Ekim ayında Umut-Sen’in düzenlediği direnişteki Agrobay Seracılık işçileriyle dayanışma amaçlı etkinliğe katıldım, bu etkinliğin öncesi ve sonrasını kısaca anlatmak istiyorum.
Agrobay Seracılık hakkında biraz bilgi sahibi olmak işçilerin kimle mücadele ettiğini ve bu şirketin kısa sürede nasıl büyüdüğünü, iktidar ve siyasetle ilişkilerini anlamak açısından önemli. Bu nedenle şirketin kendi sitesinden bazı bilgilere göz atmakta yarar var.
Agrobay Seracılık Bayburt Grup’un faaliyet yürüttüğü alanlardan sadece biri. Bayburt Grup 1987 yılında inşaat firması olarak kuruluyor. Devletten ve bazı belediyelerden baraj, gölet, yol, köprü, sulama ve içme suyu, drenaj ve kanalizasyon inşaatları, arazi toplulaştırma ve tesviye işleri gibi tüm alt yapı işleriyle Dünya Bankası finansmanlı alt yapı işlerinin ihalelerini alıyor ve hızla büyüyor. Daha sonra “barajlar, otoyollar, içme suyu ve sulama kanalları, gölet, demiryolları, tünel ve benzeri alt yapı işleri ile konut, idari ve mülki binalar, sosyal donatı, köprü, köprülü kavşak ve benzeri üst yapı işlerinde 40 yılı aşkın süredir devam eden başarılı faaliyetlerini akaryakıt dağıtımı, sigorta ve aracılık hizmetleri, seracılık, yenilenebilir enerji üretimi, madencilik, hayvancılık ve hayvansal gıdaların üretimi” alanlarına el atıyor. Firma sayısını 20’ye çıkarıyor.
Özellikle inşaat, enerji, seracılık sektöründe faaliyetlerini 2002 yılından yani AKP’nin iktidar olduğu yıllardan başlayarak büyük devlet ihalelerinin parlayan yıldızı olmaya başlıyor ve akıl almaz hızla büyüyor. Ülke içinde ve dışında büyük inşaat ihalelerine girmek üzere sahte belgeler düzenleyerek Azerbaycan’dan 1 milyar dolarlık bir iş bitirme alıyor. Ve sonrasında HES’ler, GES’ler, köprü ihaleleri, hızlı tren hatları, liman ihalelerini almaya başlayarak, “beşli çete” diye anılan inşaat firmalarından aşağı kalmayan bir konuma yükseliyor. Dünyanın en büyük 250 inşaat şirketi arasında 42. sıraya yerleşen Türk inşaat şirketi olmayı başarıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinden çok sayıda büyükelçinin davetli olduğu toplantıda ödül alıyor. Yani iktidarın koruma ve kollamasıyla hızla büyüyor, önü açılıyor.
CHP’nin derin isimlerinden, Agrobay’ın üretim müdürünün nikah şahidi olan Tuncay Özkan ve Binali Yıldırım’la yakın ilişkileri de basında yer alan şirket, muhalefetin eleştiri alanından da uzak kalıyor. Hakkında yazan gazeteciler yargılanıyor, ağır para cezalarıyla susturulmaya çalışılıyor. Eleştiriler şirketin AKP ile ilişkileriyle sınırlı tutuluyor. İşte böyle bir sermaye grubunun yan kuruluşlarından biri olan Agrobay işçileri, reklam ve yalanlarla süslü, iktidar korumasındaki bu şirketin kölece çalıştırılan işçileri haklarını aramak için çok yeni bir bağımsız sendika olan (1 yıllık) Tarım-Sen’de örgütlenmeye başlıyor. Bunu fark eden şirket yöneticileri kısa süre sonrada 39 işçiyi sendikaya üye olduğu için kod 46’dan işten atıyor. İşlerine son verilen işçiler atıldıkları günden itibaren direnişe başlıyorlar. Agrobay’da yaşadıkları vahşi sömürü koşullarını yarattıkları her ortamda bütün ayrıntılarıyla anlatarak Agrobay cehennemini teşhir ediyorlar.
