Uzun süredir Köz’ü takip eden Kürdistanlı bir komünist olarak Köz’ün Filistin meselesiyle ilgili görüşlerini izah ettiği “İsrail İç Politikasına Bir Müdahale Olarak Aksa Tufanı” makalesine ve “Emperyalist Paylaşım Kavgası ve Filistin” söyleşisine dair görüş belirtme ihtiyacı duymuş bulunmaktayım.
1. Aksa Operasyonunu, İsrail’in iç politikasına müdahale olarak değerlendirip HAMAS’ın beklentilerini ve bunun emperyalist bloklarla, bölge devletleriyle ilişkisini açıklayan başka bir hareketin açıklamasına ne yazık ki denk gelmedim. Bu açıdan Filistin romantizminden öteye gidemeyen hareketlerin apolitik yaklaşımından farklı ve meselenin esasını ortaya koyması açısından önemli görüşler ifade edilmiştir.
2. Ulusal hareket, ulusların kendi kaderini tayin hakkı nedir, nasıl olur açıklamalarına katılmamak mümkün değil. Bizim irademiz dışında nesnel bir gelişme olarak burjuva demokratik çözümlerin esasında nihai bir çözüm olamayacağını Güney Kürdistan’la, Rojava’yla deneyimliyoruz. Komünist hareketin, “Ulusal mesele burjuva demokratik meseledir dolayısıyla burjuvazinin çözmekle mükellef olduğu bir iştir, biz kendi işimize bakalım” diyemeyeceğini, bu sorunun gerçek anlamda çözümünün yalnızca komünist hareketin öncülüğünde ve dünya devrimi perspektifiyle halledilebileceğinin ifade edilmesini önemli buluyorum. Öteki türlü kadın sorununu feministler, çevre sorununu ekolojistler, homofobiyi LGBTI+’lar, inanç sorununu inanç hareketleri çözsün demeye benzer bu. İşçi sınıfını kapitalist düzende herhangi bir sosyal kategori ve Marksizmi ise bu kategoriye cevap veren işçicilik olarak algılamak olur. Görüntüde en radikal sınıfçı ama esasında somut politik sorunları dahi sınıfın iktidarı için değerlendiremeyen apolitizmdir, irade yoksunluğudur bu kavrayış. Haliyle ne ulusal meseleye, dar ulusalcılığa indirgenmiş bir politika ne de ulusal meseleyi proleter siyasetin dışına çıkaran bir yaklaşım doğru değildir.
3. Solun trafik polisliği, hak dağıtma-hak verme veya taraflardan hangisini desteklemeli siyasetinin esasında komünist hareketin iktidar perspektifinden uzak olduğu, kendini apolitik bir hatta çektiğini, özne olmayan bir pozisyon olarak kendi dışındaki düzeniçi yapıların peşine takılması sonucunu doğurduğu tespiti önemlidir. Ne hikmettir ki hem mücadelesi verilen topraklarda hem de dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan gelişmelerde kendine komünistim diyenlerin kendisi iktidar perspektifiyle politika yapması gerekirken mevcut taraflardan birine yaslanma, kuyruğuna takılma siyasetine ya doğrudan ya da dolaylı olarak dahil oluyor. Kâh Millet İttifakı adayı etrafında kâh ‘Şii Direniş Ekseni’nde kâh Ukrayna mı Rusya mı etrafında toplanılıyor. Komünist hareketin yapması gerekeni; düzeniçi akımlar yapıyor. Örneğin Hamas, merkezi olarak kurulu İhvancılığın Filistin şubesi olarak çalışırken biz komünistler enternasyonal merkeze bağlı bir iradeyi Filistin’de, Ukrayna’da, Afganistan’da, Kürdistan’da hakim kılamıyoruz. Kimse bu açıdan meseleyi değerlendirmiyor. Var olan durumu, verili koşulları esas ve zaten değişmeyecek kaideler olarak alan (reel politik, taktik, gücümüz yok gerekçeleriyle) bir taraf seçip proleter siyasete yan çiziyor. Veya daha açık söylemek gerekirse Filistin romantizmi, nostaljisi daha kolaylarına geliyor. Ne de olsa TR’nin politikasıyla pek de çelişen bir yerde durmuyor. Bir de şöyle bakmak lazım eğer Filistin’e komünist hareket önderlik etseydi; TR’nin Filistin’e ve bugün TR sınırları içerisinde Filistin eylemleri düzenleyen sola nasıl yaklaşılırdı? Bu bir noktada TR solunun ulusal meselede çifte standartlı davranabildiği konfor alanıdır. Kürdistan meselesinde aynı radikalliği göremiyoruz.
4. Siyonizme karşı duran Yahudiler ile anti-semitizmi mahkum eden Araplar; birleşik laik Filistin’in yaratılmasında nesnel bir zemin sunuyor. Fakat burada özne eksik ve bu özne gerçekten de nerenin İsrail nerenin Filistin olduğunun iyice karmaşık hâle getirildiği kısmına takılmadan çıkarılabilir. Siyonizmin vatan/toprak/sınır iddiasını referans almadan Tel Aviv’den Batı Şeria’ya ve Ürdün’e tüm ülke sathında tek bir devlet için mücadele edebilmenin zemini elbette vardır. Mevcut toprak parçasını Yahudi ve Filistin halkı arasında taksim etmekten daha gerçekçidir. Fakat özne sorunu aşılmadan bu çözüm şekline hâlen yakın değiliz. Bu yine de nesnel olarak “iki devletli çözümü” geçerli kılmıyor çünkü buna bile razı olabilecek bir İsrail karşımızda yok. Tam da bu durum kimileri için “İki devletli çözüm mümkün değilken nasıl birleşik laik Filistin mümkün olacak?” diyebilir. Bunun cevabı sadece söylem düzeyinde değil gerçekten Yahudi ve Arap komünistlerinin birlikte çalışacakları ülke partisiyle ve elbette bu partinin bağlı çalışacağı bir merkezle anlaşılır kılınabilinir. Denkleme giremediğimiz koşullarda söylediklerimiz ya ütopik ya iyi niyetli manzumeler gibi ya da en reformist merkezlerce sekterlikle yaftalanacaktır.
5. “Düşman önce kendi yurdunda” parolası tüm Marksist mücadele tarihi boyunca en komünist ölçüttür. Bu yalnızca bir haksızlığı görmek, çifte standartlı bakışı ortadan kaldırmak için değil aynı zamanda proletaryanın uluslararası mücadelesine sunabilecek en önemli katkının nerede olduğunu anlamak içindir. Filistin meselesinde söz söylemeden eylemde bulunmadan önce kendi egemen devletini görmeyi gerektiren, buna çağrı yapan ve bu noktada durmayanları teşhir eden, aynı zamanda komünistlerin birliği doğrultusunda yanlış politik hareketlerde mücadele eden samimi militanlar için de duyurulması, bu çizgiye gelinmesini talep eden bir yerden örgütlenme kaldıracı haline getirilmelidir bu parola.
Enternasyonal bir merkezin kurulup, dünyanın herhangi bir yerindeki gelişmeye partiyle müdahale edebilme, verili tarafların herhangi birine yedeklenmeyen gerçek bir komünist çizgiyi inşa edebilme, işçi sınıfının meselesi değilmiş gibi görünen esasında tam da sınıfla müdahale edilip iktidarların alınabileceği gerçeğini kavrayan proleter devrimci yapıların var edilebilmesi umuduyla selam ve sevgiler…
Kürdistanlı Bir Köz Okuru