizminin proje adayı Kılıçdaroğlu’na oy çağrısı yapanlar, anti-emperyalist mücadeleyi de ağızlarına alamazlar. Amerikan emperyalizmi; bu akımların hepsini aynı yerde, Altılı Masa’nın destek ayağında buluşturmuştur. Hâl böyleyken bu akımların dillerine dolayıp HDP ve TİP vekillerine saldırmak için kullandıkları NATO karşıtı naraları, onların dar grup çıkarlarını, rekabetçiliklerini ve emperyalizmle uyumlu tutumlarını gizleme maksadını taşır. HDP’nin de TİP’in de anti-emperyalist olmadığı, cumhurbaşkanlığı seçimindeki tutumlarıyla zaten ortadadır. Bunu anlamak için TBMM’deki oylamada kalkıp inen ellere bakmaya gerek yoktur. TBMM’de vekili bulunmayan TKP ve EMEP’in neden anti-emperyalist olmadığını görmek için de evvela bunları parlamentoya sokup sonra da oylamalarda sınamaya gerek yoktur. Tıpkı TİP ve HDP gibi TKP ve EMEP de cumhurbaşkanlığı seçiminde NATOcularla işbirliğini seçerek zaten hüviyetlerini ortaya koymuşlardır.
Behice Boran TİP’i Dahi Bu Çukura Düşmemişti
Denizler, devrimci kopuşlarını gerçekleştirip TİP reformizmiyle henüz ayrışmamış oldukları bir dönemde yapılmasından da sebep, sol tarafından genellikle “6. Filo Defol!” eylemleriyle anılırlar. Bu eylem, Türkiye solunca anti-emperyalist mücadele mirasının önemli bir parçası kabul edilir. Aradan geçen elli beş yılın ardından seyrekleşmiş olsa da anti-emperyalizm ve NATO karşıtlığı bugün de Türkiye solunun dilinde. Bugün de sol “NATO’dan çıkılsın!” diye haykırarak, Denizlerin mirasını bugüne taşıdığını anlatma gayretinde. Fakat gerçek odur ki, bu gibi akımların bugüne taşıyabileceği yegâne miras, Behice Boran TİP’inin reformist mirasıdır. Boran’ın ABD emperyalizmine karşı savunduğu çizgiyle kıyaslandığında onun dahi gerisinde oldukları söylenebilir. Amerikancı projeleri seçimlerde desteklemek, Behice Boran’ın dahi içine düşmediği bir çukurdur. 14 Mayıs Cumhurbaşkanı seçiminde NATOcu, IMFci, Amerikancı Millet İttifakı’ndan bağımsız bir çizgide yürümeyenler anti-emperyalist olamazlar. Onların yolları Denizler’in devrim için çıktıkları yolla değil olsa olsa “uluslararası kamuoyu”nun desteklediği sivil toplum örgütleriyle kesişir.