27 Ekim gününe geldiğimiz zaman, haftanın 3. öğrenci intiharı yaşanmış (biri 25 Ekim’de Çanakkale’de yaşanmıştı) ve Aydın’da devlet ihmalkârlığına bağlı öğrenci cinayeti işlenmişti. Yurdun birçok noktasında gelişen öğrenci eylemleri dolayısıyla, Çanakkale’de de bu tür bir eylemselliğin gelişeceği aşikardı. 25 Ekim’de Kerime Sultan KYK Yurdunda (ben o bölgedeki diğer bir yurt olan Nusrat yurdunda kalıyorum) Samet Taş arkadaşımızın intiharından sonra, o yurttaki yoldaşlarımız ile bu olaylara dair bir eylem yapma kararı aldık ve 3 gün bu eylemi her iki yurtta da örgütleme ve Samet arkadaşımızın intiharının bilinmeyenlerine dair istihbarat toplama konusunda kendimize müddet tanıdık.
Tarihler 27 Ekim’i ve saatler 18.30 sularında iken, Kerime Sultan yurdunda ki arkadaşlar ile planladığımız eylemin bir gün öncesinden telefon üzerinden son durum tahlillerini yaptık. Birkaç pürüzün dışında bir sorun yoktu, ancak telefonu kapattıktan yaklaşık 10 ila 15 saniye sonra yurttan bir ıslık sesi yükseldi. Bu ıslık sesini diğer ıslıklar takip etti. Hal böyle olunca bulunduğumuz binadan ayrılıp yurdun bahçesine indik ve kitleyi de alana davet ettik. Planlı ve örgütlü bir şekilde yürüteceğimizi planladığımız eylem bir anda spontane gelişen bir eyleme dönüştü. Bu tür başkaldırıların devrimci eylemsellikten uzak kalacağını ve siyasetten arındırılacağını biliyorduk, bunun için çok hızlı bir şekilde eylem komitesi oluşturup spontane gelişen bir harekete siyasi tandans eklememiz gerektiğinin de farkındaydık. Biz de olayların ilk başladığı andan itibaren her iki yurtta da bunu yaptık. Sloganları biz attırdık ve başkaldırıların kitleselliğini biz sağladık. Hal böyle olunca, uzlaşmacı ve işbirlikçi kitleler ile de bir psikolojik savaş başlamış oldu. Öyle ki Nusrat Yurdundan kitleyi dışarı çıkarmaya çalıştığımız esnada bu kitle (revizyonist sol akımlara dahil olmuş arkadaşlar da bu kitleye dahil) bize olaya siyaset bulaştırdığımızı, “anarşist” davrandığımızı ve provokatörlük yaptığımızı söyleyerek, kitlenin yurdun ortasında 2 3 slogan atıp odalara dağılması gerektiği fikrini öne sürdüler. Kitleyi dışarı çıkarma sürecimiz iki aşamadan oluşuyordu, bunun ilkinde yurt memurlarının tehditlerine arkamızdaki kitle boyun eğdi, sürgülü kapı üzerimize kapandığında dışarıda kalanlar olarak sayımız 4 ila 5 idi. Dışarıda kaldığımız esnada yurt görevlisi bana “hadi git şimdi, bakalım göre dönebilecek misin” minvalinde kışkırtıcı söylemlerde bulunuyordu. Yurdun içerisinde bulunan kitle sürgülü kapının diğer tarafında ağzımızdan çıkacak kelimelere ve süreç içerisindeki tavırlarımıza odaklanmış durumdaydı ve 20 dakika önce “Katil KYK” sloganı attırdığımız kitlede şu an gergin bir sessizlik hakimdi. Bu esnada sesli ajitasyona başladım:
“Her gün arkadaşlarımız ölüyor buna sessiz mi kalacaksınız? Hepimiz dışarı çıktığımızda yurttan hepimizi atamazlar. Kurtuluş kendi kollarımızda, ya hep beraber ya hiçbirimiz”
Ajitasyonun ardından kapının diğer tarafındaki kitleyle beraber “ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganını haykırıyorduk, bu esnada biz de sürgülü kapıyı açtık. Açmamızla kitlenin dışarı yığılması bir oldu, o esnada bize tehditler savuran ve ilk etapta başarılı olduğunu düşünen ucube yurt memurunun yüzündeki ifadeyi görmek, şahsen bana çok büyük keyif ve motivasyon vermişti.
