19 Mart’tan bugüne uzanan süreçte net olarak görüyoruz ki üniversite öğrencileri buldukları her fırsatta meydanları dolduruyorlar. Başta Ekrem İmamoğlu’nun diploma iptali ve tamamen siyasi tutukluluk kararıyla kendini gösteren süreç hızla bu çeperden çıkıp gençliğin somut talepleriyle yükselmeye başladı. Gençlik, sokakta olma nedenini artık “geleceksizlik, demokratik yoksunluk ve sefalet” ekseninde açıklıyor ve reformist partiler tarafından kendisine dikilen gömleğe adeta sığmaz hale geliyordu. Bugün geldiğimiz noktada gençlik şüphesiz ki kendi iradesine taarruz edenlerden çok daha ileridedir ancak bu tam anlamıyla politik bir harekete ihtiva ettiği anlamına da gelmemektedir. Çünkü ne yazık ki Türkiye’de devrimcilik iddiası güden özneler gençliğin öfkesine müdahale etmekte yetersiz kalmıştır.
Yalnızca İstanbul’da değil, Türkiye’nin dört bir yanında da görebiliyoruz ki öğrencilerin öfkesi kıvılcım niteliğini çoktan aşmış durumdadır ve bunun en somut örneği burjuva muhalefetinin ana kanadı olan CHP’ye bile yaptığı siyasetin barındırdığı manevraları değiştirtme yetkinliğinde olmasıdır. Gençlik hareketinin tek başına üstlendiği bu görevin işçi sınıfıyla birleşmeden somut bir iktidar hedefine dönüşemeyeceği de bildiğimiz diğer bir önemli husus. 1 Mayıs’a giderken bu unsur hiç de yadsınacak bir unsur değildir. Üniversitelerimizdeki süreçlerde görüyoruz ki reformist partilerin işçi sınıfının içinde yapmış olduğu siyaset, kampüslere de sirayet etmiş durumda. Kitlelerden doğru aleni bir talep oluşmaksızın, kitleler tabiri caizse “Ali Cengiz oyunlarıyla” burjuva parlamentosunun “sol” kanadının arkasına bir kuyruk gibi eklenmeye çalışılıyor. İstanbul’da vuku bulan deprem öyle görünüyor ki sendikal bürokrasi ve onların koltukçuluğunu oynayan siyasi partilerin Taksim-Kadıköy tartışmalarını apar topar sonlandırıp ‘’söyledim ve ruhumu kurtardım’’ tutumunu almaları için apaçık bir fırsat niteliği taşıdı. Bu tartışmayı sadece bir yer tartışması olarak görmek ve Taksim iradesine ısrar kuşanarak sahip çıkanları maceracılıkla suçlamak yine biliyoruz ki kitlelerin partisi halini almış kurumların doğrudan takındığı bir tavır. Kendisine sosyalist diyen herkes ifade eder ki bu dünyada iki sınıf vardır: ezenler ve ezilenler.
İşin özü; bugün meydanlarda önce ateşi yakan ardından da bu ateşi büyüten gençlik ezilenlerin sınıfındandır. Diğer taraftan bu kalabalık tarihin hiçbir aşamasında olmadığı gibi bugün de kendi başına koca bir sınıfın kurtarıcısı olamayacaktır. 2025 1 Mayısı’nda sınıfın bütün bileşenlerinin bir araya geldiği bir tablonun cereyan etmesi şüphesiz ki en büyük temennimiz ancak öte yandan 1 Mayıs özelinde ortak bir platform kuramayan, mücadeleye müdahale etme özgüvenini kendinde göremeyen kurumları eleştirmek de bir o kadar önemli sorumluluğumuzdur. Mamafih, böyle bir platform söz konusu olsaydı bugün Taksim ortak bir şekilde örgütleniyor, işçi sınıfına güven duymayan liberal sapmalara düşmüş partilerin ve onların köhne bürokrasisinin peşinden gidilmemiş olurdu. En başından itibaren de alanlarda atılan sloganların netliğiyle bir kez daha ve defaatle ifade etmekte fayda var; “Kurtuluş sokakta sandıkta değil”. Bu her tarafı acziyetle bezenmiş iktidar filhakika seçimle değil devrimle gidecek. Bu sebeple söylenmelidir ki devrim için devrimci parti, devrimci parti için de komünistlerin birliği evladır.
İstanbul Üniversitesinden Bir Köz Okuru