Dikili Bergama arasında bulunan “Dünyanın en büyük sera işletmelerinden olan Agrobay Seracılık 4 bin dönüm açık alan ve 542 dönüm kapalı alan da üretim yapıyor.” Sera içi ısıtmayı jeotermal kaynaklardan sağlayan “dünyada ilk firma olması ve dünya standartlarında üretim yapması” özelliğiyle övünen firmada çoğunluğu Kınık ve çevresinde yaşayan kadın işçiler çalıştırılıyor. Hızla büyüyerek dünya pazarında söz sahibi olan şirketin “başarı”sının arkasında uzun yıllar bu seralarda insanlık dışı koşullarda adeta köle gibi çalıştırılan ve Kod 46 gibi tazminat bile alamayacakları bir maddeyle işten atılan çoğunluğu kadın olan işçilerin emeği ve alınteri var.
Hayatlarında belki kasabalarından bile çıkmamış olan bu kadın işçiler, işten atıldıkları ilk günden başlayarak haklarını almak için kararlı bir mücadele başlattılar. Kadın işçiler yaşadıklarını anlatırken yüklendikleri öfkeleri, coşkuları, kararlılıkları ile işyerlerinin önünde başlayıp ürünlerin satıldığı ülkelerin büyükelçiliklerinin önlerine taşıdıkları açıklamalarına, burjuva partilerin kongrelerine, meclis kapılarına kadar yürüttükleri mücadele işçi sınıfından umudunu kesip burjuvazinin sahte hayallerinin peşine düşenleri utandıracak güçlü bir kararlılık ve iradeyi taşıyor.
İşçilerin Umut-Sen’de katıldıkları toplantı karşılıklı samimi bir sohbet havasında, oldukça yoğun ilginin olduğu tıklım tıklım dolu salonda heyecanı oldukça yüksek bir biçimde gerçekleşti. Giriş konuşması yapan Tarım-Sen Başkanı Umut Kocagöz bugüne kadar süreci ve bundan sonraki eylem planlarını anlatıp sözü işçilere verdi. Çoğunun eşlerinin Soma’daki madenlerde işçi olarak çalıştığını öğrendiğimiz, Bağımsız Maden-İş Sendikası’nın mücadele pratiklerinden haberdar kadın işçiler mücadele konusunda deneyimli olduklarını toplantıda yaptıkları rahat, çekincesiz ve kararlı konuşmalarıyla kanıtladılar. Konuşan her kadın işçi, kendilerine yaşatılanlara büyük bir öfke duyarak çalışma koşullarını anlatıyor adeta kendi bilincinde ayrı bir yere oturtuyordu.
Kadın işçilerin dile getirdiği başlıca sorunlar, onların anlatımıyla şöyle sıralanıyordu:
- “Biz hiçbir bayramın son gününü evimizde geçirmedik bütün resmi bayramlarda zorla çalıştırıldık.
- Cenazemiz olduğunda bile izin vermiyor, ‘Bizim işimiz var çalışıyoruz dersiniz’ deyip yollamıyorlardı.
- Sigortalarımızın uzun zaman yatmadığı oldu, değişik şirketlerde çalışıyor gösterildik.
- Mesailerimiz eksik yatıyordu, her ay en az 400-500 TL. paramızdan kesiliyordu.
- 3-4 ay paramızı alamadığımız oluyordu. – Herhangi bir şikayetimiz olduğunda ‘kapı orda beğenmeyen çeker gider’ diyerek bizleri aşağılıyorlardı.
- Bir keresinde servisimiz bozuldu iki kilometre yürümek zorunda kaldık.
- Yıllardır seralarda tuvalet yok. Çok uzak mesafeler yürüyerek tuvalete gitmek zorunda kalıyorduk yakın zamanda belli bazı yerlere tuvaletler yapıldı ama hiç temiz ya da bakımlı değil.
- Seracılıkta ip atma dediğimiz tehlikeli bir iş var ben ip atma sırasında yüksek araçtan yere düştüm, kaburgalarım kırıldı ama baskı üzerine evde düştüğümü söylemek zorunda kaldım.