Olayın ilk aşaması olan yurttan çıkma etabını başarılı bir şekilde halletmiştik ve arkamızda Nusrat Yurdundan çıkan 300 ila 400 kişilik bir öğrenci yığını vardı.10 15 dakikalık yürüyüşün ardından, Kerime Sultan Yurdundan gelen öğrenci arkadaşlarımız ile buluştuk. Kerime Sultan Yurdundan ise yaklaşık 400-500 arkadaşımız vardı. Böylelikle Tekzen Bölgesindeki 2 Yurdun birleşmesi sonucu 1000 kişiye yakın bir öğrenci hareketini arkamıza almıştık ve merkeze doğru yürüyorduk. Bu esnada kortej içerisinde örgütlü koordinasyonu sağlamak için diğer yurttaki yoldaşlarımız ile birbirimizi arıyorduk. Biz birbirimizi aradığımız esnada kortejin ilerleyişi bir anda durdu, ne olup bittiğini anlamak için kortejin önüne geldim ve 3 adet sivil polisin kitle ile konuştuğunu gördüm. Polis ile diyaloğu alan arkadaş (kendisi şovenist akımlardan birine mensup bir “solcu”) “Abi zaten izin vermezseniz döneriz” minvalinde bir şey söylediğini işittim. Olayın gerginliği ile birlikte polisin yanına gidip diyaloğu aldım. Aşağı yukarı “ben sizi anlıyorum ama yanlış yapıyorsunuz, bakın benim de oğlum sizin kampüste okuyor” minvalinde içi boş cümleler kuruyordu. Sözünün bitmesini bekleyemedim ve “Bizi anlıyorsan ne diye önümüzde dikiliyorsun?” diye sordum. Cevap vermesini de bekleyemeden “Yürüyüşe devam ediyoruz arkadaşlar, bizi anladığını iddia edenler karşımızda dikilmez yanımızda olurlardı” diye kitleye seslendim. Kitle tekrardan yuhalamalar ile birlikte yürüyüşe devam etti. Yürüyüş Çanakkale İskele meydanına kadar devam etti.
Oraya geldiğimizde ise kız yurtlarından gelecek arkadaşlarımız ile iletişim sağladık, yaklaşık yarım saat ila bir saat arasında gelecekleri haberini aldık. Kitleye de bunu söyledik, hesapta kadın arkadaşlar ile beraber ortak kortej yapıp Çanakkale’de gezilmedik sokak bırakmamak ardından korteji bölüp, iki kortej halinde valiliğe ve GSB’ye gitme planı vardı. Bu esnada kitleyi politize etmiştik ve siyasi ajitasyonlarımız artık yadırganmıyordu. Ancak kadın arkadaşlarımız da aramıza katıldıktan sonra eylem komitesinde ve kitle arasındaki koordinasyonu zorlamada güçlük çekiyorduk. Öyle ki işbirlikçilerin de o esnada türediğini hesaba katınca kitle artık kontrol edilemez bir hal almıştı. Hiçbir arkadaşımızda ne slogan attıracak ne ajitasyon yaptıracak derman kalmamıştı. Yurttan çıkma sürecinde ve kadın arkadaşları merkezde beklediğimiz yaklaşık 1 ila 2 saat arasında aralıksız slogan attırmıştık ve sesli ajitasyonlarda bulunmuştuk. İşbirlikçiler kitleyi apolitize etme eğilimindeydiler öyle ki megafon vb. materyallerin de alana tahsis edilmesi konusunda ayak bağı oluyorlardı. Birkaç ajitasyonda daha bulunduk ancak ilk etaptaki kadar kitlede karşılık bulmuyordu. Eylem komitesinin bulunduğu alana uzlaşmacılar ve işbirlikçiler üşüşünce olay artık bizden çıkmıştı. Artık bizim tutumumuz onların gözünde provokatörlüğe denk düşüyordu. Artık yapabileceğimiz çok bir şey yoktu.
Bütün bunlar olurken Çanakkale emniyetinden gelen emir neticesinde polis teşkilatı bize ayak bağı olmamıştı. İskele meydanında merkezi bir yeri resmen bize tahsis etmişlerdi. Giriş ve çıkışlar haricinde ve alanda gezinen birkaç sivil dışında üniformalı polisler bize karışmadı. Dolayısıyla emniyet bize açık açık “gelin burada 1 2 saat slogan atın, bağırın çağırın sonra geri gidin” mesajı vermişti. Elbette ki bu yaklaşımın bir strateji olduğunu biz saptadıysak da kitleye öyle yansımadı. Olaylardan sonra kitle, emniyetin bu yaklaşımını “öğrenci dostu” olarak kabul etmişti. Öyle ki öğrenci ölümlerinin cinayet olduğunu ve başlı başına siyasi ve politik olduğu saptamasını yaptığımız ve bunun akabinde sokağa döküldüğümüz esnada mevcut eylemselliğin devlet ve iktidar organlarını rahatsız etmesi gerektiğini, bu doğrultuda emniyetin kışkırtılmadığı bir senaryoda mevcut eylemselliğin bu gayesini yerine getiremediği saptamasını alandaki binlerce kişiden sadece örgütlü bilince sahip bir avuç arkadaş olarak bizler yapabilmiştik. Politik bilince sahip olmayan bir yığını saatlerce kendi ideallerimiz bağlamında yönettik, bunun daha uzun sürmesini sağlamak ve bu doğrultuda yapılan yanlışları saptadığımız muazzam bir deneyim kazanmış olduk. Eylem komitesi dağılıp uzlaşmacı ve işbirlikçi dalkavuklar alanı aldıktan yaklaşık 10 dakika sonra da AKP’li olduğunu daha sonra teşhir ettiğimiz bir kripto eylemci, alana otobüslerin geleceğini ve bizi yurtlarımıza bırakacağını söyledi. Öyle de oldu.
Olayın özüne gelirsek, elimizdeki kitlenin derdi protesto veya eylem yapmak bile değildi ki keza ilk ıslığı çalan arkadaş için de bu geçerliydi. Biz bütün bu sürece girerken kitleye yaşanılan olayların çok büyük trajedi olduğunu anlatmakla başladık işe, failleri ise teşhir ettik. Bütün bu kitle o gün günahlarından arındı, ertesi gün unuttu. Bunun da nedeni elbette ki devrimci dayanışmanın ve örgütlenmenin yetersizliğiydi. Yaşadığımız bu olayları başarılı ve yeterli görmek serüvenciliktir, ilk ıslığın ardından olayların bu raddeye geleceğini ben de biliyordum ama örgütlü bir eylemsellik olmadan atılacak adımların kazanım olarak geri dönmeyeceğini bildiğimizden, tekdüze bir ıslık çalmak yerine örgütlü bir mücadeleyi örmeye yeltendik.
Eylem Komitesini feshetmemizin ardından alana indik, bize kulak veren arkadaşlardan iletişim aldık, o günün tek kazanımı buydu. Kuş bakışı bir şekilde baktığımız zaman öğrenci eylemlerinin en kitlesel yansımalarından biri olarak Çanakkale’de sahneye çıktık. Ancak yaptığımız şey ne eylem ne protestoydu. Politik bilinçten yoksun arkadaşların birkaç saatliğine vicdan mastürbasyonu ve günah çıkarma ayini için alan oluşturmuş olduk sadece. Bunu tersine çevirebilirdik elbette ancak ne yaptıysak olmadı. Dediğim gibi, aldığımız iletişimler doğrultusunda örgütlü yapıyı genişletip bu tür durumlarda bir dahakine çok daha güçlü olacağız. Devrimci kitlelerin olmadığı yerde devrimci süreçlerin var olmayacağını biliyoruz çünkü.
Enternasyonal Komünist İşçi Birliği’nden bir Köz okuru