- Erkek işçilerin yaptığı ağır işleri de bize yaptırıyorlardı. Biz hiç bir zaman yapamayız demeden o ağır işleri yaptık.
- Bizim işimiz olmayan seralardaki ilaçlama işini maskesiz bir şekilde bize yaptırıyorlardı.
- Agrobay’ın anlaşmalı olduğu Türk-Şeker’den Ramazan Bayramı’nda işçilere dağıtılmak üzere bir tır dolusu erzak geldi ama onu bize dağıtmadılar başka yere gönderdiler.
- Bizi Kod 46 ile işten atıp suçlayarak bize hırsız dediler, asıl hırsız bizim paralarımızı eksik veren sigortamızı eksik yatıran, bayramlarda çalıştırıp mesailerimizi vermeyen Arzu Hanım’ın kendileridir.
- İşten atıldığım günden beri eylemdeyiz bizim İstanbul’da olduğumuz zaman kardeşim öldürüldü ben eylemi bırakıp cenazesine gidemedim hala da her gün bir başka yerde derdimizi anlatmaya çalışırken acımı yaşamama bir izin vermediler.
- Jandarma kapını önünde direnişteyken geldi bize saldırdı, yerlerde sürükledi, kolum kırıldı. Şikayetçi olmak istedim jandarmaya saldırdığımı kalkanına kafa atarken yaralandığımı söylediler. Ben nasıl bu hâlimle jandarmaya saldırabilirim, benim ne gücüm var ki, yalan söylüyorlar.”
İşçiler tek tek yaşadıkları ortak sorunları gayet güzel bir biçimde anlattılar. Bütün işçiler konuşmalarında ısrarla, işletmenin sorumlu müdürü Arzu Hanım’ın yalan söylediğini belirterek haklarını almadan asla mücadeleden vazgeçmeyeceklerini vurguladılar.
Toplantıya bir çok kurumun temsilcileri katılarak destek konuşmaları yaptılar. Baro ve ÇHD üyesi avukatlar hukuki olarak ne gerekiyorsa yapacaklarını davayı takip ettiklerini söylediler. Yapılan konuşmalar tazminat ve alacakların alınması konusuyla sınırlıydı.
Devrimci İşçi Hareketi adına İstanbul’dan toplantıya katılan bir arkadaş, kadın işçilere jandarmanın saldırısını ve Şirin Yıldırım adlı işçinin bu saldırı sonucu kolunun kırıldığını televizyonda gören tutuklu akademisyen Nuriye Gülmen’in Silivri Cezaevi’nden yazdığı mektubu okudu. PTT-SEN, DGD-SEN, Bağımsız Maden-İş, İmece Derneği, Ekmek ve Gül, Kadın Platformu, Özel Okul Öğretmenleri Sendikası üyeleri de mesaj ve desteklerini ilettiler. TİP’li gençlerden oluşan bir grup konuşmaları dinledikten sonra tartışma bölümüne kalamayacaklarını söyleyerek görüş belirtmeden toplantıdan ayrıldılar.
Agrobay’da yaşananların sınıfa saldırının bir parçası olduğu ve mücadelenin bütünü dikkate alınarak bir bakış açısı oluşturulması yönünde ortaya konulan düşünceler pek rağbet görmedi. Konu daha çok hak almanın hukuki ve eylemsel alanıyla sınırlı kaldı. Umut-Sen çeperindeki bağımsız sendikalardan DGD-Sen’in Migros depo direnişi, Trendyol ve Soma Bağımsız Maden-İş pratikleri göz önüne alındığında siyasallaşmayan bir sınıf hareketinin, sadece işçilerin gündelik sorunlarını çözme mücadelesi vererek bu tür mücadele pratiklerinden nasıl bir kazanım hedeflediği belirsizleşiyor. Meselenin sadece insani, vicdani, duygusal bir pratik sorunu olmadığı, siyasal bir arka plan olmaksızın bu mücadeleyi yürütenleri yormak dışında kalıcı mevziler elde edip siyasal bir bilincin oluşturulması gibi sonuçlara ulaşmadığı oranda umutsuzluk yaratacak bir çabaya dönüşmesi kaçınılmaz görünüyor. Açıktan hiçbir siyasi iddiada bulunmaksızın yürütülen bu tür pratik mücadelelerin kendiliğinden olumlu kalıcı sonuçlar üretmesini beklemek, ancak devrimci bir iradenin yön verdiği tarihsel birikimi yok sayan burjuva hümanizmini meşrulaştırabilir. Umut-Sen’in bu mücadele pratiği, işçi sınıfına umut olma noktasında bir yetersizliği ortaya koyuyor. İşçi sınıfına devrimci siyaset götürmekten kaçınan, bunu dillendirmeyen, işçiler her sıkıştığında sorunlarını çözmek için imdadına koşan bir yardımsever araç olmanın ötesine geçemiyor. Bugüne kadarki deneyimlerde görüldüğü gibi, işçilerden ve sendika adına söz söyleyen kimselerden net istikrarlı sınıfsal siyasal bir tutumun öne çıkarıl(a)madığı görülüyor. Bunu yapmak için sendikal mücadelenin sınırlarını aşan siyasal bir ufkun ve aracın olması gerekliliği pratik bir zorunluluk olarak Umut-Sen çizgisinde mücadele veren dostlarımızı zorlayacak gibi görünüyor.
Siyasal bir araç olmaksızın yürütülen mücadelelerin, bugüne kadarki emek birikimini nitelikli politik bir güce dönüştürme imkanı olamayacağı açıktır. Sınıfın gündelik sorunlarını çözmeye çaba harcarken tarihsel sorumluluğu gözden kaçırmak, mücadele eden kadroları yormaktan başka sonuçlar üretemeyecektir. Aslolan sınıfa devrimci siyaseti taşımak olmalıdır. Bu da iktidar perspektifi olan farklı bir araca ihtiyaç olduğuna işaret eder. Buna aykırı davranmak arabayı atların önüne koşmak olur. Birçok bağımsız (örgütsüz) teorisyenin yeni bir icatmış gibi “Parti mücadele koşulları içinde ortaya çıkacak” söylemi, iradenin ortaya çıkmasını, gökten vahiy bekler gibi kendiliğindenliğe havale edilmiş bir süreci kabul etmiş olmayı gerektirir. Burjuva yasalarına sıkışmış, onların uygulanmasını talep etmekle sınırlı bir anlayış işçilerin sınıf kimliği kazanmasının önünde zamanla bir engele dönüşebilecektir.
İşçi sınıfının, ekonomik, demokratik, hukuki haklarını savunacak ve hedefi sadece bu hakları alma mücadelesiyle sınırlı gören örgütlerle değil, onları sınıf siyasetiyle buluşturacak, iktidar perspektifine sahip, her gün her yerde duydukları siyasal gerçekleri söylemekten çekinmeyen sınıfı siyasallaştıracak devrimci bir sınıf partisine ihtiyaç olduğunu saptayarak işe başlamak gerekiyor. İşçileri ürkütmemek adına işçilerin yanında, toplantılarında, yazdıklarında devrim, sosyalizm, Kürt, Kürdistan sözcüklerini kullanmaktan imtina edenler ve bunları kullananlardan “Daha erken, zamanı değil” diyerek rahatsızlık duyanlar, mücadeleyi demokratik olma adına işçilerin kendi iradesine teslim edenler, devrimci bir iradeyi ortaya koyamazlar.
Önümüzdeki süreçte de farklı düzeylerde işçi eylemleri gündemde olacaktır. Bu eylemlerin daha farklı siyasal bir zemine taşınması ancak devrimci bir partinin varlığıyla mümkündür. Bu nedenle işçi sınıfının hak mücadelesine destek verirken nihai kurtuluşun bir proleter devrimde olduğu gerçeğini söyleyerek işe başlamak en doğrusu olacaktır.
İzmir’den Bir Köz Okuru